Yalnız Mesajı Göster

Üzeyir Kelimesindeki Hikmet-İ Kaderiyye

Eski 08-02-2012   #1
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Üzeyir Kelimesindeki Hikmet-İ Kaderiyye




ÜZEYİR KELİMESİNDEKİ HİKMET-İ KADERİYYE

Bil ki, “kazâ” denilen şey, Allah’ın şeylerdeki hükmüdür Ve Allah’ın şeylerdeki hükmü; şeylere ilişkin ve şeylerdeki ilmiyle sınırlıdır Ve Allah’ın şeylerdeki ilmi de, bu bilinen şeylerin [eşyâ-yı ma’lûme] nefslerinde değişmez olarak bulundukları halden Hakk’a verdikleri ilimle sınırlıdır
Kader, şeyler kendi aynlarında ve nefslerinde ne üzere değişmez iseler, (ilahi) hükmün buna göre fazlalık olmaksızın zamansal olarak verilmesidir Ve ilahi kazâ, şeyler üzerine ancak şeyler ile hükmeder Ve bu kader sırrının ta kendisidir Ve bunu bilmek, (zuhur mahallerinde Hakk’ı) müşahede ederek, (hissî ve aklî zuhur mahallerinde Hak ile dönüşüme uğrayan bir) kalbi olan ve kulak veren kimseye özgüdür Ve apaçık delil Allah’ındır Böyle olunca, Hüküm Verici, gerçekte hüküm verilenin ayn’ına uyarlık içerisinde hüküm verir — hüküm verilenin zatı neyi gerektiriyorsa o şekilde hükmeder Hükmolunan, kendisinde olan şeyle Hüküm Verici’nin nasıl hüküm vereceğine ilişkin hüküm vericidir İmdi, hüküm verme konumunda olan, (hüküm verdiği şeyin zatının ve hakikatının gerektirdiğine göre hüküm verdiğinden dolayı) hüküm verdiği şeyle ve hüküm verdiği şeyde hükmolunandır
İmdi, bu meseleyi iyice anla! Çünkü kader sırrı, ancak zuhurunun yeğinliğinden dolayı bilinmez oldu Ve nebiler kader sırrını bilmeyi çok istedikleri ve bu konuda ısrarlı davrandıkları halde, bu kader sırrı bilinmez olarak kaldı
Bil ki, resuller –Allah’ın selamı onların üzerine olsun– evliya ve arif olmaları dolayısıyla değil, resul olmaları dolayısıyla, ümmetlerinin bulundukları hal mertebesi üzeredirler Bundandır ki, resullerde kendilerine bildirilen ilim, ancak artıksız ve eksiksiz olarak ümmetlerinin gereksindiği kadar vardır Ve ümmetler arasında üstünlük derecelenmesi sözkonusudur Kimi ümmetler, kimi ümmetlerden daha fazlasına sahiptir Resuller de –ümmetlerin arasındaki üstünlük derecelenmesi dolayısıyla– resullük ilminde [ilm-i irsal]biri diğerinden daha üstündür Buna ilişkin olarak Allahu Teala şöyle buyurur: “Resullerin bazısını bazısından üstün kıldık” [Bakara Suresi, 2/253] Ve yine resullerin, kendi zatları gereğince ilimlere ve hükümlere olan istidadları dolayısıyla, kendi aralarında üstünlük derecelenmesi sözkonusudur Ve Allahu Teala buna ilişkin olarak şöyle buyurur: “Nebilerin bazısını bazısından üstün kıldık” [İsra Suresi, 17/55]
