|
Prof. Dr. Sinsi
|
Süleyman Kelimesindeki Hikmet-İ Rahmaniyye
Belkıs tahtını gördüğünde, aradaki uzaklığı bildiğinden ve bu kadar kısa bir sürede tahtın (Seba şehrinden Süleyman’ın meclisine) gelmesinin kendisince olanaksız olmasından dolayı, “Sanki o” [Neml Suresi, 27/42] dedi Ve yaratılışın benzerler ile yenilenmesine ilişkin olarak söylediklerimiz bakımından doğru söyledi Tahtı, (suret olarak) o tahttır ve Belkıs’ın sözü doğrudur Nitekim sen, yenilendiğin anda, (varlığın itibarıyla değil ama, değişmez ayn’ının sureti olan suretin itibarıyla) önceki anda olduğunun ta kendisisindir
Sonra, köşke ilişkin olarak ettiği tenbih, Süleyman’ın ilmindeki kemale işaret eder “Ona ‘köşke gir’ denildi ” Ve köşk camdan olup kusursuz bir şekilde saydamdı “ Ve onu gördüğünde, su sanarak, elbisesi ıslanmasın diye elbisesinin paçalarını kaldırdı” [Neml Suresi, 27/44] Bu şekilde (yani, camın suret olarak suyun aynı olmakla birlikte varlık olarak suyun aynısı olmadığını göstererek) Süleyman, Belkıs’a tahtının da bunun gibi olduğuna tenbih etti Ve işte bu, insafın son noktasıdır; çünkü bu tenbihle, Belkıs’ın “sanki o” sözündeki isabetini ona bildirdi
Belkıs bunun üzerine şöyle dedi: “Yarabbi, kuşkusuz ben kendi nefsime zulmettim ve Süleyman ile ” –yani Süleyman’ın İslam’ı ile– “ Alemlerin Rabbine teslim oldum” [Neml Suresi, 27/44] Böylece teslim olmaklığı, alemlerden olan Süleyman’a değil Alemlerin Rabbine’dir Dolayısıyla, “Musa ve Harun’un Rabbine” diyen Firavun’un tersine, nasıl ki resuller Allahu Teala’yı itikatlarıyla kayıtlamıyorlarsa, Belkıs da aynı şekilde, teslim olmaklığında Allahu Teala’yı kayıtlamadı Gerçi Firavun’un bu teslimiyeti bir yönden Belkıs’ın teslimiyetine yetişir ama Belkıs’ınki kadar sağlam değildir Dolayısıyla Belkıs, Allah’a teslimiyette Firavun’dan daha fazla anlayış sahibiydi Ve Firavun, zamanın hükmü altındaydı ve bundan dolayıdır ki, “İsrailoğulları’nın iman ettiklerine iman ettim” [Yunus Suresi, 10/90] diyerek imanını (Nebiler’in değil, İsrailoğulları’nın imanına) özgüledi Ve bu özgülemeyi, büyücülerin, “Musa ve Harun’un Rabbi” dediklerini görmüş olduğundan dolayı yaptı
Belkıs’ın İslam’ına gelince; onun İslam’ı, “Süleyman ile ” demiş olmasıyla, Süleyman’ın İslam’ının aynısı oldu ve böylelikle Süleyman’a tabi oldu Ve Süleyman akaid olarak neyi izlediyse, Belkıs da onu izledi Aynı şekilde (yani, Belkıs’ın Süleyman’a tabi olup, onu izlemesi gibi), bizler Rab Teala’nın üzerinde bulunduğu dosdoğru yol üzerindeyiz Ve alınlarımız O’nun elinde olduğundan, O’ndan ayrı düşmemiz olanaksız bir şeydir Ve (O bizim batınımız olduğundan) biz örtük bir şekilde O’nunla birlikteyiz ve (biz O’nun zahiri olduğumuzdan) O açıktan açığa bizimle birliktedir — çünkü O, hiç kuşkusuz şöyle demiştir: “Nerede olursanız olun, O sizinle birliktedir” [Hadîd Suresi, 57/4] Ve bizler, alınlarımızdan