Prof. Dr. Sinsi
|
İslam'da Fıkhi Mezhepler Tarihi
2- Sahabîler Devrinde İctihad
Peygamber (S Â ), irtihal etmeden önce peygamberlik görevini en üstün şekilde yerine getirdi ve Rabbinin emirlerini hakkı ile teb*liğ etti Bu hususta Allah şöyle buyurur: «Bugün sizin dininizi kemale erdirdim, üzerinizdeki nimetimi tamamladım ve din olarak size İslâm’ı seçtim »[color="Red"]
Bizans'ın Suriye valisinin, tebaasından müslüman olanları öldürmesi dolayısıyla Peygamber (S A ), îslâm ordularını Şam üzerine yolluyordu Çünkü yeni dine mansup olanları korumak ve onları müslüman oldukları için işkenceye uğratmamak zaruri idi
Peygamber (S A ) Iran İmparatoru (Kisra)'na İslâmiyeti tebliğ etmek üzere elçi gönderdiği zaman Kisrâ buna, Peygamber (S A )'i öldürecek birini yola çıkarmakla cevap verdi Fakat Allah onu, niyetini gerçekleştirmeden helak etti Böyle bir durumda tecavüzü aynı şekilde karşılamak gerekiyordu Peygamber (S A )'in, insanları hakka çağırmasına engel olacak şeylere karşı koyması ve hakkı duyurmasını önleyecek her engeli yok etmesi gerekiyordu
Bunun içindir ki, Peygamber (S A )'in irtihalinden sonra, müslümanlar, îran ve Bizans ülkelerine akınlara başladılar Bu ülkeleri fethedip halkını hakka ve doğru yola çıkardılar Müslümanları hiçbir hükümdar ve kuvvet köleleştirmedi Bu ülkelerin imparatorları, müslümanlığın yurtlarına girmemesi için direndiler Müslümanlık, tebaalarına ulaşmasın diye surlar yaptırdılar Fakat, İslâmın çağrısı yayılacaktı Bu çağrı bütün milletlere ulaşacaktı Ona engel olan surların yıkılması gerekiyordu Bu ise zaruri bir savaşa yol açıyordu
Burada dini bir zorlama (ikrah) için savaş yapıldığı sanılmamalıdır Çünkü bu imparatorlar, insanları İslâm dâvetine karşı engelliyorlardı Bilhassa İslâm çağrısı; onların halkı kendilerine taptırmaları, hak olsun bâtıl olsun, halkın kendilerine uymalarını istemeleri ile bağdaşmıyordu Çünkü yeni din, «Hâlıkâ isyanda mahlûka itaat edilmez» diyordu
Bu din, insanları eşitliğe çağırıyor ve onların hepsinin Âdem'den olduğunu, Âdem'in ise topraktan yaratıldığım ifade ediyordu O halde İslâm'ın savaşı, dini bir zorlama için değildi O, ruhları, zâlim kralların köleliğinden, akılları bu kralları kutsallaştıran sapık dü*şüncelerden kurtarmak için yapılıyordu Veya diyebiliriz ki, bu savaş, din hürriyetini korumak içindi; bu hürriyeti yok etmek için değildi Bu savaşın dini bir zorlama için yapılmadığının delili, İslâm de veti, gölgesinde birçok gayri müslimlerin haklarına tam olarak riayet ediyor, din hürriyetlerine katiyen dokunmuyordu Hattâ din bilginleri (îakihler) «gayri müsümleri dinleri ile başbaşa bırakmakla emrolunduk» prensibini kabul etmişlerdi Bu, gayri müslimlere yapılan iyi muamelenin tam bir ifadesidir Gayri müslimlere, müslümanlar «zimmi» adını veriyorlardı Çünkü onlar, Allah'ın elçisinin zimmetinde idiler-, çünkü Peygamber (S A ), onlara kötülük edilmesini yasaklayarak şöyle buyurmuştu : «Bir zimmiye kötülük edenin kıyamet günü hasmı benim »
