Prof. Dr. Sinsi
|
Hz. Davud Ve Talut
Demek ki bunlar alalâde davacılara benzemiyorlar
Hasımlardan birisi devam eder:
— İşte şu mecliste hazır olan zat benim kardeşimdir Kendisinin doksan dokuz dişi koyunu vardır Benim ise bir tek dişi koyunum var Böyle iken onu da benim nasibime bırak, dedi ve söyleşmede bana ağır basarak galip geldi
Davud aleyhisselam dedi ki:
— Senin bir koyununu koyunlarına katmak istemekle sana zulüm etmiş vallahi Ve hakikaten cemiyette yaşayan insanlar, kardeşler, ortaklar, arkadaşlar ve yoldaşlardan bir çoğu mutlak birbirlerine tecavüz ediyorlar Ancak iman edip salih amel işleyenler başka ki onlar da pek az
Davud aleyhisselam onlar girdikleri zaman, ilâhî sevk ile mülkünde bir ihtilâl oluyor, kendine isyanla bir baskın yaptılar zannetmişti Durum böyle ortaya çıkınca derhal Rabbına istiğfar etti, mağfiretini diledi ve rükû ederek secdeye kapandı, tevbe ile Allah'a sığındı Allahü Teâlâ da onun için kendisine o zannettiği şeyi mağfiret buyurdu Demek mülkünün şiddet ve kuvveti, surdan aşılıp köşke girilivermesine mani olmadığı gibi öyle bir fitne manzarası görününce de çok tevbekâr olan Hz Davud derhal tevbe ve istiğfar ile Allah'a ittaatta gecikmemiş ve hemen ilâhî mağfirete ermiştir Zannettiği ihtilâl vakî olmamış yalnız bir ibret dersi olarak kapanmıştır
Bu kıssa münasebetiyle bir çok laflar edilmiş, masallar söylenmiştir Onun için Hz Ali'nin: Her kim Davud hadisesini kıssacıların rivayeti şekliyle konuşursa ona yüz altmış değnek vurun, dediği nakledilmiştir
Davud aleyhisselamm ümmeti arasında Eyle kasabası halkı da bulunuyordu Bunlara dinleri icabı Cumartesi günü bütün işlerini tatil ederek bu güne hürmette bulunup ibadetle meşgul olmaları bildirilmişti Denize nazır bir kasaba olan Eyle'de bol balık da bulunurdu Ancak insanları Cumartesi gününe hürmeti terkederek hadlerini aşmaya ve bu günde balık avlamaya başladılar Cumartesi günü tuttukları vakit balıklar açıktan açığa akın akın geliyorlardı Zira o gün balıklar taarruza uğramamağa alışmışlar, âdeti hissediyorlar, kaçmıyorlardı Cumartesi gününe hürmet etmeleri balıkların bu şekilde o civarlara ısınıp alışmasına sebep de oluyordu Diğer günlerde ise avlanmak korkusundan öyle gelmezlerdi ve Cumartesine riayet etmedikleri gün hiç gelmiyeceklerdi ve artık o kasabanın imar ve gelişmesine sebep olan ticareti, hayatı sönecekti Lâkin o fâsık ve haddini aşmış ahali Cumartesi günü balıkların öyle gelmesine imrendiler, hırslarını tutamadılar da dinlerinin emrini dinlemeyip avlamağa başladılar ve bu suretle Cumartesi'nin hürmetine tecâvüz ettiler O vakit de bu haddini aşan, Allah'ın emrine itaatten çıkmayı âdet haline getiren israil Oğulları bir takım belâlara uğradılar
Eyle ahalisi iki kısma ayrılmıştı Bir kısmı fâsık ve haddini aşanlar güruhu, bir kısmı da dindar salihler topluluğu idi ki bunlar azınlıkta kalmış, mütecavizlere mâni olamıyorlar ve hiç bir şekilde söz geçiremiyorlardı Bunlar da iki kısım olmuştu; bir kısım salihler uğraşmış, uğraşmış acı tatlı, zor kolay her yoldan giderek ve her türlü vasıtaya başvurarak zahmetler çekmiş, nasihat etmiş dinletememiş, nihayet bıkmış, ümitsizliğe düşmüş, Allah'tan bu ahaliye bir belâ geleceğine karar vermiş, uzlete çekilmeyi seçmiş idiler Bunlardan çok az diğer bir kısım salihler ise asla ümitsiz olmuyorlar, bütün zahmet ve müşkilâtlara rağmen vaaz ve nasihatle uğraşmaya devam ediyorlardı Ve bunlar o söz dinlemez halka nasihate devam ettikçe o ümitsiz ve uzlete çekilen kısım, bunlara «Niye kendinizi boşuna yoruyor, onlara bulaşıyorsunuz» yollu nasihat kabilinden «siz böyle Allah'ın helâlinin veya şiddetli bir azabına mahkûm olmuş bîr kavme niçin nasihat edip duruyorsunuz?» diye itiraz etmiş ve bu suretle bunları nasihatten vaz geçirip halkı tamamen kendi hallerine bırakmayı tercih etmişler; böyle derken bir farzı kifâyenin umumiyetle terkedilmesiyle hepsinin günahkâr olacaklarını düşünememişlerdi
