Prof. Dr. Sinsi
|
Mehmet Doğramacı Sohbetleri
Kalbimin sahibi sensin ! 
Mehmet Doğramacı
Kalbe dair ilk pırıltıların hakikat ufkundan yansımasıyla birlikte, tefekkür, yazı, sohbet, nakil ve karşılıklı bilgi paylaşımı şeklinde nurun çoğalarak yayılmasında samimi dostların ciddi gayretleri gözden kaçmıyor Açılan bu yeni düşünce kulvarında nice idraklerin gürül gürül çağlayarak akacağından şüphemiz yok…
ASLINDA NE DEMEK İSTEDİK?Kalp- Beyin bağlantısını tasavvufi anlamda değerlendirirken getirdiğimiz yaklaşıma dair pek çok görüş bildirildi Konuya yeni bir bakış açısı diyenler olduğu kadar, eski düşüncede mevcut kalp ile, bizim ehlinden ilhamla açmak istediğimiz kalp arasında tereddütler yaşandığı, bazı şeylerin yerli yerine oturmadığı da zikredildi Bu nedenle, bu haftanın konusuna geçmeden önce, kalp- beyin bağlantısına dair yaklaşımımızı özetlemek sanırız yerinde olur:
-Bizim kalp ile kastettiğimiz şey sadece yürek adlı organ değil, zahiren kalpten ilhamla KALBİ BOYUT, ÖZ NOKTA veya eskilerin tabiri ile her insanda mevcut KABE, yani GÖNÜLdür Bu manada kalp; insanda mevcut HALİFE noktasını içinde saklayan özdür, bize göre
-Bugüne değin kalp; duygunun, hissiyatın, heyecanın mahalli olarak bilindi Asırlar boyu; DUYGU KALPTE, AKIL BEYİNDE diye düşünüldü, ikileme düşüldü İkisinin de mahalli, ikisinin de açığa çıkış yeri beyindir Kalp ise, hem aklın, hem duygunun, hem ilmin, hem kudretin tabiri caizse hammaddesini, som halini, cevherini içinde saklayan maden ocağıdır! 
-“Beyni kalbe bağlamak” derken de “İNSAN olan yanımızı HALİFE yanımızla birleştirmek, daha doğrusu insan yanımızı halife yanımızın emrine vermek” ten bahsettik… İşte bu noktada Kalbi boyutun insanda açılmasını Halife sırrına açılma diye okuduk
-“Kalbi boyuta açılamayanlar halife değil mi?” itirazına cevabımız şudur: İster hakikati yaşayan mümin olsun, ister Hakkın örtündüğü münafık, kafir kategorisinde olsun, her insan halifedir, yeryüzünde!  Bizim “Kalbi boyutta mevcut halife kanalını açmak” dediğimiz olay ise, velayet kanalının kişide açılması şeklinde düşünülmüş bir yaklaşımdır… Şayet her insanın halife oluşu ile velayet kanalının açılmasındaki hilafeti net çizgilerle ayırmak gerekirse şöyle demek uygun düşecektir: HALİFE; terkibini yaşayan her insan, HALİFETULLAH; terkip kayıtlarını aşmak üzere kalbe yönelmiş, seçilmiş insan…Bizim konumuz; HALİFETULLAH adayı insandır! 
Böyle bir özet yaptıktan sonra haftanın konusuna girebiliriz
KURU BİLGİDEN YORULDUKSıcak bir yandan, okulların kapanışı ve tatil telaşı diğer yandan, yoğun bir hafta yaşadık Anadolu’dan telefon açan ilim aşığı genç bir dostumuz, samimiyetimize binaen kükreyerek şunları söyledi:
-“Kalp beyin bağlantısı” dedin, “Ayeti özde okuma” dedin, bunlara tamam da abi, bu iş nasıl olacak?  Senelerdir okuruz, düşünürüz, konuşuruz, sohbet ederiz Allah aşkına artık bu iş yaşama geçsin? Kalbi beyne bağla demek kolay abi! Kim bağlayacak, nasıl olacak bu iş? Varsa kolay bir yolu niye söylemezsiniz? 
Anlaşılan iyice bunalmış bizimki Fakat onun dile döktüğünü farklı biçimlerde diğer hakikat yolcusu dostlardan da duymadım değil hani Bilgi, kavram, tefekkür derken iş yaşama gelip tıkanıyor, adeta kilitleniyor
Bundan öteye nasıl gidilecek? Kolay yol var mı? Formül ne? 
