Prof. Dr. Sinsi
|
Hiç Miracınız Var Mı?
Mü'minin Miracı Namaz

Peygamber Efendimiz’e soruldu: “Allah’ın en çok sevdiği amel hangisidir?”
Efendimiz cevap verdi: “Vaktinde kılınan namaz ”
Sonra hangisi:
“Ana-babaya iyi muamele etmek”
Daha sonra hangisi:
“Allah yolunda cihad”
Efendimizin verdiği cevaplar, gerçekten düşünmemiz gereken cevaplar
Efendim şimdi birçoğumuza sorsalar Allah’ı hoşnut etmek için neler yapmak istersin? Diye acaba nasıl cevap veririz?
En zor işleri sayarız belki de Ama Allah’a en sevgili amel hadiste gördüğümüz gibi “Namaz Kılmak”
Belki bazılarımıza göre bu cevap, basit veya sıradan bir cevap gibi gözükecektir Hatta bazınız bu cevap karşısında: Namazı herkes kılar, diyebilir Namaza karşı böyle yaklaşmamızın sebebi herhalde her gün yaptığımız bir alışkanlık haline gelmiş olmasıdır Denilir ki “HER KİM NAMAZI BASİT GÖRÜRSE O DA ALLAH KATINDA BASİTLEŞİR”
Bizim için en önemli bir ibadet olan namaza, düşünmeye gerek duymayan bir taklitçi gibi yaklaşmak, bizi onun hakikatinden uzaklaştırır
Namaz nedir?
Neden kılınmalıdır?
Nasıl kılınmalıdır? Bu soruları isterseniz bir kez daha soralım kendimize…
Değerli dinleyenler namaz, hiç şüphesiz ki dıştan gözüktüğü gibi sadece hareketlerden ibaret değil Çünkü öyle olsaydı birçok insana zor gelmezdi Zayıflamak için veya sağlık için hareket yapanlar da kolaylıkla namaz kılabilirlerdi
Peygamberimiz bir hadislerinde şöyle buyurmuşlar:
“Bana dünyada üç şey sevdirildi Güzel koku, güzel kadın ve gözümün nuru namaz”
Efendim şimdi biz de kendimize soralım: Bize dünyada neler sevimli geliyor Ve bu sevdiğimiz şeyler içinde namaz var mı?
Namazı da seviyor muyuz?
Bu sorulara gönül rahatlığı ile olumlu cevaplar veremiyorsak, namaz meselesini ve kıldığımız namazı yeniden düşünmemiz gerek
Neden namaz kılıyoruz? “Allah namazı farz kıldığı için ”
Peki acaba Allah Teala hazretleri neden farz kıldı? Kendi zatı için mi, yoksa bizler için mi?
Elbette kendi zatı için değil Ayette şöyle buyruluyor:
“Namazı dosdoğru kıl Gerçekten namaz, çirkince utanmazlıklardan ve kötülüklerden vazgeçirir ” (Ankebut, 45)
Demek ki dosdoğru kılınan namaz, insanları kötülükten alıkoyuyor Hele ki küfrün ve şirkin yaygınlaştığı toplumlarda sadece ve sadece gereği gibi kılınan namazlar ile arınmak mümkün Nitekim efendimiz ashabına sormuş:
“Kapısı önünden bir nehir geçip de günde beş defa bu nehirde yıkanan kişinin üstünde kir kalır mı?
