Prof. Dr. Sinsi
|
Hazreti İbrahim Halilullah
Bunu takiben vaktâ ki, Ay'ı doğarken gördü ve aynı mânâ ile:
— Bu benim Rabbim ha! , dedi
Bu da kaybolunca hem Rabbine olan kamîl kanâatini izhar ederek: «işte bu benim Rabbim ha!» sözlerinin onu kabul şeklinde olmayıp inkâr ve aksini söyleyenleri susturucu olduğunu anlatmak, hem de her an Rabbine olan ihtiyacını itiraf ve hidâyetine şükretmek için dedi ki:
— Hiç şüphe yok, Rabbim- bana hidâyet etmese ben de her'halde o sapıklar güruhundan olacaktım Zira bütün mesele ruh ve cismin, enfüs ve afakin birleştiği bir nazar içinde tecellî eden bir idrâk hissine dayanıyor, bu görüş ve gösteriş olmaz veya fâniyi baki sanmak gibi bir isabetsizlik oluverirse dalâlet kaçınılmazdır Ve birden bire Ay'a güzellik ve cazibesine kapılıvermemek de hayli müşkil Binaenaleyh doğru ve isabetli olan, âtıl ve idrâki bahşeden Allahü Teâlâ'nın bir tevbe ve hidayet nuru olmasa, zulmet içerisindeki insanlık Ay'a da tapacak, yıldıza da tapacak, puta da tapacak
Bundan sonra ne zaman ki, Hazreti ibrahim Güneş'i doğarken gördü ve üzerindeki karanlığıyla tamamen açılıp gündüzün sabahına erdi:
— Bu benim Rabbim hah Bu hepsinden büyük! , dedi Ve boylece daha büyük bir tariz yaptı Sonra -bu da batınca:
— Her halde ben, sizin Rabbime ortak koştuğunuz şeylerden beriyim Ben tertemiz bir muvahhid olarak bütün varlığımla yüzümü bütün muhtevasıyla şu Semâlar ve Arz'ı yaratan şânı yüce Zâta çevirdim Ben Allah'a şirk koşanlardan değilim, dedi Evvel de âhir müşriklere hiç iştirak etmediğini tasrih ederek tevhide olan tam kanâatini ilân ve muvahhidliğini isbat ve ikrar eyledi
Hazreti İbrahim'in kavmi de kendisine karşı mücadele ve onu hafife almaya çalışarak delîl gösterme yanlışına kalkıştılar, galebe çalmak fikrine saplandılar Cevaben ibrahim Aleyhisselâm onların kavlî ve fiilî kavga ve tehditlerini de hafife alarak ve yukarıdaki delillerle ilâhlık ve kulluk hükümlerini beyan ederek tam galibiyetini sağlayan şu delille dedi ki:
— Siz bana Allah hakkında delil getirmeye mi kalkışıyorsunuz? Halbuki O, bana hakikati doğrudan doğruya gösterdi Sizin ona ortak koştuğunuz şeylerden ise ben, hiç bir zaman korkmam, Rabbim dilemedikçe onlar bana hiç bir şey yapamaz, Rabbim her şeyi ilmiyle ihata buyurdu, artık bir düşünmez misiniz? Hem nasıl olur da ben sizin ortak koştuklarınızdan korkarım; baksanıza, siz, Allah'ın hiç bir delîl indirmediği şeyleri O'na ortak koşmaktan korkmuyorsunuz? Şu halde korkudan emîn olmaya iki taraftan hangisi daha lâyık? Eğer bilecekseniz, îmân edip de imânlarını bir haksızlıkla hileli-şekilde örtmeyen kimseler işte korkudan emîn olmak onların hakkıdır ve hidâyete erenler onlardır!
Allahü Teâlâ, ibrahim Aleyhisselâm'ı halim bir oğul ile müjdelemişti ki, bu uslu oğul Hazreti ismail'dir, ismail Aleyhisselâm babasının yanında koşmak, çalışmak çağına erdiği zaman, Hazreti İbrahim ona Allah için yapılacak bir amel, bir tâat göstermek üzere:
— Ey yavrum! dedi, ben seni düşümde görüyorum ki, ben seni boğazlıyorum Artık bak, ne görürsün, buna ne dersin, ne reyde bulunursun, diye söyledi
Hazreti İbrahim, bu rüyayı Zilhicce ayının sekizinci, dokuzuncu, onuncu yâni Terviye, Arefe, Nahir geceleri sıra ile üç gece görmüştü Peygamberlerin rüyası vahiy, tabirleri de vahiy olduğundan Hazreti ibrahim böyle görmüş ve böyle tâbir etmiş ve binaenaleyh böyle Vahiy almış olmakla bu, yerine getirilmesi vâcib bir hak emir olmuş oluyordu Bunun üzerine onu zorla yerine getirmeye kalkışmayıp önce icra şeklini müşavere etmek üzere böyle reyini sorarak tebliğ eyledi ki, bununla ilk önce onun itaat ve bağlılık ile ecir ve sevaba erişmesini sağlamak istedi
Düşünmeli ki bunu söylerken «ey yavrucuğum!» diye hitâb eden bir babanın kalbinde ne yüksek bir Şefkat hissi çarpıyor ve ona ne kadar büyük bir vazife aşkı, Allah sevgisi hâkim bulunuyordu Düşünmeli ve duymalı ki, bu ne büyük bir âfet, ne dehşetli bir ilâhî imtihan idi
İşte bunun böyle bir ilâhî emir olduğunu anlayan ve Allah'ın sabredenlerle beraber olduğunu bilen o halim oğul:
— Ey babacığım!'dedi Ne ile emrolunuyorsan yap Beni inşaallah sabredenlerden bulacaksın
