Prof. Dr. Sinsi
|
Musa Kelimesindeki Hikmet-İ Ulviyye
Bunun üzerine Hızır ona şöyle dedi: “Bunu kendiliğimden yapmadım” [Kehf Suresi, 18/82] Bu sözle, Musa’yı kendi mertebesinden, yani Kıbtî’yi İlahi Emir’le öldürmüş olduğundan haberdar etti — çünkü nebi, bunun bilincinde olmasa bile, (nebi olmaklığıyla)
Hızır ona geminin delinmesini de gösterdi Bu, zahirde helak ve batında ise gasbedicilerin [gasıb] elinden kurtulmaktır Ve Hızır bunu, Musa’nın kendisini dört bir yandan saran suya bırakıldığı, ve zahiri helak ve batını kurtuluş olan sandığa nazire olarak yaptı Ve annesi, gasbedici [gasıb] Firavun’un, Musa’yı elinden zorla alıp, onu kendi gözleri önünde öldüreceği korkusuyla bunu yaptığında, Allah böyle yapmasını, kendisi bunun bilincinde olmaksızın, ona vahy etti Ve Musa’yı (günün birinde) emziriyor olacağı içine doğdu Ve (eğer yanında kalacak olursa) Musa’nın öldürüleceği korkusuyla, onu sulara bıraktı Ve atasözünde denildiği gibi, “Göz görmeyince gönül katlanır ” Dolayısıyla, Musa’nın başına gelecekleri kendi gözüyle görme korkusuyla korkmadı, ve ona ilişkin olarak gözün görmesinin üzüntüsüyle üzülmedi Ve günün birinde Allah’ın onu kendisine geri vereceği yolundaki hüsn-ü zan kendisinde baskın çıktı ve kendisindeki bu zanla yaşadı Ve ümit, korku ve üzüntüye karşıttır Kendisine ilham olunduğunda, “belki de bu, Firavun’un ve Kıbtîler’in helakının kendi eliyle olacağı resuldür” dedi ve bu zanla yaşayıp mutlu oldu Ve bu zan, işin aslında (kendisine ilham olunmuş bir) ilimdir
Daha sonra Musa, peşine düşüldüğünde, zahirde korktuğundan, ama mânada kurtuluşu sevdiğinden [hubb], kaçarak orayı terketti Ve gerçekte hareket, her zaman için, sevgidir [hubb] ve bundan ibarettir; hareketi görenin (hareketin sevgi olduğuna) perdeli olması, hareketin sebebi olarak başka şeyler görmesidir ve hareketin sebebi bunlar değildir Çünkü, gerçekte hareket, alemin, sükun içerisinde bulunduğu yokluktan [adem] varlığa [vücud] hareketidir Böylece, alemin varlığından ibaret olan hareket, sevgi [hubb] hareketidir Ve Resulallah (sav), “Ben gizli bir hazineydim, bilinmeye muhabbet ettim” sözüyle hiç kuşkusuz buna işaret etmiştir Bu muhabbet olmasaydı, alem kendi ayn’ında zahir olmazdı Böylece, alemin yokluktan [adem] varlığa [vücud] hareketi, Yaratıcı’nın sevgisinin [hubb] varlığa doğru hareketidir Ve kendisinde yokluğun değişmezliğini [sübut] müşahede etmiş olan alem de aynı şekilde, kendini varlık olmaklığında müşahede etmeyi sever Ve onun değişmez bir yokluktan her bir yönden varlığa hareketi, Hak’tan ve kendinden doğru bir sevgi hareketi oldu Ve kemal kendisi için sevilir Ve Hak Teala’nın Kendisine ilişkin ilmi, Kendisi alemlerden gani olduğundan dolayı, ancak Kendisine aittir Ve O’nun için geri kalan şey, alemin aynları olan bu aynlardan ortaya çıkan hâdis ilimle, ilim mertebesinin tamamlanmasıdır Ve alemin aynları varolduklarında, kemal sureti, hâdis ve kadim ilimle zahir olur Dolayısıyla, ilim mertebesi iki yön ile kâmil olur Aynı şekilde, (alemin aynları ile birlikte) varlık mertebeleri de kâmil olur Çünkü, kimi varlıklar ezelî olduğu halde, kimisi de ezelî değildir Ezelî olan varlık, Kendi nefsiyle varolan Hakk’ın varlığıdır Ve ezelî olmayan varlıklar ise, değişmez alem suretlerindeki Hakk’ın varlığıdır, ve bu varlıklar hâdis olarak adlandırılırlar, çünkü bunların kimisi, kimi diğerlerine zahir olur Böylece O, alem suretlerinde Kendini zahir kılar ve varlığı kemale erdirir Böylece, alemin hareketi kemale duyulan sevgiden oldu Bunu anla!
