08-02-2012
|
#2
|
Prof. Dr. Sinsi
|
Teşehhüd
İşte diller, böyle bir hakikatin inkârı için âdeta yarış etmektedirler Çünkü hazır olmayan bir nesnenin inkâr edilmesi, insanın fıtratında bulunan bir tabiattır Eğer annesinin rahminde bulunan ceninin aklı olsaydı, dışarıda, geniş dünyada gezen insanların varlığının imkânını dahi inkâr ederdi Eğer küçük çocuğun azıcık tefrik kabiliyeti olsaydı belki de akılların idrâk edebildiği gök ve yerlerin hakikatlerini inkâr ederdi İşte böylece insanoğlu bulunduğu mertebenin ötesini inkâr edegelmektedir
Veliliği inkâr edenin, nübüvveti de inkâr etmesi gerekir Yaratıklar çeşitli aşamalardan geçerek şekillenmişlerdir Bu bakımdan insanoğluna, bulunduğu basamağın ötesini inkâr etmesi uygun düşmez Evet, hakikatı, kalplerini mâsivadan temizlemekte değil de cedel ve şaşırtıcı münakaşalarda arayanlar, onu kaybederek inkâra düşerler ve düşmüşlerdir de  
Mükâşefe ehli olmayan kimse, gayba iman edinceye ve tecrübe ile mükâşefeye varıncaya kadar tasdik etmese bile hiç olmazsa inkâra kalkışmamalıdır
Çünkü hadîs-i şerîfte şöyle buyurulmuştur:
Kul, namaza kalktığı zaman, Allah Teâlâ kendisi ile onun arasındaki perdeyi kaldırır ve onunla yüzyüze gelir Melekler de onun omuzları hizasından itibaren tâ arşa kadar hava boşluğunu doldururlar Onunla birlikte namaz kılar ve onun yaptığı dualara 'âmin derler Göklerin tam ortasından namaz kılan kimsenin üzerine rahmet yağar Allah'ın tellallarından birisi şöyle bağırır: 'Eğer şu münacaat eden kul kime münacaat ettiğini bilseydi, gözleri sağa-sola kaymazdı Göklerin kapısı namaz kılanlar için açılır' Allah Teâlâ namaz kılan kulu ile meleklere karşı iftihar eder 97
Gök kapılarının açılması ve Allah Teâlâ'nın namaz kılan kulu ile yüzyüze gelmesi, daha önce zikrettiğimiz mükâşefe ilminden kinâyedir
Tevrat'ta 'Ey Âdemoğlu! Ağlayarak ibadet edip huzurumda kaim olmaktan acz gösterme Kalbine yaklaşan Allah'ım! beni benim nûrumu gayb âleminde görmüştün' yazılıdır
Ebu Tâlib el-Mekkî şöyle der: 'Namaz kılanın sezdiği rahmet kapılarının açılışı ve hissettiği ağlama ve rikkâtin, Allah Teâlâ'nın onun kalbine mânen yaklaşmasından meydana geldiğini kuvvetli bir şekilde tahmin etmekteyiz Allah'ın bu şekildeki yaklaşımı mekânî bir yaklaşma olmadığına göre bunun mânâsı ancak hidayet, rahmet ve perdelerin aralanmasıyla yaklaşmadır'
Deniliyor ki; kul iki rek'at namaz kıldığı zaman, onun bu hareketine her onbin meleğin bulunduğu on saf melek özenmektedir Böylece Allah Teâlâ, o kuluyla yüzbin meleğe karşı iftihar etmektedir Bunun sebebi; kulun, namazında kıyam (ayakta durmak), kuud (oturmak), rükû ve secdeyi bir araya getirmesidir
