Yalnız Mesajı Göster

Nuh Kelimesindeki Hikmet-İ Subbuhiyye

Eski 08-02-2012   #1
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Nuh Kelimesindeki Hikmet-İ Subbuhiyye




NUH KELİMESİNDEKİ HİKMET-İ SUBBUHİYYE

Bil ki, hiç kuşkusuz, hakikat ehline göre, Cenab-ı İlâhi’nin tenzihi, sınırlama ve kayıtlamanın ta kendisidir İmdi, tenzih eden kimse ya cahildir, ya da gereken edebden yoksundur Ama, böylesi cahil ve gereken edebden yoksun kişiler, tenzihi mutlaklaştırıp bu şekilde konuşurlarken şeriatlar çerçevesinde tenzih edip, tenzihte kalan, ve tenzihten başka (bir şekilde) görmeyen iman sahibi (de) gerçekte –bilincinde olmaksızın– edebe aykırı davranır ve Hakk’ı ve Resulleri yalanlar Yaklaşımında isabetli olduğunu sanır, halbuki uzağa düşmüştür ve bu kimse, bir kısmına iman edip bir kısmını inkar eden gibidir
Gerçekte, ilahi şeriatların dilleri Hak’tan söylediklerinde, insanların geneli için kavramların ilk anlaşılan anlamı üzere söylediler; özelde ise bu aynı sözler –hangi dilde söylenmiş olursa olsunlar– o sözden çıkarılabilecek farklı anlamlar içerirler Hak, yaratılmış olan her şeyde zuhur etmekte olduğundan, bütün kavramlarda zahir olan O’dur Her anlaşılandan batın olan da O’dur — ve ancak, “Alem Hakk’ın sureti ve huviyeti, ve O’nun Zahir İsmidir” diyen kimsenin anlayışından batın değildir Gerçekte Hak, mana yönünden, zahir olan şeyin ruhu olmasıyla batındır Hakk’ın, alemin suretlerinden zahir olan şeye nisbeti, yönetici ruhun surete nisbeti gibidir
İmdi, insanın tanımında [color="LightBlue"] –tanımı yapılan bütün diğer şeyler gibi– onun hem zahiri hem de batını gözönüne alınır Hakk’a gelince, O (bütün suretlerin zahiri ve batını olduğundan) bütün bu tanımlar ile tanımlıdır Ne var ki, alemin suretleri (sonsuz sayıda olduklarından) zaptedilemedikleri gibi, kapsanamazlar da — ve alemdeki herbir suretin tanımı, ancak bu suretlerden ortaya çıkan kadarınca bilinebilir İşte bunun içindir ki, Hakk’ın tanımı bilinmiyor olarak kalır Hakk’ın tanımı, ancak bütün suretlerin tanımının bilinmesiyle bilinebileceğinden ve bunun olması da olanaksız olduğundan, Hakk’ın tanımlanması olmayacak bir şeydir
Ve Hakk’ı tenzih etmeksizin teşbih eden kimse de hiç kuşkusuz Hakk’ı kayıtlayıp sınırladı ve O’nu bilmedi Ve Hakk’ı bilmekliğinde tenzih ve teşbihi cem eden ve Hakk’ı bu iki vasıfla (yani, “zahir” ve “batın” ile) vasıflandıran kimse –nasıl ki kendi nefsini ayrıntılanmışlık [color="LightBlue"] yoluyla değil, ayrıntılanmamışlık [color="LightBlue"] yoluyla biliyorsa– Hakk’ı da ayrıntılanmışlık yoluyla değil, ayrıntılanmamışlık yoluyla bilir Çünkü alemdeki suretlerin kapsanamamasından dolayı, Hakk’ı bu iki vasıfla (yani, zahir ve batın vasıflarıyla) ayrıntılanmışlık [color="LightBlue"] yoluyla vasıflandırmak olanaksızdır Ve bunun içindir ki, Nebi (sav) Hakk’ın bilinmesini nefsin bilinmesine bağlayarak, “Nefsini bilen, hiç kuşkusuz Rabbini bildi” buyurdu Ve Hak Teala da şöyle buyurdu: “Yakında, O’nun Hak olduğu onlara apaçık olana kadar, ayetlerimizi ufuklarda” –ve ufuklar senin dışında olanlardır– “ve nefslerinde” –ve bu da senin kendindir– “onlara gösteririz” [Fussılet Suresi, 41/53] Bu, senin Hakk’ın sureti olman ve O’nun senin ruhun olması dolayısıyla böyledir İmdi sen, O’nun için cismani bir suret gibisin; ve O, senin için cesedinin suretini yöneten ruh gibidir Ve tanım, senin hem zahirini hem de batınını kapsar Çünkü geri kalan suret, kendisini yöneten ruh kendisinden ayrıldığında, insan olarak baki kalmaz; fakat bu suret hakkında, “o, insan suretine benzer bir surettir” denilir Dolayısıyla bu suret ile, ağaçtan ve taştan yontulmuş olan insan sureti arasında fark yoktur; ve bu surete “insan” ismi genellemesi hakikat ile değil, mecaz iledir
Ve Hakk’ın (batın olmaklığıyla) alemin suretinden zevali asla mümkün değildir Böyle olunca, Hak için uluhiyet tanımlaması –diri olduğundaki insanın tanımı gibi– hakikat iledir, mecaz ile değil Ve insanın suretinin zahiri, kendisini yöneten ruhuna ve nefsine, kendi diliyle nasıl senâsını dile getirirse; aynı şekilde Allahu Teala da alemin suretini Hakk’ı hamdetmekle tesbih edici kıldı Ne var ki biz, alemdeki suretleri kuşatamadığımızdan, onların tesbihini idrak edemeyiz Böyle olunca, alemin suretlerinin hepsi Hakk’ın dilleri olup, Hakk’ın hamdını dile getirirler Ve işte bunun içindir ki, “Hamd alemlerin Rabbi olan Allah’a mahsustur” [Fatiha Suresi, 1/1] dediler Ki bu, hamdın sonuçları O’na döner, demektir Dolayısıyla, senâ eden ve senâ edilen ancak O’dur
Yalnızca tenzih edecek olursan, kayıtlayıcı olursun;
Yalnızca teşbih edecek olursan, sınırlayıcı olursun
Hem tenzih hem de teşbih edecek olursan,
Dosdoğru yolda olursun ve bilgide imam ve seyyid olursun
İmdi iki varlıktan sözeden, ortak kılıcı oldu
Ve (çokluğun ötesinde) tek olandan sözeden, bir’leyici oldu
Eğer ikileyici isen, teşbihten sakın!
Ve eğer bir’leyici isen, tenzihten sakın!
İmdi, sen O değilsin ve sen O’sun;
Ve sen O’nu şeylerin ayn’ında
Kayıtlanmamış ve kayıtlanmış olarak görürsün
Allahu Teala, “O’nun benzeri hiç bir şey yoktur” [Şura Suresi, 42/11] diyerek tenzih etti; “O, Semi ve Basir’dir” [Şura Suresi, 42/11] diyerek teşbih etti Ve Allahu Teala, “O’nun benzeri gibi bir şey yoktur” diyerek teşbih ederek iki’ledi [color="LightBlue"]; “O, Semi ve Basir’dir” diyerek tenzih etti ve tek kıldı [color="LightBlue"]
Eğer Nuh, kavmi için (bu) iki daveti birleştirseydi, elbette kavmi kendisine icabet ederdi Böyle olunca, onları apaçık olarak davet etti ve sonra gizleyerek [color="LightBlue"] davet etti Sonra onlara, “Rabbinize tövbe edin ki, muhakkak O bağışlayıcıdır” [Nuh Suresi, 71/10] dedi Ve Nuh, “Ya Rabb, ben kavmimi gece-gündüz davet ettim, bu davetim onları kaçırmaktan başka bir işe yaramadı” [Nuh Suresi, 71/6] dedi