“Hayır asla kalma, demiş ashabı Bunun üzerine Efendimiz:
“İşte beş vakit namazın misali budur Allah (c c) bu namazlar sebebiyle şirk hariç bütün günahları siler, yok eder “ buyurmuş
Şimdi bazı kimseler içinde yaşadığı topluma bakarak: “Bir çok insan namaz kılmasına rağmen, ne kötülüklerden uzaklaşıyorlar ve ne de arınıyorlar?” diyebilir
Önemli olan namazı gereği gibi kılmaktır Eğer bizi kötülüklerden alıkoymuyorsa, kıldığımız namazları tekrar gözden geçirmemiz gerekiyor sanırım
Namazın öncelikli şartlarından birisi de yalnızca Allah için kılınmasıdır Bir insanın karısın-kocasını, annesini-babasını veya başka birini memnun etmek için kıldığı namaz, hak katında makbul değildir
Bir ayette şöyle buyrulur: “De ki: Şüphesiz benim namazım, ibadetlerim, yaşamım ve ölümüm, alemlerin Rabbi olan Allah içindir ”
Allah’a yakınlığın ayrı bir unvanı sayılan namaz, imandan sonra en büyük hakikattir Namaz, kalbimizin nuru, ruhumuzun huzuru Ruhumuzun Rabbimizle irtibatını sürdüren namazdır
Namaz, insanı sonsuzluğun semalarında dolaştırıp melekler alemine ulaştıran miraç enginlikli muhteşem bir ibadet
Mümin, Allah’ın kudretini idrak eden ve büyüklüğü karşında hayranlık duyan insan demektir Namaz, duyulan bu hürmet ve hayranlığın en münasib hareketlerle dile getirilmesi
Âlimlerimize Her Rek’âtta İki Secde Olmasının Hikmetini sormuşlar Bakınız alimlerimiz her rekattaki iki secdenin hikmetini nasıl açıklamışlar
Meselâ birinci nükte şöyle gelmekte İlk secde ezel içindir, ikinci secde ebed içindir Bu iki secde arasında kalkmak ise (celse diyoruz) dünyanın ezel ile ebed arasında olduğuna işarettir
Zîra Allâh’ın ezelî oluşu ile, O’nun evvel olduğunu, kendisinden önce başka bir evvelin olmadığını anlıyor ve Ona secde ediyoruz Allâh’ın ebedî oluşu ile de, O’nun âhir olduğunu, Ondan sonra başka bir âhirin olmadığını öğreniyor ve bunun üzerine ona ikinci kez secde ediyoruz Âyet-i kerîme vardır: “O evveldir, âhirdir,zâhirdir, bâtındır” diye…âyet-i kerîmelerde sabit olan bir husustur
İkinci bir nüktesine bakalım Niçin iki secde ediyoruz? Birinci secde ile dünya, âhirete nisbetle fâni olduğu, ikinci secde ile de âhiret âleminin, Allâh-u Zülcelâl Hazretleri’nin celâl nurunun görülmesi (yani zuhûru) karşısında fâni olduğu için iki secde yapılıyor
Bir başka vechesi; birinci secde haddizatında her şeyin fâni olduğunu, ikinci secde de, her şeyin ancak Allâh’ın bâki kılmasıyla bekâ bulabileceğini gösteriyor Ki, yine âyet-i kerimeden misal veriyoruz (Kasas,88) âyetinde Allah Teâlâ: “Allâh’ın zâtı hariç her şey helâk olacaktır” buyurmuştur
Bir başka nükteyi de şöyle açıklamışlar: Birinci secde şehâdet âleminin, (Şehâdet; gözle görme ki, müşâhede makamı evlîyaullaha mahsustur, halkın itikat ettiği şeyleri onlar gözle görürler ) Allâh’ın kudretine boyun eğdiğine, ikinci secde de ruhlar âleminin bizzat Allâh-u Zülcelâl Hazretleri’ne boyun eğmiş olduğuna delâlet etmektedir Bu da Elest bezminde olan ikrar, ikinci secdede tekrarlanıyor demek oluyor ki, A’raf sûresi elli dördüncü âyet-i kerîmede Allah Teâlâ: “İyi bilin ki, yaratma ve emir onundur, ona mahsustur” buyurmuştur
Bir nükte de şöyle gelir; birinci secde Allâh’ın zâtına ve sıfatlarına dair bize lütfettiği ilim ve ilimin miktarına şükürdür İkinci secde ise Allâh-u Zülcelâl Hazretleri’nin Celâl ve kibriyasının haklarını elde etmeye ulaşamamanın korkusu ve acizliği için yapılan secdedir
Yaratılmışların en şereflisi olan insan, kainatın gözbebeği ve varlıkların içinde çok özel bir yere sahip Yüce Rabbimiz, en seçkin varlık addettiği insanın, kendisini anlaması için, temel yapısını bir takım donanımlarla teçhiz etmiştir
