08-02-2012
|
#6
|
Prof. Dr. Sinsi
|
Hulefâ-İ Râşidîn'den Sonra Dîn
Şûraya Dayalı İdarenin Sonu
İslâmî yönetimin esaslı unsurlarından biri de müşavere müessesesidir Bu prensibe göre, memleket işlerinin idaresinde ümmet nazarında muteber bilgili, dürüst, muttaki şahsiyetlere danışarak karar verilmelidir Hulefa-i Raşidîn devrinde, halifelerin müşavirleri dirayeti, ilmi, takvası, diyaneti ve isabetli reyleri ile tanınan kimselerden oluşmaktaydı Ümmet, onların hükümetin yoldan çıkmasına hiçbir zaman müsaade etmeyeceklerine tam bir gönül rahatlığı ile güveniyordu Bunlar, ümmetin karışık ve zor problemlerini çözen kimseler (ehl-i hal ve'l-akd) olarak biliniyorlardı Fakat saltanat gelince, bu prensip bile değişti Şûra yerine zulüm ve baskı genel kural haline geldi Hakkı bilen dürüst insanlar sultanlardan uzak durmaya başladılar Sultanlar da devlet meselelerinde bu kimselerden sakınmaya başladılar Artık sultanların müşavirleri valiler, maiyetinde bulunan memurlar, aile fertleri, yakınları ve saraya sığınmış bulunan yaltakçılardı Görüş sahibi, dirayetli ve kabiliyetli, imanlı, bilgili ve âdil şahsiyetler bu İşten uzaklaştı
Bunun neticesinde karşılaşılan en önemli kayıp, yepyeni ve karmaşık bir medeniyetin ortaya çıkması oldu Meseleleri hukuk çerçevesinde çözecek, muhtelif problemlerin götürülebileceği ve kma edilen veya şura ile belirlenen görüşmelerin İslâm hukukunun bir parçası olabileceği resmî bir merkez kalmadı Keyfî çözüm yolları ittihaz edildi İdarî mekanizma bir esasa dayanmayan, uydurma usûllerle çalışmaya başladı Emniyet ve asayiş ile ilgili meselelerde, genel İç ve dış siyasetin belirlenmesinde iyi-kötü bu sultanların hükmü kabul ediliyorsa da, hukukî meselelerde karar vermek ve hükmetmek onların yetkisinde değildi Hukukî mevzuları keyfi kararlarla halletmek pek öyle kolay değildi Eğer hukukî mevzulara da el uzatmış olsalardı zaman ümmetin sosyal düşüncesi böyle bir müdahaleyi çok zor hazmederdi Esasında ümmet, onları fâsık ve fâcir olarak kabul ediyordu Doğruluk noktaİ nazarından kendilerinin ahlâkî ve dinî hürmet ve itibarları yoktu Bununla beraber Müslüman âlimler ve fâkihler bu eksikliği dolduracak bir çekirdek bırakmadılar, onların çabaları münferit plandaydı Her alim fıkhî meseleleri kendi ilim kürsüsünde ve fetva makamında açıkladı Her kadı kendi bilgisini, anlayışını, içtihadını temel alarak veya bir başka fâkihin hükümlerine veya kural kabul ettiklerine dayanarak hüküm verdi Her ne kadar saltanat ülkelerinde fıkhın gelişmesi ve sürekliliği kesintiye uğra-nıadıysa da, İslâm devletinde bir hukuk anarşisine sebep oldu Asırlar boyunca ümmet devletin bütün mahkemelerinin takip ettiği ve en küçük meselelerde bile aynı hükmü vermesine sebep olacak bir hukuk sistemine sahip olamadı
|
|
|