Yalnız Mesajı Göster

Süleyman Kelimesindeki Hikmet-İ Rahmaniyye

Eski 08-02-2012   #3
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Süleyman Kelimesindeki Hikmet-İ Rahmaniyye




Öyleyse ey dostum, Hakk’ı bir zuhur mahallinde bilir olup da bir başka zuhur mahallinde bilmez olma; O’nu bir zuhur mahallinde değillerken [nefy], bir başka zuhur mahallinde olumlama [isbat]! O’nu ancak, Kendisinin değillediği gibi değilleyip, Kendisinin olumladığı gibi olumla — ve O, “O’nun benzeri hiçbir şey yoktur” diyerek Kendini değilledi ve “O, işiten ve görendir” diyerek [Şura Suresi, 42/11], işiten ve gören bütün canlılara atfedilebilir olan niteliklerle Kendini olumladı Ne var ki, her şeyin canlı olmaklığı, dünyada bazı insanların idrakinden gizlendi ama ahirette herkese zahir olacaktır, çünkü ahiret hayat yurdudur Ve dünya da hayat yurdudur, ama onun canlı olmaklığı –alemin hakikatlerini idrak edişlerindeki ayrımlaşma sebebiyle, kullar arasında özgüleşme ve üstünlük farklılığı zahir olabilsin diye– kimi kullardan örtülüdür Dolayısıyla Hak Teala, idrakı genel olan kimsede; kendisinde bu genellik ortaya çıkmayan kişiye itibarla hüküm yönünden daha fazla zahir olmuştur İmdi sen, “Halk(ın huviyeti), Hakk’ın huviyetidir, diyen kimsenin sözü doğru değildir” diyerek, (yaratılmış olanlar arasındaki) üstünlük farklılığıyla örtülenme! Ben sana İlahi İsimler’de üstünlük farklılığı olduğunu gösterdim — ki artık sen İlahi İsimler’in Hak olduğundan ve bu İsimler ile işaret edilen adlandırılanın Allah’tan başkası olmadığından şüphe etmezsin
O halde, Süleyman nasıl olur da –bazılarının sandığı gibi– kendi adını “Allah” adından önceye koyar? Ki o, ilahi rahmetin yarattığı bütünün bir parçasından başka bir şey değildir Dolayısıyla, rahmet-olunan’ın (rahmet eden’e)
Belkıs’ın, kendisine gönderilen mektubun kimin yoluyla gönderildiğini söylememesi, sahip olduğu hikmetten ve ilminin yüceliğindendir Böyle yapması, ashabının hangi yoldan geldiğini bilmedikleri bir şeyi bildiğini onlara göstermek içindir Ve Belkıs’ın böyle yapması, yönetimde ilahi bir tedbirdir — çünkü sultana ulaşan haberlerin hangi yoldan geliyor olduğunu bilmedikleri zaman, devlet yöneticileri yaptıkları işlerden dolayı kendileri için korku duyarlar Bu korku dolayısıyla, sultan haberdar olduğunda kendilerini sıkıntıya sokmayacak işler görürler Eğer sultanlarına hangi yoldan haberlerin ulaştığını bilselerdi –dilediklerince davranışları sultana ulaşmasın diye– bu aracıyı elde etmeye çalışırlar ve ona büyük rüşvetler verirlerdi Bundandır ki Belkıs, siyaset gereği olarak, kimin eliyle gönderildiğini belirtmeksizin, “Bana bir mektup gönderildi” dedi [Neml Suresi, 27/29] Ve bu siyaset, halkının ve seçkin yöneticilerinin, kendisinden sakınmalarına sebep olmuş ve bu şekilde onların önde geleni olmayı haketmiştir
İnsan türünden olan kimsenin (yani, Süleyman’ın veziri Asaf bin Berhiya’nın)(Belkıs’ın tahtını getirmek için harcamaları gereken) zaman miktarından bilinir (ki İfrit, Belkıs’ın tahtını, oturan kimsenin yerinden kalkmasından daha çabuk getireceğini söylemişken; Berhiya, bunu gözün açılıp kapanmasından önce gerçekleştireceğini söylemiştir) Gözün, baktığı şeyi algılaması; oturan kimsenin yerinden kalkmasından daha çabuktur Çünkü algılamanın gerçekleşebilmesi için geçen zaman, bakışın baktığı nesneye ulaşması için geçen zaman kadardır — ve bakan kişiyle bakılan nesne arasında belli bir uzaklık olmasına rağmen, göz açıldığı anda bakış, sabit yıldızlar feleğine ulaşır Ve (göz kapanıp da) bakış, bakılan nesneden çekildiği anda, algılama yok olur Ne var ki, insanın yerinden kalkması hiçbir zaman böylesi bir hızda gerçekleşmez Böylece, Berhiya, işin yerine getirilmesinde cinden daha kusursuz oldu; öyle ki, Asaf bin Berhiya’nın (tahtı getireceğini) söylemesi ile (tahtı) getirmesi aynı anda gerçekleşti O anda Süleyman, “Belkıs’ın tahtını yanıbaşında duruyor olarak gördü” [Neml Suresi, 27/40] — (Allahu Teala) bu tahtı, yer değiştirmeksizin, kendi yerinde duruyor olduğu halde algıladığı sanılmasın diye (böyle buyurdu)
