Yalnız Mesajı Göster

Güzel Geçim Sanatı

Eski 08-02-2012   #1
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Güzel Geçim Sanatı




GÜZEL GEÇİM SANATI

Allah’u Teala’nın:“Bugün dininizi kemale erdirdim, size nimetimi tamamladım” [746] buyurması…

Bugün, helâli ve haramı açıklamak sûretiyle sizin için dininizi kemâle erdirdim En doğru yola iletmek suretiyle,size nimetimi tamamladım Dinler arasından size İslâm dinini seçtim İslâm dîni,Allah'ın razı olduğu ve ondan başkasını kabul etmediği bir dindir [747] demektir

"Biz ona hayır ve şer olmak üzere iki yol gösterdik" [748] beyanıyla da…

Sana, hayır ve şer yolunu açıklayıp ta*nıtmadık mı? Bozulmamış fıtratına ikisini ayırt edecek bir kabiliyet koy*duk Sana, hayrın güzelliklerini ve şerrin kötülüklerini ve ikisinin boyutla*rını idrak edecek akıl ve fikir verdik [749] demiştir

İslâm dini, insanda fıtrî özellik olarak içinde bulunan kötü ve iyi huylarla donatılmış,çirkinliğin kaynağı olan huyların dizginlemesi,kötüye ve şerre temayül etme özelliklerin,iyiyi ve hayrı içeren güzel ahlaka dönüşmesi dinin benimsediği bir sistemdir

Genelde şahsî ihtiras ve arzuların kontrolüne giren insanoğlunun ruh ve karakterinin olgunlaştırılması, ancak onun fıtrî özelliklerinin bilinmesi ile gerçekleşebilir Bu konuda İslâm, Allah'ın yaratmış olduğu kuluna ait hayat prensiplerini içinde bulunduran ve böylece diğerlerinden farklı olan bir "hayat tarzı" ortaya koymuştur

İslâm dini,kişinin kendi istek ve iradesi ile yaptığı ve yüklendiği işlerin hesabını vermesi bundan dolayı hesaba çekilmesini,her insanın bir iradesi ve seçme hürriyeti bulunduğunu ve bu iradesini kullanmak suretiyle yapacağı işlerin tamamından sorumlu olduğunu bildirmiştir Bundan dolayı insanlar ve özellikle Müslümanlar, yapacakları her işte,söyleyecekleri her sözde dikkatli olmak durumundadırlar

Kur'ân-ı Kerîm'de Yüce Rabb’imiz şöyle buyurur: "De ki; herkes kendi (hali) ne uygun yolda hareket eder Rabb’imiz,kimin en doğru yolda olduğunu daha iyi bilir" [750]

Herkes hidâyet ve sapıklık hususunda kendi yoluna göre çalışır İnsanın nefsi saf ve nurlu ise, ondan güzel ve yüce fiiller meydana gelir Yok eğer insanın nefsi inkarcı ve günahkar ise ondan kötü ve âdi fiiller meydana gelir Rabbiniz kimin doğru yolda olduğunu ve kimin doğru yoldan çıktığını daha iyi bilir Herke*sin amelinin karşılığı verilecektir [751]



"Mizaç ve karakter" diye çevirdiğimiz sakile(Hali) kelimesi "tabiat, âdet, din, ahlâk, niyet, seciye" gibi mânalara gelir [752] Buna göre âyet önem*li bir psikolojik gerçeğe işaret etmektedir Zira insan davranışlarının temeli, onun ruhsal yapısındaki psikolojik eğilimlerdir Bu eğilimlerin oluşmasında, insanın ya*ratılıştan sahip olduğu karakter yapısının yanında geniş anlamıyla eğitim öğretiminde tesiri vardır Dinî inanç ve telakkilerle ahlaki erdemler yahut erdemsizlikler de psikolojik eğilimlerin oluşması ve gelişmesinde iyi veya kötü yönde tesir eder Bu durumda doğru yol, Allah'ın hükümleri çerçevesinde doğru bir eğitimden geçmiş; ruhî ve ahlâkî melekeleri, duygu ve düşünceleri, inanç, irade ve ahlâkı Allah'ın rı*zâsına uygun bir çizgide oluşmuş insanların tuttuğu yoldur Sonuçta kullarının du*rumunu, yani(özellikle ebedî kurtuluş bakımından) kimin iyi yolda, kimin kötü yol*da olduğunu en iyi Allah bilir Onun için insanın temel kaygısı Allah'ın rızâsına uy*gun yaşamak, O'nun doğru diye tanımladığı yoldan gitmek olmalıdır [753]

