Yalnız Mesajı Göster

Soru 1: Elestü: Kâlû–Belâ Ne Demektir?

Eski 08-02-2012   #4
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Soru 1: Elestü: Kâlû–Belâ Ne Demektir?




Soru 4: Kur’ân-ı Kerim’de, “Ben, kime dalâlet murad edersem, dalâletten ayrılmaz; kime hidayet murad edersem hidayetten ayrılmaz” deniliyor Hem de “İnsanoğluna akıl, fikir verdim, iradesini kendi eline bıraktım, ayrıca doğru yolu da eğri yolu da gösterdim Hangisinden giderse gitsin” deniliyor Bunlar, nasıl te’lif edilir?

Cevap: Bu soruda iki şık var; birincisi: “İrade-i külliye ile, Cenab-ı Hakk nasıl diliyorsa, öyle mi oluyor; yoksa insan kendi iradesini mi kullanıyor?” Bu sorudaki âyet şöyledir: “Allah bir kimseyi hidayete erdirirse, kimse onu saptıramaz O kimi de, dalâlete iterse, onu hidayete getirecek bir yardımcı bulamazsın”(Kehf, 18/17) Ma’nâ olarak, hidayet: Doğru yol, rüşd, Nebîlerin gittiği istikâmetli yoldur Dâlâlet ise, sapıkların yolu; doğru yolu kaybetme ve umûmî şehrahtan ayrılma demektir

Dikkat edilirse, bunların her ikisi de birer iş, birer fiildir Ve beşere ait yönü ile birer uf’ûle, birer fonksiyondur Bu îtibarla, bunların her ikisini de Allah’a vermek iktiza eder Arzettiğimiz gibi, her fiil Allah’a râcîdir Ona râcî olmayan hiçbir iş gösterilemez Dalâleti, Mudill isminin iktizâsıyla yaratan, hidayeti, Hâdi isminin tecellisine bağlayan ancak Allah (cc)’dır Demek ki, ikisini veren de Hak’tır

Ama, bu demek değildir ki; kulun hiçbir dahli, mübaşereti olmadan, Allah tarafından cebren dalâlete itiliyor veya hidâyete sevk ediliyor da, o, ya dâll (sapık) veya râşid (dürüst) bir insan oluyor

Bu meseleyi kısaca şöyle anlamak da mümkündür Hidâyete ermede veya dalâlete düşmede, bu ameliye ne kadar olursa, olsun meselâ: Bu iş on ton ağırlığında bir iş ise, bunun aşrı mi’şarını (yüzde birini) dahi insana vermek hatadır Hakiki mülk sahibi Allah’tır ve o iş mülk sahibine verilmelidir

Müsaade buyurulursa biraz daha açayım: Allah hidayet eder ve hidayetinin vesileleri vardır Camiye gelme, nasihat dinleme, fikren tenevvür etme hidayetin yollarıdır Kur’an-ı Kerim’i dinleme, ma’nâsını tedkik ve derinliklerine nüfuz etme, hidâyet yollarındandır Rasul-ü Ekrem’in (sav) Huzur-u Risâletpenâhîlerine gitme, rahle-i tedrîsi önünde oturma, O’nu can kulağı ile dinleme, O’nun gönülden ifâde edilen sözlerine kulak verme ve O’ndan gelen tecellilere gönlünü ma’kes yapmak, hidâyet yollarından birer yoldur İnsan bu yollarla, hidâyete mübâşeret eder Evet, câmiye geliş küçük bir mübâşerettir Ama, Allah (cc), camiye gelişi hidâyete vesile kılar Hidâyet eden Allah’tır; fakat, bu hidayete ermede Allah’ın kapısını, “kesb” ünvanıyla döven kuldur

İnsan, demhâneye, meyhâneye, puthâneye gider; böylece “Mudill” isminin kapısının tokmağına dokunmuş ve “beni saptır” demiş olur Allah da murad buyurursa onu saptırır Ama dilerse engel çıkarır, saptırmaz Dikkat buyurulursa, insanın elinde o kadar cüz’î birşey vardır ki, bu ne hidayeti ne de dalâleti asla meydana getiremez

Misâl mi istiyorsunuz? Bakınız! Siz Kur’ân-ı Kerim’i ve va‘z u nasihatı dinlediğiniz zaman; keza, ilmî bir eser okuduğunuz zaman, içiniz nûra gark oluyor Halbuki bir başkası, minarenin gölgesinde ezân-ı Muhammedîyi duyarken, va‘z u nasihati işitirken, hatta en içten münacâtlara kulak verirken rahatsızlık duyuyor ve tedirgin oluyor da; “Bu çatlak sesler de ne?” diye ezanlar hakkında şikayette bulunuyor

Demek oluyor ki; hidâyet eden de, dalâleti veren de Allah’tır (cc) Ama bir kimse dalâletin yoluna girdiyse, Allah (cc) da binde 999,9 ötesi kendisine ait işi yaratır; -tıpkı düğmeye dokunma gibi-, sonra da insanı, dalâlete meyil ettirir O arzusundan ötürü de ya cezalandırır veya afveder

Alıntı Yaparak Cevapla