Yalnız Mesajı Göster

Namaz Aşıkları

Eski 08-02-2012   #4
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Namaz Aşıkları




Efendimiz'in Namazları Nasıldı?

Peygamberimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) insanlar arasından seçilmiş bir peygamberdi Bir beşerdi ama taşlar arasında yakut gibi parıldayan ve hemen fark edilebilen bir beşerdi Beşerdi ama beşer gibi değildi, insanlara ve cinlere, dahası bütün varlık âlemine elçi ve sözcü olarak takdir edilmiş bir insandı Bütün yönleriyle mükemmel bir zattı Insan-ı kâmil denilince hemen O akla gelirdi Kemale ait bütün örneklerin kendisinde toplandığı Allah Resulü, namazla kemale nasıl ulaşılabileceğini de öğretiyordu arkasındaki cemaate Şardarına ve erkânına bihakkın riayet ederek ikame etmiş olduğu namazıyla insan-ı kâmil olmanın usul ve âdabını gösterirdi onlara Ümmet-i Muhammed O'nun öğrettiği şekilde namaz kıldıkça hayvaniyetten çıkma adına mesafeler kat edecek, cismaniyeti terk edip ruh ve kalbin zümrüt tepelerine yükselme adına çok önemli yollar alacaktı
Namazın bu insani boyutuna tahşidat yapan Efendiler Efendisi, aceleye getirilip geçiştirilerek kılınan namazları veya imama ittiba ettiği halde ona muhalif hareket eden kişilerin hareketlerini hayvanî tablolarla özdeşleştirmiş ve insanlıktan uzaklaşma olarak resmetmişti Ona göre tadil-i erkâna göre kılınmış bir namaz insanı kemale doğru götürecek ve ona üstün insanî vasıfları kazandıracaktı Böylece dört dörtlük namaz kılan her mümin namazında resmettiği mükemmelliği sair zamanlarında da devam ettirecek ve gizli-açık her türlü ahlâksızlıktan ve kötülükten uzak duracak bir kıvama gelmiş olacaktı
Rabîa Ibn Ka'b el-Eslemî (radıyallahu anh), Allah Resulü ile arasında geçen bir diyalogu şöyle anlatır: "Geceleri Resûlullah'ın yanında kalır, abdest suyunu götürür ve diğer ihtiyaçlarını karşılardım Bir keresinde bana "Dile (benden ne dilersen)" buyurdu Ben: "Cennet'te seninle beraber olmayı arzu ederim" dedim "Başka bir şey istemez misin?" dedi Ben, tek dileğimin bu olduğunu söyledim Bunun üzerine bana "Öyleyse çok namaz kılıp secde ederek bana yardımcı ol!" buyurdu
Namaz her gün beş defa eda edilmesi gereken bir ibadet olduğundan dolayı bazı nefislere ağır gelebilir Ancak kalpleri haşyetle atan ve Allah'a karşı duydukları saygıyla titreyen ince ruhlar namazın ağırlığını hissetmezler Bilakis onlar bu ibadeti bir ferahlama ve inşiraha erme zemini olarak görür ve fırsat buldukça kıyama dururlar Resûlullah Efendimiz bu mevzuda en birinci misal olarak namazı huşu ile duya duya kılar ve onu yaşardı Bediüzzaman "Âlemde müşahede edilen varlıkları türlü türlü güzelliklerle süsleyen ve bütün canlıların zevklerine, arzularına göre bu kadar nimetleri ihsan eden Sâni'in en kâmil, en cemil ve ibadetine kemâl-i iştiyakla teveccüh eden ve Sâni'in sanat harikası olarak yarattığı bu varlıkları takdir ve istihsanâtıyla (güzel görmesiyle) arş ve ferşi târâba (coşkuya), sevinmeye getiren ve Sâni'in ihsanâtına yaptığı teşekkürat ve tekbirat ile hem karaları hem de denizleri cezbeye getiren bilbedahe (apaçık) Allah Resulüdür" diyerek âlemde tecelli eden rububiyete karşı ubudiyet dairesinin reisliğini Resûlullah'ın temsil ettiğini ifade eder


