Yalnız Mesajı Göster

Şuayb Kelimesindeki Hikmet-İ Kalbiyye

Eski 08-02-2012   #1
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Şuayb Kelimesindeki Hikmet-İ Kalbiyye




ŞUAYB KELİMESİNDEKİ HİKMET-İ KALBİYYE

Bil ki, kalb –yani, Allah’ı arif olanın (yani, İnsan-ı Kâmil’in) kalbi– (katıksız rahmetten verilen ilahi bir bağış olduğundan) ilahi rahmettendir ve ilahi rahmetten daha geniştir Çünkü böylesi bir kalp kendi içerisine Hakk’ı sığdırır Hakk’ın rahmeti ise –genel anlayışa göre– Hakk’ı kapsayamaz Ve bu anlayışa göre Hak rahmet edendir, rahmet olunan değil Böyle olunca, O’na rahmet olunması sözkonusu değildir Ariflerin (Hakk’ın, cem-i ahadiyet makamında rahmet eden ve kesret ve tafsil makamında rahmet olunan olduğu ve dolayısıyla Hakk’ın rahmetinin Hakk’ı kapsadığı yönündeki) anlayışı ise; Allahu Teala’nın, Nefsini –(soluk vermek ve rahatlamak anlamındaki) “tenfis” sözcüğünden gelen– “Nefes”le nitelendirmiş olmasına dayanır
Ve İlahi İsimler, adlandırılanın ta kendisi olup, bu da Hak’tan başkası değildir Ve İsimler, kendi hakikatlarının verdiği şeyi talep ederler ki, bu da alemden başkası değildir Böyle olunca uluhiyet ilah-kılan [me’luh] ister; rububiyet de rab-kılan [color="LightBlue"] ister — başka türlü (yani, ilah-kılan ve rab-kılan olmaksızın), bunların (yani, uluhiyet ve rububiyetin) ayn olmaklıkları sözkonusu olmayıp, varlık ve takdir yönünden var olmaları ilah-kılan ve rab-kılan sayesindedir Ve Hak, zatı yönünden alemlerden gani iken, bu durum rububiyet için sözkonusu değildir İmdi iş, rububiyetin alemi talep etmesiyle, Zat’ın alemlerden gani olması arasında kalmış gibi gözükse de, rububiyet hakikati ve nitelenişinde [color="LightBlue"], bu Zat’ın ta kendisidir, başka değil
İmdi, nisbetlerin hükmü birbirine zıt olunca, Hak Kendi nefsini “kullarına şefkat gösterici” [Bakara Suresi, 2/207] olarak niteleyerek, bunu ilahi haber yoluyla bildirdi Hakk’ın Rahman’a nisbet olunan Nefes ile –rububiyet mertebesinde– verdiği ilk Nefes (yani, feyz-i mukaddes); rububiyetin ve bütün İlahi İsimler’in talep etmekte olduğu alemi vareden Nefes’tir Bu yönden, hiç kuşkusuz, Hakk’ın rahmeti her şeyi içerisine aldı; hatta Hakk’ı da içerisine aldı Bu durumda, rahmet, kalpten daha geniştir; ya da rahmetin genişliği kalbin genişliğine denktir — ki bundan daha önce söz edilmişti
Sonra, bil ki, Hak Teala sahih haberde kesinlenmiş olduğu üzere, çeşitli suretlerde tecelli eder ve hiç kuşkusuz Hak Teala kalbe sığdığında, kalbe O’nun yanısıra O’ndan başka olan hiçbir mahlukat sığmaz — O, bu şekilde bütün kalbi doldurur Ve bunun anlamı şudur: Kalbin, Hakk’ın tecellisi sırasında Hakk’a bakarken, bunun yanısıra başkasına bakması mümkün değildir Ve arifin kalbi Beyazıd Bestami’nin dediği gibi öylesine geniştir ki, “Arş ve onun içerisinde olan her şey, yüzbinlerce kez daha büyük olsaydı, arifin kalbinin bir köşeciğinde olurdu ve onun farkına bile varmazdı” Ve Cüneyd, bu konuya ilişkin olarak şöyle demiştir: “Sonradan olan Kadîm Olan’a bitiştiğinde, bu sonradan olandan eser kalmaz” Öyleyse, Kadîm Olan’ı içine alan bir kalp, nasıl olur da o sonradan olanı –var olsa bile– duyumsar?