Ve Hak Teala, yaratılışa ilişkin olarak şöyle buyurdu: “Allah kiminize kiminizden daha fazla rızık verdi” [Nahl Suresi, 16/71] Ve rızık bir yanıyla ilim gibi ruhani ve bir yanıyla da yiyecek gibi duyumsaldır Ve Hak Teala rızkı bilinen kader [kader-i malum](yani, bir şeyin istidadının gerektirmesiyle bu şey hakkında kazâ olunan hüküm) ile indirir — ve “bilinen kader” denilen şey, yaratılmış olanların [halk] talep ettiği istihkaktır — ve “O, her şeye halkını verdi” [Taha Suresi, 20/50] İmdi Hak Teala, bir şey için ne dilemişse [meşiyyet] o kadar rızk indirir Ve O, bildiği şey ölçüsünce ve hükmettiği şey yoluyla diler Ve önceden dediğimiz gibi, Hak Teala bilinen’i [malum] ancak bu bilinen’in kendi nefsinden Hakk’a verdiği kadarıyla bildi İmdi, zamanlama [tevkît], asıl itibarıyla, bilinen (yani, istidadıyla bu zamanlamayı talep eden bilinen-değişmez-ayn) içindir Ve ilim, irade ve meşiyyet kadere tabidir
Böyle olunca, kader sırrı, ilimlerin en üstünlerinden ve en büyüklerinden biridir ve Allahu Teala bu ilmi ancak eksiksiz marifete eriştirdiği kimse için anlaşılır kılar Kader sırrını bilmek, onu bilen kimseye hem büyük bir rahatlık, hem de elemli bir azap verir Dolayısıyla kader ilmi, bu ilme sahip olan kişiye birbiriyle çelişen iki şey verir Ve bundandır ki, Hak Teala Kendi nefsini gazab ve rıza ile nitelendirdi Ve böylelikle İlahi İsimler birbirlerine karşıt oldu Böyle olunca, mutlak varlıkta ve kayıtlı varlıkta tek bir hakikat (yani, kader sırrı) hükmeder; ve (bu kader sırrının) hükmü geçişli [müteaddi] ve geçişsiz olarak genel olduğundan (yani, bütün şeyleri kapsadığından), bundan (yani, kader sırrının hakikatından) daha kusursuz, daha güçlü ve büyük bir şeyin olması olanaksızdır
Nebiler –Allah’ın selamı onların üzerine olsun– ilimlerini belli bir şekilde (yani, melek aracılığıyla) ilahi vahiy yoluyla aldıkları için; aklın, düşünsel kurgulamasından dolayı, işlerin hakikatini ne ise o olarak görmek konusunda eksikli olduğunu bildiklerinden, kalpleri aklî kurgulamadan arınıktır Ve yine, ancak deneyimleme [zevk] ile erişilerek idrak olunan şeyin (yani, kader sırrının; ilahi vahiy yoluyla) haber verilmesi de eksiklidir İmdi, kusursuz ilme, ancak ilahi tecelli yoluyla ve Hakk’ın gözlerden ve kalplerden örtüyü kaldırmasıyla erişilebilir ve böylelikle kişi, kadîm olanı ve sonradan olanı; yokluğu ve varlığı; olanaksız ve zorunlu ve olabilir olanı kendi hakikatlerinde ve aynlarında değişmez [sabit] oldukları şey üzere idrak eder
Üzeyir aleyhisselam (kader sırrını) vahiy yoluyla öğrenmek istediğinden dolayıdır ki –hadis-i şerifte belirtildiği gibi– azarlandı Eğer bizim sözünü etmiş olduğumuz keşfi istemiş olsaydı, bu isteğinden dolayı azarlanması sözkonusu olmazdı Ve Üzeyir aleyhisselam’ın kalbinin arınıklığının kanıtı, bir yönden bakıldığında, onun, “Allah, ölümünden sonra bunları nasıl diriltir acaba?” [Bakara Suresi, 2/259] sözüdür Ve bizim anlayışımıza göre, Üzeyir aleyhisselam’ın bu sözleri, İbrahim aleyhisselam’ın (“Ey Rabbim! Ölüyü nasıl dirilttiğini bana göster”) sözleri gibidir “Bunun üzerine Allah onu öldürüp yüz sene bıraktı; sonra tekrar diriltti ve ona ‘Şimdi sen kemiklere bak, onları nasıl düzenliyor, sonra ona nasıl et giydiriyoruz’ dedi” [Bakara Suresi, 2/259] Bu şekilde, Üzeyir aleyhisselam, cisimlerin nasıl dirildiğini doğrudan inceleme [muayene-i tahkik] yoluyla gördü Böylelikle Allah, (kendi kayıtlı nefsinde) ona, bunun (yani, diriltmenin) nasıllığını göstermiş oldu