Onun içindir ki İslâm,faziletli bir toplumun doğması için "kötülüklerden uzaklaştırıp, iyilikle emretmeyi" teşvik etmiştir Buna dayanarak sapıkların sapıklıklarına son vermeleri, iyilerin de doğru yollarında yürümelerine devam etmeleri için genel irşadı gerekli kılmıştır

Bunun içinde toplumdaki güzel geçinme ahlakını belirli kuru söz ve sloganlarla ifade edip bırakmamış, dini emirler, öncelikle kalplerin ıslah ve tezkiyesi gayesine yönelmiştir Salih ve doğru istikamete yönelen kalpler,öncelikle insanlarla güzel geçinebilme kabiliyetlerini geliştirir Ruhi ve kalbî ilişkiler üzerine oturmamış bir geçinebilirlilikte ise hakiki manada gerçekçilik yoktur

Bütün anlam ve kapsamı ile insanlarla geçinebilme sanatı; toplumdaki her ferdin, kendi üzerinde topluma karşı yerine getirilmesi gerekli olan bir takım görev ve sorumlulukların bulunduğunu hissetmesi demektir Eğer onlar, bu görev ve sorumlulukların yerine getirilmesinde dinin emir ettikleri hususunda ihmâlci ve sorumsuz davranışlarda bulunurlarsa, toplum da binaların çöktüğü gibi kendilerinin ve başkalarının üzerine çökebilir Eğer insanlarla geçinebilme ahlakı hasıl olmazsa, toplum bünyesini bir binanın tuğlaları gibi ören fertler, birbirlerine düşerler İşte bundan sonra çöküş ve yıkılış, kaçınılması imkânsız bir sonuç olarak karşımıza dikilir



İNSANLARA İYİ MUAMELE EDEPLE OLUR

İnsanoğlunu Alâ-yı illiyîn mertebesine çıkaran şey, kainatın özeti olması hasebiyle kendi varlığı içinde olan zıtlıklar dünyasında iyi ve güzel adına verdiği mücadelesidir

Eğer insanın içinde saklı bu hayır ve şer zıtlığı olmasaydı; sadece iyiye, güzele ve hayra yönelik tarafı kalsaydı, o zaman insan olma manasını yitirir, imtihanının sırrı ortadan kalkardı Bu durumda sadece hayırlı ve iyi olanı yapar, melek olurdu Oysa Yüce Rabbimiz, insanoğlunu ve melekleri ayrı özelliklerle…

Bunun tam aksi düşünülürse, o zaman da sadece kötü ve şer olanı yapardı; şeytanlaşır, şeytan olurdu Oysa, Rabbimiz şeytanları da insanoğlundan tamamen ayrı yaratmıştır

Öyleyse, melekler ve şeytanlar var oldukları hâlde biz insanoğlunu var eden kudret, bizdeki iyi ve kötünün aynı anda bulunuşundan bir şeyler murat etmektedir

Evet; insanoğlu en yüce olanla, en süfli olanı içinde barındıran ilginç bir varlıktır Hatta bu iki zıt özelliğin amansız bir çatışma içinde bulunduğu muharebe alanı gibidir

İşte insanın kendi varlığında cereyan eden bu mücadele, Allah’u Teala’nın tespit ettiği hudutları çiğnemeden ve Peygamber Efendimiz(sav)’in kâmil ahlâkı model alınarak sürdürülmesi gerekir Bu tarz uygulamaya “edeb” denir

