Yalnız Mesajı Göster

Anayasalarımız Nelerdir

Eski 07-31-2012   #2
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Anayasalarımız Nelerdir



Atatürk İlkeleri:
Anayasa'nın çeşitli bölümleriyle ilgili olarak yapılan önerilerde, Anayasa'da ''Atatürk ilkeleri''ne yer verilmesi istenmektedir Bu konuda daha da belirginlik isteyen Yargıtay, önerisinde, bu ilkelerin ''türlü yorumların neden olmayacak biçimde kesin tanımları yapılmalıdır'' demektedir
Bu çok önemli bir noktadır, Atatürk ilkelerinin belirlenmesi ve kesin tanımlar şeklinde Anayasa'da yer alması, onlara bağlayıcılık kazandıracaktır Anayasa'da Atatürk ilkelerinin veya Atatürkçülüğün başka bir deyişle Kemalizm'in esaslarının belirlenmesi çoğulcu bir demokrasi ile nasıl bağdaşacaktır? Zira, bu yapılacak belirleme, devletin resmi ideolojisinin tesbiti olacaktır


Oysa liberal demokrasi, devletin bir ideolojisinin olmadığı rejimdir Demokrotik devlet, ideoİojiler dışında, yansız bir devlettir Türkiye'nin büyük kaybı, değerli bilim adamı Prof Dr Turan Güneş'in çok güzel açıkladığı gibi ''demokratik düzen, yâhut demokratik yaşam biçimi bir ideolojisiz toplum biçimidir İdeolojisiz demek, bilfiil ideolojiler, devlet ve toplum için birbirinden farksız demektir Böyle olunca, Türkiye demokratik bir toplum halinde yaşayacak ise, herkesin hatta sınıfların, sosyal sınıfların ideolojisi olacağını kabul edeceksiniz, fakat devlet olarak, ayrı bir ideoloji sahibi olmayacaksınız Demokrasi bu demektir


Atatürk'le bağlantı kurarsak eğer, ''Efendim, kapitalist, sosyalist, bilmem ne bunlar hepsi ithal malıdır Bize Atatürkçülük yeter'' diyeceksiniz Yani, buna da bir ekonomik sistem, yahut bir ideoloji haline getirirseniz belki iyi bir şey yapmış olursunuz, ama demokratik bir rejim içinde yaşama arzusunu daha, baştan bırakmış olursunuz (Atatürk ve Basın, TGS, İstanbul Şubesinin düzentediği seminer, İstanbul, 1981, s 152, 153)


Kaldı ki Atatürk sağlığında, bir ideoloji ortaya koymamıştır, hiç bir zaman katı ideolojik bir tutum içerisine girmemiştir Bugün, O'nun doğumunun 100 yılını geride bıraktığımız bir zamanda kendisine izafe edeceğimiz bir doktrin, bir ideoloji yaratmaya çalışmak Atatürk'ün amacına ters düşecektir Eğer Atatürk, kendisinden sonra da sürüp gidecek bir ideoloji koymak isteseydi bunu, sağlığında yapar veya yaptırırdı'' ''Ben, çok içtimaiyat ile meşgul olmadım Memleketimizi asrileştirmek istiyoruz Bütün çalışmamız Türkiye'de asrî, binaenaleyh batılı bir hükûmet vücuda getirmektir Medeniyete girmek arzu edip de batıya yönelmemiş millet hangisidir?'' (Atatürk'ün Söylev ve Demeçleri, Cilt III, İkinci Baskı, 1961, s 68) diyen Atatürk'ün aldığı örnek, açıkça görüldüğü gibi, liberal batı demokrasileridir Liberal demokrasilerde is devletin ideolojisi olamaz


O halde Atatürkçülük veya yabancı dillerdeki söylenişiyle Kemalizm ne anlama gelmektedir? Atatürkçülük, adına ister yöntem deyin, ister görüş deyin, ister ideoloji deyin, bir olgudur Bu inkar edilemez Yalnız,



Atatürkçülük, bize göre, iki aşamalı bir olgudur Birinci aşaması tek parti dönemidir Bu dönemde bir Kemalist ideoloji vardır, onun uygulayıcısı bir parti vardır Bu partinin, 6 okla simgelenen, 6 ilkesi vardır Cumhuriyetçilik, lâiklik, milliyetçilik, halkçılık, devrimcilik ve devletçilik şeklinde belirlenen bu ilkeler, o zamanın tek partisi olan Cumhuriyet Halk Partisi'nin ilkeleridir Ülkede tek parti rejimi uygulandığı sürece, yani 1946'ya kadar aynı zamanda bunlar Türkiye devletinin de ilkeleridir Yani, o zamanın Türkiye Cumhuriyeti, resmi ideolojisi olan bir devlettir Bu dönem, ulusal birliğin sağlanması, ekonominin yayına oturtulması, tam bağımsızlığın gerçekleştirilmesi için çaba harcanması dönemidir


