Yalnız Mesajı Göster

Muhammed (S.A.V)Kelimesindeki Hikmet-İ Ferdiyye

Eski 08-02-2012   #3
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Muhammed (S.A.V)Kelimesindeki Hikmet-İ Ferdiyye




İmdi, Resulallah’a (sav) ancak tayyib olan sevdirildi — ki varlıkta ancak tayyib olan vardır Ve alemde yalnızca tayyib olanı bulup, habis olanı bilmeyen bir mizacın varlığı düşünülebilir mi yoksa düşünülemez mi diye sorulacak olursa, biz böyle bir şey olmaz deriz Çünkü biz kendisinden alemin zahir olduğu asılda –yani Hak’ta– böyle bir mizac görmedik İmdi, biz Hakk’ı kerih görür ve sever bulduk — ve “habis” kerih görülen ve “tayyib” ancak sevilen şeydir Ve alem, Hakk’ın sıfatı üzeredir İnsan ise iki suret (Hakk’ın ve alemin sureti) üzeredir Dolayısıyla alemde herşeyde ancak tek bir şeyi (yani, yalnızca habisi veya yalnızca tayyibi) idrak eden bir mizac bulunmaz Olsa olsa, bir şeyin deneyimleme ile habis ve deneyimleme olmaksızın (yani, uzaktan görünüş itibarıyla) tayyib olduğunu bilmekliğiyle, habis olandaki tayyib olanı idrak eden bir mizac bulunur Böyle olunca, ondaki tayyib olanın idrakı, ondaki habis olanı duyumsamaktan onu alıkoyar Ama bunun olması azdır Ama alemden, yani kevn’den habisliğin kaldırılması hiç kuşkusuz sahih değildir Ve habis ve tayyibde Allah’ın rahmeti vardır Ve habis, kendi açısından tayyibdir ve tayyib olan şey onun açısından habistir Dolayısıyla varlıkta, bir yönüyle belli bir mizaç için habis olmayan hiçbir şey yoktur — ve bunun tersi de böyledir
Ve kendisiyle tekliğin [ferdiyyet] kusursuz hale geldiği üçüncü şey namazdır Bundandır ki, Resulallah (sav), “Benim göz aydınlığım namazdır” buyurdu Çünkü namaz müşahededir ve böylece Allah ile kul arasında bir münacattır Allah şöyle der: “Beni anın, ben de sizi anayım” [Bakara Suresi, 2/152] Namaz, sahih bir hadiste belirtildiğine göre Allah ile kulu arasında, bir yarısı Allah’a ve diğer yarısı da kula ait olmak üzere, ikiye bölümlenmiş bir ibadettir:
“Ben kıraati iki kısma ayırdım; yarısı bana aittir, yarısı da kuluma Kulum neyi istiyorsa, kendisine istediği şey verilmiştir Kul, ‘El-hamdülillâhi Rabbi’l-âlemîn” (Hamd alemlerin Rabbine aittir) deyince; ‘Kulum bana hamdetti’ derim ‘Er-Rahmânirrahîm’ deyince; ‘Kulum bana senâda bulundu’ derim ‘Mâlik-i yevmiddin’ (din gününün sahibi) deyince; ‘Kulum beni yüceltti ve ululadı’ derim ‘İyyâke na’budü ve iyyâke nesta’in’ (yalnız sana kulluk eder ve yalnız senden yardım dileriz) deyince; ‘Bu benimle kulum arasındadır, kuluma istediğini verdim,’ derim ‘İhdina’s-sırâte’l-müstakîm sırâtellezîne en’amte aleyhim gayr’il-mağdûbi aleyhim ve le’d-dâllîn’ (bizi doğru yola ilet, o yol ki, kendisine nimet verdiğin kimselerin yoludur, gazaba uğrayanların ve dalalete düşenlerin değil) deyince; ‘Bu da kulumundur, kuluma istediğini verdim’ derim