Lâkin bunlar vaaz ve nasihatten, bu farzı kifâyeden vaz geçmediler Onlara cevap olarak; «bizim vaaz ve nasihatimiz iki sebebe dayanmaktadır Birincisi sırf Allah'a karşı mazeretimiz bulunmak, kötülükten nehyetmek hususunda Allah indinde bir nevi kusur ile itham olunmamaktır Çünkü kötülükten nehyetmek henüz hayat sahibi olanlara son nefese kadar bir farzı kifâyedir İkincisi ise, ümitsizlik dünyada hiç bir hususta caiz değildir Ve ne kadar günahkâr olursa olsun halkın tevbe ve korkusunu arzu ve ümid etmek de bir vazifedir Gerçi bu hal böyle devam ederse sonunun bir helak veya azaba varacağı muhakkaktır Fakat insan halleri değişik v kader sırrının vukuundan evvel malûm değildir Ne bilirsiniz bu güne katlar hiç söz dinlemeyen bu halk belki yarın dinleyiverîr, dinler de belki sakınmaya başlar, tamamıyla sakınmazsa belki biraz sakınır ve belki bu suretle azab biraz hafifler Her halde nasihat etmek, nasihati terk etmekten evlâdır Nasihati tamamen bırakmakta bir fayda yoktur Fakat nasihate devam etmenin hiç olmazsa birazcık olsun sakındırmaya sebep olması ümidi bulunmalıdır, hiç bir karşı kuvvete mâruz kalmayan fenalık, her bir fenalığın aslını, olamazsa sür'at ve şiddetini olsun hafifletmeye çalışmaktan kaçınmamalıdır Felâket mukadder ise, nasihat edenler Allah indinde mazur olurlar » dediler
İyi kimseler nasihat için ne kadar uğraştılarsa, kötüler de buna karşılık isyanlarında ısrar ettiler ve netice olarak o fâsık ve haddini aşan ahali ihtar olundukları nasihatleri unuttular,, hiç nazarı dikkate almaz, sanki büsbütün unutmuş gibi hatırlarına getirmez oldular O zaman Allahü Teâlâ kötülükten nehyeden iyileri kurtardı, zalimleri de fâsıklığı âdet haline getirdiklerinden dolayı şiddetli bir azapla, yoksullukla kıvrandıran bir azapla cezalandırdı Bunun üzerine uslandılar mı? Hayır, aksine büsbütün azdılar hiç bir günahtan, kötülükten çekinmez, nehyedilenlerin hiç birisinden sakınmaz, her fenalığı yapar, nehy edenlere de husumet eder hale geldiler Daha ileri gidip tamamen inatlaşarak isyana kovuldular
Bu, tamamen yoldan çıkma üzerine Davud aleyhisselâm onlara lanet etti ve Allahü Teâlâ da kendilerini alçak, hakir her taraftan uşt uşt diye kovulan zelîl maymunlar haline getirdi, insanlıktan çıkarıp maymunlara çevirdi Böylece azgınlıklarının cezasını hayvanlaşarak görmüş oldular
Allahü Teâlâ Davud aleyhisselâma hayırlı bir evlâd, tevbekâr bir kul olarak Süleyman aleyhisselâmı ihsan etti Süleyman aleyhisselâm babasiyle beraber bulunur, onun halkın davalarıyla alâkalı hükümlerini takip ederdi Allahü Teâlâ her birine de bir hüküm ve ilim vermişti
Davud aleyhisselâmın huzuruna bir gün birbirlerinden davacı olan iki kişi geldi Davacılardan biri hasmını işaret ederek:
— Ey Allah'ın elçisi! Bu adamın koyunları benim ekili olan tarlama geceleyin girip yayıldılar, bütün ekinlerimi yiyip bitirdiler, dedi
Davud aleyhisselâm diğer davacıya bunun doğru olup olmadığını sorduğu zaman o da hadiseyi tasdik etti Bunun üzerine Hz Davud dedi ki:
—: O halde tarla sahibi, harap olan ekinlerinin zarar ve ziyanına karşılık o koyunlara sahip olur
O zaman oğlu Süleyman aleyhisselâm, ayağa kalkarak bu meselede kendisinin de bir fikri olduğunu söyledi ve beyanda bulunmak için babasından müsaade aldıktan sonra şöyle dedi:
— Koyunların sahibi helak olan tarlayı alır, İslah eder, eker Tarla sahibi de koyunları alır, onların sütünden, yağından, yününden faydalanır Tarla eski haline geldiği zaman tarla sahibi tarlasını, koyunların sahibi koyunlarını tekrar geri alırlar
Bu hüküm, Davud aleyhisselâmın çok hoşuna gitti ve oğluna iltifatlarda bulundu Bu hususta Süleyman aleyhisselâm'ın daha güzel hükümde bulunması Allahü Teâlâ'nın bir hikmeti idi ve onun kalbine bu mesele ile alâkalı hükmü anlatmıştı
(Bakara Mâide, A'raf, Sebe', Sâd ve Enbiya Sûreleri)
|