Prof. Dr. Sinsi
|
Hazreti İbrahim Halilullah
Peygamberimiz Aleyhisselâm «bunun için hacılar Safa ile Merve arasında koşarlar» buyurmuştur
Hâcer son defa Merve üzerine çıktığında bir ses işitti ve kendisi nefsine hitâbederek:
— Sus, iyice dinle! dedi Sonra dikkatle dinledi Bu sesi önceki şekilde bir daha işitti;
Bunun üzerine Hâcer:
— Ey ses sahibi, sesini duyurdun! Eğer sen bize yardım etmek kudretine sahip isen, bize yardım et! dedi Ve böyle der demez hemen Zemzem kuyusunun yerinde bir melek (Cibril) göründü O melek ayağının topuğu ile yahut kanadıyla yeri kazıyordu Nihayet su göründü
Su başka tarafa akmasın diye Hâcer hemen suyu çevirdi, havuz gibi yaptı Hâcer hem eliyle öyle yapıyordu Bir taraftan da kırbasını doldurmaya devam ediyordu Su ise avuç avuç alındıktan sonra yerinde kaynıyordu
Peygamberimiz Aleyhisselâm: «Allah ismail'in anası Hâcer'e rahmet etsin! O, Zemzem'i kendi haline bıraksaydı da suyu avuçlamasaydı, muhakkak Zemzem akar bir ırmak olurdu» buyurmuştur
Hâcer bu sudan içti Çocuğuna süt olup emzirdi
Melek Hâcer'e dedi ki:
— Zayi ve helak oluruz diye sakın korkmayınız! İşte şurası Beytullah'ın yeridir O Beyti şu çocukla babası yapacaktır Muhakkak ki, Allah, o işin ehlini zayi etmez Beyt-i Haram'm mahalli tepe gibi olup yerden yüksekçe idi, uzun zaman seller sağını solunu kazıp götürmüştü
Hâcer bu suretle yaşarken günün birinde Cürhüm'den bir cemâat uğradı Bunlar Kedâ yoluyla gelip Mekke'nin alt tarafına indiler Cürhümîler oraya bir kuşun gelip gittiğini görmüşlerdi de:
— Hiç şüphesiz şu kuş bir suyun başında döner dolaşır Halbuki biz de bu vadide su olmadığını biliyorduk! demişlerdi ve anlamak için çevik bir, yahut iki kişi göndermişlerdi Onlar orada su bulunduğunu anlayınca dönüp gelmişler, su olduğunu haber vermişlerdi Bunun üzerine Cürhümîler Mekke mevkiine gelmişlerdir Cürhümîler geldiği zaman ismail'in anası da su başında idi
Cürhümîler ona:
— Bizim de gelip şuraya senin civarına inmemize müsaade eder misiniz? dediler O da:
— Evet, inebilirsiniz Bu sudan da kullanabilirsiniz Şu kadar ki, bu suda mülkiyet iddia edemezsiniz, onun mülkiyet hakkı bana aittir, dedi
onlar da Hâcer'i tasdik ettiler
Ünsiyete muhtaç olduğu bir sırada Cürhümîlerin bu gelişi Hâcer'in arzusuna muvafık oldu Cürhümîlerin asıl kalabalık kısmına da haber gönderdiler Onlar da gelip kondular Ev, bark, yaptılar Nihayet Mekke'nin bulunduğu yer medenî bir mamure hâline gelmeye başlamıştı Hâcer'in oğlu İsmail yiğitlik ve gençlik çağına girmişti Cürhümîlerden arapça öğrenmişti Artık İsmail gençlik çağında Cürhümîler arasında en sevimli bir Sîmâ olmuştu Onun asaleti, güzel durumu Cürhümîleri hayret içerisinde bırakmıştı Bu cihetle ismail buluğ devresine erişince Cürhümîler kendilerinden bir kızla evlendirdiler Hayatın bu mesud safhası devam ederken günün birinde İsmail'in anası öldü Hâcer doksan yaşına girmişti, ölünce Hıcr'e defnolundu,
İsmail evlendikten sonra İbrahim bırakıp gittiği oğlunu ve hanımını arayarak görmeye geldi, İsmail o sıra evde yoktu, İsmail'in hanımına sordu
O da:
— Rızkımızı tedarik etmek için çıktı, gitti diye cevap verdi Sonra ibrahim:
— Geçiminiz, hâl ve şânınız nasıldır? diye sordu, İsmail'in ailesi:
— Şiddetli darlık içindeyiz Gayet fena bir hâldeyiz! diye şikâyetçi oldu ibrahim:
— Kocan geldiği zaman benden selâm söyle ve ona şöyle de, kapısının eşiğinin basamağını değiştirsin!