Allah'a karşı insanların en saygılısı ve en müttakisi şüphesiz ki Peygamber Efendimiz'di Hiçbir beşer O'nun ulaştığı haşyet ve huşua erişemedi erişemeyecek de Şüphesiz bu kıvamda olan bir Zâtın namazı da sair insanlardan çok farklı olmuştu Allah Resulü hal ve tavırlarında olduğu gibi ibadetlerinde ve hususiyle de namazlarında bir farklılık resmi çizerdi Bütün kâinatın tasarrufu altında bulunduğu Allah Teâlâ'nın huzurunda haşyetle kıvranır, gözyaşları çoğu kere kıyam, rükû ve secdesine eşlik ederdi Şahsî ibadetlerinde takati aşkın bir kulluk ortaya koyar, ümmetine örnek olma konumunda ise onların kaldırabileceği kadarını tavsiye eder ve uygulardı
Onun şahsi ibadetinden bir örnek veren İbn Mes'ûd (radı-yallahu anh) şöyle diyor: Bir gece (teheccüd vakti) Resûl-i Ekrem'in (salkllahu aleyhi ve sellem) namazına iştirak edip, tâbi oldum Kıyamda o kadar uzun durdu (kıraati uzun sürdü) ki az kalsın dayanamayıp oturacak ve O'nu namazıyla baş başa bırakacaktım"
İbn Mes'ud'u takatsiz bırakacak kadar uzun süren bu kıyamda Efendimiz Bakara, Âl-i Imrân ve Nisa Sûrelerini okumuştu Bu da yaklaşık 100 küsur sayfa demekti İbn Mes'ud gibi mümtaz bir sahabi, Efendimiz'in ubudiyetine ayak uydurmakta zorlanmıştı
Huzeyfe (radıyallahu anh) da tıpkı İbn Mes'ud gibi bir gece Resûl-i Ekrem (salkllahu aleyhi ve sellem) ile birlikte namaza durmuştu Allah Resulü Bakara Sûresini okumaya başladı Huzeyfe içinden, yüz âyet okuyunca herhalde rükûa varır diye düşündü Fakat Efendimiz yüz âyeti okuduktan sonra rükua varmayıp kıraate devam etti Huzeyfe bu sefer herhalde bu sûreyi iki rekâta bölüştürerek okuyacak sonra namazı öyle bitirecek diye düşündü ama Resûlullah öyle yapmayıp yine kıraate devam etti Huzeyfe yine "Artık herhalde bu sûre ile rükûa varır" diye düşündü ama varmadı Akabinde Nisa Sûresine başladı ve bitirdi Sonra Âl-i İmran Sûresine başladı, onu da okudu Okurken tertil üzere okuyor, içinde teşbih ifadesi geçen âyete gelince Allah'ı teşbih ediyor, dilek ve istek ifadesi geçen âyeti okuyunca da Allah'tan niyaz ve talepte bulunuyor, sığınma ifadesi geçen bir âyete gelince de Allah'a sığınıyordu Bu uzun kıyamdan (kıraatten) sonra nihayet rükûa vardı "Sübhâne rabbiye'l-azîm" (Ben yüce Rabbimi Zâtına yakışmayan her türlü sıfattan tenzih ve takdis ederim) diyerek teşbih etmeye başladı Rükûu da kıyamı kadar uzun oldu Sonra "Semiallâhu limen hamideh, rabbenâ leke'l-hamd (Allah, kendisine hamd edeni işitir, hamd bütünüyle ezelden ebede yalnız Sana mahsustur ey Rabbimiz)" dedi ve rükûda kaldığı süreye yakın ayakta durdu Sonra secdeye vardı ve "Sübhâne rabbiye'l-a'lâ" (Ben Yüce Rabbimi Zâtına yakışmayan her türlü sıfattan tenzih ve takdis ederim) diyerek teşbih etti Secdesi de neredeyse ayakta beklediği kadar uzun olmuştu
Bir başka gün Abdullah İbn Şıhhîr (radıyallahu anh) Resûlullah namaz kılarken Resûlullah in huzuruna girmiş ve ağlamaktan dolayı göğsünden fokur fokur kaynayan tencere misali sesler geldiğine şahit olmuştu
O, namazı zahir ve bâtınıyla (huşu ve ta'dil-i erkânıyla) mükemmelen eda ediyor ve bütün varlığın teşbih, hamd ve tekbirlerini arkasına alarak kıyamda duruyor, rükua gidiyor ve secde ediyordu
Bediüzzaman Hazretleri "Bir zaman kalbime geldi; niçin Muhyiddîn-i Arabi gibi harika zatlar sahabelere yetişemiyorlar?" diye kendi kendine bir soru sorar Sonra namaz içinde ''subhane rabbiye'l azîm'' derken, şu kelimenin manası kendisine inkişaf eder Tam manasıyla değil fakat bir parça hakikati görünür Akabinde kalben "Keşke bir tek namaza bu kelime gibi muvaffak olsaydım, bir sene ibadetten daha iyi idi" diyerek sahabe namazının aşkınlığını anlatır
Allah Resûlü'nün namazmdaki aşkınlık kim bilir ne seviyede idi? Bediüzzaman ayarında bir insan bir kez olsun sahabe namazı gibi bir namaz kılmayı bir yıllık ibadetine feda ederim diyorsa Efendimiz'in namazının enginliği, feyzi ve bereketini takdir etmek idrakimizi aşar zannediyorum
Geceleri mübarek ayakları şişip kan toplayincaya kadar ibadet eden Efendimiz'in bu hâlini gören muhtereme annemiz Hz Âişe: "Ey Allah'ın Resulü! Allah Teâlâ Senin, olmuş ve olacak günahlarına meydan vermediği halde ibadet hususunda niçin bu kadar tehalük gösteriyorsun (helak olacak derecede kendini veriyorsun)?" diye sorunca; "Aişe! Rabbime çok şükreden bir kul olmayayım mı?" karşılığını vermişti
Yine Âişe Validemiz (radıyallâhu anhâ) O'nun namazlarım "Öyle kıyamda dururdu ki sorma gitsin Öyle rükûa varırdı ki sorma gitsin ve öyle secde ederdi ki sorma gitsin!" cümleleriyle ifade ederdi
Cenâb-ı Hakk'ın varlığına başka hiçbir delil olmasa, Allah Resûlü'nün kıldığı namaz, delil olarak yeterdi Çünkü O'nun bütün namazında âdeta Cenâb-ı Hak tecellî ederdi


