Prof. Dr. Sinsi
|
Hz. Süleyman'in Saltanati
Allahü Teâlâ bu ihsan ve saltanatlarını kendisine bağışladıktan sonra Süleyman aleyhisselâma şöyle buyurdu:
— Bunlar bizim, bahşişimiz, vergimizdir Artik diledigine kerem et, ihsan et, dilediginden de men et ya Süleyman Hesap yok Zira tasarruf sana verilmiştir Hesabi olmayan bir bahşiştir bu Dünyada böyle olmakla beraber, şu da muhakkak ki ona huzuru izzetimizde şüphesiz bir yakinlik ve cennette güzel bir merci ve makam vardir
Süleyman aleyhisselâm emrine verilen bu Şeytanlar ve Cinleri Beyt'ül Makdis'in inşaasinda çaliştiriyor ve onlara bu mukaddes mabedi yaptiriyordu Allahü Teâlâ da, ömrü tamam olduğu için bu peygamberinin ölümüne hüküm verdi O Cinlere ve Şeytanlara Hz Süleyman'in ölümünü sezdiren olmadi Bir yıl kadar asasina dayali olarak kaldi Ancak bir güve böcegi yere dayandigi asasini yiyordu Bu böcegin degnegini yemesi sebebiyle Süleyman aleyhisselâm yere yıkıldığı zaman anlaşıldı ki, Cinler eğer gaybı bilir olsalardi o zilletli azab içinde bekleyip durmazlardi, înşaasına memur olup da bir yilda zahmetle tamamladikları Beyt'ül Makdis'i yapmazlardı
Süleyman aleyhisselâm mülkünde fitne çikaran Şeytanlar ve Cinleri Allahü Teâlâ'nın yardimiyla mağlûp edip hepsini zapt altında emrine aldıktan sonra, onların meydana getirdiği sihir kitaplarını toplatmış ve tahtının altında bir mahzene gömmüştü Vefatından bir müddet sonra hakikate âşinâ olan alimler de kalmayınca Şeytanlardan insan suretinde birisi çıkıp: - Ey insanlar!, bilmiş olunuz ki Davud oglu Süleyman peygamber degil bir sihirbazdı; cinleri şeytanları ve rüzgârları hep sihir ile büyülerdi O neye erdi ise sihir ilmi ile erdi İnanmazsanız sarayını arayınız, sakladığı kitaplarını bulursunuz, diye ilân etti ve bu kitapların gömülü olduğu yeri gösterdi
Bunun üzerine orayı açtılar ve hakikaten bir çok kitap çıkardılar Bunlar sihir ve efsâne kitaplarıydı Bu vaziyet karşısında «Süleyman sihirbazmış, hükümetini sihir ile idare edermiş» diye şayi oldu Diğer bazı müfessirlerin rivayetine göre bu kitaplar Hz Süleyman'ın vefatindan sonra yazılıp gömülmüş ve bir takımlarının üzerine veziri Asaf İbrü Berhiya'nin eseri gibi sahte unvanlar konulmuş, ayni hile ile neşredilmiştir
Zaten Mısır'dan beri Israil oğulları arasında sihir ve hokkabazlık meşhûl değildi Fakat bu defa başka bir renk almış; bir taraftan siyasî ve içtimaî entrikalarla Süleyman aleyhisselâmın devleti aleyhinde takip edilmig, diğer taraftan onun dünyayı sihirleyen ilmi diye onun nâmına iftira ile itibar kazandırılmak istenilmiştir Sonradan İsrail oğulları Süleyman aleyhisselâma bir Peygamber değil, sihirbaz bir hükümdar nazarı ile bakarlarmış Ve bunun için İsrail oğulları hususiyle hükümetlerini kaybettikten sonra milletler arasında gizli yollarla bu kabil neşriyatı revaçta tutmaktan ve hüner şeklinde sihirbazlık etmekten geri kalmıyorlardı Ne zaman ki Hatemül enbiya olan Peygamber Efendimiz geldi ve Tevrat'ı söz konusu etti O zaman dönüp bununla mücadeleye başladılar «Peygamberlik yolu ile buna karşı koyamayacağız, biz ne yapsak Cibril ona haber veriyor» dediler ve Cibril aleyhisselâma düşman oldular Tevrat'ı da büsbütün arkalarına atarak sihir ve uydurma yoluna saptılar Bu şeytanî eserlere uyarak «Süleyman, Muhammed'in dediği gibi Peygamber değildi, sihirbaz bir hükümdardı, sihirlerini mucize gibi gösterirdi» diye iftira ettiler Bunların iddialarına göre Hz Süleyman'ın -hâşâ- kâfir olması lâzım geliyordu Çünkü sinirin bu derecesi küfür olduğunda şüphe yoktur Halbuki Süleyman aleyhisselâm kâfir değildi Lâkin otta sihirbaz diyen şeytanlar küfre daldılar ki insanlara sihir öğretiyorlardı, halkı kandırıp sapıtıyorlar ve bunu talim ediyorlardı