İsmail geldiğinde babasının gelip gittiğini, evin içerisinde duyduğu güzel bir koku gibi bazı emarelerden anlar gibi oldu da ailesine:
— Evimize gelen oldu mu? diye sordu
O da:
— Evet, şöyle şöyle bir surette yaşlı bir adam geldi Bana seni sordu Cevap verdim Geçimimizi sordu Ben de şiddetli darlık "içinde bulunduğumuzu söyledim! dedi
Bunun üzerine İsmail:
— Sana bir vasiyyet ve bir söz bıraktı mı? diye sordu Hanımı da:
— Evet, bana, sana selâm söylememi ve "kapının basamağını değiştir!" dememi tenbih etti, dedi
Sonra İsmail ailesine:
— O gelen ihtiyar babamdır Bana senden ayrılmamı emretmiştir Artık sen ailenizin evine gidebilirsin! dedi Ve ondan ayrılarak Cürhümîlerden başka bir kadınla evlendi
İbrahim, Allah'ın dilediği bir müddet kadar uzaklaştı da sonra geldi Yine evde İsmail'i bulamadı, İsmail'in hanımının yanına gitti Ona da ismail'i sordu O da rızkımızı temin etmeye gitti, diye cevap verdi
İbrahim:
— Nasılsınız, geçiminiz, hal ve şânınız iyi midir? diye sordu
O da:
— Biz hayır, saadet ve bolluk içerisindeyiz! diyerek Allah'a hamd ve sena etti
İbrahim yine:
— Ne yiyip, ne içiyorsunuz? diye sordu, İsmail'in hanımı:
— Et yiyoruz, su içiyoruz, dedi İbrahim Peygamber de:
— Ey Rabbim! Bunların etlerini ve sularını mübarek kıl, bereket ve bahtiyarlık ihsan eyle! diye duada bulundu
İbrahim zamanında Mekke civarında hububat bilinen bir şey değildi Av etiyle gıda temin edilirdi Eğer o tarihlerde ve oralarda hububat bilinmiş olsaydı, İbrahim (A S ) hububat hakkında dua ederdi, İbrahim (A S )'ın bu duası bereketiyledir ki, et ile su Mekke'den başka yerlerde o sıcak muhitte Mekke'deki kadar hiç bir kimsenin sıhhatine uygun düşmez
İbrahim Peygamber gelinine:
— Kocan geldiği zaman ona selâm söyle ve ona kapısının eşiğini güzel-tutsun! diye emreylediğimi söyle, dedi Sonra İbrahim (A S ) Şam'a dönmüştür, İsmail eve gelince:
— Evimize gelen oldu mu? diye sordu Ailesi:
— Evet, güzel yüzlü bir ihtiyar geldi, diye İbrahim'i meth ü sena etti Sonra seni sordu Ben de rızkımızı temin etmeye gitti, dedim Geçiminiz nasıldır? dedi Ben de, hayır ve saadet içerisindeyiz! diye cevap verdim
Sonra İsmail:
— Sana bir şey vasiyyet etti mi? diye sordu
Ailesi de:
— Evet, o muhterem ihtiyar sana selâm söyledi ve kapının eşiğini iyi tutmanı emreyledi, dedi
Bunun üzerine İsmail ailesine:
— İşte o gelen babamdır Sen de evimizin şerefli eşiğisin! Babam bana seni hoş tutmamı, iyi geçinmemi emretmiştir, dedi