Atatürk, bu tek partili dönemi, hep bir geçici dönem olarak düşünmüştür Hedef, batının çok partili, özgürlükçü demokratik rejimine geçmektir Nitekim, Atatürk daha sağlığında, iki kez, bu hedefi gerçekleştirmek için denemeye girişmiştir Terakkiperver Cumhuriyet Partisi ve Serbest Cumhuriyet Partisi deneyimlerinin amacı, Türkiye'de çok partili rejime geçiş yolunda, ilk adımları olmaktı Fakat, cumhuriyetin körpe bünyesinin, siyasi parti şemsiyesi altında, ona karşı cephe alan gerici güçlerin baskısından zarar göreceğini anlayan Atatürk, bu denemelerden vazgeçmiştir Bu vazgeçme, henüz koşulların olgunlaşmamış olması nedeniyle yapılan bir ertelemeden başka bir şey değildir Fethi Okyar'a yazdığı mektupta, ''gençliğimden beri, sayılı kişilerin ve partilerin, ülkenin yararına olan düşüncelerini parlamento veya ulus önünde serbestçe söyleyebilecekleri, tartışabilecekleri bir sistemin taraftarıyım'' diyen Atatürk'ün değişmeyen hedefinin, çoğulcu demokratik rejim olduğu âçıktır


İşte, 1946'da İsmet İnönü'nün, Atatürk'ün koymuş olduğu hedefe uygun olarak, Türkiye'yi geçirdiği çok parti dönemi Kemalist rejimin sonudur Bu geçiş erken miydi, geç miydi tartışılabilir, fakat demokratik rejime geçen Türkiye'nin artık Kemalizmi bıraktığı, daha doğrusu, onun ikinci aşamasına geçtiği tartışılamaz, O halde, Atatürkçülük ilkelerinin araştırılması geriye doğru yapılabilir Yani, 1946 öncesi tek parti döneminde, Atatürkçülük nedir, Kemalizmin ilkeleri nelerdir araştırılabilir Bu tarihî bir araştırmadır


Türkiye 1946'da, Atatürk'ün son hedef olarak gösterdiği Kemalizmin ikinci aşaması sayacağımız, çoğulcu demokratik rejime geçmiştir Artık burada geçerli ilkeler, liberal demokratik batı ülkelerinin demokrasi ilkeleridir Yani özgürlüktür, eşitliktir, çoğulculuktur, girişim özgürlüğüdür, ticaret özgürlüğüdür vs dir Anayasaya eğer bu ilkeleri koyacaksak bunlar liberal demokrasi ilkeleridir Yola bunlarla çelişen başka ilkeler koyacaksak ve bunlara Atatürk ilkeleri diyeceksek, o zaman rejimimizin adını da değiştirmemiz gerekecektir Bu rejim artık demokrasi değil fakat Kemalizm olacaktır Bu da Atatürkçülüğün birinci aşamasına geri dönmek anlamına gelecektir ki onun da gerçek Kemalizm olması için, altı ok ilkelerine dayalı, tek parti rejimi olması gerekir


Aslında Atatürk'ün, ortaya bir ideoloji koymak istememesi siyasal alandaki dehasını gösterir Şöyle ki kurduğu tek parti dönemini, bir geçiş dönemi olarak düşünmüştür Amacı, ülkenin içinde bulunduğu zor problemleri, tek parti sistemi içerisinde, hızla çözerek çoğulcu demokratik rejime geçmektir Bir kez çoğulcu liberal demokratik rejime geçildi mi, Atatürkçülük artık bu sistemle bütünleşmiş olacaktır Böylece Kemalizm, her ideolojiyi bekleyen donma, kalıplaşma, dogmatikleşerek zamana uyamama tehlikesini bertaraf etmiş oluyordu