Ne var ki Üzeyir aleyhisselam, şeyleri ancak yokluklarındaki değişmezlik hallerinde keşf etmekle idrak edilebilecek kader sırrını öğrenmek istedi Bundandır ki, ona bu kader sırrı verilmedi — çünkü bu kader ilmi ıttıla-ı ilahi hasâisındandır Kaderi Allahu Teala’dan başkasının bilmesi olmayacak bir şeydir Çünkü bunlar (bu aynlar), ilk anahtarlardır [mefatih-i üvel], yani gayb anahtarlarıdır ki, bunları Allah’tan başka hiç kimse bilmez Ama Allah kullarından dilediğine buna ilişkin bazı şeyleri bildirir Bil ki, anahtarlar, ancak fetih halinde “anahtarlar” olarak adlandırılırlar Ve fetih hali de, tekvin’in şeylere ilişkilenmesi halidir — veya, dilersen, buna kudretin takdir olunmuşa [makdur] ilişkilenmesi halidir de diyebilirsin Ve bunu Allah’tan başkası deneyimleyemez [zevk] Ve bu hal içerisinde ne tecelli ne de keşf sözkonusu olmaz Çünkü kudret ve fiil ancak –herhangi bir şekilde kayıtlanmamış mutlak varlık sahibi olan– Allah’a özgüdür
Kadere (yani, kader sırrını bilmeye) ilişkin isteğinden dolayı Hakk’ın Üzeyir aleyhisselam’ı azarladığını gördüğümüzde, bildik ki, Üzeyir aleyhisselam bu erişimi [ıttıla] istemiş ve sonuçta, kendisi için, takdir olunmuşa [makdur] ilişkilenir olan bir kudret istemiştir Ne var ki bu, ancak mutlak varlık sahibi olan için sözkonusu olabilir Dolayısıyla Üzeyir aleyhisselam, yaratılışta [halk] deneyimlemesi olanaklı olmayan şeyi istedi — ve bir işin nasıllığı ancak deneyimleme yoluyla idrak olunur
Ve Allah Üzeyir aleyhisselam’a, “Eğer bu isteğinden vazgeçmezsen adını nübüvvet defterinden silerim” dediğinde, bununla kastolunan şey şudur: “Ben sana vahiy yolunu kapatır ve işi sana tecelli yoluyla bildiririm Ve bu da ancak senin istidadına göre olur Ve sonuçta sen, ancak istidadın kadarınca idrak etmekte olduğunu bilirsin (Tecelli sırasında) bu istediğin şeye bakarsın Ve tecellide istediğin şeyi görmeyecek olursan, görmek istediğin bu şeye istidadın olmadığını ve bu istediğin şeyin Allah’a özgü niteliklerden [hasâis-i ilahiyyeden] olduğunu bilirsin Biliyorsun ki, Allahu Teala her şeye halkını vermiştir Eğer ki, Allahu Teala sana bu özel istidadı vermemiş ise, bu senin yaratılışın değil demektir Eğer bu senin yaratılışın olsaydı, ‘O, her şeye halkını verdi’ [Taha Suresi, 20/50] sözünü bildiren Hak, elbette onu sana verirdi” Ve (azarlama suretindeki) bu (sesleniş), Üzeyir aleyhisselam’a (keşf ve tecelli üzere ilim verilmesi vaadinden ibaret olmakla) Allah’ın bir inayetidir — bunu bilen bildi, bilmeyen bilmedi



Alıntı Yaparak Cevapla