Prof. Dr. Sinsi
|
Davud Kelimesindeki Hikmet-İ Vücudiyye
DAVUD KELİMESİNDEKİ HİKMET-İ VÜCUDİYYE
Bil ki, nübüvvet ve risalet, özel bir ilahi lütuf olduğundandır ki, şeriat getirici nübüvvette (kişisel çabayla) edinilmiş hiçbir şey yoktur Allahu Teala, onlara verdiği bu bağışları, (yaptıkları herhangi bir şeye) karşılık olarak vermiş olmadığı gibi; bu bağışından dolayı onlardan bir karşılık da istemez Dolayısıyla O’nun nebi ve resullere vermesi, lütuf ve bağış yoluyladır Bundandır ki, “Biz ona –İbrahim’e– İshak ve Yakub’u bağışladık” [En’am Suresi, 6/84] dedi Ve Eyyub’a ilişkin olarak, “Biz ona ehlini ve onlarla birlikte olanların mislini bağışladık” [Sâd Suresi, 38/42] dedi Ve Musa’ya ilişkin olarak da, “Biz rahmetimizden kardeşi Harun’u Nebi olarak bahşettik” [Meryem Suresi, 19/53] dedi Bunun benzeri başka örnekler de vardır Ve nebi ve resulleri önceden (ayan-ı sabitelerinde) çekip çeviren, onları hallerinin genelinde veya çoğunda (ayan-ı hariciyelerinde) sonradan da çekip çevirir [tevelli]; ve bu, O’nun Vehhab İsminden başkası değildir Ve Davud’a ilişkin olarak, “Biz Davud’a katımızdan üstünlük verdik” [Sebe Suresi, 34/10] dedi; ve bunu ona, karşılıkta bulunması isteğiyle vermedi Ve bu sözettiği şeyi (yani, üstünlüğü) ona bir karşılık olarak verdiğini bildirmedi Bunun karşılığında şükredilmesini istediğinde ise, bunu (Davud’dan değil) –Davud’a ilişkilenmişliklerini vurgulayarak– “âl-i Davud”dan istedi — ki, (kendileri için aydınlatıcı bir ışık olan) Davud’a bağışlanan şeye şükretsinler Ve bu bağış, Davud için karşılıksız bir nimet ve lütuftur Âl-i Davud içinse, kendilerinden karşılık isteniyor olduğundan, böyle değildir Bundandır ki, Hak Teala şöyle buyurdu: “Ey âl-i Davud, şükredin; ve kullarımdan pek azı şükredicidir” [Sebe Suresi, 34/13]
Nebilerin Allah’ın kendilerine bağışladığı ve hediye ettiği şeylere şükretmelerine gelince, Allah’ın bu yöndeki bir isteği üzerine değil, kendiliklerinden şükrettiler Nitekim Resulallah (sav), Allahu Teala’nın, kendisinin geçmiş ve gelecek bütün günahlarını bağışlamış olmasına şükür olarak, ayakları şişinceye kadar namaz kıldı Ve kendisine (bütün günahları bağışlanmış olduğu halde niçin böyle yaptığı) sorulduğunda şöyle karşılık verdi: “Şükredici bir kul olmayayım mı?” Ve Nuh hakkında da şöyle buyurdu: “O çokça şükreden bir kuldu” [İsra Suresi, 17/3] — ama Allah’ın kullarından pek azı böyledir
Allahu Teala’nın Davud’a verdiği ilk nimet, kendisine verdiği, içerisinde bitişen harfleri olmayan ismidir Dolayısıyla –dal, elif ve vav harflerinden oluşan– bu ismi vermekle onu bu alemden ayırdığını bize bildirdi Öte yandan, Muhammed’i (sav) hem bitişen, hem de bitişmeyen harflerle isimlendirdi Dolayısıyla onu Kendisine kavuşturdu ve onu alemden ayırdı — böylece onun isminde her iki hali de birleştirdi Aynısını Davud için de yapmakla birlikte, bunu onun isminde değil, mana yönünden yaptı Allah, bunu, Davud üzerine Muhammed (sav) için özgü kıldı; ve bunu, Muhammed’in (sav) her yönden eksiksiz olduğuna dikkati çekmek için yaptı — ve aynı durum onun “Ahmed” ismi için de geçerlidir Ve bunun böyle olması Allah’ın hikmetindendir
Sonra Davud’a yönelik lütfuna ilişkin olarak, dağların onu yankılayarak onun tesbih edişiyle birlikte (Allah’ı) tesbih ettiklerini söyledi Ve Davud için, dağların onu yankılayarak, amelleri Davud için olabilsin diye onunla birlikte tesbih etmelerini bir lütuf olarak bahşettiğini söyledi — ve kuşlar da aynı şekilde böyledir
Ve (Allahu Teala) Davud’a kuvvet verdi ve onu bu kuvvete sahip olmaklıkla niteledi Ve ona hikmeti ve hak ile batılı birbirinden ayırmayı [fasl-ı hitab] verdi Sonra, Allahu Teala ona en büyük lütuf ve yakınlık mertebesi olan halifeliği özgü kıldı Öyle ki, kendisi gibi olan diğer nebiler için bu nitelemede bulunmadı Şöyle dedi: “Ey Davud, Biz seni yeryüzünde halife kıldık O halde sen insanlar arasında hak ve adalet ile hükmet ve hevaya uyma ” –yani, hüküm verirken, Benim vahyimden başka bir şeylerin hatırına gelmesine izin verme– “ ki bu, seni Allah’ın yolundan ” –yani, resullere vahyettiğim yoldan– “ saptırır” [Sâd Suresi, 38/26] Sonra, Hak Sübhanehu, Davud’a edeb göstererek, “Allah’ın yolundan dönüp şaşıran kimseler için, hesap gününü unuttuklarından dolayı şiddetli bir azab vardır” [Sâd Suresi, 38/26] dedi ve “Eğer Benim yolumdan dönüp şaşıracak olursan, senin için şiddetli bir azab vardır” demedi
Ve eğer sen, “halifelik Âdem’e de özgü kılınmıştı” diyecek olursan, biz, Âdem’in halife olmaklığının Davud’unki kadar kesinlik taşımadığı karşılığını veririz Ve Allahu Teala meleklere, “Ben yeryüzünde bir halife kılacağım” [Bakara Suresi, 2/30] demiş, ama “Ben yeryüzünde Âdem’i halife kılacağım” dememiştir Ve eğer böyle demiş olsaydı bile, bu, Davud’a söylediği, “Biz seni halife kıldık” [Sâd Suresi, 38/26] sözü gibi kesinlik ifade etmezdi Bunu izleyen ayetlerde Âdem’in adının anılmış olması, Âdem’in Allah tarafından halifeliğe özgü kılınan kişinin ta kendisi olduğuna delalet etmez O halde, Allahu Teala kullarından haber verdiğinde, sen (nazar-ı basiret ve cem’iyet-i kalb ile) kalbini Hakk’ın verdiği haberlere çevir Ve yine, İbrahim Halil’e, “Ben seni insanlara imam kılacağım” [Bakara Suresi, 2/124] dedi — ama “Seni insanlara halife kılacağım” demedi Ve gerçekte biz biliriz ki imam olmaklık, halife olmaklıktır — ama yine de ikisi aynıdır denilemez Çünkü doğrudan doğruya “halifelik” sözcüğünü kullanmış değildir
|