İslâm fetihlerinin ötesinde arap olmayan milletlerin, araplann safında yer aldığı bir gerçektir Onlar isteyerek zorlanmadan İslâmiyeti kabul etmişlerdir Çünkü Allah: «Dinde ikrah yoktur»[color="Red"] ve «Sen îman etsinler diye insanları zorlayıp duracak, mısın»[color="Red"] buyurmaktadır Veya onlar müslümanlarla aralarında zimmet akdetmişler, müslümanlar onların, onlar müslüm anların haklarına karşılıklı olarak riayet göstermişlerdir Sahabîler asrında îran, Suriye, Mısır ve Kuzey Afrika fethedilmiş, müslümanlann idaresine, çok eski medeniyetlere mensup mîlletler girmişti, tslâm medeniyeti, çeşitli milletlerin medeni mirasları ile karışmaya başlamıştı Dolayısiyle toplum hayatında Peygamber (S A ) devrinde olmayan hâdiselerle karşılaşılmış, hayat çeşitli dallara ayrılmıştı Bu durum karşısında İslâm bilginlerinin yararlı ve uygun olan hususları inceleme, araştırma, düşünme ve ictihad'da bulunma cihetine yönelmeleri bir zaruretti
Bu itibarla büyük sahabîlerin ictihad'da bulunması, Peygamber (S A )'in söz ve hareketleriyle yalandan ilgili olanların yeni meseleleri halletmesi gerekiyordu Onlar, yeni meseleler karşısında ictihadlarda bulundular ve Allah'ın hükmünü açıkladılar Çünkü Allah'ın dini bütün asırlara şâmildi Allah, Kur'an'da; «İnsan başıboş bırakıldığını mı sanıyor?»[color="Red"] buyurduğundan insan, hayatta başıboş ve istediği herşeyi, bir hükme bağlamaksızm yapma durumunda değildir
Sahabîlerin bilginleri ictihad hususunda bir metod ortaya koydular; onlar, yeni bir hâdise karşısında ihtilâfa düşerlerse Kur'an'a başvuruyorlar, bu meseleyi açıklayan bir âyet bulurlarsa onun üzerinde birleşiyorlardı
Buna şöyle bir misal verebiliriz: Irak ve İran toprakları fethedilince sahabîler, bu arazinin fethe iştirak eden askerlere dağıtımında ihtilâfa düştüler; Hz Ömer, devletin reisi ve mü'minlerin emîri olarak araziyi askerlere taksimden kaçındı Çünkü O, görüyordu ki bu arazi, Allah'ın, «Biliniz ki ganimet olarak elde ettiğiniz şeylerin beştebiri Allah'ın, Peygamberin, O'nun yakınlarının, yetimlerin, düşkünlerin ve yolda kalanların hakkıdır »[13] âyetinin içine girmiyordu Bu âyette kasdedilen ganimet menkul inalları ifade ediyordu, toprak ise gayri menkul olduğu için fethedilir, fakat ganimet olmazdı Öte yandan ülke ve sınırların korunması için gelire ihtiyaç vardı Bu da, arazinin fethedenlere dağıtımıyla olmaz, arazi sahipleri gayri müslimlerden «cizye» almakla sağlanabilirdi Fakat savaşçılar, Hz Ömer'e uymadılar ve münakaşa üç gün sürdü Üçüncü gün Hz Ömer, Kur'an'da gördüğü şu âyeti onlara okudu: «Allah'ın (fethedilen) memleketler halkından Peygamberine verdiği fey' (ganimet) Allah'a, Peygamberine, onun yakınlarına, yetimlere, yoksullara ve yolda kalanlara aittir Bu da o malın, sizin içinizdeki zenginlerin arasında dolaşan bir mal (sermaye) olmaması içindir  Allah'ın azabı şiddetlidir »[color="Red"]