Sonra İbrahim (A S ) bir müddet daha oğlundan ve ailesinden uzakta yaşadı Ondan sonra Mekke'ye geldi O sırada İsmail Zemzem kuyusunun yakınında büyük bir ağacın altında okunu yontup düzeltmekle meşguldü, İsmail babasını görünce hemen kalkıp babasına karşı vardı Uzun zaman biribirine hasret olan bir babanın oğluna, bir oğlun da babasına karşı mutad olan sarılmalar ve el, yüz, göz öpmelerde bulundular
Sonra İbrahim (A S ):
—— Ey İsmail! Allahü Teâlâ bana büyük bir iş emretti! dedi İsmail de:
— Babacığım! Rabbin ne emrettiyse o emri yerine getir! dedi İbrahim (A S ):
— Fakat bu işte sen bana yardım edeceksin! dedi İsmail:
— Babacığım, ben sana her veçhile yardım ederim! dedi İbrahim (A S ):
— Allahü Teâlâ burada bir beyt yapmamı emretti! diye etrafından yüksekçe bir tepeye işaret etti İbrahim ile İsmail işte orada Kabe'nin temellerini kurup duvarlarını yükselttiler, İsmail taş getirirdi, İbrahim de bina ederdi Nihayet Beytin binası ilerleyip duvarları yükseldiğinde İsmail bugün ziyaret edilen malûm taşı getirdi, babası İbrahim onu ayağının altına iskele olarak koydu Üzerinde inşaata devam etti İbrahim yapar, İsmail de taş verirdi , İnşaat tamam olduktan sonra baba, oğul:
— Ey Rabbimiz! Yaptığımız şu beyti tarafımızdan takdim edilen kulluk armağanı olarak kabul buyur! Rabbimiz, muhakkak sen dualarımızı çok iyi işitir, niyetlerimizdeki ihlâsı kesin olarak bilirsin! diye dua etmişlerdir
Allah'ın âleminde Kabe'den daha şerefli bir bina yoktur Çünkü onun inişini emreden âlemlerin Rabbi olan Allahü Teâlâ'dır, Bu emri tebliğ ve plânını tarif eden Cebrail Aleyhisselâm, yapıcısı Hazreti İbrahim, yardımcısı da Hazreti İsmail peygamberlerdir
İbrahim Aleyhisselâm Kabe'nin inşâsını bitirdikten sonra Hazreti Cibril gelmiş ve hac farizasının nasıl yapılacağını bütün şekilleriyle Hazreti İbrahim'e öğretmiştir Sonra İbrahim Aleyhisselâm Kur'an'da «Makâm-ı İbrahim» diye anılan ve namaz kılınan mübarek makamdan:
— Ey insanlar, Rabbinizin beytini ziyarete davetlisiniz, icabet ediniz! diye ilân etmiştir Ve Hazreti İsmail ile beraber bütün hac mevkıflerinde durup hac görevlerini yerine getirmiş, sonra dönüp Sâre'nin yanına gitmiştir Bir hac mevsiminde de Sâre ile beraber Beyt-i Makdis'ten gelerek hac etmişler ve sonra Şam'a gidip orada vefat etmişlerdir Hazreti İbrahim vefat ettiğinde iki yüz yaşında bulunuyordu Nâşı Kudüs mülhakatından itabının kasabasında bir mağaraya defnolunmuştur ki, bugün mezkûr kasaba kendi adına izafetle «Halîlü'r Rahman» ismiyle anılır
(Sâffât, Bakara, Enbiyâ ve İbrahim Sûreleri)
|