Prof. Dr. Sinsi
|
Nefs Hakkında Bütün Konular
Nefsin Farklı Özellikleri
Sûfîler, Kur'an-ı Kerimin çeşitli âyetlerine dayanarak, insan nefsinin altı “mertebe”sinin olduğunu ileri sürmüşler ve kendilerinden de yedincisi diye nefs-i kâmileyi ilâve ederek yedi mertebeye çıkarmışlardır
1- Nefs-i Emmâre: Allah'ın emirlerine uymayan, yasaklarını çekinmeden yapan ve zevkine tâbi olan nefistir
2- Nefs-i Levvâme: Allah'ın emirlerine bazen uyan, bazen uymayan, işlediği günahlardan dolayı üzülen ve sevaplardan dolayı sevinen nefistir
3- Nefs-i Mülheme: Mümkün mertebe Allah'ın emir ve yasaklarına uyan nefistir
4- Nefs-i Mutmainne: İmân esaslarına inanan, İslâm'ın emir ve yasaklarına uyan, bu konularda hiç bir şüphe ve tereddüdü olmayan, neticede Allah ile mânevî bir bağ kuran ve bunun lezzetine ulaşan nefistir
5- Nefs-i Râdıye: Her yönüyle Hakk'a yönelen, Allah'tan gâfil olmama şuuruna eren ve O'ndan râzı olan nefistir
6- Nefs-i Mardıyye: Bütün benliği ile Hakk'a teslim olan ve böylece Allah'ın kendisinden râzı olduğu nefistir (Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dini Kur'an Dili, İstanbul 1970, VIII, 5817)
7- Nefs-i Kâmile: Bütün kötülüklerden sıyrılıp mânevî olgunluğa eren nefis Bu mertebeye erişen bir kişinin bütün sıfatları güzeldir ve her hali ibâdet sayılır (Süleyman Uludağ, Kuşeyri Risalesi tercümesi, s 222, 277, 290)
Nefs-i Emmâre:
Kötülüğü ve şerri şiddetle emreden nefis Allah Teâlâ, Kur'an-ı Kerim'de Yusuf (as)'un dilinden nefsin kötülükleri işlemeyi, hevâ ve hevesi doğrultusunda Allah'ın emirlerine muhâlefet etmeyi arzuladığını ve sahibini buna yönelmeyi emrettiğini bildirmektedir: "(Yusuf), nefsimi temize çıkaramam Çünkü Rabbimin acıyıp koruduğu hâriç, nefis aşırı şekilde kötülüğü emredicidir" (12/Yusuf, 53)
Gerçekte insan nefsi tek bir şeydir Ancak o çeşitli sıfatlarla nitelenmektedir Dünyaya olan bağlılıklardan kurtulup İlâhî âleme yöneldiği zaman nefis, "nefs-i mutmainne" olarak adlandırılır Şehvete tâbi olup üzerine gazap hâkim olduğu zaman da nefis, sahibine kötülükleri işlemeyi emreder Bu nefsin tabiatından olan bir durumdur (Fahreddin er-Râzî, Tefsirul Kebîr, XVIII, 157)
Taberî; "kötülüğü emreden nefis, insanların tamamına ait olan nefistir" demektedir Onun arzusunun Allah Teâlâ'nın rızâsı olmayan şeylere yönelmek olduğunu ve Allah'ın kullarından rahmet etmeyi dilediği kimselerin dışında kalanların nefsin bu yönlendirmesinden kurtulamayacağını söylemektedir (İbn Cerir et-Taberî, Tefsir, Mısır 1968, XIII, 1)
Râzî, âyetteki "Rabbımın acıyıp koruduğu müstesnâ" ifâdesine dayanarak, tâat ve imanın Allah Teâlâ'dan geldiğini ve nefsin, O'nun rahmeti olmadan kötülüklerden vazgeçmesinin sözkonusu olmadığını söylemektedir (Râzî, aynı yer)
Nefs-i emmârenin, Yusuf (as) tarafından kullanılış tarzı, iyi ve kötü bütün insanların nefislerinin kötü şeylere yönelme istidadında olduğunu ortaya koymaktadır Çünkü bir peygamber olan ve bu sebeple günahlardan temizlenmiş bulunan Yusuf (as): "Ben nefsimi temize çıkarmıyorum Çünkü nefis kötülüğü emredicidir" (12/Yusuf, 53) diyor Dolayısıyla kötülüğü şiddetli arzulama, nefsin tabiatındandır Ancak Allah'ın emirlerine yönelen ve böylece İlâhî rahmetin gölgesi altına sığınan kimseler, nefsin arzuladığı şeyleri işlemekten sakınırlar İyiliğe yönelen kimselerin üzerinde nefsin yaptırım gücü azalır Belirli bir aşamadan sonra ise, kalbe yönlendirici hiç bir tesiri olmayan gelip geçici düşüncelerden ibâret kalır Zira Yusuf (as) Mısır azizinin karısının kendisini çağırdığı zaman onun çağrısına cevap vermemiş ve böyle bir kötülükten Allah'a sığınmıştı Ve aslında nefsinin, tabiatından kaynaklanan bir özelliği olarak bu çağrıya cevap vermesini telkin ettiğini itiraf etmektedir: "Ben nefsimi temize çıkarmıyorum" Ancak bu sadece bir dürtü olarak kaldığı ve Rabbine sığınıp bu dürtüye iltifat etmediği için bir zararının dokunması sözkonusu olmamıştır