İslâm ahlâkı Kur'an-ı Kerîm'e dayanır Yani her yönüyle Cenab-ı Allah tarafından vahiy yoluyla belirlenmiş bir davranışlar manzumesidir Her şeyden önce İslâm ahlâkı bir vazife ahlâkı şeklinde ortaya çıkmıştır Zira Kuran-ı Kerîm'deki her emir, müminler için bir görev belirlemiştir İnsanın bir mümin olarak bu emirlere muhatap olmayı kabul etmesi, bunları birer görev olarak telâkkî etmesi anlamındadır

Allah’u Teala model olarak seçilen Peygamber Efendimiz(sav)hitaben: “Sen elbette yüce bir ahlak üzeresin” [754] buyurulmuş ve Hz Peygamber'in kendisi de: "Ben ahlaki prensipleri tamamlamak üzere gönderildim" [755] buyurmuştur

Zira Peygamber Efendimiz(sav)'in nasıl bir ahlâka sahip olduğunu soran Hz Urve b Hişam’a, Hz Aişe (ranha) validemiz şöyle cevap vermiştir:

"Resûl-i Ekrem (sav)'in ahlâkı Kur'an'dan ibaretti" [756] beyanı Resulullah(sav)'in bütün hadisleri insanların birbirlerine karşı daha iyi davranmaları konusunda birer emir mahiyetinde olup, Müslümanlara görev yüklemektedir Dolayısıyla İslâm'ın getirdiği ahlâk anlayışı her şeyden önce bir görev ahlâkıdır



İnsanların toplum içerisindeki davranışlarını ve birbirleriyle ilişkilerini düzenlemek gayesiyle ortaya konulan hükümlere ahlâk denilir Dünyadaki bütün sistemlerin ve rejimlerin temelinde, ferdî ve toplumsal ahlâk anlayışını görmek mümkündür Ahlâk kuralları, herhangi bir insanın toplumun diğer fertlerine karşı vazifelerini gündeme getirir

Öyleyse,bir insanı tanımak için insanlarla muamelesine bakılır Acı tatlı her halde edep üzere davranmayı başaran kimse,dünyada iken huzur cennetine girmiştir denilebilir

İnsanların toplum içerisindeki davranışları ve birbirleriyle münasebetleri hususunda, muhtaç olduğu ilimleri öğrenmeleri "farz-ı ayn" hükmündedir İbn-i Abidin: "Kulun dinini icrâsı, Allah için amelinin ihlası ve kulları ile muaşereti hususunda muhtaç olduğu ilmi öğrenmesi İslâm'ın farzlarındandır" [757] diyerek, buna işaret etmiştir Tahkiki mânâda iman etmiş olan bir mü'min, gerek Allah’u Teala'nın hukukuna, gerek insanların hukukuna, hassasiyetle riayet eder Peygamber Efendimiz(sav): "Mü'minlerin iman yönünden en mükemmel olanı ahlâkı en güzel olanıdır" [758] buyurmuştur Bu cihetle iman ile ahlâkı birbirinden ayırmak mümkün değildir



Ahlâk ile birlikte ele alınması gereken bir kavram da edeptir

Edeb, insanların davet olunduğu bütün hayır, fazilet ve mekârim-i ahlâkı [759] içine alır Seyyid Şerif Cürcani: "Edeb ma'ruftan [760] ibarettir İnsanı her türlü hata ve fenalıktan koruyan bir melekedir" [761] tarifini esas almıştır Kamus mütercimi Asım Efendi ise, edeb maddesinde şunları zikreder Edeb; nezâket, incelik ve usluluktur İnsanlara karşı sözü ve hareketi ile yumuşak bir muamele ve güzel bir tavır üzere olmaktır Bütün hatalı davranışlardan kendisiyle korunular şeyleri bilmektir Kişinin benliğinde (tabiatında, seciyesinde) yerleşmiş bir meleke olup; ona sahip olanları, kötülenmeyi ve ayıplanmayı gerektirecek şeylerden korur Âriflerin deyimi ile edeb “Dinin tespit ve tayin ettiği ahlaki sınırları korumak ve saygı gösterilmesi gereken yola girmektir” Bu ise insanın gönlünde yer etmiş olan güzel ahlâktan ibarettir İnsanı hakka götüren yolların hepsi edeptir Fıkıh âlimlerine göre; Resûl-i Ekrem (sav)'in sünnetine dayanan hareketler mânâsına gelir"

