Yalnız Mesajı Göster

Asr-İ Saadet Öncesi Medinede Sosyo-Ekonomik Hayat

Eski 08-02-2012   #4
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Asr-İ Saadet Öncesi Medinede Sosyo-Ekonomik Hayat




İkinci Bölüm


MEDİNE'NİN EKONOMİK YAPISI


I Amme Menfaatına Ayrılmış Yerler


Medine'nin kuzey-batı «banliyösü»nde bir orman uzanmaktaydı ki, günümüzde bile bu orman mevcuttur Yakmak üzere odun kesmek ve bunları meskûn yerlerde satmak için taşımak zor bir meslekti Arazisi olmayanlar, ekmek parası kazanmak için bu işi yapıyorlardı

Aynı istikâmette, bütün aşiretlerin çobanlarının sürülerini otlatabilecekleri güzel çayırlıklar vardır Nakî'ul-hayl tabiri, buraya sadece koyun ve develerin değil, atların da götürüldüğünü göstermektedir [25]


II Ziraat


Medine bölgesi, geniş ve fakat büyük çoğunluğu volkanik lâvlarla ve eski volkan püskürtmelerinin yaktığı taşlarla kaplı olan bir ovadır İklimin ılıman oluşu ve yeraltı sularının da çok derinde olmayışından ötürü, volkan lâvlarının zararından kurtulabilen her toprak parçası değerlendirilmiştir İnsanların olduğu gibi, hayvanların da içme suları geniş kuyulardan elde ediliyordu Her kabîTede birkaç kuyu olup, bâzıları, zaman zaman satılan sularının tatlılığıyla ün salmıştı[26] Evlerin ihtiyacı için, erkek çocuk¬larının bu kuyulardan çektikleri sudan bahsedilmektedir Bâzı kimseler, bu suyu doğrudan doğruya ev sakinlerine satarak hayatlarını kazanıyordu Bazan kuyuların etrafında, içine deve, keçi, koyun gibi hayvanların içmesi için su doldurulan ahşaptan havuzlar bulunurdu İnek ise, bu bölgede nâdir rastlanan bir hay¬vandı

Arazi sulaması, hayvan sulamasından çok daha fazla su ge¬rektirdiğinden, öyle büyük kovalar kullamlıyoi'du ki, sadece develer bunları çekebiliyordu (nâdiha) Tabii olarak zengin insanlar, bu sulama işi için birçok deveye sahiptiler

Medine bölgesinde bilhassa hurma bahçeleri vardı Medine hurmalarının çeşitleri sayısız olup, asırlar boyunca şöhretlerini muhafaza etmişlerdir Hurma çeşitlerinden bir tanesi, tarla farelerinin hoşuna gittiğinden, buna «tarla farelerinin annesi» (ummul-curzân) adı verilmişti

Şüphesiz sâdece hurma meyvesi ve hurma ağacı için değil, aynı zamanda bu meyvenin ve bu ağacın her parçası için Arap dili inanılmaz şeklilde zengindi Hurma meyvesinin, doğumundan hasadına, hattâ çürümesine kadar, her devrede özel isimleri vardır Aynı şekilde, hastalık, kuraklık vs gibi olağanüstü haller için de ayrı ayn isimler vardı

Efsâneleri; Allah'ın, Adem'i yaratmasından sonra, geriye ka¬lan balçıktan hurmanın dişisini yarattığım söylüyordu Ona sevgiyle «hala», yâni «babanın kardeşi» denilmektedir Hattâ şu söz Hz Peygamber (sav)'e izafe edilmektedir: «Halanız olan dişi hurmaya ikramda bulununuz» (Ekrimû 'emmetekum en-nehle)

Daha sonra ilim, bu inançları kuvvetlendirmiştir 9 yüzyılın büyük botanikçisi Dineveri,[27] «Bâzan dişi hurma ağacının uzaktan bir erkek hurma ağacını görerek, ona gönlünü kaptırdığım; bahçıvanın, bu erkek hurma ağacından tohum alıp, dişi hurmayı dölleyinceye kadar, bu dişi hurmaya başka hiçbir döllemenin tesir etmediğini» müşahade ettiğini yazıyor Aynı şekilde türlerin tekâmülünden, evrendeki gazlardan, minerallerden, bitkilerden vsden bahseden İbn Miskeveyh (ölümü:1030) şöyle demektedir:

«Bu tesirin tekâmülü, asma ve hurma ağacına varıncaya kadar tedricen devam eder Bu vardığı yer, bitkinin en yüksek mer-tebesidi Ruhun tesiri hâlâ devam edince, artık bir bitki değil, hayvanlar âlemine girilir Bu durumda, hurma ağacı bitkiler arasından öyle yüksek bir dereceye ulaşır ki, hayvanlarla bağ kurar ve onlara büyük bir benzerlik arzeder Bu şekilde erkek hurma ağacı, dişi olanından ayrılır Aynı şekilde döllenmeye ihtiyacı vardır Hurma ağacının tepesine bir felâket gelirse, ağaç ölür Halbuki (dalları budanabilen) diğer ağaçlarda durum böyle değildir Burada her yönü ile sayamayacağımız diğer sıfatları yanında şunu belirtelim ki, dişi hurmayı dölleyen erkek hurmanın tohumu (dölü), hayvanların tohumu gibi bir kokuya sahiptir»[28]

Aynı şekilde botanikçiler, «aşk»tan dolayı, bâzı bitkiler ara¬sında, meselâ kürnub ve habala[29] arasında kin ve geçimsizliğin ol¬duğunu söylerlerse de biz, bu konunun teferruatına girmiyoruz

Hurma ziraatı çok gelişmişti Dişi hurma ağacını döllemek için gerekli olan tozlama biliniyordu Bu çiçek tozlarının kokusu, hayvanların meni kokusuna çok benzediğinden, hurma ağacının, insanın halası olduğu inancı yayılıyordu

Tabii ki, hurma mahsûlünün bütün sene taze kalması ve çürümemesi için, küçük bir konserve endüstrisi bile vardı, hattâ bir şarap yapma endüstrisi de mevcuttu: Hurmalardan alkollü iç¬kiler elde ediliyordu Nar vs gibi meyve ağaçlarından da sözedil-inektedir Arabistan yarımadasının değişik yerlerinde üzüm bağları vardı; fakat bu konuda Medine ile ilgili bir atıf bulamadım

Diğerlerinin yanında, buğday ve arpa zirâatı da zikredilmektedir Aynı şekilde, tarla kenarlarına veya sulama kanalları boyunca dikilen pancardan bahsedilmektedir

Medîne'de-hattâ genel olarak eski Arabistan'da- toprakların müşterek olarak işletildiği intibaı bende uyanmadı Her aile kendi topraklarına sahip olup, herkes kendi çocukları ve gerektiğinde kölelerinin yardımıyla çiftlikleriyle uğraşırdı

Fakat toprak sahiplerinin, topraklarının bir kısmını «topraksızlara kiraladıklarına ve ücret veya kira olarak, mahsûlün bir kısmını aldıklarına dâir bolca malzeme vardır Toprak ağasının alacağı pay, çeşitli durumlara göre değişiyordu: bu, mahsulün 1/4 ü, 1/3 ü, hattâ bâzan yarısı olabiliyordu Muhtemelen bu husus, suyun az derinlikte olup olmaması, arazi sahibinin tohumu ekme¬de, sulamada yardım edip etmeyeceği vs gibi durumlara göre değişiyordu[30]

Fakat bu kiralamalardan bir tanesi, bana göre hususiyet ar-zetmektedir: Bâzan bir arazi parçası kiraya verilir; ve toprak sahibi sâdece mahsûlün kendi payına düşeni almakla kalmayıp, kiralanan arazi içinde bir tarlayı işaretler ve çiftliğinin diğer kısımları gibi orayı da işletirdi Fakat bu durumda da, mahsûlün tamâmı toprak sahibine giderdi Kaynaklarımız,[31] bazan bu arazi parçasından alman randımanın, geriye kalan büyük bölümden alınan randımandan daha fazla olduğunu göstermektedirler Bâzan da bunun aksi olurdu Nasîb! [32]


III Sulama Usûlleri


Sulama için özellikle kuyular vardı Fakat öyle anlaşılıyor ki, yağmur sularının akıntısı istikâmetinde, ardarda gelen kuyular vasıtasiyle sunî olarak yükseltilmiş bâzı kaynak suları vardı ki, su, yüksekte olan ana kuyudan belli bir mesafede, alçak toprak seviyesine gelince, buradan arklarla tarlalara dağıtılırdı (sarâc) Artan su, suyu olmayan komşulara satılırdı

