Yalnız Mesajı Göster

Âdem Kelimesindeki Hikmet-İ İlahiyye

Eski 08-02-2012   #1
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Âdem Kelimesindeki Hikmet-İ İlahiyye




ÂDEM KELİMESİNDEKİ HİKMET-İ İLAHİYYE



Hak Sübhanehu ve Teala, sonsuz sayıdaki Güzel İsimleri’nden dolayıdır ki, bu İsimleri’nin aynlarını görmeyi diledi, veya dilersen şöyle de diyebilirsin: (Varlığının küllî oluşundan dolayı) varlıkla niteleniyor olmaklığıyla, Emr’i (yani, vahidiyet mertebesinde, bütün İlahi İsimlerin aynlarının tecellisini) kendine içkin kılan toplayıcı-varoluşta [kevn-i cami](yani, İnsan-ı Kâmil’de, İnsan-ı Kâmil’in hakikatinde)Kendi ayn’ını görmeyi ve bu toplayıcı-varoluş’la Kendi sırrını Kendine zahir kılmayı diledi Çünkü bir şeyin kendini kendinde görmesiyle, kendini kendine ayna olabilecek bir başka şeyde görmesi aynı değildir: Kendini aynada görmek, bakılan yerden yansıyan bir suretin zahir olmasıyla olur Bu (yansıyan) suretin kendisine zahir olması için, bu yerin (yani, aynanın) olması ve kendisinin bu yere tecelli etmesi gerekir
Hak bütün bir alemi –yaradılışı kusursuz olmakla birlikte– ruhtan yoksun bir ceset olarak yarattı Dolayısı ile alem, cilâsız bir ayna gibiydi Ama, İlahi hükmünün şanı gereği, O hiçbir zaman, üflenen İlahi Nefes olan İlahi Ruh’u kabul etmeyecek bir mahal hazırlamamıştır [color="LightBlue"] Ve Ruh’un kabulü, bu ruhtan yoksun alem suretindeki, daimi tecellinin bitimsiz feyzini kabul etme istidadının açığa çıkmasından başka bir şey değildir Böylece, (bu bitimsiz feyzi) kabul-edici [color="LightBlue"] olan dışında bir şey kalmaz — ki, bu kabul-edici’nin (yani, ayn-ı sabitenin) ortaya çıkışı da Feyz-i Akdes’tendir (yani, ayan-ı sabite, Zat’ın tecellisi yoluyla –Zat’ın Kendine ilişkin ilminin suretleri olarak– ortaya çıktığı için Hak’tan başkası değildir) Ve başlangıçta ve sonda, her şey O’ndan olduğu gibi, yine her şey O’na döner İmdi Emr, alem aynasının cilâlanmasını gerekli kılınca, Âdem bu alem aynasının cilâsı ve bu suretin ruhu oldu
Öte yandan melekler de, bu suretteki, yani ehlullah’ın ıstılahında “Büyük İnsan” adı verilen alemin suretindeki bazı yetileri [color="LightBlue"] oluşturdular İnsan oluşumu [neş’et-i insaniyye] için hissî ve ruhanî yetiler ne ise, alem sureti için de melekler odur Bu yetilerin herbiri kendi nefsiyle örtülüdür ve böyle olunca da (İlahi Cem’iyet’in yalnızca kendilerine özgü olduğunu sandıklarından) kendilerinden üstün hiçbir şeyi göremezler (yani, kendi nefslerinde gördükleri kemal, başkalarında bulunan kemali görmelerine engel olur) Çünkü, kendilerince onlar Allah’ın indinde olan bütün yüksek mertebeler ve yüce menziller için gereken yeterliliğe sahip oldukları zannı içerisindedirler — çünkü onların indinde; hem İlahi Taraf’a [cenab-ı ilahi], hem Hakikatlar Hakikatı [hakikatü’l hakaik] tarafına ve hem de bu sıfatları (yani halkiyyet ve hakkıyyet sıfatlarını)yüklenmiş olan oluşumda, alemin ulvi ve süfli bütün kabul-edebilirliklerini [color="LightBlue"] içeren Külli Tabiatın gerektirdiği şeye ilişkin olarak İlahi Cemiyyet sözkonusudur Ama (Külli Tabiat’a ilişkin) bu ilme akılyürütme yoluyla ulaşılamaz, çünkü bu türden ilim ancak ilahi keşf yoluyla gelir; ve ancak ilahi keşf yoluyladır ki, ruhlarını (yani, İlahi İsimlerin kendilerindeki etkilerini) kabul-edici olan alem suretlerinin aslının ne olduğu (yani, Külli Tabiat olduğu) bilinebilir
