Yalnız Mesajı Göster

Musa Kelimesindeki Hikmet-İ Ulviyye

Eski 08-02-2012   #4
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Musa Kelimesindeki Hikmet-İ Ulviyye




Hızır, Musa’ya duvarı ücretsiz olarak yeniden-örmeyi gösterdiğinde, Musa ona böyle yapmasından (yani, duvarı ücretsiz örmesinden) dolayı itiraz etti Bunun üzerine Hızır, Musa’ya ücret almaksızın hayvanları suvarmış olduğunu hatırlattı Hızır, buna benzer başka şeyler de gösterecekti, ama (Musa’nın sabırsız olmasından dolayı) bunlardan sözetmedi Bundandır ki, Resulallah (sav), ikisi arasında geçenlere ilişkin olarak Hızır’ın (daha başka şeyler de) anlatması için Musa’nın sessizliğini koruyup itiraz etmemiş olmaklığını temenni etti Bununla, Musa’nın yapmış olduğu şeyi (yani, Kıbtî’yi öldürmüş olmasını), buna ilişkin bir ilmi olmaksızın yapmış olduğu bilindi Çünkü ilmi olsaydı –Allah’ın övgü ve doğrulamayla şehadet ettiği Hızır’a– kendi yapmış olduğu şeylerin benzerini yapmış olmasından dolayı itiraz etmez, Hızır’ın bu yapmış olduklarını inkar etmezdi Ama Musa, Allah’ın övdüğü ve kendisini tabi kıldığı Hızır’ın şart koştuklarını unuttu [gaflet] — ama Allah’ın emrini unutmuş isek, bu, Allah’ın bize rahmetinden dolayıdır Eğer Musa, bunu (yani, Hızır’ın ilmini) bilseydi, Hızır ona, “bilmediğin şeye” [Kehf Suresi, 18/68] yani “deneyimlemediğin şeye” demezdi Ve bu, “Ben senin deneyimlemediğin bir ilme sahibim; aynı şekilde sen de öyle bir ilme sahipsin ki, ben de onu bilmem” demeye gelir Ve bu şekilde Hızır, adaleti gözetti
Ve Hızır’ın Musa’dan ayrılmasındaki hikmet, Allah’ın Resul hakkında, “Resul’ün getirdiğini alınız ve onun sakındırdığından sakınınız” [Haşr Suresi, 59/7] buyurmuş olmasındandır Resulün ve risaletin değerini bilen ehlullah –yani, Allah’ı bilenler– bu söz karşısında durdular Ve Hızır, hiç kuşkusuz, Musa’nın resul olduğunu biliyordu Böyle olunca, resule karşı edebin gereğini yerine getirmek için, ondan geleni gözetmeye başladı Musa Hızır’a, “Eğer bundan sonra sana bir kez daha bir şey soracak olursam, benimle arkadaşlık etme” [Kehf Suresi, 18/76] diyerek onu kendisiyle arkadaşlık etmekten sakındırdı Ve Musa üçüncü kez itiraz edince, o zaman, Hızır ona, “İşte bu, seninle benim aramda ayrılıktır” dedi [Kehf Suresi, 18/78] Ve Musa onu vazgeçirmeye çalışmadı ve ondan kendisiyle arkadaşlığı sürdürmesini istemedi Çünkü Musa, Hızır’ı kendisiyle arkadaşlık etmekten sakındıran kendisindeki risalet rütbesinin değerini biliyordu — böylece, Musa sessiz kaldı ve ayrılık gerçekleşti
İmdi sen, bu iki kişinin ilimde nasıl bir kemale sahip olduklarına ve ilahi edebin gereğini nasıl yerine getirdiklerine bak! Hızır’ın Musa’ya, “Ben, Allah’ın bana öğretmiş olduğu öyle bir ilme sahibim ki, sen onu bilmezsin ve sen de Allah’ın sana öğretmiş olduğu öyle bir ilme sahipsin ki onu da ben bilmem” diyerek, Musa karşısında kendi durumunu kabullenişine ve gözettiği adalete bak! Ve Hızır bu sözleriyle, onun mertebesinin yüceliğini bildiği ve kendisi böylesi bir mertebeye sahip olmadığı halde, “Sen