îslâm öncesine âit su depolarına ve su dağıtan borulara âit harabelerde olduğu gibi; meselâ: Medine'nin güneyinde, Küba'da bulunan, Ka'b ibnu'l-Eşref e âit malikânede (sarayda), günümüzde bile mevcuttur Ben, bir mühendis değilim; onun için meseleyi daha teknik bir şekilde yazamıyorum Medine'de, suyu muhafaza etmek için yapılmış bentlere rastlamadım (Yakın zamanlarda, Suud idaresi döneminde bir tane inşâ edilmiştir) Şehrin kuzeydoğusunda bir tabii göl vardır; fakat geçmişte onun sulama için kullanıldığını sanmıyorum Türkler döneminde, «Akûl» denen bu gölde eğlence kayıkları vardı; onun içilen suyu, günümüzde nüfûsun artan ihtiyacı ve şehirleşme için kullanılmaktadır Medine dışında, Arabistan yarımadasının Hayber, Yemen gibi bölgelerinde İslâm'dan önce bentler vardı [33]


IV İslâm'ın Katkısı


Hz Peygamber (sav), putperest hemşehrilerinin uyguladık¬ları işkencelerden dolayı, ve Mekke'deki hacc esnasında islâm'a girmiş olan Medînelilerin daveti üzerine, doğduğu şehir olan Mek¬ke'yi terk ederek Medine'ye yerleşti Medînelilerin İslâm'a girişle¬rinin bir tarihçesi vardır:

Medine'de kendilerinin Arap'lar karşısında güçsüz ve ümitsiz bir şekilde kaybolduklarını hisseden, Yahudi komşuları, yalnızca şunu diyebiliyorlardı: «Bekleyin, çok yakında beklenen Peygam¬ber gelecek ve biz ona tabi olarak sizi mahvedeceğiz!» 620 yılında, Hz Peygamber (sav), Mekke'nin banliyösünde, küçük bir Medîneli hacı grubuna yaklaştı O, Arabistan'ın dört bir bucağın¬dan gelen heyetlere sırayla hitâbedip, islâm'ın esaslarını anlat¬tıktan sonra, kendisine inananların çok yakın gelecekte olan büyüklüğünü müjdeliyordu Yahudilerin tehdidlerini hatırlayan Medîneliler, onları bu işte geçmek istediler; ve Müslüman oldular Medine'ye döner dönmez, bu yeni dîni öyle tebliğ ettiler ki, iç sa¬vaşlarla parçalanmış olan bu şehirde, iki sene gibi bir zamanda yüzlerce kişi islâm'a girdi Medîneliler, iç ve intikam savaşlarının fasit dâiresindan kurtulmak için tarafsız bir hakem; Hz Peygam¬ber (sav) de, kendisi ve putperest hemşehrileri tarafından işken¬celere maruz bırakılmış olan Mekke'li sahâbileri (Muhâcirûn) için bir sığmak arıyordu Bir başka ifadeyle, ihtiyaçlar birbirleriy¬le çakışıyor ve birbirini tamamlıyordu

Muhacir olarak gelişmiş olan Hz Peygamber (sav), Medine'de tam bir boşluk ve kaos'la karşılaştı Derhal değişik kabile ve aşiret reislerini davet ederek onlara, merkezî bir teşkilâtta (idarede) birleşmelerini teklif etti Medine vadisinin bir kısmı üzerinde bile olsa, -çünkü halkın tamamı buna iştirak etme¬di- bir çeşit Şehir-Devleti kuruldu ki; seçilen Devlet Başkanının olduğu gibi, müslüman ve gayr-ı müslim vatandaşların hukuku¬nu belirten, bir nev'î içtimâi antlaşma ile yazılı bir anayasa bile kaleme alındı[34]

Bu anayasa birçok meseleyi kapsamaktadır: Müşterek sa¬vunma, adalet mekanizması, bölgedeki çeşitli din mensuplarına, özellikle Yahudilere âit vicdan hürriyeti, yasama vs Bu anayasa, zirâi ve iktisâdi meselelerden bahsetmeyip, bunu eski örfe bırak¬mış; fakat, ma'âkil denen sosyal sigortaları ele almıştır Anayasa maddeleri, ilgili bütün kabileleri sayıp, her birisi için aşağıdaki formülü tekrarlamaktadır:

«ler, eski âdetlerinde olduğu gibi, Müminler arasında,

kan parasını en güzel bir yardım severlik ve adaletle, ortaklaşa ödeyeceklerdir; ister fidye, ister diyet olsun»

Ve bu bölüm şöyle tamamlanıyor:

«Mü'minler, kendi himayelerinde olup ağır mesuliyetlerle yü¬kümlü olanlardan en güzel bir yardımseverlikle, diyetleınni olsun, fidyelerini olsun, ödenmedik hiç kimse bırakmayacaklar»

Sigortalar, iki ağır vecîbeyle ilgiliydi: birisi diyet, diğeri kur¬tuluş fidyesi idi (fidye-i necattı) Bu âdetin eskiden beri Medi¬ne'de bu kabileler arasında uygulanmakta olduğunu görüyoruz Hz Peygamber (sav), bu uygulamayı tekrar organize edip, onu piramit şeklindeki adalet temelinin üzerine yerleştiriyor: şayet bir sigorta birimi, tek başına Ödemesini yapamıyorsa, o takdirde, vazifeleri icabı, diğer kabileler, akrabalar veya komşular ona yar¬dım etme mecburiyetindeydiler Bunlar da ödemeyi yapamıyorsa, en sonda devlet imdadına koşardı

ikinci mühim hâdise, vatanlarını terketmiş olan gelirsiz muhacirler meselesiydi Müslüman Medîneliler (Ensâr), hicret et¬miş olan bu mü'min kardeşleriyle hemen arazilerini paylaşmak istediler Fakat Muhâcirûn, bunu bir izzet-î nefis meselesi yapa¬rak, teklifi reddedip, şöyle dediler «Sizler ve bizler beraber çalışa¬lım, başka bir tabirle, «bizden iş, sizden toprak; mahsûl ortak ol¬sun»[35] Herkes, bu fikri kabul etti Hz Peygamber (sav), bu he¬defi gerçekleştirmek için, Medîneli Ensâr ile Mekkeli Muhâci-rûn'u sözleşmeli olarak birbirine kardeş yaptı; bunlardan bâzıları için de kur'a çekti[36] Günden güne muhacirlerin meselesi hallolma yoluna girdi ve maddî her şeylerini yitirmiş olan yüzlerce Muhâci¬rûn, bölge köyleri konfederasyonunun ekonomisi içine dâhil edil¬diler Mekke ziraî bir bölge olmadığından, bu muhacirler, yeni mesleklerini Medîneli kardeşlerinden öğrendiler Ben, sadece Abdurrahman ibn'Avfın durumunu zikretmekle yetineceğim: Abdurrahman, sözleşmeli kardeşiyle eve gidince,[37] bu Medîneli kardeşi, ona şöyle dedi: «îşte benim mallarım; evim ve evimin eş¬yaları, bunların yarısını sana veriyorum; işte benim iki hanımım, istediğini seç, ben de, şer'i müddetten sonra onunla evlenebilmen için onu boşayayım!» Abdurrahman ibn 'Avf şu cevabı verdi: «Allah senden razı olsun, bunlardan hiçbirine ihtiyacım yok; sen, sadece bana pazarın yolunu Öğret» Gerçekten de, Abdurrahman ibn 'Avf pazara gidip, kredi ile bâzı şeyler satın alarak, bunları peşin parayla birilerine sattı Böyle birkaç ticarî muameleden sonra kâr elde etmişti Birkaç hafta içinde, evlendiği kadının mih-rini verebilecek kadar yeterli tasarrufu yapabildi Cömertlik ve iz-zet-i nefis, bu ilk müslümanlann ilk göze çarpan özellikleriydi islâm, bâzı ziraî gelenekleri, özellikle, kiralanan arazi içinde bir tarlayı mal sahibine ayırmayı yasakladı [38]