Hz Ömer, bu Kur'an nassını okuyunca hepsi O'nun emrine uymak zorunda kaldı
Sahabîler, Kur'an'da bir nass bulamayınca Sünnete başvuruyorlar ve ondan gereken hükmü alıyorlardı Emirü'l-müminin meseleyi arkadaşlarına açıyor; bu hususta herhangi bir hadis bilen onu serdediyor ve meseleyi böylece hallediyorlardı
Meselâ; Bir gün bir anneanne (nine), Hz Ebu Bekr'e geldi ve ölmüş olan kızının oğlundan miras istedi Ebu Bekr(R A,) de Kur'-an'cla bu hususla ilgili bir âyet bilmediğini söyledi Sonra sahâbile-re dönerek, Peygamber (S A )'in, böyle bir meselede verdiği hükmü içinizden bilen var mı? dedi Mugîre b, Şu'be, Peygamber (S A ) Efendimizin nineye altıdabir hisse tanıdığını hatırlıyorum, dedi Hz Ebu Bekr, bu durumu başka bilen var mı? diye sordu Başka bir sa-habinin buna tanıklık etmesi üzerine bu nineye altıdabir (1/6) mi*ras hakkı tanıdı Daha sonra Hz Ömer (R A ) devrinde baba-anne ' gelip hissesini istedi Ömer de, «Kur'an'da sana ayrı bir hisse tanın*dığım bilmiyorum, bu aitıdabir (1/6) hisse ikinizindir » dedi
Sahabîler, Kitab'ta ve Sünnette bir nass bulamadıkları zanîan ictihad yapıyorlardı Bu, Peygamber (S A )'in kabul ettiği bir metod idi Muaz b Cebeli Yemen'e hâkim olarak gönderirken Peygamber (S A ) O'na «Ne ile hükmedeceksin,» diye sordu O, «Allah'ın kitabı ile» dedi Peygamber «Ya Kitab'ta bulamazsan?» dedi O da, Pey*gamber'in sünneti ile» dedi «Onda da bulamazsan?» dedi Muaz, «Re'yimle ictihad yaparını» dedi Peygamber (S Â ) bunun üzerine; «Allah'a hamd olsun ki, Peygamberinin elçisini O'nun razı olduğu şekilde muvaffak kıldı» buyurdu
Usûl-i fıkıh bilginlerinin çoğu, re'yi kıyas olarak kabul eder Kıyas da, hakkında nass bulunmayan bir meseleyi, illetleri aynı olan ve hakkında nass bulunan başka bir meseleye göre halletmektir
Başka bir deyimle, kıyas, hakkında nass bulunmayan mesele üze*rinde, hüküm bakımından illetleri ortak olan ve hakkında nass bu*lunan meselenin hükmünün sabit olmasıdır Bu tarif, re'yin, bu türlü ictihad'tan ibaret olduğunu gösterir
Bu türlü ictihad, müctehidin, hakkında nass bulunmayan konuda illet bakımından ortak olan ve nassa dayanan meseleyi tam olarak kavramasını gerektirir Meselâ; sarhoş eden herşeyi şaraba kıyas etmek gibi Şarabın haram edilişinin illeti sarhoş etmesidir O halde bu illet, diğer sarhoş eden şeylerde de bulunduğundan onların da haram olduğu sabit olur Gerçekte sahabîlerce kabul edilen re'y, hem kıyası, hem de hakkmda nass bulunmayan bir konuda masla*hata göre içtihadı içine almaktadır Sahabîler asrında re'yin bu iki şekli de görülmekte idi İbn-i Kayyım el-Cevziyye, sahabîlerin içtihadını şöyle tarif eder: «Sahabîlerin içtihadı, illetleri ayrı ayrı olan hususlarda doğru olması gereken ciheti anlamak için iyice düşündükten sonra akıllarına uygun gelen hükmü çıkarmalarıdır » Bu tarif eksiktir, çünkü; illetler aynı olmazsa kıyas yapan hukukçu neyi neye kıyas edecektir Gerçekte re'y ile ictihad, iyice düşündükten sonra bir meseleyi Kitab ve Sünnete en yakın olan bir şekilde halletmektir Bu, hakkında belli bir nass bulunan meseleye göre yapılırsa kıyas olur, şeriatın genel amaçları göz önüne alınarak yapılırsa maslahata göre yapılmış ictihad olur