bizi tutmuş olmasıyla Hak ile birlikteyiz İmdi, Hak Teala kendi dosdoğru yolunda bizimle yürüyor olmasından dolayı Kendi nefsiyle birliktedir Böylece, alemde dosdoğru yol üzerinde, yani Rabb Teala’nın yolu üzerinde olmayan hiç kimse yoktur Ve Belkıs, Süleyman’ın da böyle olduğunu (yani, “Allah” İsminin mazharı bir İnsan-ı Kâmil olan Süleyman’ın mutlak Rabb’in dosdoğru yolu üzerinde yürüyor olduğunu ve ona tabi olmanın, Alemlerin Rabbi Allah’a tabi olmak demek olduğunu) bilmiş olduğundan, herhangi bir alemi özgülemeksizin, “ Alemlerin Rabbi olan Allah’a” dedi
Ve Allahu Teala’nın kendisinden sonra hiç kimseye layık olmayan bir mülk olarak kendisine özgü kıldığı ve Süleyman’ın, bu özgü kılınma sebebiyle başkalarından üstün olduğu teshîr’e gelince: Bu, Süleyman’ın “emr”iyle olan bir teshîrdir Bundandır ki, Hak Teala şöyle buyurdu: “Biz rüzgarı ona müsahhar kıldık; onun emriyle eser” [Sâd Suresi, 38/36] (Süleyman’a özgü kılınanın teshîr olduğu söylenemez) çünkü Allahu Teala, herbirimiz için herhangi bir şeyi özgülemeksizin şöyle buyurdu: “Allahu Teala göklerde ve yerde olan şeylerin hepsini size müsahhar kıldı” [Casiye Suresi, 45/13] — ve Allahu Teala burada rüzgarın ve yıldızların ve bundan başka olan herşeyin teshîrinden sözetti Ama (bu teshîrin ortaya çıkması) bizim emrimizle değil, Allah’ın emriyledir İmdi, eğer anladıysan, cenab-ı Süleyman ancak –cem’iyet ve himmet olmaksızın– tek başına, soyut emre özgü kılındı Böyle diyoruz, çünkü biliyoruz ki, (kâmil olan) nefsler cem’iyet makamında bulunduklarında, alemdeki cisimler hiç kuşkusuz bu (kâmil) nefslerin himmetleriyle edilgin [münfail] olurlar Ve biz bunun böyle olduğunu bu yolda gördük İmdi, Süleyman, bir kimseye teshîr etmeyi dilediğinde, himmetsiz ve cem’iyetsiz olarak yalnızca emri dile getirdi
Bil ki –Allah kendi tarafından ruh ve başarıyla seni de bizi de teyit etsin– bir kula verilecek böylesi bir bağış, bu kimsenin ahiret mülkünü eksiltmez ve bu mülkün hesabı kendisinden sorulmaz İşte, Süleyman aleyhisselam böylesi bir mülkü Rabbinden istedi Yoldaki deneyimleme; eğer Süleyman, başkaları için verilmesi bekletilen bağışın kendisi için çabuklaştırılmasını dileyecek olursa (talep kulun kendi nefsinden geldiğinden dolayı), verilen bu bağışın hesabının ahirette kendisinden sorulmasını gerektirir Allahu Teala Süleyman’a, “Bu Bizim bağışımızdır ” dedi — ve (genel bir ifade kullanıp) bu bağışın Süleyman için veya başkaları için olduğunu söylemedi ve şunu ekledi: “ Hesabı sorulmaksızın ister kendine sakla, ister başkalarına dağıt!” [Sâd Suresi, 38/39] Yol’daki deneyimlemeden şunu bildik ki, Süleyman’ın bu mülkü istemesi, Rabbinin emri doğrultusunda oldu Ve talep ilahi emir üzerine olunca, isteyen kişi –Hak Teala, bu isteği ister hemen yerine getirsin veya isterse yerine getirmeyi geciktirsin– bu isteğinden dolayı tam bir ecir kazanır; çünkü kul Allahu Teala’nın kendisine yönelik emrine uyarak dileyişte bulunmakla, O’nun kendi üzerine zorunlu kıldığı emri yerine getirmiştir İmdi, eğer Rabbinin emri olmaksızın kendi isteği doğrultusunda dileyişte bulunacak olursa, Rabbi ona bu sebepten dolayı elbette hesap sorar
