Yalnız Mesajı Göster

Yakub Kelimesindeki Hikmet-İ Ruhiyye

Eski 08-02-2012   #1
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Yakub Kelimesindeki Hikmet-İ Ruhiyye




YAKUB KELİMESİNDEKİ HİKMET-İ RUHİYYE

Dinin iki türü vardır: İlki; Allah’ın indinde, Hakk’ın bildirdiği kimse (yani, nebiler) indinde ve Hakk’ın bildirdiği kimsenin bildirdiği kimse (yani, nebinin ümmetinden olan) indinde olan dindir İkincisi ise, halkın indinde olan dindir ki, Allah onu geçerli kılmıştır
Allah indinde olan din, O’nun seçtiği ve halkın dini üzerinde yüce kıldığı dindir Hak Teala şöyle buyurur: “İbrahim ve Yakub, oğullarına şöyle vasiyet ettiler: Allah sizin için dini seçti, o halde ancak O’na teslim olmuş bir halde ölün” [Bakara Suresi, 2/132] (Bu ayette sözü edilen) din, harf-i tarif’le birlikte kullanılmıştır, dolayısıyla bu, bilinen ve belirli bir dindir Ve Hak Teala şöyle buyurur: “Allah’ın indinde din İslam’dır” [Âl-i İmran Suresi, 3/19] — yani, teslimiyettir Dolayısıyla din, senin teslimiyetinden ibarettir ve Allah indinde olan din, senin hükümlere teslimiyet göstermekliğindir İmdi “din” teslimiyet ve “nâmus” da Allahu Teala’nın koyduğu hükümlerdir Dolayısıyla, Allahu Teala’nın kendisi için ortaya koyduğu hükümlere teslimiyet göstererek bunlarla nitelenen kimse, dini uygulayan ve onu –kıldığı namazla– yerleşik kılandır, yani onu inşa edendir Böylece kul, dini inşa eden ve Hak da, şer’i hükümleri ortaya koyandır O halde, teslimiyet senin fiillerinin ta kendisidir ve din senin fiillerinden ortaya çıkar Böyle olunca, sen ancak kendinden olanla (yani, kendi fiillerinle) mutlu olursun Ve nasıl ki senin mutluluğunu ortaya çıkaran senin kendi fiillerinse, İlahi İsimleri de ortaya çıkaran ancak Allah’ın fiilleridir Ve sen Allah’ın fiillerisin ve bunlar sonradan olmadırlar Allah, ortaya koyduklarıyla “İlah” olarak adlandırılır ve sen de ortaya koyduklarınla “said” olarak adlandırılırsın Ve sen din’i yerleşik kılıp Allah’ın koyduğu hükümlere teslimiyet gösterdiğinde, Allahu Teala, seni Kendi nefsi menzilesine indirir
Bu konu hakkında faydalı olacak şeyleri, inşaallah, Allahu Teala’nın geçerli kabul ettiği “halk indinde olan din”i açıkladıktan sonra ortaya koyacağım İmdi, (Hak ve halk indinde olan) her iki din de (fillerin yaratıcısının O olması bakımından) Allah’ındır Ve (din, teslimiyet olduğundan ve teslimiyet senin fiillerinle ortaya çıktığından dolayı) ikisi de Allah’tan değil sendendir Dinin Allah’tan olması, ancak işin aslı itibarıyladır
Allahu Teala şöyle buyurdu: “onların başlattıkları ruhbaniyeti var kıldık” Ve bu hikmetli kanunlar herkesin bildiği resul tarafından ve bildik özel yoldan (yani, vahiy yoluyla) Allah katından getirilmiş değildir Ama, içerdiği hikmet ve zahirdeki faydadan dolayı konulmuş şeriatın [vaz’-ı meşru] amacına uygun bir şekilde ilahi hükümlere uyarlılık gösterdikleri için, Allahu Teala bu hikmetli kanunları “onlar üzerine farz kılmadığı halde” tıpkı Kendi koyduğu hükümleri geçerli kıldığı gibi geçerli kıldı Ve Allahu Teala, Kendisiyle onların kalpleri arasında yardım ve rahmet kapısını açarak, onların kalplerine –kendileri bunun farkında olmaksızın– koydukları