Yalnız Mesajı Göster

Namazı Kasten Terk Edenin Kafir Olacağı Görüşü İle Bu Görüşün Değerlendirilmesi

Eski 07-28-2012   #5
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Namazı Kasten Terk Edenin Kafir Olacağı Görüşü İle Bu Görüşün Değerlendirilmesi



Namazı terk edenin öldürülmeyeceği konusunda yukarıdaki hadisi delil olarak kullanan Hanefî ekolüne karşı Hanbelî ekolü tarafından şu itirazda bulunulmaktadır:

"Bu hadis aslında, namaz kılmayanın öldürülmeyeceğinin değil, öldürüleceğinin delilidir Çünkü hadis, müslümanın kanının üç şeyden biriyle helal olacağını söylüyor (Yani namazı terk eden kafir olacağına göre, hadisin hükmünce, "dinini terk edenler" kategorisi içinde öldürülür)213

Bu karşı çıkış, namaz kılmayanın gerçekten kafir olması durumunda haklı olurdu Ama namaz kılmayanın kafir olduğu görüşünün sağlam dayanaklardan yoksun olduğunu daha önce görmüştük

Hanefî kaynaklarında rastlamadığımız, ama onlar adına diğer kaynakların zikredip cevapladığı bir delil de şudur:

"Namazı kılmayanın öldürülmesi, namazın bütünüyle terk edilmesine (ileride kılınması ümidinin ortadan kalkmasına) sebep olur"214

Bu delile şöyle karşılık verilmektedir:

"Bu gerekçe yersizdir Zira namaz kılmadığı zaman öldürüleceğini bilen kimse namazı terk etmez Özellikle üç kere, namazı terk etmemesi istendikten sonra Bütün bunlardan sonra da namazı kılmayacak olursa namazdan ümidini kesmiş olur Bu halde yaşamasında da bir fayda yoktur Bu durumda ise itlâf edilmiş sayılmaz Diyelim ki öldürülmesiyle namaz kılması ihtimali ortadan kalkmış oluyor Ama aynı zamanda bin kişinin de namaz kılması sağlanmış oluyor Muhtemel bir namazın ortadan kalkması karşısında bu neticenin alınması yukarıdaki prensibe aykırı değildir"215

Kısaca, namaz kılmayanın kafir olmayacağı ve öldürülmeyeceği yönündeki Hanefî ekolü görüşü bizce doğru görüştür Ancak aynı ekolün, namaz kılmayanın hapis ve dövme yoluyla "tazir" edilmesi gerektiği şeklindeki görüş üzerinde söylenecek sözler vardır Zira namaz zekâtın aksine, kamuya ilişkin maddi yükümlülük getiren bir konumda değildir Tamamıyla kişisel ve ahlaki bir özelliktedir Belli düzendeki bedensel hareketlerin "ibadet" olarak gerçekleşmesinde niyet hayati bir fonksiyona sahiptir Zorla kıldırılacak namazın, kendisinden beklenen sonuçları vermesi imkansızdır Bir noktada, yapılan işin namaz olduğunu söylemek de zorlaşır Özellikle sırf niyete bağlı etkinliklerde uygulanacak baskı, gizli sapmalara, şuur altı tepkilerine sebep olacağından bir tür "nifak" hayatının ortaya çıkmasıyla sonuçlanır


O halde ne yapmak gerekir?


Yapılması gereken şey her konuda olduğu gibi burada da Hz Peygamber'i örnek almaktır Her fırsatta namazın önemini vurgulayan öğütlerde bulunmuş olmasına rağmen onun, namaz yüzünden hiç kimseyi öldürdüğüne, ya da hapsedip dövdüğüne şahit olunmamıştır Onun tüm yaptığı, önce yaşamak, uygulamak, tebliğ etmek ve açıklamak (öğretmek) idi


Namaz kılmayanı öldürmek, hapsetmek, dövmek yerine onun namaz kılmasını sağlayacak önlemlerin alınmasına özen gösterilmelidir Bu da sadece eğitim yoluyla çözülecek bir problemdir


Zaten namaz kılmayanın hapsedilip dövülerek tazir edileceği görüşü Hanefî mezhebinin konuyla ilgili tek görüşü değil, "müftâbih" görüşüdür Hanefî kaynakları her ne kadar hep bu görüşü ön plana çıkarmakta ise de bu noktada Ebû Hanife'den gelen başka rivayetler de, vardır Nitekim Ali b el-Mufaddal, 212 no'lu dipnotta bir kısmını aktardığımız kasidesinde, "Ebû Hanife bir görüşünde, mühlet vererek onu bırakır, bir görüşündeyse onu vücûben namaza zorlar", demektedir


eş-Şâfiî de, isim zikretmeden, Hanefî mezhebinde konuyla ilgili rivayet edilen görüşleri şöyle ifade etmektedir:


"Namaz kılması söylendiği halde `kılmıyorum' diyen kimseye yapılacak işlem hakkında bazı kimseler bize muhalefet etmişlerdir Bir kısmı `Onu hapse koyarım ve döverim', bir kısmı, `Hapsederim, dövmem', bir kısmı da `Ne hapsederim, ne döverim O, dini konusunda emindir' demiştir"217


Yine Zeydî alimlerden es-Seyyâğî (ö1121/1709), Ebû Hanife'ye göre namaz kılmayanın hapsedilip dövüleceğini zikrettikten sonra, "(Yine ondan) bir rivayete göre namaz, kişinin boynunda bir emanettir (Yani; cezalandırılmaz, sorumluluğuyla başbaşa bırakılır)", demektedir218


Gerek eş-Şâfiî'nin aktardığı en son rivayet, gerek es-Seyyâğî'nin aktardığı ikinci rivayet; namaz kılmayanın hapsedilip dövüleceği şeklindeki görüşün konu etrafında Ebû Hanife'ye ait tek görüş olmadığını ortaya koymaktadır Ebû Hanife'nin, Hanefî kaynaklarında zikredilen görüşü sonradan ağırlık kazanarak "müftâbih" hale gelmiş, Kur'an'ın ruhuna uygun olan ve zor kullanmamayı öngören görüş unutulmaya terk edilmiştir Bizce "âbid insan" yetiştirme noktasında içine düşülen "resmî" ve "sivil" zaaf İmam'a ait, namaz kılmayana zor kullanmayı öneren görüş ön plana çıkarılarak aşılmaya çalışılmıştır Oysa, olumlu bir sonuca ulaşma şansı bulunmayan, bu kolaycı yaklaşım yerine; zor, ama sonuç getirici nitelikte olan, eğitime dayalı serbestiyetçi yaklaşım ön plana çıkarılmalıydı Böyle bir bakış açısı, namazın terki konusunda diğer mezheplere oranla en yapıcı noktada bulunan Hanefî mezhebini tam isabet noktasına götürmüş olacaktı
Bu itirazı kabul etmek kolay değildir Zira namaz kılmadığında öldürüleceğini bilen kimsenin namazı terk etmeyeceği bir varsayımdır Bir varsayıma dayanarak insan hayatı hakkında hüküm vermek sağlıksız bir yaklaşımdır Namazı kılmadan yaşayan insanın yaşamasında fayda olmadığı iddiası da temelsizdir Zira Hz Peygamber'in; bazen namaz kılan, bazen terk eden bir köle hakkında övücü sözler söylediği haberini yine bizzat bu itirazın sahibi aktarmaktadır216 Namaz kılmayanda fayda olmasaydı Resülullah söz konusu köle hakkında iyi şeyler söylemezdi Ayrıca, namaz kılmadığı için öldürülen kimsenin namaz kılması ihtimalini ortadan kaldıracağı itirazı iddia edildiği gibi yersiz değildir Zira, ihtimal de olsa, namazla yükümlü olan kimseye, -onu öldürmeyerek- tekrar namaz kılma şansını tanımak gerekir Onun ölümünden ibret alarak "bin kişinin namaz kılacak olması" onun elinden bu hakkın alınmasına gerekçe yapılamaz Bu durumda yapılacak iş, hem öldürülmesi söz konusu olan kişinin, hem de diğer "bin kişinin" namaz kılmasını sağlayacak hakkaniyetli ve etkili yollar aramaktır

Şartlarını taşıyan müslümanların, sahip oldukları malların belli bir kısmını Kur'an'ın belirlediği cihetlere vermeleri diye tanımlanabilecek olan zekât, İslam toplumunda ekonomik ve sosyal açıdan taşıdığı önem dolayısıyla diğer ibadetlerden farklı bir konumdadır Aşağıdaki ayette, zekâtın bu konumu açıkça belirlenmektedir

"Onların (mü'minlerin) mallarından zekât al ki, onunla kendilerini (malın mânevî kirinden) temizlemiş (mallarını) bereketlendirmiş olasın (Zekât verdikleri zaman da) onlara dua et Çünkü senin duan onlar için bir huzur kaynağıdır"219

Hz Peygamber, bu ayete dayanarak zekâtı, görevlendirdiği zekât memurları aracılığı ile topluyordu Günümüzde olduğu gibi zekât verme işi asla kişisel istek konusu gibi görülmemişti Esasen zekatın farz kılınmasından kastedilen hedeflere en verimli biçimde; zekâtın bir merkezde toplatılıp değerlendirilmesi yoluyla ulaşılabilir



Alıntı Yaparak Cevapla