Bu insan ve cin şeytanları sırf kendi uydurmaları olan sihri bir de eski bir medeniyetin beşiği bulunan Babil şehrinde Harut ve Marut ismindeki iki meleğe indirilenleri insanlara, o zamanki İsrail Oğullarına Babillilere ilham yoluyla Allah tarafından bir imtihan ve tecrübe olarak öğrettikleri yaratılış sırlarından bazı garip harikalar, hakikatte sihir değildi, fakat şer ve fesad ehli elinde sihir için kullanılarak küfre öğretiyorlar ve böyle yapmakla kâfir oluyorlardı Halbuki Harut ve Marut bunu insanlara öğretecekleri zaman «bizim belleteceğimiz şeyler fitneye yönelticidir ve sihir yapılarak kötüye kullanılması küfürdür Sakın bunları öyle öğrenip ve yapıp da küfre girme» demedikçe ve bu yolda nasihat etmedikçe onları bir kimseye belletmezler, gelişi güzel herkese talim etmezler, suistimalden, küfürden ve sihirden men'ederlerdi Böylece bazı sırları öğrenen Babil ahalisi bunların şerre de elverişli olduğunu ve suistimalinin küfür olacağını öğrenmişlerdi O halde bu iki meleke indirilen ve Babil halkına ilham yoluyla öğretilen bu şeyler aslında sihir değildi Lâkin sihir halinde kullanılabilir ve böyle kullanılması apaçık küfür olurdu Aslında her ilim muhterem ve büyüklüğü nisbetinde ilmî haysiyetle hayra ve şerre müsaiddir İlim ne kadar ince ve yüksek olursa şer ve fitne ihtimali de o ölçüde büyük olur Bundan dolayıdır ki hakkın alâmeti olan hakikî dini, doğru yolu isbat ve kuvvetlendirmek için Allahü Teâlâ tarafından ihsan olunan mucizeler, kerametler, ve sair ilimler, hikmetler, feriler bahane kabul edilerek âlemde ne kadar melanetler ve küfürler yayılmıştır ki bunların hepsi haram ve küfür olan sihir cümlesine dahildir Bu ise ilmin aslındaki ilmî haysiyeti değil, amelî haysiyetidir, ilim güzel kullanılırsa zehirlerden ilâçlar yapılır, kötüye kullanıldığı takdirde ilâçlardan zehirler husule getirilir Hattâ bunun için şeriat alimlerinin ekseri şunu istidlal ve istinbat etmişlerdir: Zatînde şer'an haram olan hiç bir ilim yoktur Hattâ şerrinden korunmak için sihri bilmek bile haram değildir Ancak yapmak haramdır ve küfürdür Öğreniminin de bu haysiyetle kayıtlı bulunması, gerekir Hâsılı sihrin mahiyeti asıl amelî haysiyetlidedir ve sihir bir amelî ilimdir Bir, şer ve hile sanatıdır Ve bu amel baza hakikat ilimlerine kayıtlı olabilir ve onların suistimali ile sihir yapılır; meselâ, elektrik bahsi bugün mühim bir ilim ve elektrikçilik mühim bir san'attır Bunun kötüye kullanılmasından ve şer yollarında tatbik edilmesinden de bir çok sihirler yapılması mümkündür Lâkin bunun böyle olmasından, elektrik ilminin aslında bir, sihir olması lâzım gelmez, işte Babil'de Harut ve Marut ilhamiyle öğretilen şeyler de buna benzer bir hâdisedir Bunun için bu öğretilenler esasında melekî bir kıymette oldukları halde tatbik cihetiyle sihre müsait olmuştur Demek ki sihir sırf şeytanî bir şeydir ve başlıca iki kısımdır Birisi Şeytanların sırf kendilerinden uydurdukları düzmelerdir Diğeri de Babil'deki gibi esasında melekî olan bazı ilimler garip san'atların kötüye kullanılmasından hâsıl olmaktadır
