Prof. Dr. Sinsi
|
Lokman Kelimesindeki Hikmet-İ İhsaniyye
LOKMAN KELİMESİNDEKİ HİKMET-İ İHSANİYYE
İlah, (Kendisi için) rızık irade etmeye meylettiğinde
Varoluşun bütünü onun gıdasıdır
Ve eğer ilahi meşiyyet bizim için rızık irade etmeye yönelirse
Meşiyyetin gereğince, O bizim (değişmez aynlarımız) için gıdadır
O’nun meşiyyeti iradesidir
Öyleyse deyin ki: meşiyyetle iradeyi diledi
Böylece irade, meşiyyetin dilediğidir
Meşiyyet artmayı (varetmeyi) ve azalmayı (yok etmeyi) irade eder
Ama, O’nun meşiyyetinden başka meşiyyet yoktur
İşte bu, ikisi (meşiyyet ve irade) arasındaki farktır, iyi anla
Ve bir yönden bakıldığında her ikisinin de ayn’ı birdir
Allahu Teala, “Biz Lokman’a hikmeti verdik” [Lokman Suresi, 31/12] ve “Hikmet verilen kimseye hiç kuşkusuz büyük hayır bağışlandı” [Bakara Suresi, 2/269] buyurdu Dolayısıyla Lokman, Kur’an’da belirtildiği üzere ve Allahu Teala’nın şehadetiyle büyük bir hayır sahibidir Ve hikmet kimileyin dile getirilir ve kimileyin de dile getirilmez Lokman’ın oğluna söylediği şu sözler, dile getirilmiş olan hikmettendir: “Ey oğulcuğum! İnsanın rızıkları ve amelleri bir hardal tanesi kadar bile olsa, o amel ve rızık tanesi ister bir kayanın içerisinde olsun, isterse göklerde veya yerde olsun Allah onu ortaya çıkarır [ihzar]” [Lokman Suresi, 31/16] Bu hikmetin dile getirilmiş bir hikmet olması, Lokman’ın Allahu Teala’yı, (habbeyi) ortaya çıkarıcı kılmasıdır — ve Allahu Teala bunu Kitabı’nda (Kur’an’da) onaylamış ve bu sözü, söyleyene geri çevirmemiştir
Ve dile getirilmemiş [meskûtün anha] hikmete gelince, hal karinesi ile bilinen bu hikmet, tanenin kim için ortaya çıkarıldığının (Lokman tarafından)
Lokman, dile getirdiği veya dile getirmekten geri durduğu şeyle, Hakk’ın (her şeyin değil de) her bilinen’in ayn’ı olduğunu haber verdi; çünkü “bilinen,” “şey”den daha kapsamlıdır Dolayısıyla da, (“bilinen,” şey’iyyetin olmadığı taayyün-i evvel mertebesinde yalnızca Hak tarafından bilindiğinden, insanlar için) bilinmezlerin en bilinmezidir
Bundan sonra, Lokman, kendi oluşumu bu hikmetle kâmil olabilsin diye, bu hikmeti eksiksiz kıldı ve onu eksiksiz bir şekilde aldı Böylece, “Allah Latif’tir” [Lokman Suresi, 31/16] dedi Latif oluşu ve lütfundandır ki O, kendi ismiyle adlandırılan ve kendi sınırıyla sınırlı [mahdud] olan şeyde, bu şeyin ayn’ıdır Ve bu şey için, isminin delalet ettiği şey denir Dolayısıyla, ona “gök,” “yer,” “kaya,” “ağaç,” “hayvan,” “melek,” “rızık” veya “yiyecek” denir Ve (bütün bu) şeylerin herbirinden ve herbirinde zahir olan, bir-olan-ayn’dır [ayn-ı vahid] Öte yandan, Eş’ariler şöyle derler: “Bütün alem cevher bakımından benzeşiktir ” Dolayısıyla alem, tek bir cevher’dir [cevher-i vahid] Ve bu bir-olan-cevher, bizim “bir-olan-ayn” dediğimiz şeyin aynısıdır Eş’ariler daha sonra, “(tek cevher) araz yoluyla kendi içerisinde farklılaşır” dediler Bu da bizim “(bir-olan-ayn) ayrışabilmek için, suretler ve nisbetler yoluyla çoklaşır ve birbirinden farklılaşır” sözümüzün aynısıdır Suret, araz veya mizaç yönünden, “Bu, öbürü değildir” denir Ve cevher yönünden, “Bu, öbürünün ta kendisidir” denir Bundandır ki, her suret ve mizacın tanımında cevherin ayn’ı içkindir [ahz] Dolayısıyla biz şöyle deriz: “Cevher, Hak’tan başka değildir ” Ve cevher olarak adlandırılan her ne kadar Hak ise de, kelamcılar, bu cevherin, keşf ve tecelli ehlinin mutlak kıldığı Hakk’ın ta kendisi olmadığını zannederler (Yani, ‘cevherin ayn’ı başka, Hakk’ın ayn’ı başkadır’ deyip, iki ayn isbat ederler ) İmdi, işte bu, O’nun “Latif” olmasının hikmetidir
Daha sonra Lokman, Hakk’ı “O, Habîr’dir” [Lokman Suresi, 31/16] –yani, deneme [ihtibar] yoluyla ortaya çıkan ilimle bilir– diyerek nitelendirdi Ve bu ilme şu ayette işaret edilmiştir: “Biz sizi deneriz, ta ki … bilelim” [Muhammed Suresi, 47/31] Ve bu ilim, deneyimleme [zevk] ilmidir Hak Teala, işi ne ise o olarak bilmekle birlikte, Kendisini bir ilimle bilgileniyor olarak niteledi Ve Hak Teala’nın Kendisi hakkında kesinlediği bir şeyin inkarı sözkonusu olamaz Böylece Hak Teala, mutlak ilim ile, yetilerle kayıtlı olan deneyimleme [zevk] ilmini birbirinden ayırdı
|