Ve Allahu Teala’dan istenen her şey için bu böyledir Allahu Teala, Nebisi Muhammed’e (sav) şöyle dedi: “De ki: Rabbim, ilmimi artır!” [Taha Suresi, 20/114] Bunun üzerine o, Rabbinin emrine uyarak daha fazla ilim ister oldu Hatta kendisine ne zaman süt verilse, verilen sütü “ilim” olarak yorumlardı Rüyasında kendisine verilen bir kap sütü içerek, kalanını Ömer bin Hattab’a verdi (Bu rüyasını anlatırken) “Sütü ne olarak yorumladınız?” diye soranlara, “ilim olarak” karşılığını verdi Ve yine Gece Yolculuğu [isra] sırasında, melek kendisine, içlerinde süt ve şarap bulunan iki kap getirdi Sütü içtiğinde, melek kendisine, “Fıtratta isabet ettin, Allah da ümmetini sana eriştirsin” dedi Dolayısıyla, ne zaman ki rüyada süt görülecek olsa, bu süt suretinde görünen “ilim”dir — tıpkı Cebrail’in Meryem’e beşer suretinde görünmesi gibi
Resulallah (sav), “İnsanlar uykudadırlar, öldükleri zaman uyanırlar” buyurmuş olmakla, insanların dünya hayatında gördükleri her şeyin, uyuyan kimsenin rüyasında gördüğü hayallerden farksız olduğunu belirtmiştir Dolayısıyla (bu dünyada gördüğümüz suretlerin de) yorumlanması gereklidir
Bütün varoluş bir hayaldir
ama hakikatte Hak’tır
Bunu gerçekten anlayan
Yol’un sırlarına erişmiştir
Böylece, Resulallah’a ne zaman süt ikram edilse –bu sütü ilmin sureti olarak görüyor olmasından ve bu ilmin artmasını istemekle emrolunmasından dolayı– “Allahım, onu bizim için bereketli kıl ve onu bizim için çoğalt!” derdi Ve sütten başka bir şey ikram edildiğinde ise, “Allahım, onu bizim için bereketli kıl ve bizi bundan hayırlısıyla doyur” derdi İmdi, Allahu Teala, Kendisi tarafından istenmesi emrolunan bir isteğe karşılık olarak verdiği şeyden dolayı ahirette hesap sormaz Ve Allahu Teala, Kendisi tarafından emrolunmaksızın istenen bir şeyi verdiğinde ise, iş Allahu Teala’ya kalmıştır — dilerse hesap sorar veya dilerse hesap sormaz Ve ben Allah’tan özellikle ilim isterim ki, verdiği bu ilmin hesabını benden sormaz Çünkü, ilminin artmasını istemesi yolunda Nebisine yönelik emri, aynı zamanda ümmetine de yönelik bir emirdir Çünkü Allahu Teala, “Elbette sizin için Resulallah’ta güzel bir örnek vardır” buyurmaktadır [Ahzab Suresi, 33/21] Ve anlaması Allah’tan olan kimse için, Resulallah Efendimiz’den daha güzel hangi örnek vardır?
Ve eğer biz Süleyman’ın makamı üzerine söylenebilecek her şeyi ortaya koymuş olsaydık, öğrendiğin şeyden dehşete düşerdin Çünkü bu yolun çoğu alimi, Süleyman’ın hallerini ve mertebesini bilmediler Halbuki iş, onların sandıkları gibi değildir
Ahmet Baydar
|