Yukarıda sözü edilene, “İnsan” ve “Halife” adı verildi İnsan adı verilmesi, oluşumunun [neş’et] genel olmasından ve bütün hakikatları kendinde içkin kılmasından dolayıdır Ve İnsan Hak için, gözdeki görmeyi mümkün kılan gözbebeği gibidir Böylece ona (“gözbebeği” anlamına gelen)“İnsan”adı verilmiştir Çünkü Hak, mahlukatına İnsan’dan doğru bakar ve mahlukatına yönelik rahmetini onunla ihsan eder O ezelî olan sonradan olma insandır [insan-ı hâdis]; ve ebedî olan daimi-oluşumdur [neş’et-i dâimü’l ebedî]; ve ayrımsızlayıcı olan ayrımlayıcı-kelime’dir [kelime-i fasl-ı camî]
Alem insanın varlığıyla tamamlandı Ve onun aleme nisbeti, mührün, üzerinde bulunduğu yüzük kaşına nisbeti gibidir — sultanın hazineleri üzerine nakşettiği mühür, yüzük kaşının üzerindedir Ve insana “halife” denmesi bu nedenledir: Nasıl ki sultan hazinelerini mührüyle muhafaza ediyorsa, Allah da mahlukatını halifesiyle muhafaza eder Üzerinde sultanın mührü oldukça hiç kimse, sultanın izni olmadan bu hazineleri açmaya cüret edemez Böylece insanı, alemin muhafazasında Kendisine halife kıldı ve alem, içerisinde İnsan-ı Kâmil bulunduğu sürece muhafaza olunacaktır Görmez misin ki, dünya hazinelerinin mührü olan İnsan-ı Kâmil’in bu dünyadan ayrılmasıyla bu dünyanın üzerindeki mühür parçalanacak olsa, Hakk’ın onda saklayacağı hiçbir şey kalmaz ve içinde olan ne varsa boşalır, herbir parçası (kendi asılları olan) diğer parçalara katışır Ve her şeyin ahirete intikal etmesiyle, İnsan-ı Kâmil, ahiret hazinelerinin üzerine ebedî (mühür) olarak mühürlenir
İlahi sureti oluşturan İsimler’in bütünü insanın ortaya çıkışıyla zahir oldu ve böylece insan bu mevcudiyetiyle bütün bir mevcudatı kapsama ve kendinde toplama [color="LightBlue"] ayrıcalığını elde etti Ve bundandır ki, Allahu Teala’nın meleklere gösterdiği delili oldu O halde sakın! Çünkü Allah seni, bir başkasından örnek vererek uyarmaktadır ve suçlanan kişinin ne ile suçlandığını dikkatlice düşün! Çünkü Melekler bu halifenin ortaya çıkışınınne anlama geldiğini anlayamadıkları gibi, Hazret-i Hakk’azatî ibadet için neyin (yani, bütün İlahi İsimlerle ibadetin) gerekli olduğunu da anlayamadılar Çünkü hiç kimse Hakk’a ilişkin olarak, kendi zatının verdiğinden başkaca hiçbir şey bilmez Melekler Âdem’in toplayıcılığına [cem’iyet] sahip olmadıkları için, Hakk’ı hangi İlahi İsimler’le tesbih ve takdis ediyorlarsa, ancak bu kendilerine mahsus İlahi İsimleri anlayabildiler Melekler, Allahu Teala’nın, kendilerine bilgisi ulaşmamış başka İlahi İsimleri de olduğunu bilmediklerinden, bu İlahi İsimlerle Allah’ı tesbih ve takdis edemediler Böylece, sözünü ettiğimiz şey (yani, anlayış yokluğu) onlara egemen oldu ve bu halin (yani, bilgisizliğin) hükmü altına girdiler Oluşumlarıitibarıyla, “Yeryüzünde bozgunculuk yapacak birini mi yaratacaksın?” [Bakara Suresi, 2/30] dediler Ama bu, (Âdem’i) kötülemekten başka nedir? Ve kötüledikleri şey, bizatihi bu kötülemeleriyle onların kendisinde ortaya çıktı Bu şekilde, Âdem’in yapacağını söyledikleri bozgunculuğu, Hakk’a karşı kendileri yapmış oldular Eğer, oluşumları bunu gerektirmeseydi, Âdem hakkında söylemiş olduklarını söylemezlerdi — ama bu yaptıklarının bilincinde değildiler Eğer kendilerini bilselerdi, (kendi sınırlılıklarını)bilirlerdi ve eğer bilselerdi bundan sakınırlardı Âdem’i çekiştirmekle de kalmadılar Takdis ve tesbih ettikleri şeyle davalarında ileri gittiler Halbuki Âdem indinde, meleklerde bulunmayan İlahi İsimler vardır Ve onlar, Rablerini bu isimlerle ne tesbih ne de takdis etmediler