Totaliter olmayan, Kemalist tek parti deneyimi, Duverger'nin söylediği gibi, ''Üçüncü Dünya ülkeleri için komünizm ve faşizmin dışında, bir üçüncü yol'' olmuştur Özellikle, emperyalizmin boyunduruğundan kurtulmuş, yeni bağımsızlığa kavuşmuş ülkeler, o dönemlerin, karşılasına çıkan sorunlarına, Kemalizm içerisinde, hızlı çözümler aramışlardır Örneğin, bugünkü Cezayir'in tek parti rejimi Kemalizmin, o ülke koşullarına uydurulmuş uygulamasından başka bir şey değildir Bunun, Cezayir'in kalkınmasında sağladığı yararlı sonuçlar ortadadır Rejimin kurucusu Huari Bumedyen'in konuşmalarında, Atatürk gibi açık ve seçik, çok parti rejimine geçme istekleri bulamazsınız da tek parti rejiminin, bir ideolojinin icabı olarak değil, Cezayir'in koşullarının sonucu olarak kabul edildiğini açıkça görürsünüz Sosyalist olarak adlandırılan ekonomi içerisinde özel sektöre geniş yer verilmesi benzerliği daha da artırmaktadır
Demek ki Atatürkçülük iki aşamalıdır Bunun birinci aşaması ideolojili bir aşamadır Bu, Kemalizm veya Atatürkçülük dönemidir ikinci aşaması, batıdaki gibi, çoğulcu liberal demokrasi dönemidir Bu dönemin, mahiyeti icabı, ideolojisi olamaz Daha doğrusu, bu döneme geçildikten sonra devletin resmî ideolojisi olamaz, Birinci aşamanın geçici olmasına karşılık, ikinci aşama süreklidir


Atatürkçülüğün, bunun dışında, akla, bilime uygun teleolojlk bir yorumu yapılamaz Bu yorum çerçevesinde, çoğulcu demokratik rejime geçildikten sonra yapılan askerî müdahaleler de sağlıklı bir biçimde değerlendirilip açıklanabilir


İlk müdahale olan 27 Mayıs 1960 hareketi, 1946 seçimteriyle çoğulcu demokrasiye geçmiş Türkiye'de, Atatürk'ün gösterdiği hedefe ters düşen bir iktidara karşı yapılmıştır Çoğulcu ve özgürlükçü bir rejime tahammül gösteremeyen otoriter bir yönetim, askerî müdahaleyle sona erdirilmiştir Yüzde yüz Atatürkçü doğrultuda yapılan bu müdahale sonucunda Atatürkçülüğün, 1946'da geçilen, ikinci aşamasının işlemesini önleyen engeller kaldırılmış, yeni bir Anayasa ile güvencelere sahip bir demokratik rejim kurulmuştur
12 Mart 1971'in örtülü rnüdahalesi ise Anayasa'da öngörülen bir takım reformların, on yılı aşkın bir süre içerisinde gerçekleştirilememiş olması gerekçesiyle başlatılmıştır Her ne kadar, başlangıçta belirtilen amaca varılamamışsa da girişim, Atatürkçü öğretilere uygun olarak başlatılmıştır


12 Eylül 1980 müdahalesi de yine işlemez hale getirilen liberal demokratik rejimin, işlemesini sağlayacak ortamı yaratmak için yapılan Atatürkçü bir girişimdir Atatürk'ün hedefi olan çoğulcu demokrasi, 12 Eylül öncesinde şekil olarak durmakta, fakat işlememekteydi Yasama organı çatışmamakta, yürütme organı, şüpheli kombinezonlarla ancak ayakta durabilmekteydi Sistemin bu duruklamasından yararlanan bir takım yasa dışı güçler, devleti çökertmek için birbirleriyle yarış halindeydiler Anarşi adeta bir iç savaş boyutlarına varmıştı Her hakkın temeli olan yaşama hakkı, artık devletin güvencesi, altında olmaktan çıkmıştı Zira bizzat devletin var olup olmadığı belirsizleşiyordu


Bu koşullar altında, yıkılmak tehlikesiyle karşı karşıya gelmiş devleti ayağa kaldırmak, bütün kurumlarıyla, sağlıklı bir şekilde işler hale getirmek üzere yapılan bir askeri müdahale, Atatürk'ün gösterdiği hedefe uygun bir müdahaledir Nitekim, daha ilk gününden başlayarak, askeri yönetim, yapılan müdahalenin ülkede demokrasiyi işler hale getirmek amacına yönelik olduğunu vurgulamıştır
Türkiye'deki askerî müdahaleler, dünyanın hiç bir yerindeki askeri müdahalelere benzemeyen, kendine özgü müdahalelerdir Bu özellikleri de Türk Ordusu'nun, Atatürk'ün gösterdiği hedeflere sıkı sıkıya bağlılığından ileri gelmektedir


Son bir nokta olarak, şuna da işaret edelim ki Atatürk ilkelerinin Anayasa'da belirlenmesi onları donduracak, zamanın akışına uygun yeni bir takım düzenlemelerin yapılmasını engelleyecektir Örneğin: Devletçiliği, Atatürk ilkelerinden biri olarak, Anayasa'ya geçirirsek 24 Ocak kararlarıyla başlayıp, liberalizme doğru giden bir ekonomi politikasını nasıl uygulayabiliriz? Yine Anayasaya geçen ilkeleri hepsi aynen benimsemek zorunda olacak siyasal partilerle, demokrasinin temel ilkelerinden biri olan çoğulculuğu nasıl bağdaştırabiliriz?