Kıyas metoduna göre' re'y ile ictihad yapmakla meşhur olan sahabîler arasında Abdullah b Mes'ud vardır Ali b Ebi Talib ise, bazan maslahata göre ictihad yapardı Dolayısiyle Tabiin'den Küfe-li hukukçular ve bunların izinden giden müctehid İmamlar, onların ictihad metodunu almışlardır
Maslahata göre ictihad'da bulunan sahabilerin başında Ömer b Hattab gelir Daha başka birçok sahabîler, maslahatı gözeterek, Hz Ömer gibi fetva vermişlerdir Meselâ; bir kişiyi öldüren bir grubu öldürmek kıyasa, sanatkâra yaptığı şeyi heder ederse ödetmek maslahata uyularak kabul edilmiştir Hz Ali de bu ödetme (tazmin) işinde, «insanları ancak bu ıslah eder« demiştir
Ömer (R A), devlet işlerini idarede, hakkında nass bulunmayan meselelerde maslahata göre ictihad yaptığı halde, kaza (yargılama)'-da, hakkında Kur'an ve Sünnet'den bir nass bulunmayan meselelerde kıyas cihetine gidilmesini emrederdi O, Ebu Musa el-Eş'ari'ye gönderdiği mektubun sonunda şöyle diyordu : «Kur'an ve Sünnette bulunmayan ve tereddüde düştüğün meseleleri çok iyi anlamaya ça*lış, birbirine benzeyen hususları iyice kavra ve buna göre meseleleri birbirine kıyas et » Bu ifade açıkça göstermektedir ki hâkim, şer'î bir nass bulamazsa hâdiseyi, hakkında nass bulunan benzeri bir hâdiseye kıyas edecek ve buna göre hüküm verecektir
Burada okuyucunun hatırına şöyle bir soru gelebilir: Niçin Ömer (R A ), hakkında nass bulunmayan ve devletin idaresi ile ilgili olan konularda maslahata göre içtihadı benimsiyor da, kaza hususunda kıyas'a başvurulmasını bilhassa emrediyor?
Bunun cevabı şöyle olabilir: Devlet işlerinin yönetimi maslaha*ta, bozukluğa meydan vermemeye, şeriatın emirlerine itaat etme esasına dayanır Öte yandan iyi yönetici ile iyi olmayan yönetici arasında fark vardır Birincisi bozukluğa (fesada) meydan vermez, maslahatı korur; ikincisi bunun aksini yapar Bu itibarla kötü yönetici hakkında Allah şöyle buyurur : «İnsanlardan öylesi vardır ki onun dünya hayatına ait sözü hoşunuza gider ve o kalbinde olana Allah'ı şahit kılar Halbuki o düşmanların en yamanıdır O yeryüzünde işbaşına geçti mi orada fesat çıkarmaya, harsı ve nesli kökünden kurutmaya koşar Allah ise fesadı sevmez Ona, Allah'tan kork, denildiği zaman gururu kendisini günâh işlemeye götürür İşte Öylesine cehennem yeter O, hakikaten ne kötü yerdir »[color="Red"]
