Prof. Dr. Sinsi
|
Soru 1: Elestü: Kâlû–Belâ Ne Demektir?
Soru 2: “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” sualine “Evet Rabbimizsin” ile cevab verildiğine aklî delil var mıdır?
Cevap: Bazı meseleler vardır ki, bunları aklen izâh etmek çok zordur Anlatılabilirse de bu gibi şeylerin ancak mümkün olduğu anlatılabilir Aslında, Allah (cc) böyle birşeyden bahsediyorsa, artık meselenin itiraz edilecek tarafı kalmamış demektir
Bu soruyu iki cihetten ele alabiliriz:
1 Böyle birşey vâki olmuş mudur? Olmuşsa, bunun isbatı nasıl yapılır?
2 Mü’min ferd bu işten haberdar olmuş mudur?
Evvelâ, Cenab-ı Hakk’ın, herhangi bir âlemde, ruhlara “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” Onların da: “Evet, Rabbimizsin ” demesi, kat’î midir? suali varid oluyor Bu mevzu Kur’an-ı Kerim’de iki âyette ele alınmıştır Birisinde: “Rabbin, Ademoğullarından, onların bellerinden zürriyetlerini almış ve onları kendilerine şahid tutarak “Ben sizin Rabbiniz değil miyim (demişti)”(Araf, 7/172) denilmekte ve böyle bir sözün alındığından bahsedilmektedir Eski ve yeni bütün tefsirciler bu söz alınma meselesinin hakkında pek çok şey söylemişlerdir
Bir kısmı “zerrât âleminde daha atomlar halindeyken, ileride terkib hâline gelecek bu zerrelerden, ruhları ile beraber söz alınmıştır” demektedir Bazı tefsirciler de, “bu, çocuğun anne karnına düştüğü zaman alınmış bir sözdür” derler Bir hadis-i şerifin de te’yidine dayanarak, bazı mudakkik müfessirler de derler ki, “hayat nefh edildiği anda o insandan alınmış bir sözdür”2 kanaatini izhar ederler
Esas itibariyle Cenab-ı Hakk’ın varlıklarla konuşması çeşit çeşit ve değişiktir Biz burada, belli bir şekil, belli bir stilde konuşuyoruz Ama, bundan başka bizim iç dış duygularımız, zâhir ve bâtınımız, kafa ve ruhumuz, nefsî ve lafzî konuşma tarzlarımız vardır  Zaman zaman bu dilleri de kullanır ve onlardan anlayanlara yine onlarla bir şeyler anlatmaya çalışırız
Kalbin kendine göre bir konuşması vardır ki, kalb konuşur ama bu konuşma duyulmaz Bize deseler: “Kendi içinizden ne konuştunuz öyle” Biz de: “Şunu şunu dedik” diye anlatır ve bu hususdaki kelimeleri de sırayla diziveririz Bu nefsî bir konuşmadır
Bazan olur ki, rüyalarımızda birşeyler konuşuruz Başkalarından da birşeyler duyarız Ama yanımızda bulunan hiç kimse bunu duymamıştır Sonra da kalkar, kelimesi kelimesine, konuştuğumuz ve duyduğumuz şeyleri başkalarına naklederiz Bu da değişik stilde bir konuşma şeklidir
Bazı kimseler uyanıkken dahi, misâl âleminden nazarlarına arz edilen misâlî levhaları görür ve misâli şahıslarla konuşurlar Belki bir kısım maddeciler bunlara inanmaz ve “hallüsinasyon” derler, varsın desinler  Rasûl-ü Ekrem’in (sav) mazhariyetlerinden bir tanesi de bu idi: Alem-i misâle, âlem-i berzaha ait misâlî levhalar, O’nun (sav) kudsî nazarına arz edilir, O da gördüğünü, duyduğunu, anladığını başkalarına neklederdi Bu da ayrı bir konuşma şeklidir
Vahiy ise, bambaşka bir konuşma tarzıdır Hz Peygamber’e (sav), vahiy geliyordu Efendimiz (sav) dışında kimse hiç birşey duymuyor ve anlamıyordu Eğer bu maddî kulağa gelecek birşey idiyse, yakınında bulunan kimselerin de duyması gerekirdi Oysa ki, bazan zevcelerinden birinin dizine başını koyup yatarken, veya mübarek dizini birinin dizine koyduğu halde vahiy gelirdi de, O, (sav) duyardı ama, öbürleri ne birşey duyar, ne de hissederlerdi Rasûl-ü Ekrem (sav), o vahyi, harfiyyen beller ve onlara anlatırdı Bu da başka bir ses, başka bir konuşma tarzıdır  
Velinin kalbine ilham geliyor: Âdeta onun içine birşeyler fısıldanıyor Bu da değişik stilde bir konuşma Morsla konuşma gibi birşey  Morsda nasıl “di di da dit; dâ dâ dit” denir; operatör hemen maksadı anlar Öyle de bir kısım şeyler velinin kalbine dikte edilir, veli de onlardan bir kısım ma’nâlar çıkarır Meselâ: Veli: “Şu anda falan oğlu falan kapının önüne geldi ” der, açarlar kapıyı ve bakarlar ki o adam karşılarında  Bu da ayrı bir konuşmadır
Bir de telepati var Şimdinin ilim adamları, bir gün o yolla mükemmel bir muhabere gerçekleştirebileceklerini hesaplıyorlar Bu da ayrı bir konuşma şeklidir Kalbin kalbe teveccühü, insanların birbiriyle içten muhaberesi Bu da bir başka beyan  
Bütün bunlardan anlaşılıyor ki, Allah (cc), “lâ yuâd ve lâ yuhsâ” (sayısız, pek çok) konuşma stilleri yaratmış
Şimdi gelelim meselemize Allah (cc) bize “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” (A’râf, 7/172) buyurdu; ama, bunu hangi konuşma stilinde ifade etti bilemiyoruz Şayet, velinin kalbine dikte edilen mors alfabesi gibi bir tarzla bildirmişse bunu, herhalde kulaklarımızla duyacağımız bir sesle beklememiz doğru olamaz Bu bir ilham ise, vahiy değildir Vahiy ise, ilham değildir Ruha bir konuşma ise, cesede bir konuşma değildir Cesede bir hitap ise o zamanda ruha hitap nevinden değildir  
Şu nokta çok önemlidir: İnsanlar, misâl âleminde, berzah âleminde veya ervah âleminde gördükleri, duydukları şeyleri, bu âlemin mikyasları ile değerlendirdikleri takdirde yanılırlar Muhbir-i Sâdık (sav) bize diyor ki: “Kabirde Münker, Nekir gelir, size soru sorar ”3 Acaba adamın neyine soru soracaklar?