deneyimleyerek kavramadığın şeye nasıl sabredebilirsin?” diyerek incitmiş olduğu Musa’nın gönlünü aldı Ve bu (üstünlük kıyaslaması nisbeti), Muhammed (sav) ümmetinde, hurma ağaçlarının aşılanması hadisesinde zahir oldu Resulallah (sav) ashabına, “Siz dünya işlerini benden daha iyi bilirsiniz” buyurdu Hiç kuşkusuz, bir şeyi bilmek, bilmemekten iyidir — ve bundandır ki Allahu Teala, Kendini, “O her şeyi bilendir” [Bakara Suresi, 2/29] sözüyle övdü Resulallah (sav), ashabının dünya işlerinde kendisinden daha bilgili olduğunu kabullendi, çünkü kendisinin dünya işleri konusunda enine boyuna bir ilmi yoktur Çünkü dünya işlerini bilmek bunları deneyimlemeyi [zevk] ve yaşantılamayı [tecrübe] gerektirir Ve Resul (sav) bunun ilmiyle uğraşmadı O, önemlilerin en önemlisiyle uğraştı İmdi, seni en büyük edebden haberdar kıldım Eğer nefsini bu edebe uyarlayacak olursan, bundan fayda bulursun
Ve Musa’nın, “Rabbim bana hüküm verme kudreti bağışladı” sözünden kastedilen halifeliktir ve “beni kitap getiren peygamberlerden kıldı” [Şuara Suresi, 26/21] sözünden kastedilen ise risalettir Ve her resul, halife değildir Halife, kılıç ve hükümranlık sahibidir, ama resul böyle değildir — kendisine gönderilmiş olan neyse, ancak onu bildirir Eğer bunun için savaşır ve onu kılıçla korursa, bu kimse hem halife hem de resuldür Nasıl ki her nebi, resul değilse; her resul de halife değildir — çünkü resullere mülk ve bu mülk üzerinde hükmetmeklik verilmemiştir
Firavun’un Musa’ya, (“Alemlerin Rabbi nedir?” diyerek) Allah’ın mahiyetini sormasındaki hikmete gelince: bu soruyu cehaletinden dolayı değil, ama Rabb’i tarafından resul olarak gönderildiğini iddia eden Musa’nın bu konuda doğru söyleyip söylemediğini sınamak için sordu Firavun resullerin sahip oldukları ilmin mertebesini bilen bir kimseydi, öyle ki, onun cevabından iddiasında doğru olup olmadığını çıkarabilirdi Ve orada hazır bulunanlardan dolayı çifte anlamlı bir soru sordu; böylelikle kendisi sorduğu soruya aldığı karşılıktan Musa’nın doğru söyleyip söylemediğini anlayabilecekken, orada hazır bulunanlar bunu anlamayacaklardı Ve Musa cevap verdiğinde, işin hakikatını bilenlere göre cevap verdi Bunun üzerine Firavun, kendi konumunu korumak için, Musa’nın kendisine sorulan soruya cevap vermediğini gösterdi Ve anlayışlarının kıt olmasından dolayı, orada bulunanlar için Firavun’un Musa’dan daha bilgili olduğu besbelli oldu — çünkü Musa Firavun’a mahiyetten farklı bir cevap verdi Ve görünüşe göre bu, kendisine sorulan sorunun cevabı değildi Ama Firavun, hiç kuşkusuz, Musa’nın ancak bu şekilde cevap verebileceğini biliyordu Ve ashabına, “Size gönderilen resulünüz gerçekte delidir” [Şuara Suresi, 26/27] yani, “Benim kendisine sorduğum sorunun cevabı ona örtülüdür Çünkü o şeyin (yani, Hakk’ın zatının) bilinmesi asla tasavvur edilemez” dedi (ve böylece halkına karşı daha alim olduğunu gösterirken, Musa’nın risalet davasında doğru söylediğini –onlar anlamaksızın– tasdik etti)