İnsan bunun şuurunda olsun veya olmasın her namazda, her hamd niyazında gönüllerin esrarlı perdelerinden biri açılır ve insan adım adım Allah’ın sonsuz sırrına yaklaşır
Namaz, nasıl ki bir ruhi arınmayı sembolize ediyorsa, abdest de fiziki arınmayı sembolize eder Ve mümin, namazda dirilişe geçmeden, Yüceler Yücesinin huzuruna girmeden önce, o huzurun büyüklüğünü, azametini düşünerek bedenini temiz olmayan şeylerden ve sezildik sezilmedik kötülüklerden arındırır
Peygamberimizin abdestle ilgili olarak şöyle buyurur: “Benim ümmetim kıyamet gününde abdest azalarının parlaklığı ile tanınacaktır Kim parlaklığının çok olmasını istiyorsa abdest suyunu gücünün yettiği yere ulaştırsın”
İbadetin kabulu için bir ön şart olan abdest, yani dini temizlik maksadıyla, eller ağız, burun, yüz, kollar, kulaklar ve ayakların yıkanıp başın mest edilmesi bir dış temizlikten öte, geçmiş için bir tevbe (çünkü bunlar kötülük yapabilen ana uzuvlardır) ve geleceğe azimle ümitle girme anlamını taşır Mümin, abdest almakla, bilerek veya bilmeyerek bu uzuvlarıyla işlediği günahlara tevbe etmiş ve günahlarından arınmış olur
Abdestle fiziki olarak arınan mümin, ardından temiz bir kıyafetle, temiz bir mekanda ruhen arınıp semavi bir seyahate çıkmak için Rabbinin huzuruna yönelir Bütün dikkatini, toplayarak ellerini kaldırır ve içinden gele gele “Allahu Ekber: Allah en büyüktür” diyerek Yaratıcısını selamlayıp esas vaziyetini alır
Mümin, bu tekbir hareketiyle zaman ve mekanı ardına atarak kalbinden ve kafasından siler ve yeni bir dünyaya, zamansız bir mekana doğru yola çıkar İşte mir’ac bu yolcuğun adıdır
Bilindiği gibi namaz, mi’rac yolculuğunda Efendimiz’e (s a v) hediye edilmiş, Efendimiz de, “Ya Rabbi, inanan salihlere de bu mutluluğu lutfet” diye niyazda bulunmuştur Allah da bu son nebinin, Habibinin niyazını çevirmeyerek insanlığın namazla şereflenmesini sağlamıştır
Mümin, tekbirle birlikte dimdik ayakta durarak semavi seyahatına, namaza başlar Bu duruş Allah’ın huzurunda bir saygı duruşudur Tüm hamdin yalnızca Ona olduğunun hal ve beden diliyle ifadesidir
Sonra mümin, kendisini ve bütün varlığını yaratan Rabbine karşı hayranlık ve hürmet duygularını dile getirmeye çalışır, Sübhaneke “Sen ne Yüce ve eşsizisin, sen ne büyüksün Allah’ım” diye söze başlar ve şöyle devam eder: “Senin ismin ne mübarek, ne güzeldir Sen ne yüzesin ve senden başka bir mabud yoktur Allahım” diye Rabbini böyle en parlak ve canlı sözlerle selamlayan mümin ardından esas maksadına geçer
Mü’minin maksadı ve Rabbisinin kapısını çalmasının birinci sebebi, kendisine bahşedilen sonsuz nimetlere karşı teşekkürlerini bildirmektir O, “Alemlerin Rabbi olan Allah’a hamd olsun” dedikten sonra dilekleri sunar
Ayakta, Rabbinin üzerinde tecelli eden sayısız nimetlerini düşünen mümin, ardından bu nimetleri veren Sonsuz Kudret Sahibi’nin huzurunda minnet ve şükranla iki büklüm olarak rükua gider Bu hareket aynı zamanda bir hayret makamıdır, itaatın zirvesi ve vicdanın kayıtsız şartsız teslimiyetidir
Kulluğa kilitli mümin, adeta bir asa gibi bükülür ve iliklerine kadar işleyen bir kulluk şuuruyla İlahi azameti “sübhane rabbiyel ala: Büyük olan Rabbimi şanına layık ifadelerle yâd ederim” diye mırıldanarak gök kapılarını aralamaya çalışır
Rükuda, varlığından haberdar olduğumuz veya olmadığımız bütün nimetleri bahşeden Sonsuz Kudret’in huzurunda minnet ve şükranla eğilen mümin, bu eğilmeyi, bu iki büklüm olmayı da yeterli bulmaz Hemen doğrulup ayağa kalkar ve tekrar eğilip başını tevazuyla yere koyar Böylece başıyla da minnetini dile getirmiş olur
