Yalnız Mesajı Göster

İlyas Kelimesindeki Hikmet-İ İnasiyye

Eski 08-02-2012   #1
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

İlyas Kelimesindeki Hikmet-İ İnasiyye




İLYAS KELİMESİNDEKİ HİKMET-İ İNASİYYE

İlyas –Nuh’tan önce nebi olan– İdris aleyhisselam’dır Ve Allah, İdris’i yüce mekâna yükseltti İdris göklerin kalbinde, yani güneşte bulunuyordu Sonra Baalbek şehrine gönderildi “Baal” bir putun, “Bek” de bu yerin hükümdarının adıydı Ve “Baal” adlı bu put, yörenin hükümdarına aitti Ve İdris olan İlyas, “gereksinim” [hacet] anlamına gelen “lübanet” kökünden türetilerek “Lübnan” adı verilen dağın yarılmasıyla (misal aleminde) ateşten bir at gördü — her tarafı ateşten bir attı bu Atı görüp üzerine bindiğinde, şehvet kendisinden uzaklaştı Böylece, içerisinde hiçbir şehvet barındırmayan akıl haline geldi ve nefsin garazlarıyla hiçbir ilişkisi kalmadı (Akıl makamında olmasıyla) Hak İlyas’ta münezzeh olunca, ilahi marifetin yarısını elde etmiş oldu Çünkü akıl, kendi başına olduğunda, ilimleri kendi aklî kurgulamasından alması dolayısıyla, Allah’ı teşbih yoluyla değil, tenzih yoluyla bilir Ve Allah’a ilişkin marifeti ancak O’nun tecellisi ile kusursuz hale gelir (Böyle bir durumda) tenzih edilmesi gereken yerde –biçimsel tenzih ile değil– gerçek tenzih ile ve teşbih edilmesi gereken yerde de şuhudî ve keşfî teşbih ile teşbih eder; ki böylece tabii suretler ve unsurlarda Hakk’ın varlığının yayınımını görür ve kendisi için, ayn’ını Hakk’ın ayn’ı olarak görmediği hiçbir suret kalmaz Ve işte bu, Allah’ın indirdiği şeriatların getirdiği en kusursuz marifettir — ve bütün vehimler bu marifet yoluyla hükmederler Bundandır ki, vehim bu insan oluşumunda akıldan daha büyük bir güce sahiptir Akıl sahibi bir kimsenin aklı her ne kadar olgun olsa da, bu akıl vehmin kendisine hükmetmesinden ve aklettiği şeyde tasavvurdan kurtulamaz Vehim, insanın kâmil suretinde bulunan en büyük hükümrandır Ve indirilen şeriatlar da bu yolla (yani, vehim yoluyla) geldi Ve bu şeriatlar, bir yandan tenzih ederken, bir yandan da teşbih etti Tenzih durumunda, vehim ile teşbih etti ve teşbih durumunda da, akıl ile tenzih etti Böylece her ikisi bir bütün olarak birbirine bağlandı Dolayısıyla, tenzihin teşbihten, teşbihin de tenzihten ayrık olması mümkün değildir Bundandır ki, Allahu Teala, “O’nun benzeri yoktur” [Şura Suresi, 42/11] diyerek hem tenzih, hem de teşbih etti “O, işitendir, görendir” [Şura Suresi, 42/11] diyerek de teşbih etti Yukarıda anılan ilk ayet, tenzihe ilişkin olarak inen ayetlerin en büyüğü olmakla birlikte, “benzer” sözüyle, teşbihten arınık değildir Allah’ı en iyi bilen yine Kendisi’dir ve O, Kendini bizim sözünü ettiğimiz şekilde nitelemiştir Daha sonra şöyle der: “Erişilmez olan Rabb, onların niteledikleri şeyden münezzehtir” [Saffat Suresi, 37/180] Böylece, Kendini onların tenzihlerinden tenzih eder Çünkü onlar, tenzih ederek, Hakk’ı sınırlamaktadırlar Akılların Allah’ın benzer-olmaklığını anlama eksikliğinden dolayı böyledir bu
Sonra, bütün şeriatlar, vehimlerin hükmettiği şeyle geldiler Ve dolayısıyla da, Hakk’ı, Kendisi’ni zahir kılan sıfatlardan ayrık kılmadılar — (tenzih ve teşbih hakkında) böyle dediler ve (vehimlerin hükmettiği şeyle) böyle getirdiler Ve ümmetler (bu şeriatlar yoluyla) bu şekilde bildiler; Hak da onlara (marifet)(Ve resullerin söylediği şey ise, vehimlerin hükmettiği şeydir, çünkü şeriatlar vehimlerin hükmettiği şeyle gelmiştir; ve bunun böyle olduğu şu ayette de görülür “Allah risaletini nereye yerleştireceğini çok iyi bilir” [En’am Suresi, 6/124] Bu ayetteki “çok iyi bilir” sözü (ayetin Arapça’daki sözdizimi bakımından) iki şekilde ele alınabilir Öncelikle “Allah resulleri”nin yüklemi olarak ve ikinci olarak da “risaletini yerleştireceği yer”in öznesi olarak — ve bunların her ikisi de doğrudur Bu nedenledir ki, tenzihte teşbihten, teşbihte de tenzihten sözediyoruz