Her ne kadar Allah Resulü kendi ibadet dünyasını çok aşkın bir şekilde inşa edip namazlarını duya duya kılmış olsa da cemaatle namaz kılınması esnasında imamın kıraati hafif tutmasını isterdi "Sizden biriniz, imam olup insanlara namaz kıldırdığında onu hafif tutsun; çünkü cemaat arasında zayıf, hasta ve yaşlı kimseler vardır Tek başına namaz kıldığında ise dilediği kadar uzatsın" diyerek cemaatin umumi durumunun göz önünde bulundurulmasını arkadaşlarına tavsiye ederdi
Bir defasında bir şahıs Resûlullah Efendimize gelmiş ve, "Filan şahıs imamete geçtiğinde namazı o kadar uzun kıldırıyor ki bu yüzden sabah namazına (cemaate) gitmeye geri duruyorum" diyerek şikâyetçi olmuştu Bunu duyan Resûlullah (saiiailahu aleyhi ve sellem) o güne kadar görülmedik bir şekilde celallenerek şöyle buyurdu: "Ahali! İçinizde dinden nefret ettirip, soğutan şahıslar var! Hanginiz imamete geçerse, erkânından ve sünnetinden taviz vermeyecek şekilde namazı hafif tutsun; zira arkasındaki cemaat içinde yaşlısı, çoluk çocuğu ve işine gücüne gidecek olanı var"
Allah Resulü imamete geçtiğinde arkasındaki cemaati nazar-ı itibara aldığını şu cümleleriyle de açıkça ifade eder: "Ben namaz kıldırmaya kalktığımda (bazen) namazı uzatmak isterim fakat bir çocuğun ağlayışını duyunca, annesinin çocuğun ağlamasından dolayı üzüleceğini bildiğimden, ona sıkıntı vermeyi ve zorluk çıkarmayı uygun görmediğim için kıraatimi kısa tutarım"
Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) farz olan beş vakit namazın ötesinde nafile olarak kıldığı namazlarla bir gününü ihya eder ve adeta her vakit için şükür ve duayı cem eden namazla teşekkür ederdi Sabahlarını kuşluk ve işrak namazlarıyla gecelerini de teheccüd namazıyla nurlandırır, fani vakitlerine namazlarıyla beka rengi verirdi Normal zamanlarında bu şekilde hareket ettiği gibi herhangi bir gazaya veya sefere çıktığında da namazı ihmal etmezdi Onun bütün hayati boyunca vaktinde eda edemeyip kaza etmek zorunda kaldığı namaz sayısı birkaç vakti aşmamıştı Kazaya kalan namazları da ya muharebe şartlarının elvermemesinden ya da yolculuğun getirdiği yorgunluktan dolayı vuku bulmuştu
Hendek'te savaşın en kızıştığı vakitlerde Allah Resulü, bir gün içerisinde dört vakit namazını kılamamış kazaya bırakmıştı Savaşın namüsait şartları namaz kılmaya imkân bırakmamıştı Yaklaşık bir yıl sonra Umre niyetiyle çıktıkları seferde ise müminlerden savaş, yangın ve afet gibi zamanlarda kılmaları istenen namaz tebliğ edileli Bu namaz "salâtü'l-havf" yani korku namazı idi
Bu namazın nüzul süreci şöyle gelişmişti: Efendimiz ve ashâb Hudeybiye senesinde Umre niyetiyle Mekke'ye doğru hareket ettiklerinde Mekkeliler telaşlanmış ve savaş hazırlığına girişmişlerdi Müminler, Gamîm denilen yerde konakladıklarında henüz İslâm'la tanışma bahtiyarlığına ermeyen Halid İbn Velid onların çıkardıkları tozdan nerede bulunduklarını anlamıştı Hemen Mekke'ye haber salmış kendisi de atlılarıyla birlikte Gamim'e gelmişti Uzun uzadıya Resûlullah ve ashabını seyretmeye başlamıştı Onun geldiğini gören Allah Resulü de her ne kadar niyeti savaş yapmak olmasa da muhtemel bir saldırıya karşı arkadaşlarına hazırlıklı olmalarını tembihledi İki taraf da birbirini süzerken öğle namazının vakti girmişti Habib-i Kibriya Hazretleri her zaman olduğu gibi Hz Bilal'e seslenerek ezan okumasını istedi Müminler hep birlikte kıbleye dönüp namazlarını eda ettiler
Bütün bunları seyreden Halid İbn Velid bu sırada saldırıya geçmediğinden ötürü pişmanlık yaşıyordu ama, neyse ki onların çocuklarından ve kendi nefislerinden de aziz tuttukları bir namazları daha vardır diye düşündü O zaman onların işini bitiririm diye geçirdi içinden Anlaşılan, ikindi vakti girip de müminler namaza durduklarında saldıracak ve önüne geleni kılıçtan geçirecekti Ancak gidişat hiç de Halid'in düşündüğü gibi olmadı Hz Cebrail imdada yetişip semalar ötesinden yeni mesajlar getirmişti Gelen âyetlerde Allah Resulü'ne şunlar vahyediliyordu:

"Sefer esnasında kâfirlerin size bir fenalık yapmalarından endişe ederseniz namazı kısaltmanızda size bir günah yoktur Gerçekten kâfirler sizin besbelli olan düşmanlarınızdır Ey Resulüm! Sen müminlerin içinde olup da onlara namaz kıldıracak olursan, onlardan bir kısmı sana tâbi olarak namaza dursun ve silahlarını yanlarına alsınlar Bunlar secdeye vardıklarında, diğer kısım arkanızda beklesinler Sonra o namaz kılmamış olan diğer kısım gelsin, sana tâbi olarak namaz kılsınlar, hem ihtiyatlı bulunsun ve silahlarını da yanlarına alsınlar Kâfirler sizi silahsız ve teçhizatsız vaziyette iken kıstırıp, birden baskın yaparak işinizi bitirmek isterler Eğer yağmur sebebiyle zahmet çekerseniz yahut hasta düşmüş iseniz, silahlarınızı bırakmanızda bir mahzur yoktur Bununla beraber yine de tedbiri elden bırakmayın Muhakkak ki Allah kâfirler için, zelil ve perişan eden bir azap hazırlamıştır
Namazı tamamladıktan sonra, gerek ayakta durarak, gerek oturarak ve gerek yanlarınız üzerinde uzanarak hep Allah'ı zikredin Derken, korkudan güvene kavuştunuz mu, o vakit namazı tam erkânıyla eda edin Çünkü namaz belirli vakitlerde müminlere farz kılınmıştır"

Böylelikle sıcak çatışma olmayan bir savaş ortamında yahut yangın, sel gibi bir güvensizlik ortamında salat-ı havfın (korku halindeki namazın) kılınması istenmişti Peygamber Efendimiz de bunu müteaddit defalar uygulayacaktı



Alıntı Yaparak Cevapla