Ağır sorular…
Klavye başındayım… Dışarısı kavruluyor En iyisi evde oturmak Perdeleri çektim dış dünyaya, örtündüm kesretten ve döndüm vahdete, özüme, iç dünyama…
Musikisiz tefekkür olmaz ki!  İçinde kalp geçen şarkılardan derlenmiş klasörü açıyorum Duygu ağırlıklı halimizi bilen dostlardan biri yollamış Zaten içim kıpır kıpır, al bir de bu şarkıları dinle, bakalım ne olur?  
Kalbi titreten şarkılarla kendimden geçerken Suat Sayın’ın okuduğu esere sıra gelince takılıyorum Bir daha geri alıyorum şarkıyı:
Kalbimin sahibi sensin
Orada yalnız sen varsın
Benim için sen her şeysin
Neş’esin, hayatsın…
Ömrüm geçip de saçlarıma
Beyazlar dolsa bile
Benim için sen her şeysin
Neş’esin, hayatsın…
Haftanın konu başlığı çıktı:
KALBİMİN SAHİBİTeslimiyetin, havada kalan bir olay olmadığına, içte yaşanan her şeyin dışta da zuhurunun görüleceğine, bâtında hissedilenin zahirde de hakkının verilmesi gerektiğine değinmiştik Ve ayakların yere bastığı, ötelemeden insanda bulmaya doğru bir akış başladığına da dikkat çekmiştik
Bugüne kadar ALLAH’A İMAN, RASULULLAH’A İTAAT deyince yaşadığımız iman ve itaatin havada kalan bir yaklaşım olduğunun farkında mısınız? 
Kim bilir, belki de “Yıllardır okuruz, bilgi derleriz ama yaşama bir türlü geçemiyoruz” serzenişinin de asıl nedeni burada düğümlü Yani havada kalan kavramsal yaklaşımların hakikatinin gereği gibi okunamayışı! 
Allah; ötede bir tanrı değil!  Ya Rasulullah?!  Sadece Medine-i Münevvere’de; yeşil kubbenin altında mı sadece o muhteşem evrensel gönül?! 
Her şey özde bulunacak, zahirde de karşılığı çıkacak diyoruz da ALLAH’A İMAN VE RASULULLAH(SAV) A İTAATIMIZIN ZUHURU NASIL SEYREDİLECEK?! 
Bu soruya verilecek cevba zemin olmak üzere İmanın Hakikati- Teslimiyet ve Rasülullah’ın Hakikati üzerine ehlinden yansıyanlara tekrar göz atalım:
Vehim; Teslimiyetle Yenilir: Meselâ sana biri geliyor, hiç aklının ve mantığının kabul etmeyeceği bir şey söylüyor Şu işi şöylece yap diyor  
Eğer sen, o kişiye tam bir itimadla güvenmişsen, daha önceden aklın yatmışsa; bu kişi mutlaka doğru söyler, kendi menfaatine dönük bir şey söylemez, söylediği doğrudur diye tam inanmışsan; işte o zaman söylediği ters bile gelse, vehim seni o işi yapmamağa tahrik etse dahi, ona olan o güvenin, teslimiyetin dolayısı ile o işi yaparsın!
İşte o işi yapman anında sen vehmini yenmişindir Ama işi o iman ve teslimiyetle yapmayıp da, "acaba ben bu işi böyle mi yapsam ? Bu böyle diyor ama, bu böyle olursa, böyle böyle sonuçlanır; yok böyle olmazsa, şöyle şöyle neticeler doğurur"un içine girdin mi, işin içinden çıkamazsın ve o işi gerektiği biçimde yapamazsın
Yapamadığın zaman da vehim sana galip gelmiş olur! Yani yapamamak, vehminin sana galip gelmesindendir Bu yüzdendir ki ölümötesi yaşam konusu, teslimiyet ve iman esasına dayandırılmıştır
Vehmin üstesinden “iman” ve “teslimiyet” ile gelinir ancak! Bunu hiç unutmayın!
Teslimiyet Yoksa, Yolda kalırsın: Tasavvuftaki bütün gerçek tarikatlar da, Rasûlullah`a teslimiyet esasına dayalı olarak, gelen kişiye yardımcı olabilirler Eğer Rasûlullah`ın bildirdiklerine teslim olabilirsen, sana yardımcı olabiliriz, derler!
