Yalnız Mesajı Göster

Asr-İ Saadette Rasulullahın Davranışlarının Bağlay

Eski 08-02-2012   #3
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Asr-İ Saadette Rasulullahın Davranışlarının Bağlay




2Fevta Vermek (İfta)

Dini tebliğ ve tamamlama mahiyetinde olan fetvanın farkı, hükmün soru üzerine açıklanması, bu açıklamada soru soranın hali ve çevre şartlarının gozönüne alınmasıdır îbn Abbas'ın nakline göre veda haccında Rasûlullah (sav) Mina'da, devesinin üzerinde birçok soruya muhatap olmuş ve bunları cevaplandırmıştır Bu cümleden olarak birisi «kurbanı kesmeden tıraş oldum, ne yapayını?» diye sormuş, «zararı yok, şimdi kes» buyurmuş, diğer birisi «şeytan taşlamadan önce kurbanımı kestim, şimdi ne yapayım?» diye sormuş, «şimdi kes, zararı yok» cevabını vermişler, bir üçüncüsü gelerek «şeytan taşlamadan önce gidip Kabe'yi tavaf ettim, ne yapayım1?» diye sormuş, «zararı yok, şimdi şeytanı taşla» buyurmuşlar; hasılı bilgisizlik veya unutma yüzünden insanların önce veya sonra yaptıkları her iş için «zararı yok, yap» cevabını vermişlerdir[30] Amellerin en iyisi, insanların en hayırlısı hakkında sorulan sorulara, soranın durumuna göre farklı cevaplar vermiştir Cahiliye devrinde içinde şarap yapılan bazı kaplarda —haram olmayan— nebiz (bir nevi şerbet) yapmak isteyenleri bundan menetmiştir; çünkü hem bu kapların kötü hatıraları vardır, hem de Arabistan sıcağında bunlara konulan nebîz kısa zamanda şaraba dönüşmektedir İbnu'l-Kayyim, î'lamu'l-muvak-kı'ln, isimli eserinin dördüncü cildinin sonunda, Rasulullah'ın fetvalarım 147 sayfada toplamıştır [31]

3 Davaları Hükme Bağlamak (Kaza)

Kazanın iki yönü vardır: a) Muhakeme sonunda ortaya çıkan duruma göre verilen hüküm bakımından kaza, fetva gibi bir tebliğ ve teşridir; aynı durumlarda aynı hükmün verileceğini, ilahi iradenin böyle olduğunu gösterir, b) Isbat delillerine göre adaletin tevzî bakımından kaza isabetli de, hatalı da olabilir îsbat debileri hakkın yerini bulmasını sağlamış ise hem hakim isabet etmiş ve ecir almıştır, hem de hükme muhatap olanlar sorumluluktan kurtulmuşlardır Hak sahibi davasını isbat edememiş, karşı taraf is-batta daha başarılı olmuş, hüküm de buna göre verilmiş ise hakim hata etmiş, fakat elinden geleni yaptığı için yine ecir almış, adaleti yanıltan taraf ise manevî sorumluluk ile başbaşa kalmıştır Rasûlullah (sav) kazanın bu yönünü şöyle anlatıyor: «Bana da-vanızı getiriyorsunuz, ben ancak bir beşerim, (kimin haklı olduğu konusunda) bana bir vahiy gelmemiştir, vahiy gelmeden konularda ben ancak reyimle hükmediyorum Olur ki biriniz, diğerine nis-betle delilini daha tesirli anlatır, daha iyi ortaya koyar, ben de onu haklı zannederek lehine hükmederim, her kime, kardeşine ait bir hakkı hükmeder, verirsem sakın onu almasın, ben ona bir parça ateş vermiş olurum»[32]
Hz Peygamberin kazaî hükümlerini diğerlerinden ayırmak oldukça kolaydır; çünkü bu hükümler genellikle açılan bir davayı takip etmekte, şahit ve delil istenmekte, hükmediyorum (akdî) vb ifadeler kullanılmaktadır Bu nevi hükümleri toplayan hususi kitaplar yanında, hadis kitaplarının kaza bölümleri de birçok örnek ihtiva etmektedir [33]