Böyle ikisi de Allahü Teâlâ'nın emrine nefislerini teslim ettikleri zaman Hazreti İbrahim, oğlu İsmail Aleyhisselâm'ı tuttu şakağına yatırdı
Bunun üzerine Allahü Teâlâ ona şöyle nida etti:
— Ey ibrahim, rü'yâyı gerçekten tasdik eyledin, sadâkatle yerine getirdin, gördüğün gibi inandın ve azim ve sadâketle yerine getirdin
Allahü Teâlâ böyle nida edince, ne büyük bayram, ne tarife sığmaz bir neşe ve sevinç hâsıl olduğunu izaha hacet yoktur Zira Allahü Teâlâ muhsinlere böyle mükâfat verir Şüphesiz ki, Hazreti İbrahim'in bu oğlunu kurban etmesi iği, elbette açık bir imtihandır Bu imtihan Hazreti İbrahim ve oğlunun en yüksek ihsan mertebesinde bulunan muhsinlerden olduğuna hiç şüpheye mahal bırakmaz Onun için onların o ihsanlarını Allahü Teâlâ da mükâfat ile karşılayarak öyle nida etti ve ona büyük bir kurbanlık fidye de verdi Çünkü ibrahim Aleyhisselâm bir oğlu olursa bunu Allah yolunda kurban edeceğini nezretmişti Bu nezrini sonra unutmuş, rüya bunu kendisine hatırlatmıştı Onun için nida olunduğu zaman rüya tahakkuk ettirilmiş olmakla beraber nezir yerini bulmamış olduğundan bu fidye onu böyle nesih suretiyle tamamlamış ve ayrıca bir nimet olmuştur Hazreti îbrahime fidye olarak gönderilen bu büyük kurbanın Cennetten gelme, beyaz veya alaca renkli, iri gözlü bir koç olduğu rivayet edilmiştir
İbn-i Abbas radıyallahü anh'den rivayet edilen bir Hadîs-i Şerifinde Peygamberimiz Aleyhisselâm şöyle buyurmaktadır:
Kadınların uzun etekli elbise kullanmaları İsmail'in anası Hâcer tarafından konulmuş bir âdettir Hâcer, ortağı Sâre'den izini gizlemek için uzun eteklik giymiş idi İbrahim Hâcer ile evlenip ismail doğduktan sonra emzirmekte olduğu bu oğluyla birlikte Sâre'nin taarruzundan korunmak için Şam'dan çıkıp Mekke'ye geldi Nihayet Hâcer ile ismail'i Mescid-i Haram'ın bugün bulunduğu yerin ve Mescidin yüksek bir mahallindeki Zemzem kuyusunun yukarısında büyük bir ağacın yanına bıraktı O tarihte Mekke'de hiç bir kimse yoktu Hattâ içecek su da yoktu, işte İbrahim bu ana ve oğulu buraya bıraktı Yanlarına içi hurma dolu meşin bir dağarcık, içi su dolu bir kırba bıraktı Sonra İbrahim kendi Şam'a gitmek üzere döndü, İsmail'in anası Hâcer de peşi sıra onu takip ederek:
— Ey İbrahim, bizi bu vadide bırakıp da nereye gidiyorsun? öyle bir vadi ki, ne görüp görüşecek var, ne başka bir hayat eseri var, dedi Hâcer bu sözlerini tekrarladıysa da ibrahim ona dönüp bakmadı Nihayet Hâcer kendisine:
— Bizi buraya bırakmayı sana Allah mı emretti? diye sordu, İbrahim:
— Evet, Allah emretti! diye cevap verdi Bunun üzerine Hâcer:
— öyle ise Allah bize yetişir, O bizi korur, terketmez! dedi Sonra Kabe'nin yerine döndü, İbrahim de ayrılıp gitti Tâ Mekke'nin üstündeki Seniyye mevkiinde görülmeyecek bir yerde bulununca, yüzünü Kabe'ye döndürdü
Sonra ellerini kaldırarak şu kelimelerle dua ederek:
— Rabbim! Zürriyetimden bir kısmını (ismail ile onun soyunu) ekin bitmez bir vadide Sen'in, taarruzu haram olan, Beyt'inin yanında iskân ettim, insanlardan bir kısım kimseleri, namaz kılmak için zürriyetimin bulunduğu yere doğru meylettirip heveslendir Ve onları her nevî meyvelerden rızıklandır Böylece Sana şükrederler! dedi
Artık ismail'in anası, oğlu ismail'i emziriyor ve kendisi kırbadaki sudan içiyordu
Nihayet kırbadaki su bitince hem Hâcer, hem de çocuğu susadılar Hâcer çocuğun susuzluktan toprak üzerinde sızlanarak yuvarlandığına bakmaya " başladı Fakattt çocuğun bu elîm haline bakmaktan fenâlaşarak onun yanından- kalkıp biraz öteye gitti Ve o mıntıkada Kabe'ye en yakın dağ olarak Safa tepesini buldu ve onun üzerine çıktı Sonra vadiye karşı durup bir kimse görebilir miyim? diye bakmaya başladı Fakat hiç bir kimse göremiyordu Bu defa Safa tepesinden indi Vadiye varınca ayağına dokunmaması için entarisinin eteğini topladı Sonra müşkil bir işle karşılaşan bir insan azmiyle koştu Nihayet vadiyi geçti Sonra Merve mevkiine indi Orada da biraz durdu ve bir kimse görebilir miyim? diye baktı Fakat hiç bir kimse göremedi Hâcer bu şekilde Safa ile Merve arasında yedi defa gitti, geldi
|