Yalnız Mesajı Göster

İdris Kelimesindeki Hikmet-İ Kuddusiyye

Eski 08-02-2012   #1
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

İdris Kelimesindeki Hikmet-İ Kuddusiyye




İDRİS KELİMESİNDEKİ HİKMET-İ KUDDUSİYYE

Yüceliğin [ulüvv] iki nisbeti vardır: mekân yüceliği [ulüvv-i mekân] ve mekânda-olmaklık yüceliği [ulüvv-i mekânet] Mekân yüceliğine, “Onu yüce mekâna yükselttik” [Meryem Suresi, 19/57] sözüyle işaret edilmiştir ve mekânların en yücesi, üzerinde felekler aleminin bir değirmen gibi devr-i daim ettiği mekândır, yani Güneş Feleği’dir ve İdris’in ruhani makamı işte buradadır
Güneş Feleği’nin altında yedi felek, üzerinde de yine yedi felek vardır ve kendisi onbeşincidir Üzerindekiler şunlardır: Felek-i Ahmer, yani Merih (gezegeninin bulunduğu felek), Müşteri (Jüpiter) Feleği, Zühal (Satürn) Feleği, Menziller Feleği (Yıldızsız Felek, yani Felek-i Atlas), Burçlar Feleği, Kürsî Feleği ve Arş Feleği Ve aşağısında olanlar da şunlardır: Zühre (Venüs) Feleği, Utarid (Merkür) Feleği, Ay Feleği, Esîr Feleği, Hava Küresi, Su Küresi ve Toprak Küresi Ve Güneş Feleği, feleklerin kutbu olması itibarıyla en yüce mekândır
Mekânda-olmaklık yüceliğine [ulüvv-i mekânet] gelince; bu, bizim için, yani Muhammedî olanlar içindir Allahu Teala şöyle buyurdu: “Sizler yüce olanlarsınız ve Allah (bu yücelikte) sizinle birliktedir[Muhammed Suresi, 47/35] Çünkü O, mekândan aşkın olsa da, mekânda-olmaklık’tan [mekânet] değildir Böyle olmasından dolayı, aramızdaki amel-edici nefsler korkunca, Hak Teala, birlikteliği şu sözlerle sürdürdü: “Ve O hiçbir amelinizi boşa çıkarmaz” [Muhammed Suresi, 47/35] Amel mekânı, ilim ise mekânda-olmaklığı [mekânet] talep eder Ve Allah, bizim için bu iki yüceliği; yani, amelden dolayı mekân yüceliğiyle, ilimden dolayı mekânda-olmaklık yüceliğini, ayrımsızlaştırdı [color="LightBlue"] Ve bundan sonra –bu birliktelikten herhangi bir biçimde ortaklaşalık anlaşılmasın diye– Kendini ortaklaşalıktan tenzih ederek, “Yüce Rabbinin Adını tesbih et” [A’lâ Suresi, 87/11] buyurdu
İnsan’ın, yani İnsan-ı Kâmil’in varlıkların en yücesi olması şaşılası şeylerdendir Ama ona yüceliğin nisbet olunması, ancak tabi olduğu mekân ve mekânda-olmaklık dolayısıyladır Yani o, zatından dolayı bir yüceliğe sahip değildir Onun yüceliği, içerisinde bulunduğu mekânın veya mekânda-olmaklığın yüceliğinden dolayıdır Dolayısıyla yücelik, mekân ve mekânda-olmaklık için sözkonusudur
Mekân yüceliği şunun gibidir: “Rahman Arş’a oturdu” [Taha Suresi, 20/5] — ve bu (Arş), mekânların en yücesidir Mekânda-olmaklık yüceliği de şudur: “O’nun vechi dışında herşey helak olucudur” [Kasas Suresi, 28/88], “Her şey O’na dönücüdür” [Hud Suresi, 11/123] ve “Allah’ın yanısıra bir ilah var mıdır?” [Neml Suresi, 27/63] Ve Allah (İdris hakkında), “Onu yüce bir mekâna yükselttik” dediğinde, “yüce” kelimesini, mekânı niteleyen övücü bir vasıf olarak dile getirdi “Ve Rabbin meleklere, ‘yeryüzünde bir Halife yaratacağım’ dediğinde[Bakara Suresi, 19/57] — işte bu da mekânda-olmaklık yüceliğidir