Görmez misin ki O, alem olarak adlandırılanın ayn’ındaki etkilerinin zuhurunun yokluğundan dolayı İsimler’de olan şeye (yani, darlık ve sıkıntıya), İlahi İsimler’den nasıl Nefes verdi Ve böylece rahat, Hak için sevilen oldu — ama bu rahata ancak ulvi ve süfli suretlerin varlığıyla erişti Ve hareketin sevgi için olduğu kesinlendi, öyle ki, oluşta [kevn] sevgiye nisbeti olmayan bir hareket yoktur Ve bunu alimlerden kimisi bilir, kimi alimler ise nefslerine egemen olan görünürdeki yakın-sebeple örtülmüşlerdir
Kıbtî’nin öldürülmesinden sonra Musa’da korku görüldü, ama bu korku, öldürülmekten kurtulmaya sevgi duymasıydı Böylece korktuğu şeyden kaçtığında, aslında Firavun’dan ve onun yapacaklarından kurtulmaya duyduğu sevgiyle kaçtı İşte bu nedenledir ki, o anda, kaçışının sebebi olarak, görülen en yakın sebebi söyledi Gösterdiği bu yakın sebep (yani, korku) beşerin bedensel sureti gibidir ve kurtulmaya duyulan sevgi, bedeni yöneten ruhun, bedeni içermesi gibi, bu yakın sebebi içerir
Nebiler, hitaplarının genele yönelik olmasından ve kendilerini işiten alimlerin anlayışlarına güvendiklerinden dolayı zahir diliyle söz söylerler ve genelden (yani, genel anlayış düzeyinden) başkasına itibar etmezler Nitekim Resul (sav), sadaka vermeye ilişkin şu hadisinde bu mertebeye işaret etmiştir: “Kendisinden daha fazla sevdiklerim olduğu halde, Allahu Teala’nın ateşe atacağından korktuğum kimseye veririm ” Dolayısıyla, kendilerinde tamah ve nefsani tabiat egemen olan aklı ve basireti zayıf kimselere itibar etti Böylelikle resuller, ilim olarak getirdikleri ne varsa, daha derinine inemeyenler kaftan [hil’at] (yani, zahirî ifade) düzeyinde anlayabilsinler diye, bu ilmi en alt düzeydeki anlayışa bürüyerek getirdiler Böylesi kimseler, “bu ne kadar güzel bir kaftan!” derler ve bunu anlayışın son noktası olarak görürler Öte yandan, hikmet incilerini bulmak için derinlere dalan incelikli düşünce sahibi kişi, “Bu kimse (yani, peygamber) hangi sebeple sultan tarafından bu kaftana layık görüldü?” der Ve kaftanın değerine ve onun giysiler arasındaki derecesine bakar ve buradan, bu kaftana büründürülmüş olanın değerini bilir Böylelikle, kendisinden başkalarınca benzerine erişilmemiş olan bir ilme erişir Resuller ve nebiler ve onların tahkik ehli vârisleri, alemde ve kendi ümmetleri arasında bu mertebede olan kimseler bulunduğunu bildiklerinden, ifadelerinde hem seçkinlerin [havas] hem de avamın anlayabileceği zahir dili ile konuştular Ve seçkinler, avamın anladığını ve bundan fazlasını anlarlar ve bundandır ki, onlara “seçkin” denmesi yerinde olur ve böylelikle bununla avamdan ayrılırlar Böylece, ilimleri tebliğ edenler (yani, resuller, nebiler ve vârisler), bu zahir diliyle yetindiler İşte Musa’nın, “Ben sizden, selamet ve afiyeti sevdiğim için kaçtım” değil de, “Ben sizden, korktuğum şey dolayısıyla kaçtım” [Şuara Suresi, 26/21] demesindeki hikmet budur
Ve Musa (Mısır’dan kaçıp) Medyen’e geldiğinde, (Şuayb aleyhisselam’ın çocukları olan) iki genç kız gördü Ücretsiz olarak onların hayvanlarını (kuyudan su çekerek) suvardı ve sonra ilahi gölgeye sığındı Ve şöyle dedi: “Ey Rabbim, doğrusu bana indireceğin her hayra muhtacım” [Kasas Suresi, 28/24] Böylece suvarma işiyle, Allahu Teala’nın kendisine bağışlamış olduğu hayrı birledi ve nefsini, hayrın Kendi indinde olduğu Allah’a muhtaç olmaklıkla niteledi
|