Allahu Teala namazın ilk yarısını nasıl ki Kendisine ayırmışsa, diğer yarısını da kuluna ayırmıştır Buradan, Fatiha Suresi’nin namazda okunmasının niçin zorunlu kılındığı anlaşılır; bunu okumayan, Allah ve kulu arasında paylaşılan namazı eda etmemiş olur
Ve Hak ile kul arasında münacat olduğu için, namaz zikir olur Ve Hakk’ı zikreden kişi, hiç kuşkusuz Hak’la birlikte olur; ve Hak da O’nunla birlikte olur Çünkü sahih bir kudsi hadiste Hak Teala şöyle dedi: “Ben, beni zikreden kimseyle birlikteyim” Ve bir kimse, görüyor olarak, zikrettiği kimseyle birlikte olursa, onu müşahede eder Müşahede ve görüm [rüyet] budur; ama görüyor olmayan kimse müşahede edemez İşte namazda bu görümün var olup olmadığına bakarak, kul kendi manevi mertebesini bilebilir: Eğer O’nu müşahede etmezse, iman yoluyla O’nu görüyormuşçasına ibadet etsin ve münacatı sırasında O’nu, yöneldiği doğrultuda [kıble] tahayyül etsin ve Hakk’ın kendisine vereceği cevaba kulak versin
Kendi iç alemine ve kendisiyle birlikte namaz kılan meleklere imamlık ettiğinde –ki sahih bir hadiste belirtildiğine göre, namaz kılan kişinin arkasında melekler namaza durduklarından, namaz kılan herkes imamdır– bu kişi için resul rütbesi hasıl olur ve bu rütbe Allah’ın vekili olmaktır [niyabet] “Semi Allahu limen hamideh” (Allah hamdedeni işitir) dediğinde, kendi nefsine ve arkasındaki meleklere, Allah’ın işitmiş olduğunu haber verir ve kendisiyle birlikte orada bulunanlar, “Rabbena ve lekel hamd” (Ey Rabbimiz, hamd sana mahsustur)(Hakk’a) kulak verenlerden değil demektir Ve işitmediği ve görmediği için Rabbinin huzurunda olmayan kişi, asla namaz kılıcı değildir Bu kimse, müşahede eden ve kulak verenler sınıfından değildir
Ve namaz gibi –devam edildiği sürece– kişiyi kendisinden başka şeylerle meşgul olmaktan alıkoyan bir ibadet yoktur Ve namazdaki Allah’ın zikri, namazın içerisinde yer alan söz ve hareketlerden daha büyüktür İnsan-ı Kâmil’in namazdaki halini Fütühat-ı Mekkiye’de betimlemiştik Allahu Teala Kur’an’da, “Namaz insanı taşkınlık ve kötülükten alıkoyar” [Ankebut Suresi, 29/45] buyurmuştur Çünkü Allah, namaz kılan kimseye namazdan başka herhangi bir şeyle meşgul olmayı yasakladı “Ve Allah’ın zikrinden daha büyük bir şey yoktur” [Ankebut Suresi, 29/45] — yani, namaz sırasında, kulun dileyişine karşılık verdiğinde, Hak Teala’nın bu kulunu zikretmesi ve ona senâ etmesi, kulun Hakk’ı zikretmesinden daha büyüktür, çünkü büyüklük [kibriya] Hakk’a aittir Böylece Hak Teala şöyle der: “Ve Allah sizin işlediğiniz şeyi bilir” [Ankebut Suresi, 49/45] ve “o kimse, müşahede ediyor olarak kulak verdi” [Kaf Suresi, 50/37] Ve kulun, Hakk’ın seslenişine kulak vermesi, namaz sırasında Allah’ın kulunu zikretmiş olmasındandır