Bütün bu nedenlerle yeni Anayasa'da tutulacak en sağlıklı yol Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu Kemal Atatürk'e minnet ve şükranlarımızı dile getirdikten sonra, onun gösterdiği yol olan çoğulcu liberal demokratik rejime bağlı kalınılacağının belirtilmesidir
Başlangıç Genel eğilim, Anayasa'nın başında, eskisinde olduğu gibi, bir Başlangıç kısmı bulunması yönündedir Burada, Atatürk ilkelerine yer verilmelidir Anayasa'nın faşizme, komünizme ve teokrosiye kpaalı olduğu belirtilmelidir Üzerinde birleşilen en ilginç nokta, bu kısımda 12 Eylül 1980 öncesi döneme yönelik eleştirilere yer verilmemesi istemidir

Genel Esaslar (Madde: 1-9): Anayasa'nın bu bölümü ile ilgili olarak verilen görüşler içerisinde bir genelleme yapmak olanaksız Bayrak ve milli maarşın burada yer alması şeklindeki somut bir öneri dışında diğerleri, daha ziyade, şekille ilgili istemleri dile getirmekteler
Burada işaret edilmesi gereken en öremli nokta, siyasal rejim olarak, parlementer sistemi önerenlerin, güçler ayrılığını (başkanlık sistemi) önerenlere kıyasla büyük çoğunluğu oluşturmalarıdır

Temel Maklar ve Ödevler Genel Hükümler (Madde: 10-13) Ankara Siyasal Bilgiler Fakültesi, Ankara Hukuk Fakültesi, Bürolar Birliği, Danıştay, Türk Hukuk Kurumu, İstanbul Üniversitesi Gazetecilik ve Halkla İlişkiler Yüksek Okulu, Mimar ve Mühendis Odaları Birliği ile Anayasa Mahkemesi, temel haklarla ilgili sınırlamaların 1961 Anayasası'ndaki şekliyle aynen korunmasını önermektedirler
Bunların dışında, çeşitli kurum ve kuruluşlar, değişik sınırlama ölçütleri ileri sürmüşlerdir Bir genelleme yapmak gerekirse, hakların sınırlanmasında, kişiler kadar devletin de gözetilmesi görüşü yaygındır Fakat bundan daha yaygın olan görüş, hakların ancak olağanüstü durumlarda, istisnaî olarak sınarlanması görüşüdür

Kişinin Hakları ve Ödevleri (Madde: 14-34): Bu bölümdeki önrilerde en fazla üzerinde durulan madde vicdan ve din hürriyeti ile ilgili 19 maddedir Bu madde ile ilgili olarak belirtilen 14 ayrı görüşün hepsi, dinin politika aracı haline getirilmemesi; laikliğin Anayasa'da kesin olarak vurgulanması üzerinde birleşmektedir


Yine üzerinde durulan bir diğer madde de basın hürriyeti ile ilgili 22 maddedir Bu konudaki görüşler, genel olarak, basın hürriyetinin daha fazla güvence altına alınması yönündedir
Yalnız bu arada, bu genel eğilime ters düşen ve basılı eserlerin kamu yararı, kamu düzeni, genel ahlâk gibi, sınırları belirsiz ölçütlere dayanılarak, önceden idarece toplatılabilmesini öneren görüşe değinmek gerekir Basılı eserlerin, mahkeme kararı olmaksızın, idarenin takdirine göre toplatılabilmesi, basın hürriyetiyle kesinlikle bağdaşamaz Böyle bir istek, yeni Anayasada basın hüriyetine yer verilmemesini istemekle eşanlamlıdır Özgürlükçü demokratik ülkeler bir yana, günümüzün totaliter diktatörlükleri dahi Anayasalarında, bu denli açık bir şekilde, basın hürriyetine karşı durum almaya cesaret edememektedirler


Bir diğer ilgi çeken madde, toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkı ile ilgili 28 maddedir Her halde, 12 Eylül 1980 öncesi olayların bıraktığı kötü izlenimler nedeniyle genel eğilim, toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkının kutlanılmasının, bazı hallerde, ertelenebilmesi yönündedir Bunun yanı sıra, bu hakkın kullanılmasının, peşin izne bağlı olmasını isteyen görüşler de vardır Böyle siyasal bir hakkın kullanılmasırıın, idarenin iznine tabi tutulması, o hakkın ortadan kalkması sonucunu doğurur Zira izne tabi tutulan bu hak, teorik olarak varolacak fakat kullanılması, tamamen idarenin istemine bağlı kalacaktır