Mahiyete ilişkin bir soru, hakkında soru sorulan ve kendi nefsinde bir hakikat üzere olması gereken şeyin hakikatine ilişkin bir soru olduğundan, yerinde bir sorudur Cins ve ayrımdan [fasıl] oluşan tanımlar, kendisinde başkalarıyla ortak nitelikler taşıyan her şey için geçerlidir Ama cinsi olmayan bir şeyin (yani, Hakk’ın), başkaları için sözkonusu olmayan bir hakikat üzere olması gerekir Dolayısıyla, soru ehl-i Hakk’a, doğru ilme ve akl-ı selime göre doğrudur Ve bu sorunun cevabı da, ancak Musa’nın Firavun’a verdiği cevap olabilir Ve Musa’nın, Zat’ın tanımını soran kimseye O’nun fiillerinden cevap vermesinde büyük bir sır vardır Bu şekilde, Zat’ın tanımını –alem suretlerinde zahir kıldığı veya alem suretlerinden Kendisini zahir kılan– Kendi sıfatıyla aynı kıldı Ve şunu demeye getirdi: “Eğer kesin bilgi sahibi iseniz –o zaman bilirsiniz ki– O, ulvi olandaki –ki bu semadır– ve süfli olandaki –ki bu da arzdır– alem suretlerini Kendisinde zahir kılan veya bu suretlerin kendisiyle Zahir olandır(Bu cevap üzerine) Firavun, ashabına dönerek, “O hiç kuşkusuz delidir” [Şuara Suresi, 26/27] dedi — ki bunun anlamını yukarıda açıklamıştık Ve sonra, Musa kendi ilahi ilimdeki mertebesini Firavun bilebilsin diye ve onun bunu anlamış olduğunu bildiğinden sözlerine şunu da ekledi: “O, doğunun ve batının” –yani, zahirin ve bâtının– “ve ikisi arasında bulunanların Rabbidir” [Şuara Suresi, 26/28] Böylece O, “her şeyi bilendir” [Hadîd Suresi, 57/3] “Eğer aklederseniz” [Şuara Suresi, 26/28] sözü de, “Eğer kayıtlayıcı iseniz” anlamına gelir — çünkü akıl, kayıtlamadır
Musa’nın verdiği ilk cevap, kesinlik sahiplerinin [ehl-i yakin] cevabıdır — ki onlar keşf ve varlık ehlidir (yani, onlar, Hakk’ın bir olan varlığını her şeyde ve kendi izafi varlıklarında müşahede edenlerdir) Bundandır ki Musa, “Eğer kesinlik sahibi iseniz” dedi [Şuara Suresi, 26/24] — yani “eğer keşf ve varlık sahibi iseniz, size şuhudunuzda ve varlığınızda kesin kıldığınız şeyi bildirdiğimi anlarsınız; yok eğer akıl ve kayıtlama ehli olup, aklınızın size verdiği delillerle Hakk’ı özgülleştirirseniz [hasr], buna karşılık olarak ben de size ikinci cevabımı veririm” Böylece Musa, üstünlük ve doğruluğunun Firavun tarafından bilinebilmesi için, bu iki vecih ile zahir oldu Ve Musa, ona vereceği cevabı hemen anlayacağını veya anlayabilecek durumda olduğunu biliyordu Bunun sebebi, Firavun’un “mahiyet”i sormuş olmasıdır ve Musa, “nedir?” sorusunun (yani, cins ve ayrımdan oluşan) bildik terimler üzere olmadığını bilmesindendir ki, Firavun’un bu sorusuna cevap verdi Eğer Musa, bundan başka bir şey anlamış olsaydı, sorusunu hatalı bulurdu (ve bir cevap vermezdi) Ve Musa, hakkında soru sorulanı, alemin ta kendisi [ayn] olarak ortaya koyunca, Firavun da kendisine aynı dil (yani, tevhid dili) ile seslendi — ama orada bulunanlar bunu anlamadılar Ve Firavun Musa’ya şöyle dedi: “Benden başkasını ilah edinecek olursan, ben seni hapsedilmişlerden kılarım” [Şuara Suresi, 26/28] Burada (“hapis” “zindan” anlamındaki) “sicn” sözcüğünde bulunan “s” harfi artık-harftir [harf-i zaid]

Alıntı Yaparak Cevapla