İslâm dininin tespit ve tayin ettiği ahlâki hükümlere göre ilişkilerimizi sürdürüyorsak, ruhlar âleminde verdiğimiz misak'a [762] sadakat gösteriyoruz demektir Gerek nefsimize, gerek ailemize ve gerek içinde yaşadığımız cemiyete karşı olan vazifelerimizi, İslâm'ın tayin ettiği ölçülere göre edâ etmek zorundayız İnsanların hevâ ve heveslerinden kaynaklanan ahlâk anlayışı, başlı-başına bir faciadır ve sürekli değişir Bu incelik asla unutulmamalıdır [763]

Mevlâna Celaleddin-i Rûmi(ks): "İnsanın edepten nasibi yoksa, o insan değildir İnsanla hayvanı birbirinden ayıran en bâriz fark edeptir Kur'ân-ı Kerim'i iyice tetkik edersen, bütün âyetlerin mânâsının edeb olduğunu görürsün" diyerek, edebin önemini veciz bir şekilde ortaya koymuştur

Öyleyse,insanlara karşı daima yumuşak davranmak, hatalarına rastladığında, bu hatalarını son derece yumuşak bir ifadeyle ve onları üzmeyecek bir tarz ve üslupla söylemek gerekir İnsanları ikaz ederken de aynı üslûbu uygulamak Müslüman’ın prensibi olmalıdır İslâm'ın insanların hayatlarında görülen pratik ahlâkı insanın kendisine, hemcinslerine, çevresinde ve Allah'a karşı olan bütün görevlerini içine alır Bütün bunlara baktığımızda İslâm ahlâkı hürmet, hizmet, merhamet, edep, hayâ, nefse hâkimiyet, tevazu, adalet, ve benzeri hususlar üzerinde yükselmiştir



GÜZEL AHLAKI EDİNMEK TEK BAŞINA ZORDUR

Güzel ahlak yüce Allah’a ve halka karşı görevlerini güzelce yapmaktır Bunun için ilim,sevgi,feyiz ve güzel örnek lazımdır Tek başına kimse kamil olmaz

Bilinmelidir ki, insanın doğuştan gelen temel yetenekleri değiştirilemez, ama kazanılmış huyları değiştirilebilir Zaten İlâhî kitapların ve insan eğitimcileri olan mürşitlerin güzel ahlâka teşvikleri de insanın değiştirilmesi mümkün olan huylarını hedef alır İnsan boyunu, rengini, akıl kapasitesini değiştiremez ama davranışlarını istediği biçimde yönlendirebilir İnsanın sorumluluğu da seçimi elinde olan davranışlarıyla sınırlıdır Seçimi elinde olmayan işlerden ötürü insan sorumlu değildir O, Allah'ın küllî irâdesi ve kaderinin belirlediği bir husustur

Öyleyse bu değişiklik gerektiren vasıflar terbiyet altına alınmazsa nakıs ve kötü vasıf olarak kalır ki o hal insana huzur değil mutsuzluk getirir

Terbiye olmak içinde Allah yolunda rehbersiz yürünmez Bu yol tek başına gidilmez İlahi destek olmadan başarıya ulaşılamaz “Allah kimi saptırırsa, onu doğru yola iletecek bir veli bulamazsın” [764] ayeti, başında bir veli olan kimsenin Allah’ın özel rahmetine ulaştığına işaret eder Merhum Said Havva (rah) der ki:

“Bu ayetten anlıyoruz ki, kişiyi hakka sevk edecek bir mürşid veli bulunduğu zaman, Allah’a davet en mükemmel şekilde yapılabilmektedir Bir insan elini mürşidin eline koyup intisap ettiğinde bu, Allah’a ulaşmada ve Onun yolunda başarıya ulaşmada en güzel bir imkan olmaktadır Esasen, peygamberler (aleyhimüsselam) Allah’a yönelişte gerçek hidayet önderleri olduğu gibi, kamil mürşitler de Allah’u Teala’ya davet işinde peygamberlerin kamil varisleridir Belirttiğimiz gibi, Allah’u Teala’ya davetin güzel bir şekilde gerçekleşmesi için mürşid-i kamilin varlığı çok önemli ve zaruridir”[765]