Dernek kurma hakkı ile ilgili görüşler çok ceşitlidir Bununla beraber, eski Anayasa'nın 29 maddesinin düzenlediği bu konuda bazı görüşlerin birleştiği nokta, derneklerin politikayla uğraşmamalarının sağlanmasıdır
Kişinin Hakları ve Ödevleri bölümünün geri kalan 30, 31, 32 ve 33 maddeleriyle ilgili görüşlerin hepsi, kişi güvenliği, hak arama hürriyeti, tabiî yargı yolu cezaların yasallığı ve kişiselliği konularında, hak ve hürriyetlerin sınırlarını daha genişletmek amacı gütmektedir

Sosyal İktisadi Haklar ve Ödevler (Madde: 35-53): Bu bölümün, üzerinde en çok durulan maddeleri, sendika kurma hakkıyla ilgili 46 ve toplu sözleşme ve grev hakkıyla ilgili 47 maddeleridir Bunlardan, sendika kurma hakkı ile ilgili olarak belirtilen görüşlerin çoğunluğu, sendikaların siyasetle uğraşmamalarını önermektedir Yeni Anayasa'da, sendikaların siyasetle uğraşmasını önleyici düzenlemeler yapılması istenmektedir
İ
lgi çeken diğer madde, toplu sözleşme ve grev hakkı konusunda ise üzerinde durulan nokta, siyasal amaçlı grev yapılmasını önlemenin yollarının aranmasıdır Grevlerin, amacından saptırılıp, bir politik baskı ögesi olarak kullanılması arzu edilmemektedir


Eski Anayasa'nın Sosyal ve İktisadî Haklar ve Ödevler başlıklı bu bölümüyle ilgili olarak getiriten diğer görüş ve öneriler şöyle özetlenebilir: Toprak reformu (madde: 37) yapılırken arazinin fazla parçalanmamasına dikkat edilmelidir Reform yapalım derken, üretimde verimliliği düşürecek böyle bir yola girilmemelidir Kamulaştırma (madde: 38) konusuncla, en fazla üzerinde durulan nokta, kamulaştırılan taşınmaz malların sahiplerine, taşınmaz malın ''gerçek değeri''nin ödenmesidir Sosyal güvenlik'in (madde: 48) bütün çalışanları kapsaması, işsizlik sigortasının ihdas edilmesi yine öneriler arasındadır Bu bölümde yer alan diğer görüş ve öneriler şunlardır: Türkiye'nin çok yüksek olan nüfus artış hızını frenlemek üzere, nüfus planlaması yapılması Anayasa'da (madde: 35) yer almalıdır Kalkınma planı, liberal bir ekonomiye yaraşır şekilde, yol gösterici olmalı (madde: 40) ve devletleştirmeler hiç bir zaman, ekonomik ve sosyal düzenin niteliğini bozacak boyuttara varmamalıdır Sağlık hakkı (madde: 49) konusunda, çevre sağlığının korunmasına da yer ve önem verilmelidir

Siyasî Haklar ve Ödevler (Madde: 54-62): Bu bölümdeki haklar ilk üzerinde durulan, vatandaşlık hakkı'na (madde: 54) ilişkin tasarrufların yargı denetimine tabi tutulmasıdır

Seçme ve seçilme hakkı (madde: 55) ile ilgili görüşlerde, seçmen yaşının 18 olarak kabulünü önerenler çoğunluğu oluşturmaktadır Bu, demokratik ülkelerin istedikleri, gençlerin yönetime katılmalarını sağlamak amacına uygun bir öneridir Bizde rüşt yaşı 18 olduğuna göre, seçme yaşı da 18 olabilir Böylece, nüfusun çoğunluğunu oluşturan gençlik kesiminin, ülke yönetimine katılması da sağlanmış olur
Yine bu bölümde, çoğulcu demokratik rejime taban, tabana zıt bir görüşe de siyasal partiler (madde: 56) konusunda rastlıyoruz Bu görüşe göre, siyasal partilerin sayısı sınırlandırılmalıdır Anayasa'da siyasal parti sayısı, bir şekilde sınırlandırılır, o da tek parti rejiminin kabulüyle olur Eğer benimsenen rejim, tek parti rejimi değilse, Anayasa'da parti sayısını sınırlamak imkânsızdır Şayet parti enflasyonunun önüne geçmek amaçlanıyorsa bu, Anayasa'ya hüküm koyarak değil, seçim sistemini ona göre düzenleyerek sağlanabilir