Varlık, ancak akılla kavrayabileceğimiz hareketten ortaya çıktığında, bu hareket, alemi yokluktan varlığa taşıdı ve namaz bütün hareketleri kendinde topladı Ve alemde üç (tür) hareket vardır İlk hareket, dikey harekettir ve bu, namazdaki kıyam halidir Diğeri yatay harekettir ve bu da namazdaki rüku halidir Ve üçüncü de aşağı doğru harekettir ve bu da namazdaki secde halidir İmdi, insanın hareketi dikeydir; hayvanların hareketi yataydır; ve bitkilerin hareketi aşağı doğrudur Minerallerin ise kendiliklerinden bir hareketi yoktur Taşın hareket etmesi, bir başkasının kendisini hareket ettirmesiyle olur
Resulallah’ın (sav), “Namaz benim gözümün aydınlığı kılındı” sözüne gelince; kendisi bunun böyle olmasını kendini nisbet etmedi, çünkü Hakk’ın namaz kılana tecellisi, namazı kılandan değil, Hak’tan gelir Gerçekte, eğer Hak bu sıfatı (yani, tecelli ve şuhudun kendi tarafından vuku bulmasını) Resul’e Kendisi zikretmiş olmasaydı; Kendisinden ona tecelli olmaksızın namaz kılmasını buyururdu Ama eğer tecelli Hak tarafından bağış [imtinan] yoluyla olduysa, o halde Resul’ün müşahedesi de aynı şekilde Hak tarafından bağış yoluyla olmuştur Bundandır ki, “Namaz gözümün aydınlığı kılındı” demiştir Ve bu (gözün aydınlığı), Sevgili’nin müşahede edilmesidir ve “göz aydınlığı” [kurre] “karar bulma” [istikrar] sözcüğünden türer: Böylelikle sevenin gözü, geri kalan hiçbir şeye gözü kaymaksızın (Sevgili’nin görümüne) takılıp kalır Bu nedenledir ki, Hak Teala namazda sağa sola bakmayı kuluna yasaklamıştır [nehy] Çünkü namaz sırasında sağa sola bakmak, kulun kıldığı namazdan Şeytan’ın çaldığı bir şeydir; bununla, kulu Sevgilisini müşahede etmekten alıkoyar Eğer Hak, sağına soluna bakınan bir kimsenin (gerçekten) Sevgilisi olsaydı, bu kimse (sağına soluna bakınmak yerine) namazında bakışını kıbleden ayırmazdı Ne var ki insan bu özel ibadette Hakk’ı müşahede edip etmediğini nefsinin haline bakarak bilir Çünkü insan kendi nefsini bilir Ve bir kimse nefsinde olanlara dış görünüşten dolayı mazeretler getirse bile, nefsini mazur gösterdiğini ve onun hakkında doğruyu söylemediğini bilir Çünkü hiçbir şeyin kendi nefsini bilmezliği sözkonusu değildir Çünkü bir kimse, kendi halini deneyimler
Ve “namaz” olarak adlandırılanın bir diğer bölümlenişi daha vardır Hak Teala, bir yandan Kendisine namaz kılmamızı buyurdu ve bir yandan da bizim üzerimize namaz kılıcı [musalli] olduğunu haber verdi — böylece namaz bizden ve O’ndandır İmdi, O namaz kılıcı olduğunda, ancak Ahir İsmi ile namaz kılıcı olur Böyle olunca Hak, kulun varlığından sonra gelir Ve O, kulun kıblesinde kendi düşünsel kurgulamasıyla veya taklit yoluyla tahayyül ettiği Hak’tır Ve bu itikat edilen ilah, herbir kişide varolan istidadın farklı olmasından dolayı çeşitlenir Nitekim Allah’ın bilinmesi ve arifler hakkında sorulan soruya Cüneyd-i Bağdadi –Allah’ın rahmeti onun üzerine olsun– şöyle demiştir: “Suyun rengi, kabının rengidir” Ve bu, durumu bütün açıklığıyla ortaya koyan bir cevaptır İşte bu Hak, bizim üzerimize namaz kılıcı olan Hak’tır