Allahu Teala, kendimizi sakındıralım ve O’na yönelik edebi öğrenelim ve kendimizde hakikatini gerçeklediğimiz ve kendimizde barındırdığımız şey üzerinde, kayıtlı oluşumuza bakmaksızın, dava gütmeyelim diye bize bunları bildirmektedir Biz nasıl olur da mutlaklık davası güdebiliriz? Haliyle hallenmediğimiz ve kendisi hakkında bilgi sahibi olmadığımız bir şey hakkında kendimizi gülünç duruma düşürmeksizin nasıl genellemeler yapabiliriz? İşte bu ilahi bilgilendirme, Hakk’ın, edeb sahibi kullarını, iman sahibi kullarını ve halifelerini edeblendirme yoludur
Ondan sonra, hikmete dönerek şöyle deriz: Bil ki, küllî şeyler [umur-u küllîye] –her ne kadar (duyumsal birer) ayn olarak var olmasalar da– hiç kuşku yok ki, zihinde akılla-kavranabilir ve bilinirdirler Batın olmaları, onları (duyumsanabilir olan) aynî varlıktan [vücud-i aynî] ayrı kılmaz, tersine, kendilerine aynî varlık olan herşeye hükmeder ve etkide bulunurlar Gerçekte küllî şeyler (duyumsanabilir olan) aynî varlıklardan ayrı değil, onların ta kendisidirler Ve küllî şeyler, kendi içlerinde hiçbir zaman akılla-kavranabilir olmaklıktan çıkmazlar Böylece, akılla-kavranabilir olmaklıkları itibarıyla batın ve (duyumsanabilir) mevcud aynlar [ayan-ı mevcudat] olmaklıkları itibarıyla zahirdirler Aynî varlıkların herbiri –akıldan sökülüp atılamayan ve akılla-kavranabilir olmaklıktan çıkarlarsa (duyumsanabilir olan) ayn’daki varlıklarından söz edilemeyecek olan– küllî şeylere dayanır Geçici olan veya geçici-olmayan her aynî varlık için bu durum geçerlidir: aynî varlığın küllî şeye nisbeti, her iki durumda da bir ve aynıdır Ne var ki, küllî şey tarafından aynî varlıklara verilmiş olan dolayısıyladır ki, bir hükmün gerisingeri küllî şeye dönmesi sözkonusudur; tıpkı ilmin ilim sahibine, hayatın da hayat sahibine nisbetinde olduğu gibi Şöyle ki:
Hayat akılla-kavranabilir olan bir hakikattir, ilim de öyle Ve her ikisi de bir diğerinden ayrışıktır İmdi, Hak Teala’ya ilişkin olarak, O’nda hayat ve ilim olduğunu söyleriz ve “O, Hayat ve İlim Sahibi’dir” deriz Ve melekte de hayat ve ilim olduğunu söyleriz ve onun için de “o, hayat ve ilim sahibidir” deriz Aynı şekilde, insanda da hayat ve ilim olduğunu söyleriz ve onun için de yine “o, hayat ve ilim sahibidir” deriz Herbirinde, ilmin hakikatı tektir (yani, ilim tek bir hakikata işaret eder), ve aynı şekilde hayatın hakikatı da tektir Ve onların “ilim sahibi” ve “hayat sahibi” olmaklığa nisbeti de tektir Ama, Hakk’ın ilmi sözkonusu olduğunda, bu ilmin “kadîm” olduğunu ve insanın ilmi sözkonusu olduğunda bu ilmin “hâdis” olduğunu söyleriz O halde, bu (kadîm ve hâdis biçimindeki) vasıflandırmayla akılla-kavranabilir hakikatin nasıl görecelik kazandığına ve akılla-kavranabilir şeylerle (duyumsanabilir) aynî varlıklar arasındaki bu bağıntıya bak İmdi ilim, kendisinde ilim olan kimseye hükmeder ve ona “alim” denir Ve bu ilimle vasıflanan kimse de, ilmi hâdis ise ilmin hâdis olmaklığına ve ilmi kadîm ise ilmin kadîm olmaklığına hükmeder Böylece (ilim ve alimin) her ikisi de (yani, akledilebilir tümel ile duyumsanabilir tikel ayn) hem hükmeden hem de hükmolunandır



Alıntı Yaparak Cevapla