Kaza işinde esas olan, hasımlar arasında adaleti gerçekleştirmek, zalim ve haksızdan mazlumun hakkını almaktır Bunun için de sabit bir ölçüye bağlanmak gerekir Bütün dünyada kaza için kanunlar ve belli ölçüler tespit edilir Elbette İslâmda da Kitab ve Sünnet'e bu konuda sımsıkı sarılmak gerekir Kitab ve Sünnet'te açık bir hüküm bulunmazsa, hakkında nass bulunan meselenin illetlerini taşıyan meseleleri iyice anlamak ve onu birincisine kıyas etmek suretiyle bir hükme bağlamak lâzımdır Nitekim bu yol, her zaman benimsen*mekte ve böylece kaza işi, başı boşluktan kurtulmaktadır Ömer (R A ) de bundan dolayı yukarda adı geçen mektubuna «Kaza, uyul*ması gereken bir Sünnettir» sözüyle başlamıştır Dolayısiyle kaza işinde nass'lara bağlanmak, nass'ları iyice anlamak suretiyle kıyasta bulunmak zaruridir Hâkimin içtihadının da kıyasa münhasır olması lâzımdır
Sahabîlerin hepsi, re'y'e başvurmakta eşit olmamakla beraber, Kur'an ve Hadis'te nass bulamayınca ictihad etmek zorunda kalmışlardır Meselâ; Ömer (R A ), devlet başkanı olarak birçok hâdiseleri halletmek için re'y'den kaçınmamıştır Çünkü devlet işi yürüyecek ve meydana gelen yeni olaylar zamanında halledilecektir
Sahâbîlerden bazıları hadis rivayet etmekten çekinmişler, fakat görüşlerini ortaya atmaktan çekinmemişlerdir Çünkü anlayışları doğru olursa dînî bir hususu açıklamış olurlar; yanılmışîarsa hatâ kendilerine ait olup dinirr özüne dokunmamış olurlar Hadis rivayetinden çekinmelerinin bir sebebi de, Peygamber (S A )'e söylemedi*ği bir şeyi isnad etmek korkusudur Çünkü bu konuda Peygamber (S A V ) şöyle buyurmuştur: «Kim kasden bana yalan bir söz isnad ederse ateşte yerini hazırlasın» İmran b Husayn'dan şöyle rivayet edilir: «Allah'a yemin ederim ki isteseydim iki gün üst üste Peygamber (S A V )'den hadis rivayet edebilirdim Fakat, sahâbîlerden birçoğunu gördüm ki, onlar da benim gibi işittiler ve benim gibi gör-âüler; rivayet ettikleri hadislerin bir kısmı söyledikleri gibi değil*dir Onlara benzerim diye korktum ve bu, beni hadis rivayetinden alıkoydu »
Ebu Amr eş-Şeybânî der ki: «İbni Mes'udun yanında bir sene kaldım Hadis rivayet ederken «Peygamber buyurdu» demezdi; eğer bu ifadeyi kullanırsa O'nu bir titreme alırdı ve «Peygamber (S A V ) böyle veya bu mealde buyurdu, derdi » Gerçekten sahâbîler iki güçlük arasında idiler Çünkü onlar, dîni bozmaktan korkuyorlardı Bu güçlükten birisi Peygamber (S A) 'den çok hadis rivayet edersek Peygamber (S A)'e yalan isnat etmiş oluruz diye korkmaları, ikincisi de kendi" re'yleriyle fetva verirlerse haramı helâl, helâli haram yapmak gibi şahsi hatâlara düşme endişeleri idi
Sahâbîlerden bazıları, eğer iki ve daha fazla kimsenin açıkça bildiği gibi hadis bulunmazsa, sözü kendilerine nispet etmeyi tercih ediyorlardı Hattâ Ebu Bekr (R A ), ancak iki kişinin rivayet ettiği hadis'i kabul ediyordu Ali b Ebî Talib (R A ), hadisi rivayet edene yemin ettirdikten sonra kabul ediyordu