Halbuki Allah Teâlâ bu dört vazifeyi kırkbin meleğe taksim etmiştir Kıyamda olan melekler kıyamete kadar bu şekilde kalıp rükûa varamazlar Secdede olan melekler ise, kıyamete kadar başlarını secdeden kaldıramazlar Rükû ve kuudda olan melekler de böyledir Allah Teâlâ'nın meleklerine ihsân buyurduğu yakınlık ve rütbe, aynı seviyede devam eder; ne eksilir ve ne de artar İşte bu sırra binaen Allah Teâlâ meleklerinin şöyle dediklerini haber vermektedir
Biz meleklerden her birimizin bilinen bir makamı vardır (Sâffât/164)
İnsanoğlu, daha yüksek bir dereceye yükselme imkânına sahip olmak bakımından meleklerden ayrılır Çünkü insanoğlu, ibâdetleriyle durmadan Allah Teâlâ'ya yaklaşır O, bu fırsattan habire istifade etmektedir Melekler içinse makam artışı kapısı kapalıdır Herbir meleğin muayyen bir rütbesi ve bir vazifesi vardır; ondan başkasına intikâl etmesi mümkün değildir Onda gevşeklik gös-termesi de düşünülemez
Göklerde ve yerde olan bütün varlıklar Allah'ındır O'nun katındakiler (melekler) kendisine ibâdet etmekten ne büyüklenirler, ne de usanırlar Gece gündüz hep Allah'ı tesbih ederler, hiç ara vermezler (Enbiyâ/19-20)
Derece artışının anahtarı namazdır
Hakîkat, mü'minler zafer bulmuştur Onlar namazlarında tevazu ve korku sâhibidirler (Mü'minûn/1-2)
Allah Teâlâ, imandan sonra zafer elde edenleri tevazuyla kılınan namaz ile methetmiştir Sonra zafere ulaşanların vasıflarını, 'namaz kılmaktır' diye sona erdirerek şöyle buyurmuştur:
'Onlar ki, namazlarını gereği gibi ve devamlı kılarlar' (Mü'minûn/9)
Daha sonra da bu sıfatlara sahip olan mü'minlerin şu sonucu elde ettiklerini ilân etmiştir:
İşte bu vasıflara sahip olan kimseler vâris olanlardır Onlar Firdevs cennetine vâris olacaklar ve orada ebedî olarak kalacaklardır (Mü'minûn/10-11)
Görülüyor ki, Allah Teâlâ, bu sıfatlara sahip olan mü'minleri başlangıçta felâh (zafer) ile sonunda da Firdevs'in vârisi olmakla vasıflandırdı Benim kanaatime göre insanı bu dereceye yükselten, kalbin gâfil olmasıyla beraber yalnızca dilin hareketinden ibaret olan namaz değildir 
İşte bu sırra binaen Allah Teâlâ felâha kavuşanların tam zıddı olanlar hakkında da şu ifadeyi kullanmaktadır:
Mücrimlere'Sizi cehenneme sokan nedir?'diye sorulduğunda 'Biz namaz kılanlardan değildik' derler (Müddessir/41-43)
Bu bakımdan Firdevs'in vârisleri ancak namaz kılanlardır Allah'ın nûrunu müşahede edip O'na yakın olmaktan zevk alan ve kalben O'na yaklaşanlar da yine namaz kılanlardır Allah Teâlâ'dan bizi namaz kılanlara dâhil etmesini, sözleri suç ve fiilleri çirkin olanların şerrinden korumasını dileriz Çünkü ihsânı kadîm olan, kerem ve minnet sahibi bulunan ancak O'dur Allah, seçtiği her kuluna rahmet deryâlarını coştursun Amin!
96) Esed kabilesindendir Kûfe'de kurraların imamıydı H 103 senesinde vefat etmiştir
97) Kut'ul-Kulûb'da küçük bir ibare değişikliğiyle rivayet edildiği gibi, Sühreverdî tarafından el-Avârif adlı eserinde de zikredilmiştir Irâkî ise, bu hadîsin aslına rastlamadığını kaydetmektedir
İmam Gazali
|
|
|