Bunu ortaya koyduktan sonra, eleştiride bulunanın [müntekit] ve itikat sahibinin üzerine perdeleri indirir ve örtüleri örteriz Her ne kadar bu kimseler Allah’ın kendilerinde tecelli ettiği birer suret olsalar bile, suretlerin (tecelliyi kabul etme yönündeki) istidadları arasındaki üstünlük farklılığının ve bir surette tecelli edenin ancak o suretin istidadı hükmünce tecelli ettiğinin zahir olabilmesi için örtmekle emrolunduk Dolayısıyla, (tecelli istidada göre olduğundandır ki) bir suretin hakikatinin ve gereklerinin [levazım] verdiği şey, tecelliye (yani, tecelli eden Hakk’a) nisbet olunur Bu, kaçınılmaz olarak böyledir
Uykusunda, inkar olunamaz bir şekilde Hakk’ı gören kimsenin durumu bunun gibidir Ve hiç kuşkusuz ki, Hak, bu görülen suretin ta kendisidir [ayn] Ve Hakk’ın (uykudayken) tecelli ettiği suretin gerekleri (yani, şekil ve tarz ve varlık gibi şeyler) ve hakikatleri Hakk’a tabidir Uykudan uyanınca, uykuda görülenden başka bir şeye geçilir — ki bu, akıl yoluyla Allah’ın (görülen suretin ötesinde) tenzih edilmesini gerektirir Tabir eden kişi keşf ehli veya iman sahibi ise, yalnızca tenzih etmekle kalmaz, o surette zahir olanın da hakkını vererek, aynı zamanda teşbih eder Böyle olunca, “Allah” sözü, işareti anlayan kimse için, eğer tahkik edecek olursa bütünlük mertebesinden [mertebe-i külliye] ibarettir Ve bütünlük mertebesi de, etkin [faal] olan İlahi İsimler’in toplamını [cem’iyyet] ve edilgin [münfail] olan mümkün zuhur mahallerinin toplamını kendinde toplayan [cami] uluhiyet mertebesidir
Ve bu hikmetin (yani, inasiyye hikmetinin) ruhu ve özeti şudur: Herşey, etkide-bulunan [müessir] ve etkide-bulunulan olarak ikiye ayrılır ve bunlar iki kavramdırlar Etkide-bulunan, nereden bakılırsa bakılsın ancak Allah’tır Ve etkide-bulunulan, nereden bakılırsa bakılsın her hal ve hazrette ancak alemdir İmdi, sana bir şey (ilahi hazretten veya imkan aleminden)(ilahi kemalata veya kevnî kusurluluğa) katıştır Çünkü, ortaya çıkanın bir asıldan dallanması kaçınılmazdır (Yani, erişen şey, etkide-bulunan veya etkide-bulunulan külli asıldan bir dal olur ve her ikisinin de aslı Hak’tır ve eğer Hakk’ın etkide-bulunulan olması nasıl olur dersen bil ki…) İlahi sevgi [muhabbet] kulun nafilelerinden ortaya çıktı Bu, etkide-bulunan (nafileler) ile etkide-bulunulan (Hak) arasında ortaya çıkan bir etkidir Hak, bu ilahi sevgiyle, kulun işitmesi, görmesi ve yetileri oldu Dolayısıyla bu, yerleşik bir etkidir ki, şer’i olarak olumlanmış olmasından [sübut] dolayı –eğer iman sahibi isen– bu etkiyi inkar edemezsin
Ve akl-ı selime gelince; akl-ı selim sahibi bir kimse ya tabii tecelli mahallinde (bulunan insan suretinde) ilahi tecellinin mahalli olup, bizim söylediğimiz şeyi ariftir; ya da iman sahibi bir müslüman olup, ona iman eder Ki bu duruma, (kıyamet günü Alemlerin Rabbinin tecellisine ilişkin) sahih bir hadiste işaret edilmiştir İmdi vehim sultanının, (Hakk’ın) bu surette tecelli ettiği kendisine (hadis yoluyla) söz edilmiş akıl üzerine hükmetmesi kaçınılmazdır — çünkü buna (yani, Hakk’ın suretlerde tecelli ettiğine) iman etmektedir
İman sahibi olmayan kimseye gelince, vehmi vehim ile altetmeye çalışır Böyle olunca, düşünsel kurgulamasıyla, gördüğü rüyada, kendisine bu surette tecelli etmesinin Allah için olmayacak bir şey olduğunu tahayyül eder Halbuki, böyle yaparken, kendi nefsini bilmediği, bilincinde olmadığı için, vehim kendisinden ayrılmış değildir



Alıntı Yaparak Cevapla