Namaz kılıcı [musalli] biz olduğumuzda ise, (önce Hakk’ı tahayyül edip, ondan sonra namaz kıldığımızdan) bizim için Ahir İsmi ortaya çıkar ve bu İsimde gerçekleniriz Kendisinde bu İsim ortaya çıkan kişinin halinden daha önce söz etmiştik Bundandır ki, O’nun indinde, halimizce oluruz ve O da bize, ancak bizim O’na ilişkin olarak getirdiğimiz suret üzre bakar (Ve namaz kılanın, Ahir isminde gerçeklenmesinden dolayıdır ki, ona “musalli” adı verilmiştir) Çünkü (Arapça’daki) “musalli” kelimesi, “yarışta öndekinden bir sonra gelen” demektir
Ve Hakk’ın, “Her şey salâtını ve tesbihini bilir” [Nur Suresi, 24/41] sözü, her şey Rabbine ibadette sonradan gelme rütbesini ve istidadı ölçüsünce O’nu tenzih ettiği tesbihini bilir, demektir İmdi, Halim ve Gafur olan Rabbine hamdetmeyen hiçbir şey yoktur İşte bundandır ki biz, alemin, kendini oluşturan parçalarıyla tek tek ayrıntılanımlı olarak Hakk’ı nasıl tesbih ettiğini anlayamayız Ve, “Kendi hamdıyla O’nu tesbih etmeyen hiçbir şey yoktur” [İsra Suresi, 17/44] ayetinde bir mertebe vardır ki, burada geçen “kendi hamdıyla” sözündeki belirsiz zamir, tesbih eden kula işaret eder Yani o şey, Allah’ı kendine mahsus hamd ile tesbih eder, demek olur Böyle olunca “kendi hamdıyla” sözündeki zamir, şeyin kendisine ait olur ve bu söz “kulun üzerine olduğu senâ ile” anlamını kazanır Nitekim, itikat edenin ancak itikat ettiği İlah’a senâ ettiğini belirtmiştik Ve o, nefsini, itikat ettiği İlah’a raptetmiştir Ve işlediği ameller, kulun kendisine döner Öyleyse, ancak kendi nefsine senâ etmiş olur Çünkü hiç kuşkusuz sanatı öven kimse, sanatçıyı övmüş olur Çünkü sanat eserinin güzel olması veya güzel olmaması, gerisingeri sanatçıya döner Ve, itikat edilen ilah, onu kendi tahayyülünde oluşturan kimsenin oluşturduğu bir şeydir İmdi, itikat ettiği şey üzerine senâsı, (sonuçta) kendi nefsi üzerine senâsıdır Ve bundan dolayı, kendi itikadından başka olanları yerer Ve eğer insaf etseydi, böyle olmazdı Bu özgül mabud’a sahip olan kişi, kendinden başkalarının itikadına itirazından dolayı, Allah hakkında itikat ettiği şeyde hiç kuşkusuz cahildir Çünkü, eğer Cüneyd-i Bağdadi’nin, “Suyun rengi, kabının rengidir” sözünü anlasaydı, her itikat sahibinin itikatını teslim eder, ve Allahu Teala’yı her itikatta ve her surette bilirdi Ne var ki mabud’u kendine özgü kılan, zan üzredir, ilim sahibi değildir Bundan dolayıdır ki, Allahu Teala, “Ben kulumun zannı üzereyim” buyurdu Bu söz, Allah’ın kuluna ancak kulunun itikat ettiği surette zahir olduğu anlamına gelir — kul ister mutlak kılsın ister kayıtlasın, bu böyledir
İmdi, itikat edilen ilah, sınırlılığa sahiptir Ve bu sınırlılığa sahip olan ilah, kulun kalbine sığan ilahtır Çünkü, mutlak ilah, hiçbir şeye sığmaz Çünkü o, şeylerin ta kendisidir ve nefsinin ta kendisidir Gerçekte, bir şeyin kendi nefsine sığdığı ya da sığmadığı söylenemez İyi anla! Ve Allah doğruyu söyler, doğru yola iletir

Ahmet Baydar


Alıntı Yaparak Cevapla