Bilinmelidir ki, her asırda iman ve takva ile kurtuluşa giden yol, İslam ümmetinin önünde örnek alınacak kamil insanların önderliğiyle başlar Bu her devir ve nesilde böyledir Sonra, başından sonuna kadar İslam’i hayatı yenileme ve canlandırma işini gerçekleştirecek bu insanlara ihtiyaç vardır Bu iş tamamen Allah’ın dinini yüceltmek ve ilahî rızaya ulaşmak gayesiyle yapılır

Öyleyse,insan, kendi başına noksandır Nefis devamlı kötülüğe meyil sıfatında yaratılmıştır Onun kontrol ve terbiyesi zaruridir Bunun için günahlardan korunmasına ve takviyeye ihtiyacı vardır Kalplerin ihyası din ile mümkündür Dinin ihyası ise, onu Allah için yaşamakla gerçekleşir Hayatın her safhasında yaşanmayan din, kalbe hayat olmaz İçi ve dışıyla Allah yolunda olmayan kimse, gerçek imanın tadını tadamaz

Peki bu yolun lezzetini nasıl hissedeceğiz? diye sorulursa denilebilir ki kamil mürşit olarak bilinen hidayet imamları ile…

Zira onlar hidayetin hakikatine ulaşarak,İslam’ı bütün varlıklarıyla yaşayanlarından bu yolda ve güzel ahlakta örnek, hidayet yolunda rehberdirler Edep ve takvada imamdırlar Onlar bu hâle ancak içleri ve dışlarıyla Allah’ın Resûlü (sav)’e tabi olarak ulaşmışlardır Bu derece bir teslimiyet, yüksek bir terbiyenin sonucu hasıl olmuştur Bu terbiye de kamil-mükemmil bir Allah dostunun elinde gerçekleşmiştir O Allah dostu da kendisinden önceki bir kamil mürşitten terbiye görmüştür Bu terbiye silsilesi böylece devam ederek sahabeye ve onlardan Allah Rasülüne kadar uzanmaktadır Buna manevi hâl intikali denir İlim nasıl bir alimden diğerine geçerse, manevi haller ve güzel huylarda da bir ariften diğerine intikal eder Böylece Resulullah (sav) Efendimizin ilim ve ahlak mirası ümmete ulaşmış olur

Kamil-mükemmil mürşitlerin üstlendikleri bu hayatî görev, birçok yönden bizleri ilgilendirmektedir Çünkü onlar,Resulullah Efendimiz(sav)’e vekaleten bu işi yürütmektedir

Müfessir Kad-ı Beydavî bu görevin önemine şu sözlerle dikkat çeker:

“Allah’u Teala bazı kullarını diğer kullarını terbiye için halife seçmiştir Aslında Yüce Allah’ın kendi işlerini gördürmek için bir halifeye ihtiyacı yoktur Bunu sırf kullarına merhametinden yapmıştır Çünkü her insan vasıtasız olarak ilahî feyzi alamaz, emirleri anlayamaz, kalbini manevi kirlerden arındıramaz Kusur ve noksanlıkları buna mani olur Bunun için bir vasıta gerekir Bu vasıta kamil insanlardır Bunun misali bedenimizde de mevcuttur Şöyle ki: Aralarındaki farklı yapıdan dolayı kemik etten gıda alamadığı için Allah’u Teala hikmetiyle ikisi arasında, her ikisinin hâline uygun bir kıvamda olan “kıkırdak” dokusunu yaratmıştır Kıkırdak gıdayı etten alıp kemiğe verir Allah’ın halifelerinin yaptığı da budur Allah’u Teala’dan aldıkları nuru ve feyzi kendi cinslerine aktarırlar“ [766]