Baş, bedenin tümünü de idare eden en kıymetli merkez orgadır Mümin başını secdeye koyarak şunu ifade etmek ister: “Ey Rabbim, varlığımın en kıymetli kısmı başımdır İşte huzurunda başımı dahi yerlere sürüyor, sana olan minnet ve şükrümü en kıymetli varlığımı yerlere koymakla da ifade ediyorum Şayet başımdan daha kıymetli bir uzvum olsaydı onu da huzurunda yerlere serer, minnet ve şükrümü onunla da ifade etmek isterdim ”
Evet, Necip Fazıl üstadın:
“Her şey, her şey şu tek müjdeye
Yoktur ölüm Allah diyene
Canım kurban başı secdede
İki büklüm Allah diyene” diye şiirleştirdiği, secde namazın en önemli rüknü ve kulluğun zirve noktasıdır
Secde, insanın bütün uzuvlarının yaratılış maddemiz, varoluş hamurumuz olan torağa yapışması ve kibir alameti olan alnın yere gelmesidir Secde kibrini yenemeyen şeytanın kazanma kuşağından kaybetme kuşağına düşmesine sebep olan namaz rüknüdür Secde, müminin Allah’a en yakın olduğu andır
Secde, Muhammed İkbal’in:
“Sana ağır gelen o secde var ya
Binlerce secdeden alıp kurtarır seni ”
Dediği gibi, tek birine, en büyük olana boyun eğerek diğer bütün beşerî boyun eğmelerden kurtaran ve insana gerçek hürriyetin kapısını aralayan sırlı bir anahtar
Kur'ân-ı Kerîm’de tabiattaki bütün varlıkların Cenab-ı Hakk’a ibadet ettiği bildirilmiştir: “Görmedin mi, göklerde ve yerde bulunan her şey, güneş, ay, yıldızlar, dağlar, ağaçlar, hayvanlar ve insanların birçoğu Allah’a secde ediyor ” (Hac, 18)
Canlı ve cansız bütün varlıkların tabii duruşları, şekil itibariyle kıyam, rüku ve secde hallerinden birine ister istemez benzer Melekler de dahil her varlık, Cenab-ı Hakka yalnız bir şekil ile ibadet eder İnsan ise bütün yaratılışın icabı olarak varlıkların hepsinin ibadet şekillerini kendi ibadeti içinde birleştirerek, Allah’a bütün ibadet şekilleriyle birden ibadet etmekte
Gönül ustası Hz Mevlana da, insanı ilahi huzura ulaştıran tekbir, kıyam, rükû, secde, selam ve dua gibi namaz rükunlarına oldukça düşündürücü manalar kazandırır ve şöyle anlatır bu yüce ibadeti:
Namaza tekbirle girmek, “İlahi, biz senin huzurunda kurban olduk” demektir (Tekbir getirerek kurban kesildiği gibi, tekbirle namaza başlamak da “Allah’ım, canımız sana feda olsun” anlamındadır )
Namazda kıyama durak, Allah’ın huzurunda kıyametteki muhasebeyi hatırlatır Kul biraz sonra hakkıyla yerine getiremediği kulluğundan ve işlediği günahlardan dolayı, utancından ayakta durmaya derman kalmaz, rükua eğilir
Başı rükuda iken “hakkın suallerine cevap ver” diye İlahi ferman gelir Kul rükudan başını mahcup olarak kaldırır Ayakta durmaz, yüz üstü secdeye kapanır
Tekrar ona “Secdeden başını kaldır Yapmış olduklarından haber ver” diye ferman gelir O, yine mahcup bir halde başını kaldırırsa da, tekrar yüzü üstüne kapanır
O ağır yükün tesirinden dizleri üstüne çöker Sağa selam verir; peygamberler ve melekler tarafına bakar, onlardan şefaat talep eder Onlar derler: “Çare ve yardım günü geçti Çare, ancak dünyada olabilirdi Orada Salih amellerde bulunmadınız, o günlerde gitti ”
Sola selam verir; akraba ve yakınlarının tarafına bakar Onlardan da bir fayda göremez Herkesten ümidini kesince, dua için iki elini kaldırır “Ya Rabbi, herkesten ümidimi kestim Kuluna melce ancak sensin Senin rahmet ve mağfiretine sınır yoktur” der
Öbür alemdeki kurtuluş beratı olan namaz ibadetini, “Gerçek müminler kurtuluşa ermiştir Onlar ki namazlarında huşu içindedirler” (Müminuun, 1-2) ayetinin ışığında yalnızca kalıbına değil, kalbine de kıldıran gerçek müminler namazın zevkini, hazzını tatmışlar ve Allah Resulünün şu müjdesine nail olmuşlardır:
“Bir kişi vaktinde namaz için kalkar, abdestini mükemmel bir şekilde alır, rükusunu, secdesini huşuyla yaparsa onun namazı bembeyaz bir sayfa halinde yükselir ve şöyle der: Senin beni koruduğun gibi Allah da seni korusun