Ve melekler hakkında (İblis’e hitaben) söylediği, “İki Elimle yarattığıma secde etmekten seni alıkoyan nedir? Gururlandın mı, yoksa yüce olanlardan mısın?” [Sâd Suresi, 38/75] sözleriyle de, yüceliği meleklere özgü kıldı Eğer bu yücelik yakıştırması kendilerine melek olmalarından dolayı yapılmış olsaydı, bütün melekler bu yücelik içre olurdu Ama, bu yücelik yakıştırmasının bütün melekleri içine alacak şekilde genelleştirilmemiş olmasından anlıyoruz ki, burada sözü edilen yücelik, Allah indinde mekânda-olmaklık yüceliğidir Ve, insanlar arasındaki Halifeler için de durum böyledir Halife olmakla elde ettikleri yücelik, zatlarından dolayı bir yücelik olsaydı, (diğer) bütün insanların (da aynı şekilde) yüce olması gerekirdi Ama bu yücelik genel olmadığı için, anlıyoruz ki bu, mekânda-olmaklık yüceliğidir
Yüce” [Âli] İsmi, O’nun Güzel İsimleri’ndendir O’nunla birlikte O’ndan başkası olmadığından, neye itibarla Yüce’dir? Demek ki, O gerçekte Kendi Zatı itibarıyla Yüce’dir Ya da hangi şeyden Yüce’dir? Ancak O var olduğundan, O’nun bu yüceliği Kendiliğindedir Ve O, varlık itibarıyla, bütün varlıkların ayn’ı olduğundan, “sonradan olma” diye adlandırılan şeyler, kendi zatı itibarıyla Yüce’dir Dolayısıyla Hak, Kendinden başkası olmadığından, izafî yücelik olmaksızın Yüce’dir Ve bu aynlara gelince, onlar için yokluk [color="LightBlue"] sözkonusudur ve onlar yoklukta yerleşiktirler [color="LightBlue"] ve varlığın kokusunu koklamamışlardır İmdi varlıklardaki çok sayıdaki suretleriyle birlikte, bu aynlar hep kendi hallerinde kalırlar Öte yandan, ayrımlaşmamışlıkta [cem’iyet] ayrımsız [color="LightBlue"] olan herşeyin ayn’ı Bir’dir ve çokluğun [color="LightBlue"] varlığı İsimler’dedir Ve İsimler nisbetlerdir Ve nisbetler, var olmayan şeylerdir [umur-u ademiyye]; ve ayn’dan, yani Zat’tan başkası yoktur Ve O, izafet yoluyla değil, kendi Nefsiyle Yüce’dir Bundan dolayı, alemde izafi yücelik yoktur; ne var ki, varlığın vecihleri arasında üstünlük farklılığı vardır İzafi yücelik ancak Kendi çoğul vecihleriyle Bir-olan-ayn’da [ayn-ı vahid] vardır Bu nedenle, bu konuda (hakikat itibarıyla) “O’dur” ve (taayyün itibarıyla) “O-değildir,” (suret itibarıyla) “sensin” ve (hakikat itibarıyla) “sen-değilsin” denmiştir
El-Harraz –ve o Hakk’ın vecihlerinden bir vecih ve kendi nefsinden konuşan, diller arasında bir dildir– ancak O’nun üzerine kendileriyle hükmedilen zıtların (yani, zıt İsimlerin) birlenmesiyle Allah’ın bilinebileceğini söylemiştir O Evvel’dir ve Ahir’dir ve Zahir’dir ve Batın’dır O, zahir olanın ta kendisidir ve batın olanın ta kendisidir Ve zuhurunu, Kendinden başka görebilecek olan olmadığı gibi, Kendisinden gizlenebilecek [batın] olan da yoktur O Kendisiyle zahirdir ve Kendisinden gizlenmiştir Ve O, Ebu Said el-Harraz ve benzeri diğerlerinin sonradan olma isimleridir
Zahir “Ben” dediğinde, Batın “Hayır” der ve Batın “Ben” dediğinde Zahir “Hayır” der Bu, her zıt olan için böyledir (yani, zıtların herbiri kendi zatının gereğini olumlar ve kendisine aykırı gelen zıttın gereğini olumsuzlar) Ama (bunların her ikisini) söyleyen birdir ve (bunların her ikisini) işiten de söyleyenin ta kendisidir (Bu duruma bir örnek vermek gerekirse Nebi, sallallahu aleyhi ve sellem, şöyle demiştir: “Allah, söz ve eylemle ortaya çıkmadıkça, ümmetimden olanların içlerinden geçenleri (nefslerinde olup bitenleri) bağışladı” Ve nefs, kendi içinden geçirdiklerini kendisi oluşturur; içinden geçenleri işittiği gibi, bunların ne sebeble oluştuğunu da bilir Hükümler birbirinden farklı olsa da, ayn bir’dir; ve durumun böyle olduğunun bilinmemesi sözkonusu değildir, çünkü Hakk’ın sureti olan insan, kendi nefsinden durumun böyle olduğunu (yani, söyleyen ve işitenin bir olduğunu) bilir



Alıntı Yaparak Cevapla