4 Devlet Başkanlığı (İmaret, İmamet)

Rasulullah'ın devlet başkanlığı, peygamberlik, ifta ve kaza selahiyetlerinden farklı ve bunlara ek bir sıfat ve selahiyettir Devlet başkamna toplumu idare etmek, onun menfaatini gözetmek, sosyal adaleti sağlamak, zararlı oluşum ve cereyanlarla mücadele etmek, ülkeyi dışa karşı savunmak vb görevler verilmiştir Bu görevler her peygambere verilmemiştir, bazı peygamberler yalnızca tebliğ vazifesi almışlardır Peygamberimizin risalet ve ifta selahiyetine dayanan davranışları bütün ümmet için geçerli ve bağlayıcıdır; bunların icrası ve bağlayıcılığı başka bir makamın iznine veya hükmüne bağlı değildir Devlet başkanı sıfatiyle yaptıkları ise hem diğer başkanları bağlamaz, hem de devrin devlet başkanı izin vermedikçe benzeri haklar, müminler tarafından re'sen elde edilemez Ganimetin paylaştırılması, devlete ait mal varlığının en uygun bir şekilde kullanılması ve sarfı, cezanın infazı, orduların tertibi ve şevki, isyan ve terör hareketlerinin bastırılması, toprak, maden, su gibi kaynakların özel şahıslar veya kamu kuruluşlarınca işletilmesi devlet başkanının selahiyeti altındadır Başkan veya onun temsilcileri hüküm ve izin vermedikçe bunların alınması, yapılması, icra edilmesi caiz değildir Bu konularda bir önceki başkanın yaptıklarını, sonra gelen başkan —amme menfaatini gözeterek— değiştirebilir; meselâ Hz Ömer, müellefe-i kuluba zekattan pay vermeyi terketmiştir,maaşlarda kıdam ve fazilete itibar etmemiş, eşitlik esasını getirmiştir, Hz Osman isyancıların üzerine asker sevketmemiş, Hz Ali sevketmiştir Hukukçular, yukarıda zikredilen hususların devlet başkanlığı selahiyetine dahil olduğunda birleşmekte beraber bazı konularda farklı anlayışları olmuştur:
a) Peygamberimiz «Bir toprağı işleyerek kullanılır hale getiren ona malik olur» buyurmuştur[34] Buna göre bir kimsenin mülkiyeti altında bulunmayan toprağı imar ve ıslah ederek verimli hale getiren şahıs toprağın sahibi olmaktadır Ancak bu ifade Rasulullah'ın hangi sıfatına bağlıdır? Eğer devlet başkanı sıfatı ile söylemiş iseler bu hüküm, diğer başkanları bağlamaz, her biri kendi çağ ve ülkelerinde amme menfaatini gözönüne alarak dev-lete ait topraklar üzerinde tasarrufta bulunurlar ve toprak imarının mülkiyet sebebi olması daima devletin iznine bağlı bulunur; Ebu Hanife'nin içtihadı işte bu istikamettedir Çünkü toprak üzerinde ıktâ vb şekilde tasarruf hakkı ve görevi devlet başkanına aittir, İmam Şafiî bu hadisi fetva ve tebliğ sıfatına bağlamış, «çünkü Rasulullah'ın asıl işi ve sıfatı budur, askine delil bulunmadıkça hadisleri buna göre yorumlamak gerekir» demiştir Hadisin tebliğ (dini kaidenin açıklanması) mahiyetinde olduğu kabul edilirse bu hakkf kullanmak, hiçbir kimsenin iznine tabi olmaz, her vatandaş toprağı kendiliğinden ıslah ederek ona sahip olur İmam Malik bu konuda şehir ve mücavir alan toprakları ile yerleşim bölgesinden uzak yerlerdeki toprakları birbirinden ayırmış, birincisini devlet başkanlığı sıfatına bağlamıştır; çünkü buralarda oturan insanların huzur ve menfaatlerini korumak devlet başkanının sorumluluğu altındadır
b) Ebu Süfyan'ın karısı Hind bUtbe Rasûlullah'a başvurarak «kocası Ebu-Süfyan'm cimri bir adam olduğunu, kendisine ve çocuğuna yetecek nafakayı vermediğini» söyledi, Peygamberimizi ona «normal ölçülerde sana ve çocuğuna yetecek kadarını bizzat al» buyurdu[35] Bu hadis-i şerifi tebliğ ve fetva telakki eden mücte-hidler (Şafiîler ve kısmen Hanefller) bundan şöyle bir kaide çıkarmışlardır: Bir kimsenin sübut bulmuş alacağım borçlu ödemekten kaçınırsa alacaklı, icra safhasında hakime başvurmadan ve hatta borçlunun haberi olmadan alacağına tekabül eden malı bulduğu yerde alabilir (Hanefilere göre alacağı cinsinden malını alabilir) Malik ve Ahmed b Hanbel gibi müctehidler hadisi kaza selahiyetine bağladıkları için «hakim izin vermedikçe alacağını karşılayan malı bizzat alamaz» demişlerdir[36]
c) Hz Peygamber «Savaşta düşmanı öldüren onun üzerinden çıkan eşyaya sahip olur» buyurmuştur[37] îmam Şafiî gibi bazı müctehidler bu hadis-i şerifi tebliğ saydıkları için «her zaman, her savaşta, düşmanını öldüren asker Nonun üzerindekilere sahip olur, bu onun mükafatıdır» demişlerdir Ebu Hanife ve Şafiî gibi düşünen müctehidler bunu, devlet başkanlığı sıfatına bağladıkları için başkan ve komutanların iradesine bırakmışlar, onlar izin vermedikçe kimsenin ganimetten birşey alamıyacağına hükmetmişlerdir[38]

Alıntı Yaparak Cevapla