Mutlak teslimiyetin, söz konusu olmadığı yer ve hâl ve ortam, tarikat değil "iyi ahlâk derneği" çalışmalarıdır! 
Onun için teslimiyet şarttır! Rasûlullah`a teslimiyet olmadığı sürece, yetiştirici yardımcı olamaz Çünkü herşeyi akılla izah etmesi mümkün değildir 
Sevmek; Teslimiyete Götürür: Sevgi, aktığı kadarıyla kişide benliği yok eder Ne kadar çok seviyorsan, sevgin kadar karşındakine teslim olursun; bunun sonucunda da ondan razı olmak mecburiyetindesin
Bu sevgi, aşk noktasına ulaştığı anda artık onun yanında senin istek ve arzuların sıfır noktasına düşer Sadece, onun yanında olayım, yeter dersin, ne hâl ve şart içinde olursam olayım Hani, diyor ya;
“Dün gece yâr hanesinde yastığım bir taş idi
Altım çamur, üstüm yağmur, gene gönlüm hoş idi ”
İşte, o yâr hanesinde altı çamur, üstü yağmur, başının altında sadece taş var iken mutlu olmak, aşkın sonucudur Bu, mutlak teslimiyete götürür
Ölmeden Evvel Ölmek; Teslimiyetten Geçer: Gerçek derviş, geçici dünya menfaatini şeyhinden sormaz! Sorarsa, o daha derviş olmamıştır! Çünkü tasavvufa girmenin amacı dünya çıkarları ya da siyaseti değildir! Zira Şeyhe teslimiyetin tek bir amacı vardır, o da Allah`a ermek!
Bu amacın dışında ki her amaç, gerçek gayesine ortak koşmaktır; ki bu da onun yolunu kesmekten başka bir sonuç getirmez
Tarikata girmiş olmak için, bir mürşide tüm varlığını teslim etmen gerekir! Nasıl? Ölmeden evvel ölmüş, gibi! 
Öyle bir teslimiyet ki, bu beden üzerindeki tüm tasarrufları ona bırakacaksın! O, "ye" derse yiyecek, "yeme" derse, yemeyeceksin!  "Yat", diyecek, yatacaksın; "kalk", diyecek, kalkacaksın; "çalış", diyecek çalışacak; "çalışma", diyecek, çalışmayacaksın!  Şunları şu kimseye ver, diyecek, vermem demeyeceksin! 
Yani, bir ölü nasıl bu beden üzerinde tasarruf edemezse; bu bedenle olan hiç bir olay o ölüde etki uyandırmazsa; sen de o hale geleceksin!  
Bu konuda seni nasıl uyarıyor dikkat et: "Ölmeden evvel ölün"!
TESLİMİYET, AMA KİME? Bunları okuyan çoğunuzun, “İyi de şunu daha da net yazsan” dediğinizi tahmin ediyorum Bazı şeylerin vakti gelse de yazması da, ifadesi de güçtür çoğu zaman
Telefondaki sesin sorusu ne idi? 
Beyni kalbe bağlamak, insandan halifeye varmak tamam da nasıl olacak? 
Kolay yolu ne ,formülü ne?  
İşte şimdi oraya geliyoruz! 
Bir kere şunlarda hem fikiriz değil mi?
1-Kuru bilgi ile kemale erilmediğini gördük, yaşam ihtiyacı duyuyoruz
2-Allah’a İman, Rasüle İtaatin hakikatini bilmediğimiz, iman ve itaati havada kalan bir kavram olarak yaşadığımız, bir şeylerimizin eksik olduğu da ortada!
3-Ömür kısa, hayat ağır, kolaylaşan bir yol ve formül arıyoruz Yani işin asıl ruhunu, olması gerekeni arıyoruz
Bunlarda hem fikirsek sohbetimize devam edebiliriz
Allah’a İmanın hakikati zihinsel bir iman mıymış, yoksa daha mı farklı imiş, ehlinden dinleyelim (Hemen belirtelim ki burada kastedilen iman avama dönük iman değil, hakikatini tanımaya aday olanlar içindir):
"Nefs"inin hakikâtini bildikten sonra da, nefsinin hakikâtine ermesi için dahi, o hakikâti yaşayan birini bulup, ona varlığını teslim etmesi gerekir; ki, bu teslimiyet gerçekte kişiye değil, "ALLAH"a olan teslimiyettir!  