Bazı müfessirlerin, "Bununla beraber ben nefsimi temize çıkarmıyorum Çünkü nefis kötülüğü emredicidir" (12/Yusuf, 53) sözünü azizin karısına atfetmeleri, durumu değiştirmez (bk İbn Kesir, Tefsirul Kur'anil-Azim, İstanbul 1985, IV, 320) Zira Allah Teâlâ, sarfedilmiş olan bu sözü Hz Muhammed (sas)'e âyet olarak gönderirken, nefsin tabiatında kötülük işlemeye meylin var olduğunu da bildirmiş olmaktadır (4)
Nefs-i Levvâme:
Kendisini kınayan, işlediklerinden dolayı pişmanlık duyan ve kendini hesaba çeken nefis
Allah Teâlâ, Kur'an-ı Kerim'de insan nefsini üç sınıf olarak değerlendirmektedir Bunlardan biri insanı kötülük yapmaya teşvik eden nefs-i emmâre (Yusuf,12/53), ikincisi kötülüklerden dolayı kendini kınayan nefs-i levvâme (75/Kıyâme, 2), üçüncüsü ise, Allah'ın şeriatından bir sapma göstermeden dosdoğru yürüyen ve bu halinden dolayı tatmin olan nefs-i mutmainnedir (89/Fecr, 27)
Allah Teâlâ, Kıyâmet sûresinde kıyâmetin mutlaka gerçekleşeceğini ortaya koymak üzere kıyâmet gününe, peşinden de nefs-i levvâme üzerine yemin etmektedir "Kıyâmet gününe yemin ederim Pişmanlık duyan nefse (nefs-i levvâmeye) yemin ederim" (75/Kıyâme, 1-2) Nefs-i Levvâmeden neyin kastedildiği üzerinde müfessirler birbirinden farklı görüşler ileri sürmüşlerdir Aralarında Said ibn Cubeyr, İkrime ve Abdullah ibn Abbas'ın bulunduğu bazı müfessirler, nefs-i levvâmenin kendisini iyilikte de kötülükte de kınayan nefis olduğunu kabul etmişlerdir (İbn Cerir et-Taberî, Tefsir, Mısır 1968, XXlX,174) İbn Abbas kınamayı mutlak anlamda almış ve nefs-i levvâmeye, kınayıcı nefis demiştir (Taberî, aynı yer) Buna göre levvâme tabiri, nefsin bütün yönlerini kapsamaktadır Yani o nefis, kıyâmet günü her durumda kendisini kınayacaktır Kötülük işlemişse, kendisine zarar verecek böyle bir şeyi neden yaptığı için kendisini kınar ve pişmanlık duyar; iyilik yapmışsa elinde imkân olduğu halde neden daha fazlasını yapmadığı için kendisini eleştirir ve pişmanlığını dile getirir (İbn Kayyım, el-Cevziyye, et-Tibyan fi Aksamil-Kur'an, Beyrut 1988, 35) Rasûlullah (sas)'in şu hadisi buna işaret etmektedir: "İyi veya günahkâr hiçbir nefis yoktur ki kıyâmet günü kendini kınamasın" (Âlûsî, Ruhul-Meani, Kahire ty, XXlX, 136)
Mücâhid'e göre ise nefs-i levvâme, muttakî insanların nefsidir Bu kimseler yapma fırsatını kaybettikleri iyilikler için pişmanlık duyar ve kendilerini kınarlar Katâde'nin de içinde bulunduğu diğer bir grup, levvâmeden fâcir kimselerin kastedildiği görüşündedir Bunlar kıyâmet gününde işlediklerinin pişmanlığını duyacak ve neden kötü ameller işledikleri için kendilerini kınayacaklardır Bundan, kendi nefsini Cennetten çıkarılmayı gerektiren bir amel işlediği için sürekli kınayan Hz Adem (as)'in kastedildiğini ileri sürenler de olmuştur (Alûsî, aynı yer)
İbn Cerir et-Taberî, nefs-i levvâme hakkındaki farklı görüşlerin temelde birbirine çok yakın olduklarını, dolayısıyla nefs-i levvâmeden, iyilikte de kötülükte de kendini kınayan ve kaçırdıkları fırsatlar için pişmanlık duyan nefislerin kastedildiğini söylemektedir Âyetin zâhirine uygun olan anlamın da bu olduğunu belirtmiştir (Taberî, XXlX, 175)