Bu vazife ile bezenen Allah dostlarının amaçları, insanın terbiyesidir Bu terbiye herkes için gereklidir Hiç kimse, güzel ahlakta son noktaya ulaşmamıştır Güzel kulluğun bir sonu yoktur Kalp devamlı kontrol altında tutulmalıdır Nefsin terbiyesi uzun bir süreçtir Şeytan her an pusuda ve insanın peşindedir İnsan acı-tatlı birçok imtihan ve olayların içinde yaşar ve gelişir Bütün bunların arasında mükellefiyet devam etmektedir

Zira Allah Resulü(sav)’in buyurduğu gibi “Mü’minlerin iman bakımından en kâmil olanları,ahlâkı en güzel olanlarıdır” [767]

GÜZEL AHLAK VERİLEN İLAÇLARI İÇİMEKLE OLUR

Hadis-i şerifin gereği gibi olmanın çaresi verilen ilaçları harfiyen uygulamakla mümkündür Zira nefis terbiye olmadan haklar güzel korunmaz Veli terbiyesinden geçmeden ve verilen ilaçları içmeden nefis usanmaz

Öyleyse Peygamber Efendimiz(sav)’in bize tavsiye ettiği güzel ahlakı edinmek kalpleri arındırmak ve nefislerini terbiye etmekle başlar Kalp uyanmadan, gönül aynası günah kirlerinden arınmadan, nefis uslanmadan rahmet Peygamber(sav)’i hakkıyla tanınamayacağını anlaşılır Bu duyguyu hisseden bir mü’min irşatla görevli bir mürşidin edep halkasına girerek,Hz Peygamber (sav) ’in getirdiği edebin nasıl yaşandığı onda görülür Bu yakınlık Resulullah Efendimiz(sav)’in ahlakını canlı örneğinden tanımaya, mürşitteki bu hal sevgiye ve bu sevgi de Peygamber Efendimiz(sav)’in sünnetine tabi olmaya sevk eder

Kutbur-Rabbanî İmam Şarani (ks) demiştir ki, Efendim İbrahim ed-Düsukî (rah) derdi kiManevi hastalıklardan kurtulmak isteyenleri kast ederek)Bu kimselerin içi haset, kin, kibir, hile, aldatma ve benzeri huylarla doludur Mürşit onu bu hastalıklardan kurtarmak için kendisine bir pek çok yöntem ve ilaç tavsiye eder Çünkü, bu sayılan huylar şeytanî huylardır, kalpten temizlenmesi gerekir” [768]

Anlaşılan odur ki,hastalığımdan kurtulmak istiyorum,Efendimiz(sav)’in ahlakıyla ahlaklanıp Allah’u Teala’nın hoşnut ve razı olacağı bir kul olmak istiyorum diyenlerin bazı kurallara uymak mecburiyetindedirler

İmam Gazâlî’nin (rah)maddî olsun,manevî olsun, her türlü hastalığın tedavisi ancak:”

1-Kendisinde bir hastalık bulunan kimse, önce hastalığını kabul etmelidir Kendisini hasta görmeyen kimse, ilacını ve çâresini aramaz Onun için, doktorlar ve ilaçlar hiçbir şey ifâde etmez

2-Hastalığını kabul eden hastanın, bu hastalığın bir ilacının olduğuna, Allah’u Teala’nın, her hastalığa muhakkak bir ilaç yarattığına inanması gerekir

3-Hastanın, kendisini tedavi edecek mütehassıs bir doktora inanması ve ona teslim olması gerekir Böyle mütehassıs bir doktor bulmadıktan sonra, hastalığa ve ilacın varlığına inanması bir fayda vermez

4-Ayrıca, doktorun verdiği ilaçları kullanmak ve yazdığı reçeteyi uygulamak lazımdır Doktorun verdiği talimata uymayan kimse, hastalığını tedavi edemez Bu hâlde, ilacın ve doktorun varlığı, ona bir fayda vermez “[769] diyerek tedavi şartlarını belirtmiştir