Artık burada melekler sihir öğretirler mi diye bir sual ve cevap ile münakaşaya mahal yoktur Melek sihir öğretmez, lâkin meleklerin hayır için öğrettikleri hakikatler, küfür ehli ve şeytanlar elinde, şerde kullanılmak için sihirde de kullanılabilir Nitekim bunu Önce Babil'liler yaptılar Bunlar bu iki meleğin ilhamı ile keşfedip belledikleri Semavî ve Arzî, ruhanî ve cismânî kuvvetleri ve bunların karıştırılmasından meydana gelen bazı mühim san'atları tabiat ve yıldızlara isnad ederek küfre girdiler Bu sebeple Gıldanî sihri, tılsımat, kalfatriyat namıyla bir nevi şöhret buldu Sonra bir takım insan ve cin şeytanları da Süleyman aleyhisselâmın devletine karşı kısmen bunu ve kısmen de kendi uydurdukları düzmeleri takip ve tatbik etmişler ve bu suretle siyasi, içtimaî bir çok fesadlar çevirmişler ve hükümet ve devlet işleri için bu sihirleri bir ilim diye yayıp itibar sağlamak yoluyla küfür icra etmişlerdi O zamanın halkı olan İsrail oğulları bunları onlardan öğreniyorlardı ve milletler arasında bu yolu takip etmekten geri kalmıyorlardı Nitekim Hatemül enbiya Efendimizin Peygamber olarak gönderilişi üzerine Kur'ân'ın icazı karşısında Allah'ın kitabı Tevrat'ı tamamen arkalarına atarak büsbütün bu şeytanlara tâbi oldular
Kitabullahı arkalarına atarak Süleyman aleyhisselâma karşı o şeytanların takip ettikleri şeylere uyan (ehli kitap) Yehudî kavmi, bu kafir şeytanların öğrettiği bu iki nevi sihir kitaplarından koca ile karısının arasını ayıracak şeyler öğrenmişlerdi Yani bunlar bu yol ile karı ile koca arasını bile ayırabilecek fesadlar çeviriyorlardı Bunu yapabilecek olan kimselerin sihirlerle cemiyetlerde ne büyük fitneler çıkarabileceğini kıyas ediniz Karı ile kocasını ayıranlar, bu kadar kuvvetli bir içtimaî bağı kıranlar, bu cemiyetlere neler yapmazlar; komşular, hemşehriler arasında neler yapmazlar; milletin ferdlerini birbirine mi düşürmezler? Hükümet ile halkının arasını mı açmazlar? ihtilâller mi çıkarmazlar? Görülüyor ki sihrin en büyük tesiri ruhlar üzerindedir, fikirleri bozar, kalbleri çeler, ahlâkı berbat, cemiyetleri perişan eder Bu bakımdan sihrin aslı yoktur diye aldanmamalıdır ve böyle sihirbazlardan sakınmalıdır Bununla beraber bunları yapanlar Allahü Teâlâ'nın izni olmadıkça kimseye hiç bir zarar yapamazlar Hakikî tesir ne sihirde, ne sihirbazda, ne tabiatta, ne ruhta, ne gökte, ne yerde, ne şeytanda, ne de melektedir Hakikî tesir sahibi ancak Allahü Teâlâ'dır Fayda ve zarar da ancak O'nun izniyle hâsıl olur O halde her şeyden önce Allah'dan korkmalı ve Allah'ın himayesine girmelidir Ve bunlara karşı koymak için de Allah'ın Kitabına sarılmalıdır Allah'ın kitabını arkalarına atan bu sihirbazların her halde malûmdur ki Kitabullahı satıp da sihri alan bir kimsenin elbette âhirette hiç bir nasibi yoktur Bunun sonu apaçık hüsrandır Allahü Teâlâ'nın celâli hakkı için, bunların kendilerini sattıkları şey ne kötü şeydir amma bilir olsalardı Gerçi bunlar sihrin sonu ve sihirbazın âhiretten nasibi olmadığını ve sihre aldananın sonunun apaçık hüsran olduğunu bilirler, fakat bir taraftan bu bilgileri ile amel etmedikleri için hareketleri cahilanedir Diğer taraftan ahiret nasipsizliğinin dehşetini bilmezler ve sihrin asıl zararı diğerlerinden ziyade yapanlara ait olacağını ve ömürlerini nasıl çirkin bir şeyde geçirdiklerini bilmezler Allahü Teâlâ'nın rahmetinin genişliğine bakınız ki kendilerine yine şu merhametli nasihati inzal buyurmuştur:
— Bunlar bütün bu kötülükler ile beraber îmân edeler de Allah'dan korkarak bu fenalıklardan sakınsalardı, elbette Allah tarafından verilecek bir sevab bütün o yaptıklarından ziyade haklarında hayır olurdu Fakat bilir olsalardı
(Neml, Bakara, Sâd, Ahzâb ve Sebe Sûreleri)
|