Ve Hakk’ın çeşitli suretlerde tecelli etmesinden dolayı kalp, ilahi tecelli suretlerine göre zorunlu olarak genişler veya daralır Çünkü kalp kendisinde ortaya çıkan tecelli suretlerinden fazlası değildir Çünkü arifin veya İnsan-ı Kâmil’in kalbi, yüzük taşının yuvası gibidir ve yüzük taşı, yuvasından fazlalıklı olamaz Eğer yuva yuvarlaksa, yüzük taşı da yuvarlak; eğer yuva dörtgen, altıgen veya sekizgen ise yüzük taşı da dörtgen, altıgen veya sekizgendir Yuva hangi şekilde ise, yüzük taşı da yuvanın bu şeklini alır ve bunun başka türlü olması sözkonusu değildir
Bu söylenenler, ehlullahın, “Hak, kulun istidadına göre tecelli eder” sözüyle işaret ettikleri şeyin tersidir ve durum onların söyledikleri gibi değildir; çünkü kul, Hakk’ın kendisine tecelli ettiği suretle ve bu suret kadarıyla Hakk’a zahir olur Ve meselenin aslı şudur ki; Allah’ın iki türlü tecellisi vardır ve bunlar gayb tecellisi ve şuhud tecellisidir Gayb tecellisi ile, kalbin üzerinde bulunduğu istidadı verir Ve bu gayb tecellisi, hakikatı gayb olan zat tecellisidir Ve bu gayb tecellisi, Hakk’ın (Kur’an’da) Kendi nefsinden haber verdiği Huviyeti’dir İmdi (Hakk’ın Huviyeti olan) bu zat tecellisinin sürekli ve sonsuza dek Hak için olmaklığı bir an için olsun ortadan kalkmaz
Kalpte bu istidat ortaya çıkınca, Hak bu kalbe şehadette (yani, şehadet aleminde) şuhud tecellisiyle tecelli eder Böylelikle kalp, kendisinde ortaya çıkan tecelli suretiyle zahir olur — ki bundan söz etmiştik Sonra Hak, Kendisiyle kulu arasındaki örtüyü [color="LightBlue"], “O, her şeye halkını verdi” [Taha Suresi, 20/50] sözüyle kaldırdı Böylelikle (itikat sahibi olan) kul, Hakk’ı kendi itikadı suretinde gördü Dolayısıyla Hak, kulun itikadının ta kendisidir Ve, kalp ve göz Hakk’a ilişkin olarak kendi itikat ettiği suretten başkasını müşahede etmez İmdi, itikat edilen Hak, sureti, iman sahibinin kalbine sığan Hak’tır — ve kalbe tecelli eden bu itikat edilen Hak’tır ki, böylelikle kalp O’nu bilir Dolayısıyla göz, itikat edilen Hak’tan başkasını görmez Ve itikatların çeşitliliği apaçık ortadadır Hakk’ı (kendi itikadıyla) kayıtlayan kişi, başka itikatlardaki Hakk’ı inkar eder ve O’nu ancak kendi kayıtladığı itikadınca tecelli ettiğinde, ancak o zaman kabul [color="LightBlue"] eder Ve Hakk’ı herhangi bir kayıtla kayıtlamayan kişi, Hakk’ın herbir suretteki değişimini inkar etmeyip kabul [color="LightBlue"] eder Ve Hakk’ın sonu gelmez bir şekilde kendisine tecelli ettiği herbir suretin kadrini Hakk’a verir