Allah yolunda yürümek ve yükselmek isteyen bir kimse, önce, kendisinin ilahî rahmete ne kadar muhtaç olduğunu, nefsinin marifetullahı tahsilden çok âciz bulunduğunu anlamalı; kalbinin hasta olduğuna inanmalı, ilacını ve doktorunu aramalı, doktorunu bulunca da ona sımsıkı sarılmalıdır

Mevcut hastalığını kabul etmeyen, mütehassıs doktoruna güvenmeyen, tarif edilen usulde ilaçlarını içmeyen, hep kendi keyfine göre hareket eden kimse, maddi-manevi, hiçbir hastalığından kurtulamaz Böyle bir hasta kalkıp da “Aklım bana yeter, ben doktor tanımam, kimseye teslim olmam,istediğim gibi yaşarım” derse,ona akıllı değil,deli denir

Öyleyse,mürşit bir kimseye: “Komşularına yalan söyleme,onlara zulüm yapma,ailenle ve insanlarla iyi geçin” diye vb başka bir emir verse,bunları tamamen terk etmelidir İlaç ve ölçü budur

Bilinmelidir ki,hastalıkların tedavisi için tavsiye edilen ilaçları şanı Yüce olan Allah indirmiş, Resulullah Efendimiz (sav) bu ilacı içilecek hale getirmiştir O, bütün ümmetine ışık olmuş, yol açmıştır Saadetli hayatında ilmin amele, amelin hikmete, hikmetin muhabbete nasıl dönüştüğünü bizzat göstermiş ve bunun yolunu öğretmiştir

Unutulmamalıdır ki,muhtaç olan insandır Asıl hasta olan, insanın kalbidir İlaç Yüce Allah’tadır Bu ilacı hastalara ulaştıracak kulları yaratan da O’dur Onlar kamili mükemmil olan mürşid-i kamillerdir

İşte talip olan bir mü’mine içtiği ilaçların ilk uygulama sahası ve güzel geçimin ilk ispat yeri ailesidir

Zira,Allah Teala’nın:"Onlarla (kadınlarla) iyi geçinin!" [770] emri ilahiyesi…

Resulullah Efendimiz(sav)’in:

"Sizin hayırlılarınız,ailesine karşı en hayırlı davrananızdır" [771] hadisi şerifi ile kazanılan güzel ahlakın tatbikat sahasını belirtmektedir

Öyleyse,hastalıklarından kurtulmaya karar veren bir mü’min aile yaşantısına önem vermeli,davranışlarında Resulullah(sav)’in ahlakını benimsemelidir

Ailesine karşı yaptığı haksız ve kaba hareketlerin yerine, muhabbet ifade eden sözler söylemeli, edepli, adaletli ve mert olmalı…

Ailesinden zuhur eden ufak tefek hatalara, ağızdan kaçan sözlere sabır göstermeli, Ailesine karşı yumuşak ve şefkatli davranmalı, kaba ve sert olmamalı…nasıl mı?

Hz Aişe validemiz, kızgın olduğu bir defasında Resulullah(sav)’e: “Peygamber olduğunu iddia eden sen misin?” demiş, Efendimiz (sav) de rahmeti ve şefkati ile ona tebessüm edip geçmişti

Resulullah (sav), bazı zamanlar hanımları ile şakalaşır; davranış ve ahlak yönünden onların anlayabilecekleri seviyeye göre hareket ederdi Bir haberde rivayet edildiğine göre; Resulullah (sav), insanlar arasında hanımları ile en çok şakalaşan biriydi

İşte bu ahlak aile içindeki muhabbeti tahsis etmekte çok önemli bir unsurdur

Mü’min bu ve benzeri hususları öğrenmek suretiyle dün isyan halindeki hallerinden kurtularak yapmış olduğu tövbe ve tedavinin getirdiği müspet halleri ailesine sergileyerek, olabildiğince tevbe etmenin faziletini ve mürşid-i kamile bağlanarak tedavi olmanın faydalarını sergileyebilir

Yoksa yıllardır sergilediği çirkin vasıflarına karşın,hiçbir farklılık göstermeden insanları bu terbiye yoluna davet etmek ve onların gelmesini beklemek anlamsızdır

Alıntı Yaparak Cevapla