Nuh, kavmi hakkında; kendi davetine uymalarının neyi gerektirdiğini bildiklerinden, yaptığı daveti duymazlıktan geldiklerini söyledi Böyle olunca Allah’ı bilenler, Nuh’un kendi kavmini yergi diliyle övmekle neye işaret ettiğini bildiler; ve Nuh’ta Furkan olduğu için, onun davetine uymadıklarını da bildiler Çünkü emr (yani, varlığın kendisi) Kur’an’dır, Furkan değil Ve Kur’an’da bulunan kimse, Kur’an içinde olduğundandır ki Furkan’a yönelmez; çünkü Kur’an, Furkan’ı içerir Bundandır ki, Kur’an ancak Muhammed’e (sav) ve ümmetlerin en hayırlısı olan onun ümmetine özgü kılındı Ve Muhammed (sav), “O’nun benzeri yoktur” diyerek, tenzih ve teşbihi tek bir şeyde cem etti İmdi, eğer Nuh, kavmine böylesi bir ayet getirseydi, ona uyarlardı Çünkü tek ayette, hatta belki ayetin yarısında teşbih ve tenzih etti Nuh aleyhisselam ise, gayb olan akılları ve ruhaniyetleri dolayısıyla kavmini geceleyin (batın’a) davet etti; ve aynı şekilde, zahir olan suretleri ve bedenleri dolayısıyla onları gündüzün (zahir’e) davet etti — ve davette, “O’nun benzeri yoktur” gibi cem etmedi Böyle olunca, onların batınları bu Furkan’dan nefret etti ve onların kaçıp uzaklaşmalarını artırdı
Sonra Nuh (Hakk’a hitaben) kavmini, Hakk’ın Kendini onlara açımlamaklığına [keşf] değil, Hakk’ın onları Kendisiyle örtmekliğine [gafr ve setr] davet etmiş olduğunu kendinden bildirdi Ve onlar, Nuh’tan bunu anladılar Bunun için, parmaklarını kulaklarına tıkadılar ve elbiselerine büründüler — bütün bunlar, davet olundukları örtmenin [color="LightBlue"] suretidir İmdi, onlar Nuh’un davetine söz ile değil, fiil ile uydular
Halbuki, “O’nun benzeri yoktur” ayet-i kerimesinde benzerin hem kesinlenmesi [color="LightBlue"], hem de değillenmesi [color="LightBlue"] vardır Ve işte bunun için (yani, fark ve cemi, tenzih ve teşbihi birleyici olduğundan) Resulallah Efendimiz (sav) kendisine bütün kelimelerin verildiğini bildirdi İmdi, Muhammed (sav) kavmini geceleyin ve gündüzün davet etmedi Belki onları gündüzde geceye ve gecede gündüze davet etti
İmdi Nuh, (istiğfar ile maksud olan) hikmetinde kavmine şöyle dedi: (eğer siz, aklî tenzihin gereği üzere bana uyarsanız) “Hak Teala, üzerinize gökten yağmur gönderir” –ve (bu yağmurlar) manalara ilişkin aklî marifet ve varsayımsal kurgulamadır [nazar-ı itibarî]– “ve size mallar ile” –yani sizi O’na meylettiren şey ile– “yardım eder” [Nuh Suresi, 71/12] İmdi, sizi Kendisine meylettirdiği zaman, O’nda suretinizi görürsünüz Böyle olunca, içinizden, hiç kuşkusuz O’nu gördüğünü tahayyül eden kimse, arif değildir, olmamıştır; ve sizden hiç kuşkusuz nefsini gördüğünü bilen kimse ariftir İşte bunun için, insanlar “Allah’ı bilenler” ve “Allah’ı bilmeyenler” olarak iki kısma ayrıldı Ve “çocuğu” [Nuh Suresi, 71/21], (Allah’ı bilmeyenlerin) düşünsel kurgulamasının vardığı sonuçtur; ve iş, (ilahi) ilmin müşahedesine dayandığı için, düşünsel kurgulamanın sonuçlarından uzaktır, “olsa olsa ziyandır” [Nuh Suresi, 71/21] İmdi, “onların ticaretleri kazanç getirmedi ve onlar doğru yola dönmediler” [Bakara Suresi, 2/16]



Alıntı Yaparak Cevapla