Bize göre aktarım zamanın birlenmesiyle [ittihad] (göz açıp kapayıncaya kadar geçen kısa bir zaman içerisinde) olmayıp, ancak (Seba şehrinde)(Süleyman’ın huzurunda) varedilişle [icad], bunu bilenden başkasının kavrayamayacağı bir şekilde oldu — ki, Allahu Teala şöyle buyurmaktadır: “Onlar, yeni yaratılış konusunda şüphededirler” [Kaf Suresi, 50/15] Görüyor oldukları şeyi görmedikleri bir zaman dilimi yoktur Bu iş, bizim sözünü ettiğimiz gibi olduğunda; tahtın, bulunduğu yerden yok [madum] olması ve Süleyman’ın huzurunda –yaratılışın Nefesler’le yenilenmesi yoluyla– varolması (herhangi bir zaman geçmeksizin) aynı anda oldu Ama ilmin bu kadarı hiç kimsede yoktur Gerçekten de hiç kimse, kendine ilişkin olarak herbir Nefes’te yok olup sonra varolduğunun bilincinde değildir
Ve sen, “yokolur, sonra varolur” sözündeki “sonra” [sümme] sözcüğünün zamanın geçmesine işaret ettiğini düşünme; bu doğru değildir “Sümme”“sümme”
Belkıs’ın tahtının (Süleyman’ın huzurunda) ortaya çıkması meselesi, yukarıda sözünü ettiğimiz yeni yaratılışı bilmeyen kimseler için içinden çıkılması en zor meselelerdendir Asaf’ın üstünlüğü, sadece tahtın yeniden yaratılışını Süleyman’ın meclisinde ortaya çıkarma konusunda oldu Söylediklerimizi anlayan kimse, tahtın bir mesafe katetmediğini, yeryüzünün taht için dürülmediğini ve tahtın yeryüzünü yarıp geçmediğini bilir Ve (Belkıs’ın tahtının yer değiştirmesi) orada bulunan Belkıs ve adamlarına karşı –Süleyman’ın daha da azametli olduğu anlaşılsın diye– Süleyman’ın bazı adamları eliyle gerçekleşti
Ve bunun nedeni, Allahu Teala’nın, “Biz, Davud’a Süleyman’ı bağışladık” [Sâd Suresi, 38/30] sözünden açık olarak anlaşıldığı üzere, Süleyman’ın Davud’a Allah’ın hediyesi olmasıdır — ve hediye, veren kişinin, herhangi bir şeyin karşılığı olmaksızın veya hakedilmiş olmaksızın verdiği bağıştır Ve Süleyman, (zahirî ilahi halifelik, Süleyman’da, babası Davud’dan daha kusursuz bir şekilde zahir olduğundan, Davud için) öncekini geçen bir nimet, (kıyamet günü, gerek kendi ayn’ı ve gerekse ümmetinin aynları üzerine) apaçık delil ve (düşmanlarına karşı) etkili bir darbedir
Ve Süleyman’ın ilmine gelince, buna Hak Teala’nın, “Biz Süleyman’a öğrettik” [Enbiya Suresi, 21/79] sözünde işaret edilmiştir Ve Süleyman’ın (görülen davadaki) verdiği hüküm, Davud’un verdiği hükümle çelişmektedir Ve hükmü ve ilmi herkese Allahu Teala vermiştir Davud’un ilmi, Allah tarafından kendisine verilmiş bir ilimdir Ve (Davud’la Süleyman’ın hüküm verdiği)(zat tecellisi sırasında Süleyman’ın varlığı fani olduğundan) dolayımsız olarak O hüküm verdi Böylece Süleyman, doğruluk makamında Hakk’ın tercümanı oldu
Bu şekilde Süleyman, bir meselede Allah’ın hükmünde isabet eden, yani verdiği hüküm Allah’ın hükmüyle aynı olan bir müctehid gibidir Eğer müctehid kendi nefsiyle veya Allah’ın, Resulüne vahyettiği şeyle bir mesele hakkında (doğru bir) hüküm verecek olursa, onun için iki ecir vardır Kendisinde ilim ve hüküm bulunmakla birlikte, verdiği bu belirli hükümde yanılan müctehid için ise (gösterdiği çabaya karşılık) bir ecir vardır İmdi, Muhammed’in (sav) ümmetine, hüküm konusunda hem Süleyman’ın rütbesi hem de Davud’un rütbesi verildi Bu ne şerefli bir ümmettir!



Alıntı Yaparak Cevapla