Yasama Yasama organının kuruluşu (madde: 63) ile ilgili olarak gönderilen önerilerin ezici bir çoğunluğu, bu organın tek meclisli olmasını istemektedir
Yine çok yandaş toplayan bir görüş, partilerle ilgili olarak adayların saptanmasında ''ön seçim'' denen yöntemin uygulanmasının kaldırılmasıdır
Yapılan önerilerden, seçim sisteminin Anayasa'da belirtilmesi gereğini savunanların sayısının bir hayli yüksek olduğu görülmektedir Önerilen sistemler arasında ''dar bölge'' en çok yandaş bulanıdır Öneriler her ne kadar, ''dar bölge ve ekseriyet sistemi'' şeklinde yapılmışsa da burada ekseriyet sistemi sözcükleri tamamen gereksizdir Zira, her partinin bir tek adayla katıldığı, dar bölge esasına dayalı seçimler zaten çoğunluk sistemiyle yapılır Başka türlü olması imkânsızdır Ancak, salt çoğunluk veya basit çoğunlukla yapılması öngörülebilir ki o vakit, birinci halde seçimler ''iki turlu'' adını alır
Bu bölümle ilgili olarak, üzerinde durulan başka bir nokta Meclis'in yetkileri (madde: 64) arasında bulunan af ilânı yetkisinin sınırlandırılması, sık sık af çıkarılmasının önlenmesidir Son yıllarda, politik nedenlere çok suistimat edilen bu yetkinin şöyle bir tepki uyandırmış olması doğaldır
Tek mecliste bulunacak milletvekili sayısı (madde: 67) ile ilgili olarak ileri sürülen 250 ve 300 sayılarından 300 ün daha büyük kabul gördüğü anlaşılmaktadır


Yasama bölümünün çok ilgi çeken diğer bir konusu, yasama dokunulmazlığı'dır (Madde: 79) Bu konuda çok çeşitli görüş ve öneriler vardır Fakat tümünün ortak yanı, yasama dokunulmazlığının, eski Anayasa'daki şekliyle kalmaması, ona bir takım sınırlar getirilmesi istemidir Bu da geçmişteki yasama dokunulmazlığının kötüye kullanılmasının uyandırdığı bir tepkidir

Üyeliğin düşmesi (madde: 80) konusunda ortak görüş, başka nedenlerin yanında, partisinden ayrılan bir Meclis üyesinin de üyeliğinin düşmesi yolundadır 1967 Portekiz Anayasası'nın 163 maddesindeki partisinden ayrılıp, başka partiye giren milletvekilinin meclis üyeliğinin düşmesini öngören hükme benzer bir hükmün yeni Anayasamızda da yer alması önerilmektedir
Ayrıca, yeni Anayasa'da milletvekillerinin Meclise devamlarının ciddî bir şekilde denetlenmesi ve devamsızlara, çeşitli yaptırımlar uygulanması önerilmektedir


Yasanın organının toplanması ve tatili (madde: 83) konusundaki öneriler, Meclis'in kolay toplanabilmesini sağlamak üzere, toplantı nisabının düşük tutulması yönündedir
Ayrıca, tatil süresinin kısaltılması da önerilmektedir Meclis çalışmalarının engellenme- mesi, Meclis'in çalışır hale gelmesi (madde: 85) de yine genel öneriler sırasındadır

Yürütme Yürütmeyle ilgili olarak, üzerinde durulan en önemli konu, Cumhurbaşkanının seçimi (madde: 95) şeklidir Bu konuda, görüş ve öneriler, Cumhurbaşkanının halk tarafından doğrudan doğruya seçilmesi ile Meclis tarafından seçilmesi şeklinde ikiye ayrılmaktadır Cumhurbaşkanının Meclis tarafından seçilmesini önerenler, diğerlerine oranla, çok daha fazladır İkinci nokta, Cumhurbaşkanlığının süresi'dir Beş kurum ve kuruluşun bu sürenin, eski Anayasa'da olduğu gibi, 7 yıl olarak kabul edilmesini önermesine karşılık yedi kurum ve kuruluş, yedi yılın altında bir süre önermişterdir Yani, sürenin biraz daha kısa olmasını (6 veya 5 yıl) önerenler çoğunluktadır

Cumhurbaşkanının görev ve yetkileri (madde: 97) konusunda görüşler ikiye ayrılmaktadır 9 kurum ve kuruluş tam başkanlık rejimi önerirken 36 kurum ve kuruluş buna gerek görmemekte, Cumhurbaşkanının sadece yetkilerinin artırılmasıyla yetinilmesini istemektedir Cumhurbaşkanının seçim şekliyle ilgili öneri ile buradaki öneri birleştirildiğinde, genel eğilim ve isteğin, başkanlık rejimine geçilmesi yönünde olmadığı görülür