Bu itibarla sahâbilerin bir kısmı kendi re'yleri ile fetva veriyorlardı veya sözü kendilerine nispet ediyorlardı Abdullah b Mes'ud, bir fetvasında şöyle diyordu: «Bunu kendi re'yime göre söylüyorum; eğer doğru ise Allah'tandır, yanlış ise benim hatâmdır ve şeytandandır Allah ve Resulü bundan beridir » Ömer b Hattap bir meseleye dair fetva vermiş ve bu fetvanın sonuna kâtibi şöyle yazmıştı: «Allah'ın ve Ömer CR A )'in görüşü işte budur » Bunun üzerine Ömer, «Çok fena demişsin, bu Ömer'in re'yidir; doğru ise Allah'tan, yanlış ise Ömer'dendir» dedi
Sahâbîlerin re'ylerini, sırf aklî görüşler olarak kabul edemeyiz Onların görüşlerini Peygamber (S A )'m Fıkh'mdan alınmış olarak kabul etmemiz gerekir Çünkü, re'yle fetva vermekle meşhur olanlar, Peygamber (S A )'le uzun zaman arkadaşlık eden kimselerdir İşte Ebu Bekr, Ömer, Osman, Ali, Abdullah b Mes'ud, Zeyd b Sabit- ve diğer sahâbîlerin fukahası bunlar arasindadır
Düşünülebilir ki, bu sahâbîlerin rivayetleri Peygamber (S A ) ile arkadaşlık ettikleri uzun zamanla mütenasip değildir Dolayisiyle onların görüşlerinin çoğu Peygamber'den nakledilen hususlardır Fakat onlar, Peygamber (S A ) 'in sözünü veya fikrini naklederken değiştiririz diye korktuklarından bunları O'na nisbet etmemişlerdir Bu hususu, Tabiin'in ictihadlarından bahsederken açıklıyacağız Burada, şunu söyleyebiliriz ki, sahâbîlerin görüşlerinin hepsi re'yden ibaret değildir Bilâkis bu görüşler içerisinde yukarıda belirttiğimiz endişe ile Peygamber (S A )'e nisbet edilmeyen ve Peygamber'e ait olan fikirler de vardır
Burada iki hatâyı düzeltmek mecburiyetindeyiz:
1 — Bazı insanlar, sahâbîlerin sahih olan bir hadisi terk edip-kendi re'ylerine göre fetva verdiklerini zannetmektedirler Meselâ; bunlar, Hz Ömer'e böyle bir şey isnad etmektedirler Hattâ onların iddialarına göre Ömer (R A ), kendi re'yine dayanarak veya maslahatı tercih ederek Kur'an nassa'larını dahi terkediyordu Bu, gerçekleri araştırmamış olanların düştüğü bir yanlışlıktır Çünkü hiçbir sahâbî, kendi görüşüne uyarak veya maslahatı tercih ederek, herhangi bir nassı terketmemiştir Sahâbilerin maslahata göre vermiş olduğu fetvalar, asla nassa aykırı olmamıştır Bilâkis bu fetvalar, nass'ların tatbikatından ve şeriatın gayesini doğru olarak idrakten ibarettir Bunlarda hiçbir nassa aykırılık yoktur Bu hususta ileri sürülen misalleri incelerken bunların, dinin esasına muhalif olmadığını, bilâkis nass'lara dayandığını görürüz Irak halkının arazisi hakkındaki meseleyi yukarıda zikretmiştik îşte bu mesele, Ömer (R A ) 'in maslahatı gözeterek nassa muhalefet ettiği ileri sürülen konulardan biridir Yukarıda gördük ki Ömer, «Biliniz ki ganimet olarak aldığınız şeyin beştebiri Allah'ındır  »[color="Red"] âyetini doğru olarak anlamış, bu nassın menkul ganimetler hakkında varit olduğunu ve fetholunan araziyi içine almadığını, Kur'an'in «Allah'ın (fethedilen) memleketler halkından Peygamberine verdiği fey, (ganimet)  »[color="Red"] âyeti ile isbat etmiştir