V İthalât-İhracât Pazarları


Medine bölgesi, müreffeh ve verimli olmasına rağmen, bütün ihtiyaç maddelerini üretemiyordu Hurma geliri, Medine'deki tü¬ketimin çok üstünde olduğundan, bâzı genel rivayetler, bölgenin kapitalist Yahudilerinin ihrâc etmek üzere bu hurmaları satın al¬dıkları zannını veriyor

Fakat birinci derecede Önemli ihtiyaç maddeleri arasında, ipekli veya pamuklu kumaşlar bir yana; buğday, arpa ve zeytin yağma ihtiyaç vardı Diğer lüks maddelerinin de kendilerine göre pazarları vardı: Mücevherat, parfümler, hoş kokular, müzik âletleri, metal tencereler, silâhlar vs Bütün bunların ithâl edil¬meleri gerekiyordu

tslâm'dan önceki dönemde, Medine halkı, kamu kuruluşları¬nın yokluğundan dolayı, parçalanmış bir durumdaydı; fakat bu durum, geçici yabancılar için bir mesele teşkil etmiyordu Çünkü, dışardan gelen kervanların, özellikle Nebât'lılarm (Filistin-Irak arasındaki bölgeden gelenler) develeriyle beraber kamp kurduk-ları serbest bir meydan vardı Yerli tüccarlar, bu şekilde ithâl edilmiş olan mallar içinden istediklerini doğrudan doğruya mal sahiplerinden satmalıyorlardi Bazan da bu kervan tüccarları, ge¬tirdikleri ithalat mallarını, Medine dükkânlarında bulunan yerli veya bölgesel mallarla takas yapıyorlardı Bu Nebât'h kervanlar¬dan %l 0 gümrük vergisi alındığı söylenmesine rağmen, benim için bu verginin kim tarafından alındığını söylemek imkânsızdır[39]

islâm öncesi dönemden evvel, ürün yetişmeden önce, hattâ bazan birkaç sene önceden satıldığına dâir atıflar vardır Aynı şe¬kilde, tahmini hesaplama yoluyla da satma işlemleri yapılıyordu ki, daha hâsılat yığın hâline gelmeden, herhangi bir ölçü veya tartıya da vurmadan, hurma ağaçlarındaki hurma miktarı tam olarak bilinebiliyordu, islâm, bu âdetlerin de bir kısmını yasakla¬mıştır [40]


VI Ölçü Ve Tartılar


En küçük tartı âletinin, yarım kilo civarında olan mudd oldu¬ğu görülüyor Bir sd'da 4 mudd bulunuyordu Vask ise 60 sâ' ihtiva ediyordu Ve islâm'ın ilk dönemlerinde, 5 vask, vergilendi-rilebilir asgari hâsılat miktarını, teşkil ediyordu Farq ise, 3 sa su ihtiva ediyordu

Yağ bidonları yarım sâ' ihtiva ediyordu ki, bunlara qist deni¬liyordu Şüphesiz, Arabistan'ın diğer bölgelerinde; özellikle eski medeniyetine sahip olan Yemen'de daha başka ölçü ve tartı âletleri de vardı

Arazi, kumaş vs için, genel ölçü olmak üzere arşın ve bunun yarısı olan karış kullanılıyordu Arşınlar, kişilere göre değiştiğin¬den, daha sonra islâm Devlet'i, muhtemel tartışmaları önlemek için, arşının kanunî ölçüsünü tesbit ederek, ölçü ve tartıları resmî mühürle damgalamıştır [41]


VII Para


Şüphesiz mahallî bir para birimi yoktu Bütün ülkelerin, özel¬likle Bizans ve iran'ın paraları serbest kura sahiptiler Fakat bü¬tün para birimleri aynı değere sahip değillerdi Tartılan bu madenî paraların yemleri, kullanılmış ve eskimiş olanlarından daha değerliydi Iran gümüşünden yapılmış olan dirhem, Bizans altınından yapılmış dinâr
1A0 ine tekabül ediyordu O halde, bilinçsiz olarak bir «ondalık sistem» mevcuttu Aynı şekilde, bakır vs gibi değeri olmayan metallerden yapılmış madenî paralardan da sözedilmektedir; fakat ben onların kur değerini bulamadım Bu şekilde, fils ve kîrâftan da bahsedilmektedir En küçük para birimi olan dânik'in ise hangi devre âit olduğunu bilemiyorum [42]

Alıntı Yaparak Cevapla