Cumhurbaşkanının görev ve yetkileri konusunda, iki görüşe özellikle dikkati çekmek gerekir Bunlardan birine göre, gensoru ve sözlü soruların Meclis'te görüşülebilmesi, Cumhurbaşkanı'nın iznine bağlı olmalıdır Cumhurbaşkanı, hükûmetten, icraatını yeniden gözden geçirmesini isteyebilmelidir Gerektiğinde, hükûmete, olağanüstü hal ve sıkıyönetim ilan etmesi için emir verebilmelidir
Bilindiği gibi, liberal demokratik sistem içerisinde, başkanlık, yarı başkanlık ve parlementer rejimlerin belirli özellikleri ve kuralları vardır Bir da bunların dışındaki diktatörlükler vardır ki onların da kuralları aynıdır Türkiye'de çoğulcu demokratik sistem içerisinde işleyecek bir rejim kurmayı amaçladığımıza göre, onun kurallarına uymak zorunluğundayız Yasama organının, yürütmeyi denetleme yolları olan soru ve gensoruyu, Cumhurbaşkanının iznine bağlamak ne başkanlık, ne yarı başkanlık, ne de parlementer rejimle bağdâşabilir Çoğunluğun istemi olduğu görülen, parlementer rejim içerisinde, Cumhurbaşkanına Meclisin en önemli yetkisini onun elinden alma hakkı tanımanın veya hükûmete şu veya bu konuda emredebilme yetkisi vermenin olanağı yoktur


Dikkat çekilmesi gereken diğer görüş de Cumhurbaşkanına, yasama meclisinin güvenine sahip bir hükûmeti dağıtabilme yetkisi tanımak isteyen görüştür Böyle yetkiye sahip bir Cumhurbaşkanlı rejimin, demokratik sayılması mümkün değildir Belirli bir sistemin, belirli çalışma mekanizma ve dengelerini alt üst edecek bu tür görüşlerin yaratacağı tehlikeler ortadadır Ondan öte, bu görüşlerin Atatürk'ün hedef gösterdiği batılı demokratik sistemle bağdaştırılması da imkânsızdır

Bakanlar Kurulu Bakanlar Kurulu konusunda, güvenoyu verilmesi (madde: 103, 104) ile güvensizlik önergesinin kabulünün (madde: 89) ayrı oy çoğunluklarına bağlı tutulması, yaygın görüşü oluşturmaktadır Güvenoyu için Meclis'te oylamaya katılan milletvekillerinin çoğunluğu yeterli görülmektedir Güvensizlik önergesinin kabulü içinse, sağlanması daha güç çoğunluklar aranmaktadır Ayrıca gensoru hakkının kullanılmasına bir takım sınırlar getirilmesi de öneriler arasındadır Anlaşıldığı gibi, bütün bunların amacı; kurulmasını kolaylaştırıp, düşmesini zorlaştırarak, hükûmetlere mümkün olduğu kadar devamlılık sağlamaktır

İdare İdare ile ilgili olarak, merkeziyetçi görüş ve önerilerin ağır bastığı gözlenmektedir Bu, bazı önerilerde, belediye ve mahallî idarelerin kaldınlmasını istemek kadar aşırı boyutlara varmaktadır Bundan başka, üzerinde en çok durulan konu, valilerin siyasal iktidarların baskısından kurtarılması, güvenceye kavuşturulması hususudur Özeliikle valilikler bu nokta üzerinde titizlikle durmaktadırlar Bu konudaki haklı duyarlılık, yine yıllar süren partizan uygulamanın yarattığı doğal bir sonuçtur Memurların, politik baskılardan arındırılması, politikanın dışına çekilmesi istemleri de çoğunluğun önerileri arasında yer almaktadır