İster cesedine sorsunlar, ister ruhuna; netice değişmez; ama, ölü duysa bile, onun yanında bulunan kimseler kat’iyen bunu duymazlar Hatta bir teyp koyup, mikrofonunu da kabrin içine sokuverseler, yine bir ses tesbit edemezler Çünkü, artık mükaleme başka buudlarda cereyan ediyor, sizin buudlarınızda değil Hani Einstein’in ve daha başkalarının ortaya attığı dördüncü, beşinci buud var ya, işte bunun gibi, mekân değişikliğine göre mesele değişecek, başka bir hüviyetle karşınıza çıkacaktır
Binaenaleyh, bu (A’râf, 7/172) Allah’ın (cc) ruhla olan, ruha mahsus bir mükâlemesidir Bunun tesirini ben duyayım, hıfz edeyim şeklinde beklememek lâzımdır Belki vicdandan bir his şeklinde aksedeceği intizar edilmelidir Biz vicdanla ve ona gelen ilhamlarda bunu hissedebiliriz
Bir keresinde bu meselenin izâhını yaparken, birisi dedi ki: “Ben bunu duymadım ” Ben de “Duydum” dedim “Sen duymamışsan başının çaresine bak! Çünkü, ben duyduğumuzu çok iyi hatırlıyorum ” Ne ile duyduğum sorulacak olursa; içimdeki ebed arzusuyla, mütenâhi olduğum halde nâmütenâhi arzularımla duydum bu sesi Evet esasen ben Allah’ı da bilemem; çünkü sınırlıyım Sınırsızı nasıl idrâk edeyim? İşte sınırsıza karşı içimdeki bu hâhişkarlık ve arzu ile duyduğumu anlıyorum Şu sınırlı âlemde benim gibi bir böcek, sınırlı âleminde, sınırlı hayatını yaşayıp ölmesi gerekirken ve onun düşünce sahasına giren şeyler de böyle sınırlı şeylerden ibaret olması gerekirken, ben sınırsızlık içinde nâmütenâhiyi düşünüyorum İçimde ebed arzusu var; ruhumda cennet ve Cemâlullah arzusunu taşıyorum Bütün dünya benim olsa, gamım gitmiyor İçimde bu hâl var da, bundan dolayı ben “onu duydum” diyorum
Vicdan dediğimiz şey ne ise, kendisine ait fakülteleriyle, bölümleriyle daima Allah’ı terennüm eder ve o hiç yalan söylemez Ona arzu ettiği, taleb ettiği şeyi verdiğiniz zaman, onu huzura kavuşturmuş olursunuz Onun için Lâtife-i Rabbâniye olan kalbin ancak, vicdanın bu huzuru ile huzura kavuşacağına işareten Kur’an-ı Kerim: “Dikkat edin! Kalbler, ancak Allah’ı zikir ve O’nu duyuşla mutmain olur, oturaklaşır ve huzura kavuşur ”(Ra’d, 13/28) buyuruyor
Bir diğer husus da şudur Bergson gibi bir kısım feylesoflar bütün aklî, naklî delilleri bir tarafa bırakarak, Allah’ın varlığında sadece vicdanlarını delil olarak kullanmışlardır Hatta bir keresinde Kant, “Ben, Allah’ı azametine uygun anlayabilmek için bütün malumatımı arkaya attım!” der Bergson sadece “sezgi”siyle bu istikamette yol almak ister ve onun tek delili de vicdanıdır  Vicdan, Allah’ı inkârdan muzdaribtir Vicdan Allah’a imanla huzura kavuşur İnsan vicdanın sesini derinden derine dinlediği zaman ezelî ve ebedî bir Ma’bud arzusunu her zaman onun içinde duyacaktır İşte bu hâl, bu edâ, insanın vicdanında sessiz kelimelerle ifadesini bulan ve Allah-u Teala’nın: “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” (A’raf, 7/172) hitabına verilen: »Ó‰È¢ “Evet Rabbimizsin” cevabıdır ki; dikkat etse herkes, ruhun derinliklerinden kopup yükselen bu sesi duyabilir Yoksa bu kafada, cesedde aranırsa tenakuza düşülmüş olur O, herkesin vicdanında vardır, meknîdir Ancak, isbatı, kendi sahasında yapılabilir bir hususdur Ehl-i tahkik, ehl-i şuhud, asfiyâ, evliyâ ve enbiyâ, bunu açık seçik, görmüş ve göstermişlerdir
Ama, aklî isbatına gelince, tabiî, bazı meselelere aklî dendiği zaman mahsusatı isbat ettiğimiz gibi, yani size bir çınar ağacını, bir çam ağacını göstermek gibi, bunu göstermemiz mümkün değildir Vicdanını dinleyen, içinden geçenleri seyreden, bunu görecek, bilecek ve duyacaktır
|