Ve yine arifler için Allah’ı bilmenin sonu olmadığından, kendileri için durabilecekleri bir son yoktur Arif olan kişi, “Rabbim, ilmimi artır! Rabbim, ilmimi artır!” diyerek, Allah’ı bilme yönünde hep daha fazlasını ister Böyle olunca iş, iki taraftan da bitimsizdir (yani, bir yandan Hakk’ın tecellileri sonsuz olduğu gibi, öte yandan bu tecelliler yoluyla Hakk’ı bilmenin de bir sonu yoktur) Bu durum, Hak ve halk arasında bir ayrım gözettiğin zaman böyledir Ve sen Allahu Teala’nın, “Ben kulumun yürüdüğü ayağı, tuttuğu eli ve söylediği dili olurum” –ve diğer yetileri ve bu yetilerin bulundukları uzuvları olurum– sözüne bakarsan (Hak ile halkı) birbirinden ayıramazsın Böyle olunca, “herşey Hak’tır” veya “herşey halktır” dersin İmdi o, bir bakımdan halk ve bir bakımdan da Hak’tır — ve ayn bir’dir Dolayısıyla tecelli suretinin ayn’ı ile, bu tecelli suretini kabul edenin ayn’ı bir’dir Böylelikle O, (Batın olmaklığı itibarıyla) tecelli eden ve (Zahir olmaklığı itibarıyla) tecelli olunandır İmdi huviyeti dolayısıyla (bir olan) ve Güzel İsimleri’nin hakikatlerinde aleme nisbeti dolayısıyla (çok olan) Hakk’ın varlığının ne kadar şaşılası olduğuna bak!
İmdi olan (mevcud-i âkil) kimdir ve olan (meşhud-i gayr-i âkil) nedir?
Olanda ayn (ayn-ı vahid) vardır — o ayn, olanın kendisidir
Onu (ayn-ı vahid’i) genelleştiren kimse onu özgülleştirir
Ve onu özgülleştiren kimse de onu genelleştirir
Bir-olan-ayn vardır, böyle olunca
Nurun ayn’ı ile karanlığın ayn’ı birdir
İmdi, bundan gafil olan kimsenin nefsi (taayyün perdesiyle)örtülüdür
Ve bizim bu söylediklerimizi ancak himmet sahibi olan kul bilir
Kur’an’da, “Bunda hiç kuşkusuz kalp sahibi olanlar için öğüt vardır” [Kaf Suresi, 50/37] buyurulmuştur Çünkü kalp, çeşitli suretler ve sıfatlar yoluyla dönüşüme uğrar Ve Hak Teala, “akıl sahibi olanlar için” dememiştir; çünkü akıl kayıtlar ve Emr’i tek bir niteliğe özgü kılar Halbuki hakikat, işin aslında böylesi bir özgülenmeyi kabul etmez Dolayısıyla Kur’an akıl sahipleri için bir öğüt değildir Onlar, itikat sahipleridir ki, birbirlerini kafirlikle suçlar ve lanetlerler Ve onların yardımcısı yoktur Çünkü, itikat edilen bir ilahın başka bir itikat edilen ilah üzerinde herhangi bir hükmü yoktur İtikat sahibi kimse, kendi itikat ettiği ilahı savunur ve ona yardım ederken; bu itikat ettiği ilah ona herhangi bir yardımda bulunmaz Bundan dolayıdır ki, karşı taraftakinin itikat ettiği ilah üzerinde herhangi bir etkide bulunamaz Ve yine karşı taraftaki için de itikat ettiği ilahtan kendisine bir yardım gelmesi sözkonusu değildir Dolayısıyla, bunlardan hiçbirinin yardım edeni yoktur Bu, Hakk’ın itikat sahibinin hiddet-i infiradı üzere itikat edilen ilahtan yardımı olumsuzlamasından dolayı böyledir Ve yardım edilen, bütün itikatları kendinde toplayandır [cemî] ve yardım eden de, bütün bu itikatların toplamıdır [mecmû] Böyle olunca Hak, arif tarafından (hiçbir şekilde) inkar olunmaksızın bilinir Bu dünyada bilenler, ahirette de bileceklerdir Bundan dolayıdır ki, Hak Teala, “kalbi olanlar için” [Kaf Suresi, 50/37] buyurmuştur

Alıntı Yaparak Cevapla