2 — Bazı hukukçular şöyle diyorlar: Hadis'e sarılanlar, hadis ve geleneklere dayanarak fetva veriyorlar; re'y taraftarları daha ciddî kafa yoruyor ve geleneklere pek önem vermiyorlardı
Bu görüş, ilmi araştırmadan çok uzaktır Çünkü, hadîs'e bağlı olanlar da, re'y taraftarları da dîne ve nasslara sarılmaktadırlar Şu-kadar ki, birinci gurup, hakkında nass olmayan meselelerde kendi görüşlerine göre fetva vermekten ve onu Allah ve Peygamber'ine nîs-bet etmekten çekinmişlerdir Bu gurup devlet işlerinde ve halledilmesi zarurî olan meselelerde derinlemesine bilgisi olmayan kimselerdir Nass bulamayınca bunlar susmaktadırlar Bunların fetvadan çekinmesi ve re'y ile fikir beyan etmemeleri din için herhangi bir zarar doğurmaz
îkinci gurup ise, hüküm çıkarmak hususunda çok uğraşmış ve tecrübeli kimselerdir Bunların re'y ile ictihad'da bulunmaları ve meseleleri halletmeleri kaçınılmaz bir şeydir Meselâ, halife için insanları islâh etmekle ilgili bir hususu, nass bulamadım diye ihmal etmek akıl işi değildir Eğer halife böyle bir ihmale yer verirse işle*rin seyri durur; bu da fesad'a sürükler Hükümdarlığın esası fesâd değil, İslahtır Bu da, nass'lara dayanarak yapılır Nass bulunmazsa, nass'larm ruhundan anlaşılan şeriatın genel amaçlarına yönelmekle olur
Hükümet işleriyle uğraşmayan re'y taraftarları da, sadece nakle yöneldikleri zaman, Peygamber (S A V )'e yalan isnad etmekten korkuyorlardı; dolayısiyle Peygamber (S A V )'in Sünnetinden dışarı çıkmaksızım ve Peygamber'e de nisbet etmeksizin fetva veriyorlardı Böylece verdikleri fetva, isabetsiz olursa kendilerine ait, doğru olursa 'Allah'ın yardımı ile verilmiş olacaktı
Burada belirtmeliyiz ki, re'yleri ile ictihad yapan sahâbiler, re'ylerinin bir yol haline gelmesini ve re'y olarak uygulanmasını istiyorlardı; fakat bunun din gibi kabul edilmesini asla istemiyorlardı Hz Ömer (R A ), bu durumu açıkça şu sözü ile belirtmiştir
«Ey insanlar, doğru görüş Allah'ın elçisinin re'yidir Çünkü Allah O'na gerçeği gösteriyordu Bizim görüşümüz ise zan'dan ve tekliften ibarettir » Ve şöyle ilâve ediyordu «Sünnet (asıl yol), Allah'ın ve Resulünün koyduğu yoldur Yanlış bir re'yi ümmet için Sünnet haline getirmeyin »
Re'y ile ictihad eden sahâbîler, re'ylerine galip bir zan gözüyle bakıyorlardı O, yanlış veya doğru olabilirdi Sahâbîlere göre ona biz*zat uymak gerekmiyordu Fakat ekseri fakihler, sahâbüerin re'ylerini takdir edip ona muhalefet etmediler Bazıları ise ona muhalefet ettiler Bazıları da, sahâbîlerin bütün sözlerini nass olarak kabul ettiler [color="Red"]
[9] Maide Sûresi, 30
[10] Bakara Sûresi, 356
[11] Yunus Sûresi, 99
[12] Kıyame Sûresi, 36
[13] Enfal Sûresi, 41
[14] Haşr Sûresi, 7
[15] Bakara Sûresi, 204-206
[16] Enfal Sûresi, 41
[17] Haşr Sûresi, 7
[18] İslam’da Fıkhi Mezhepler Tarihi, Prof Muhammed Ebu Zehra, Hisar Yayınevi: 2/24-32
|