Bu arada, üniversite özerkliği'ne (madde: 120) Anayasa'da yer verilmesini isteyen kurum ve kuruluşlar büyük bir çoğunluk teşkil etmektedirler Sadece dört kuruluşun bu konuda öneri getirmemesine karşılık, ondört kuruluş özerkliğin, şu veya bu şekil altında, Anayasa'da tanınmasından yana durum almışlardır
Dikkati çekmek istediğimiz ilginç bir öneri de olağanüstü haller (madde: 123) ile ilgilidir Bu öneri, olağanüstü hallerin düzenlenmesinde çalışma ve ücretle ilgili hükümlere de yer verilmesini istemektedir Olağanüstü hal, sıkıyönetim gibi, olağanüstü yönetim yöntemlerinden biridir Olağanüstü hal, doğal âfetler, karışıklık gibi olağanüstü koşullarla ilân edilecek bir durumdur Böyle bir durumda, örneğin, âfetle mücadele için bazı çalışma yükümlülükleri getirilebilir Fakat bu durumdan yararlanıp, ücretlerle ilgili tedbirler almaya düzenlemeler yapmaya kalkışmak amaca tamamen ters düşer Ücret bir emeğin karşılığı olduğuna göre, olağanüstü halden yararlanıp, ücretlere el atmayı düşünmenin savunulabilecek yanı yoktur
Yargı Yargı bölümünde en fazla ilgi toplayan konu, Anayasa Mahkemesi'dir (Madde: 145-152) Buradaki temel soru, Anayasa Mahkemesi kalmalımıdır yoksa kaldırılmalı mıdır sorusudur Anayasa Mahkemesi'nin göreve devam etmesi şeklindeki görüş, büyük çoğunluğun görüşüdür Yalnızca istenen, Mahkeme'nin çalışma yöntemiyle ilgili olarak, bir takım düzenlemelerin yapılmasıdır Bu konuda çeşitli öneriler olmakta beraber, Anayasa Mahkemesi'nin muhafaza edilmesi, büyük çoğunluk tarafından istenmektedir
Yargı bölümünün, diğer önemli bir konusu da Devlet Güvenlik Mahkemeleri'dir Bu konudaki görüş ve önerilerin hemen tümü, bu mahkemelerin kurulmasında birleşmektedir 12 Eylül 1980 öncesinin geçirilen acı deneyimleri, hemen bütün kurum ve kuruluşları, devlet güvenliğiyle ilgili konularda yetkili, böyle özel bir yargı organı kurulmasını istemeğe itmiştir


Bunların dışında, yeni Anayasa'da yer almak üzere bir takım yeni kurum ve organlar önerilmektedir Burada, genel olarak, gözetilen amaç, yetkileri artırılan Cumhurbaşkanı'na, üst düzeyde, bir danışma organı sağlamaktır Bir çok önemli konuda, karar vermeden önce, Cumhurbaşkanı, adına olursa olsun, bu yüksek danışma organının fikrini alacaktır Organın görevi danışma niteliğinde olacağı için üye sayısının asgarî düzeyde tutulmasında, pratik yararlar bulunacağı şüphesizdir


Buraya kadar özetlediğimiz, genel bir değerlendirmesini yaptığımız görüş ve önerilerin hepsine, normal boyuttaki bir kitap içerisinde yer vermenin imkânsızlığı nedeniyle burada, bunlardan bazı örnekler bulacaksınız

Sonuç
Türkiye'nin 1808 den başlayıp, 1961 e kadar gelen, 153 yıllık bir siyasal gelişme süreci vardır Bu gelişme, 1961 Anayasası ile o zamana kadar özlenen hedefine varmıştır Özlenen hedef, Atatürk'ün de özlemi olan: çoğulcu, özgürlükçü, demokratik rejimdir Bununla beraber, Anayasa'nın kabulünden kısa bir süre sonra bir kesimin yeni Anayasa'ya karşı durum aldığı görülmüştür Bu kesim 27 Mayıs 1960 hareketiyle iktidardan devrilen Demokrat Parti'nin temsil ettiği kesimdir Ülkenin iki ana partisinden biri olan Demokrat Parti'nin yandaşlarının, 1961 Anayasası'nın yapımında dışlanmış olmalarının, bu tutumda payı bulunduğu inkar edilemez Çoğulcu, özgürlükçü, demokratik rejimlerin işleyebilmesi, Anayasa'dan çok konsensüse dayanır Ülkenin belli başlı siyasal güçlerinin, temel ilkelerinde birleşmedikleri bir sistem, nasıl Anayasa yapılırsa yapılsın işletilemez


Daha yukarıda da değindiğimiz gibi, 1961 Anayasası'nın ifrata kaçan düzenlemeleri, aksayan yönleri vardır Bu noktalar düzeltilerek Anayasa'ya işlerlik kazandırılabilir Türkiye'nin 12 Eylül 1980 arefesindeki perişan duruma gelmesinin tek sorumlusu Anayasası değildir O halde, yeni sistemler, yeni formüllerle sorunların çözümleneceğini sanmak, bunları çok basite indirgemek olur En önemli nokta, ülkenin belli başlı sosyo-politik güçlerinin üzerinde anlaşacakları bir metni ortaya koyabilmektir Bu grupları dışlayarak, konsensüs aramadan, hazırlanacak bir Anayasa ne denli mükemmel olursa olsun, uzun ömürlü ola


Alıntı Yaparak Cevapla