Çünkü o hakikâti yaşayan kişide gören göz, söyleyen dil işiten kulak, tutan el, yürüyen ayak "ALLAH"`a aittir Dolayısıyla, bu vasıflarla vasıflanmış kişiye olan teslimiyet ancak ve ancak "ALLAH"'a olan teslimiyettir!
Duydunuz mu ne diyor ehli?  Ben altı çizili cümleleri defalarca okudum, doyamadım açılan manaya! Ve okudukça yandım Boşa geçen, akıl-mantık- ben bilirim ile geçen yıllara!  
Neymiş Allah’a iman ve teslimiyet?  Ehli açık yazdığı için bizde açık özetleyeceğiz:
ALLAH’A İMAN VE TESLİMİYET= ALLAH EHLİ ZATA İMAN TESLİMİYETTİR! 
Lamı cimi yok dostlar!  “Ben kimseye teslim olmam, ilmim var kardeşim, her ilim sahibini dinler, seyreder, yorumlar, kendim hakikate ulaşırım” diyenlerden biri de bendim! İş öyle değilmiş! Önceleri söylediğim bu yaldızlı cümle meğer nefsimin illüzyonundan başka şey değilmiş İşin aslı bu!
Devam edelim okumaya Bakalım hakiki ilim, kimden ve nasıl alınırmış? Nasıl “Abdullah” olunurmuş? 
   Ancak, bütün bunları gerçekleştirebilmesi için, bu kemâl ile yaşayan birini bulması şarttır
Çünkü, belli şartlanmalar veya tabiatın istekleri veya vehmi benlik mevcutken, onun kendi kendine bunu aşabilmesi mümkün değildir -ki, bu olayı "AKIL ve İMAN" isimli kitapta izah ettik
İşte o kişi, Tek`in takdiri üzere buna ulaşacak ise, kendindeki tüm şartlanmalara dayalı değer yargılarını terkettirebilecek birini bulur; ki, O kişi daha önceden bunlardan arınmıştır
Zira, yüzmeyi, yüzmesini bilen öğretir! Hayatında deniz görmemiş adam eğer, "yüzüyorum ve öğretiyorum" derse; koyver yüzmeye devam etsin!
Dağın başındaki deniz görmemiş çobandan yüzme öğrenilmez!
Evet, o kemâl ehli zâttan bu ilmi iyi idrâk edebilirsek, hitâbın nereden ve kimden geldiğini görebilirsek, arınmanın şeklini, yolunu yordamını, mâhiyetini anlıyabilirsek; ve tüm bunların sonucunda da yeterli çalışmayı hakkıyla yapabilirsek varlığımızı Tek`e teslim ederiz!  İslâm olduğumuzu fark ederiz! Ve, "Abdullah" yani "Allah`ın kulu" olarak O`nun mânâları bizim aynamızda, O`nun tarafından seyredilir
Ne anladık? Cahil cesur olur, ben buradan da anladığımı özet olarak yazayım:
ABDULLAH (ALLAH KULU) OLMAK= KULLUĞUN HAKİKATİNİ YAŞAYANA TESLİMİYETLE MÜMKÜNDÜR! 
Buraya kadar Allah’a imandan bahsettik ağırlıkla Peki Rasülullah’a teslimiyet nasıl olacak? Hakikati arayanın Rasulullah’a teslimiyeti acaba “Sevgili Peygamberim” düzeyinde ötelere şiir yazmak şeklinde mi gelişecek? (Hemen belirtelim öteye de olsa Hz Muhammed (sav) i sevmek şerefelerin en büyüğüdür Biz, işin hakikatini arayanlara hitap noktasında böyle diyoruz)
"Hakikât" sırrına ermek; "hakikât"i yaşamak; "benlik"ten yani "nefis"ten kurtulmak; veya dini tâbiriyle "şirki hafi"den arınmak, ancak ve sadece "iman" ve "Rasûlullah`a teslimiyet"le mümkündür
Nasıl iman ve teslimiyet? Sana; varsayalım, git kendini şuradan at öldür diyecek Oradan gidip kendini aşağı atacaksın gibisine! 