Namazı bu şekilde ifa etmeyenin namazı ise simsiyah bir sayfa halinde yükselir ve şöyle der: Beni zayi ettiğin gibi Allah da seni zayi etsin ”
Hz Ali’nin (k v) de namaz vakti girince hali değişir, rengi atar ve titrerdi Bu büyük insana, niçin böyle halden hale, renkten renge girdiği sorulduğunda o:
“Bilmez misiniz ki, bu vakit Allah’ın yer ve gölere teklif edip de onların yüklenmekten kaçındıkları bir emanetin eda vaktidir Ben bu emaneti (yani insanlık ve onun gereği olan namazı) yüklenmiş bulunuyorum Yüklendiğim bu ilahi emaneti en güzel, en ideal bir şekilde yerine getirip getiremeyeceğimi de bilmiyorum” cevabını veriyordu
Namazın vaktinde kılınması da dikkat edilmesi gereken hususlardan birisi Çünkü namaz, vakitleri belirlenmiş bir farz Sevdiğimiz birisi kapıyı çalınca, nasıl ki fazla gecikmeden kapıyı açıyorsak, namaz vakti girince de namazı fazla bekletmeden kılmamız gerekiyor
“Ezan sesini işittiğin zaman, kıyamet günündeki davetin dehşetini düşün ” Diyor İmam Gazali
Namaz kılarken kimin huzurunda durduğumuzu, kime ne söylediğimizi bilmemiz de yine önemli hususlardan
İdrak ederek, hissederek Rabbimizin huzuruna çıkmak…
Evimize Peygamberimiz misafir olsa, Efendimizin bulunduğu odaya nasıl gireriz?
Odanın kapısına nasıl yaklaşır ve açarken neler hissederiz?
Hiç şüphesiz ki büyük bir heyecan duyar ve o zamana kadar hiç yaşamadığımız duygularla karşılaşırız
Tabi ki güzel ve yerinde duygular bunlar!
Ancak resulullahın huzuruna değil, hem efendimizi hem de bütün alemleri yaratan Allah’ın huzuruna girmek çok daha muhteşem bir olay…
Hatem-i Esam Hz lerine soruyorlar: “Namazı nasıl kılarsın?” Mübarek diyor ki: “Güzelce abdestimi alırım, ondan sonra namaz kılacağım yere edeble gelirim ve kıldığım namazın en sonuncu namazım olduğunu düşünürüm Ben bu namazı kıldıktan sonra Azrail canımı alacak diye düşünürüm Karşımda Kabe-i Müşerrefe’yi göz önüne getiririm Sağ yanımda Cennet, sol yanımda Cehennem’i düşünürüm Ayağımın altında sırat köprüsü olduğunu düşünürüm Allah’u Teala Hz lerinin bana nazar ettiğini, “Allah’u Ekber” deyince O’nun huzuruna girdiğimi düşünürüm ”
Rivayete göre İsrailoğullarından bir kadın, bir gün Hz Musa’ya gelerek, “Ey Musa, büyük bir günah işledim, fakat tevbe ettim Benim için Allah’a yalvar da tevbemi kabul ederek günahımı bağışlasın ” der Hz Musa kadına, “İşlediğin günah nedir?” diye sorar Kadın da, “Ya Nebi, zina ettim, gayri meşru bir çocuğum oldu Sonra da onu öldürdüm ” diye cevap verir Hz Musa kadına, “Git ey kadın! Yoksa senin yüzünden gökten ateş yağıp bizi yakacak ” der Kadın, kalbi kırılarak oradan ayrılır O sırada Cebrail (AS) inerek Hz Musa’ya der ki: “Allah sana, ‘Ya Musa! Günahına tevbe eden kadını niye kovdun O’ndan daha fenasını bulamadın mı?’ diyor ” Hz Musa, “O’ndan daha fenası kimdir?” diye sorar Cebrail (as): “Hiçbir mazereti olmadığı halde, bile bile namazını kılmayan kimsedir” diye cevap verir
Namaza duracağı zaman Hz Ömer’in böğürleri titrer ve dişleri takırdardı Bu halin sebebi kendisine sorulunca, “Emaneti yerine getirmenin ve farz borcunu ödemenin zamanı geldi Bilmem ki onu nasıl yerine getireceğim ” buyururdu
Anlatıldığına göre Half İbni Eyyüb (ra), bir gün namazda iken bir yerinden arı sokar Sokulan yer kanar, fakat Half hiçbir şey duymaz Bu sırada İbni Said çıkagelir, Half’e üzerinden kan çıkageldiğini bildirir de O da elbisesini yıkar Bunu nasıl oluyor da fark etmiyorsun diyenlere şöyle cevap verir:
“Melik-ül Cebbâr olan Allah’ın huzurunda duran, başında Azrail dikilen, solunca Cehennem ve ayaklarının altında sırat köprüsü bulunan kimse böyle bir şeyi nasıl duyar?”