bu hükümleri yüceltmekliği yerleştirdi Bu şekilde onlar ilahi öğretimle bilinen nebevî yoldan başka bir yolla Allah’ın rızasını isterler İmdi, bu kanunları kendileri için bir hüküm olarak koyanlar ve kendileri için bu hükümler konmuş olanlar, “ancak Allah rızasını istediklerinden dolayı, onları hakkıyla yerine getirdiler” ve bu şekilde itikat ettiler — “böylece, onlar arasından iman edenlere ödüllerini verdik; ve onların bir çoğu sapmıştır” [Hadîd Suresi, 57/27] yani, bu hükümlere teslimiyetten ve bunları yerine getirmekten uzaktırlar Ve bu hükümlere teslimiyet göstermeyenlere, bu hükümleri (onların kalplerine ilham ederek) koymuş olan (Hak), kendilerini hoşnut edecek şeyleri onlara vermeyerek, teslimiyet göstermez [münkad] Ama, emr (yani, uluhiyet ve rububiyet, Hak tarafından) teslim olmaklığı gerektirir Ve bu, şu demeye gelir:
Yükümlü olan, ya uymak suretiyle teslimiyet gösterir [münkad] veya karşı gelir Kendi isteğiyle itaat edenin [muvafık-ı muti] durumu açık olduğundan, onun hakkında söze gerek yoktur Karşı çıkan kimseye gelince; bu kişi, kendisine egemen olan karşı geliş nedeniyle Allah’tan, şu iki şeyden birini ister: bağışlanmak veya cezalandırılmak Ve, kendi nefsinde bunlardan birini hakettiği için bunlardan biri olmak zorundadır İmdi, kulun fiillerine ve bulunduğu haline göre, Hakk’ın teslimiyet gösterdiği doğrulanmış [color="LightBlue"] oldu Böylece, etkiyici [müessir] olan, kulun halidir
Bu şekilde bakıldığında, din, verilen karşılık, yani hoş olan ve hoş olmayan bedel olur Hoş olan şeyle verilen bedel şudur: “Allah onlardan razı, onlar da Allah’tan razıdırlar” [Mâide Suresi, 5/19] İşte bu sevinç veren şeyle bir karşılıktır [color="LightBlue"] Sevinç vermeyecek şeyle karşılık ise şudur: “Sizden zulmeden kimseye Biz büyük azabı tattırırız” [Furkan Suresi, 25/19] “Ve Biz, onların günahlarından geçeriz” [Ahkaf Suresi, 46/16] de bir karşılıktır Böylelikle, din’in bir karşılık olduğu ortaya çıkmış oldu Çünkü, din İslam’dır ve bu da teslimiyet demektir Ve Hakk’ın kula teslimiyeti, kulun halinin gerektirdiği karşılığı vermektir Bu, o halde, dinin ne olduğunun zahirî açıklamasıdır
Bu söylenenlerin sırrına ve batınına gelince: din, Hakk’ın varlık aynasında bir tecellidir Böyle olunca, mümkün varlıklardaki Hakk’a ait olan şey, bu mümkün varlıkların bulundukları hal içerisinde kendi zatlarının Hakk’a verdiği şeydir Çünkü mümkün varlıkların bulundukları her halde, birer sureti vardır Bundan dolayı, mümkün varlıkların hallerinin birbirinden farklı olmasından dolayı, suretleri de birbirinden farklıdır Ve hallerinin birbirinden farklı olmasından dolayı da, Hakk’ın tecellisi farklı farklıdır Sonuçta Hakk’ın kuldaki etkisi [color="LightBlue"], kulun içinde bulunduğu hal üzre ortaya çıkar İmdi, kula hayrı veren kulun kendisinden başkası değildir Ve kendisine hayrın karşıtını veren de kendisinden başkası değildir — o, kendi zatını nimetlendirir ve azaplandırır Yerecekse sadece kendi nefsini yersin ve övecekse sadece kendi nefsini övsün! O halde, Hakk’ın onlara ilişkin ilminde apaçık delil [hüccetü’l-baliğa] vardır — çünkü ilim, malum’a tabidir



Alıntı Yaparak Cevapla