Veya senin ters bildiğin bir şeyi sana söyleyecek; sen onu yapacaksın; gibisine!  Ama böyle bir şey denir mi; elbette denmez! Bunu iman ve teslimiyete bir ölçü, misâl olsun diye anlatıyorum Vehim, sana yapma diyecek; ama sen en azından şunu düşünmelisin  
"Rasûlullah`ın benden ne menfaati var ki bunu böyle demiş  Allah Rasûlü , benim iyiliğim için demiş! Mademki böyle demiş, ben bunu böyle yaparım"; deyip yapacaksın! Neticesi de senin için mutlaka selâmettir
Bu "İMAN" yoluna karşılık, şeytâni cinler de senin vehmini tahrik edecek; aklına, çeşitli şartlanma yollu edindiğin verilerle oluşmuş mantığa dayalı fikirler getirecek; böylece de seni imanının gereği olan şeyi yapmaktan alıkoyacaktır
Yani, cinler seni "ALLAH" yolunda mantık oyunlarıyla vurmak isteyeceklerdir ki; bundan da tek kurtuluş yolu "İMAN" ipine sarılmaktır!
İŞTE BU YÜZDEN DİN, "İMAN" ESASI ÜZERINE KURULMUŞTUR! RASÛLULLAH`A TESLİMİYET OLMADIĞI SÜRECE, YETİŞTİRİCİ YARDIMCI OLAMAZ ÇÜNKÜ HER ŞEYI AKILLA IZAH ETMESİ MÜMKÜN DEĞİLDİR…”
Allah’a imanın zuhuru ve olması gereken şekli anlaşıldı Rasülullaha teslimiyet ve onu sevmenin hakikati henüz tam açılmadı değil mi? Ehlinin bir başka sohbetine kulak verelim şimdi Ama can kulağı ile lütfen… Çünkü yukarısı kadar açık değil burası Kendinizi verecek, mesajı kendiniz alacaksınız
Rasulullah (as) dünyaya zahir olduktan sonra ondaki kemalatın; ondaki zahir oluş ilminin sonucu olarak onun varislerinde açığa çıkan, onun varisleri şeklinde açığa çıkan melekut alemi, onun varisleri olarak suretlenmiş, açığa çıkmış varisleri olayı devraldı…
Ve suretler aleminden bu tasarruf devam etmeye başladı… Yani, biz bir Abdülkerim Ciyli veya bir Abdülkadir Geylani dediğimiz zaman aynen Kureyşli muşriklerin Rasulullah (as) a “0 da bizim gibi bir beşlerden başka bir şey değildir çok ibadet ederek Allah’a yaklaşmıştır, Allahtan vahiy alıyordur” deyişi gibi Kureyşli müşrikler ve kafirler gibi Abdülkadir Geylani ve Abdülkerim Ciyli’ye bakıyoruz Her ne kadar takliden veli diyorsak da söylediğimizin derunundan kör oğlu, kör oğlu körüz  
Çünkü o isimle andığın zevatın hakikati o melekut mertebesinin zuhurundan başka bir şey değildir 
Bizimle, ben sen o biz dediğimiz bu algıladığımız alemle hakıkatımız olan esma mertebesine direkt bağlantı kurup aradaki melekut aleminden örtülü yaşıyoruz…
Halbuki işin bütün sır noktası burası!  
Dedik ya cahil cesur olur O sır noktasına da dokunup bitirelim:
RASÜLULLAH’I SEVMEK, İTAAT ETMEK, ONA TESLİM OLMAK= ONUN VARİSİ OLAN ZATIN İLMİNE, MESAJINA TESLİM OLMAK, ONU SEVMEKTİR! 
…
… … …
Çoğunuzun sorduğu bir soruya cevap olmak üzere yukarıdaki açıklamaları idraklere sermeye çalıştık Kalp Beyin bağlantısı nasıl kurulur, YARATILMIŞ İNSAN konumundan YARATILMAKTAN BERİ OLAN HALİFE konumuna nasıl yükselinir, bir cümle ile cevabı toparlayalım:
KALBE; HİLAFETE ERMENİN YOLU; KALB SAHİBİNİ BULMAKTAN GEÇER KALB SAHİBİNİ BULMAK; HAYAT BULMAK, HAKİKİ HUZUR VE NEŞEYE KAVUŞMAKTIR…
Ne diyordu bestede?
Kalbimin sahibi sensin
Orada yalnız sen varsın
Benim için sen her şeysin
Neş’esin, hayatsın…
“Aramakla bulunmaz, ama bulanlar arayanlardır” demiş bir büyük zat
Kalbinin Sahibini arayanlara selam olsun!  
(Sürecek)
|