Büyük veli Rebi bin Heysem Hz ’leri hiç kimseye beddua etmezdi O, başına gelen her şeyi sabırla ve tevekkülle karşılardı Bir gün namaz kılarken yüzlerce altın değerindeki atının çalındığını gördü Fakat ne namazını bozdu ne de üzüldü Yanında bulunanlar, yazık oldu atına diye hayıflanırken, O ise, “Yularını çözerken atı çalan adamı gördüm ” dedi Çevresindekiler, öyle ise neden engel olmadın, diye sordular O da şu cevabı verdi:
Atımdan daha değerli bir şeyle yani namaz kılmakla meşguldüm, onu bozamazdım
Sahabe-i Kiram Hazretlerinde İbn Mes’ud (ra): şöyle buyuruyor
“Namaz bir teraziye benzer Kim doğru tartarsa karşılığını alır Kim eğri tartarsa bilmelidir ki Ulu Allah “Vay eğri tartanların başına geleceklere ”
Namaz vakti geldiği vakit Hz Ebubekir Efendimiz yanında bulunanlara şöyle seslenirdi: “Kalkınız kendi elleriniz ile tutuşturduğunuz Allah’ın ateşini söndürünüz ”
Rivayete göre Hz Ömer (ra) bir gün minberde iken şöyle dedi: “İnsan Müslüman olarak sakalını ağarttığı halde Allah’ın rızasını kazanacak bir tek namaz bile kılmamış olabilir ”
Dinleyenler, “Bu nasıl olur ya Ömer?” diye sorunca, şu cevabı verdi: “Adam yeterince huşu ve alçak gönüllülük içinde Allâh-u Teâlâ’ya yönelerek namaz kılmaz ”
Said İbn Cüber (ra) der ki: “Dünyada secdeden başka hiçbir şeye hayıflanmıyorum ”
Ukbe İbn Müslim (ra) der ki: “Allah’ın kulda en çok sevdiği meziyet, O’na yakın olma özlemidir Kulu Allah’a en çok yakın kılan an secdeye kapanma halidir ”
Bulunduğu yerden, kuş bakışı kendisine bakabileceği bir yere kadar yükselmeye başarabilen insan; zamanın ve mekanın anlamını yitirecek denli küçüldüğü, bir başka deyişle anlamını yitirdiği yerden kendisine bakmayı başarabilince, bütün acılarının hafiflediğini fark eder
İnsan bu dünya alemini bir rüya olarak yorumlamada azami teslimiyetle hareket etmeyi başarabilirse artık acılarını (mutlulukları gibi) önemsemeyecektir Bir vurdumduymazlık noktası değil, bir aşkınlık noktası olarak Rüyada kesilen parmağım, dahası rüyadaki ölümümüm Uyandığım an ne kadar anlamı kalıyorsa, gerçek hayatıma uyandığım/ doyduğum (ya da öldüğüm) an işte ancak o kadar anlam içerek bir acı
Velhasıl hepimiz âlem-i misalden âlem-i şuhûda düşmedik mi? Ve değil mi ki Hz Peygamber: “İnsanlar uykudadırlar Öldükleri zaman uyanırlar” buyurmuştur
Ve yine o insanlar öldüğü zaman her şey, aradan bir perde sıyrılmış gibi düşten gerçeğe dökülür: “Üzerinden örtünü (perdeni) kaldırdık Bugün gözlerin daha keskindir ” (Kaf,22)
Şairler Sultanı’nın:
Namaz, sancıma ilaç, yanık yerime merhem
Onsuz edebî hayat benim olsa istemem Dediği gibi, Cenab-ı Hakkın bizlere, namazı her derde deva kabul ederek, ona hiçbir zaman doymayan, doymak şöyle dursun, her namaz hitamında “daha yok mu?” diyebilen namaz şuuruyla dopdolu bir ömür nasip etsin
Kaynak:Güzide org
|