Hasan el-Basrî de aynı görüşte olup şöyle demektedir: "Allah'a yemin ederim ki, gerçek mü'min sürekli olarak kendi nefsini kınar O, "Şu sözümle neyi kasdettim? Bu yemeği yememdeki gâyem neydi? Kalbimden geçen şu düşünceden elde etmek istediğim nedir?" der Fısk içinde bulunan kimse ise kendi nefsini asla kınamaz" (İbn Kesir, Tefsîrul-Kur'anil-Azîm İstanbul 1985, XIII, 300; İbn Kayyım, age, 35) İbn Kayyım, nefsin levvâme ile nitelenmesinin sebebinin risâlet ve Kur'an'ın tasdik edilmesinin gerekliliğini açıkça ortaya koymak için olduğunu, bu tasdik olmadan nefis için başka bir kurtuluşun asla var olmadığını söylemektedir (İbn Kayyım, age, 38)
Fî Zilâli'l-Kur'anda, farklı görüşlerin tamamı zikredildikten sonra şöyle denilmektedir: "Biz, nefs-i levvâmenin anlamı hakkında Hasan el-Basrî'nin tefsirini tercih ediyoruz Levvâme ile nitelendirilen uyanık, korkan ve işlediklerinden pişmanlık duyan bu nefis, kendini hesaba çeker, etrafını görüp gözetir, arzularının içyüzünü bilir Böylece kendisini aldanmaktan kurtarır Böyle bir nefis Allah katında iyidir İşte bu yüzden Allah Teâlâ onu, yemin ederken kıyâmetle birlikte zikretmiştir Karşısında ise, günah işleyen nefis söz konusu edilir; İnsanın içinde günah işlemeyi arzulayan ve isyan yollarında yürümeye devam etmeyi isteyen nefistir Gerçek dini yalanlar, ondan yüz çevirir, kendisiyle aynı durumda olanların yanına biraz daha yarar elde etme ümidiyle gider Ne kendini hesaba çeker, ne yaptıklarından pişmanlık duyar, ne aldırış eder, ne de günah işlediğinin farkında olur (Seyyid Kutub, Fî Zilalil-Kur'an, Kıyâmet sûresi tefsiri)
Âyette Allah Teâlâ'nın kıyâmetle birlikte nefs-i levvâme üzerine yemin edip etmediği konusunda müfessirler farklı görüşler ileri sürmüşlerdir Bazıları nefs-i levvamenin başındaki "lâ"nın olumsuzluk bildirdiğini, diğer bazıları da kasem için kullanıldığını kabul etmişlerdir Hasan el-Basrî; "Allah Teâlâ, kıyâmet üzerine yemin etmiş; ancak, nefs-i levvâme üzerine kasem etmemiştir" demektedir Katâde ise, her ikisine birlikte yemin edildiğini; İbn Kesîr de Katâde'nin görüşünün doğru olduğunu bildirmektedirler (İbn Kesir, VIII, 301; Ayrıca bk, İbn Kayyım, age, 34-38, 188) (5)
Nefs-i Mutmainne:
Hiçbir şüphe ve tereddüt taşımadan, itmi'nân-ı kalple Allah'ı Rab kabul edip, O'nun peygamberlerinin getirdiği dini de hak din bilerek Allah'a teslim olan ve O'na ulaşan insanın nefsi (es-Seyyid eş-Şerif el-Cürcânî, et-Ta'rifât, İstanbul 1283, s 165; el-Gazalî, İhya-u Ulûmiddin, Beyrut (ty) III, 4)
Aslında nefs, bir şeyin kendisi, benliği, zâtı ve hakikatidir Buna göre nefs-i mutmainne, o dereceye ulaşan insanın kendisi demektir (Elmalılı, Hak Dini Kuran Dili, VIII, 5814)
Nefs-i mutmainne, Kur'anda bir yerde geçmektedir: "Ey huzura eren nefis, sen Allah'tan ve O da senden râzı olarak Rabb'ine dön! Gir (iyi) kullarımın arasına! Gir cennetime!" (89/Fecr, 27-30) "Nefs-i mutmainne", genelde Türkçeye "huzura eren nefis" olarak tercüme edilmiştir Bu dereceye ulaşmış olan bir insan, Allah Rasûlünün getirdiği her inanç ve ameli hak olarak kabul eder; Allah'ın dininin yasakladığından mecbûren değil, seve seve kaçınarak uzak durur; Allah yolunda ne fedâkârlık gerekiyorsa yapar; dünyanın İslâm dışı lezzet ve menfaatlerinden mahrum kaldığı halde, onları özlemez ve tersine bu konuda kalbi mutmain olarak hak dini takip edip çeşitli pisliklerden korunur Nefs-i mutmainne dendiği zaman, bu vasıflara sahip olan insan akla gelir (Muhammed b Cerir et-Taberî, Camiul-Beyân fi Te'vil'i Ayil-Kur'an, Mısır 1954, XXX,190 vd; Muhammed b Ahmed el-Ensârî el-Kurtubî, el-Câmiu li Ahkâmil-Kur'an, Kahire 1967, XX, 57 vd)
Bazı âlimlere göre bu âyet, Hz Osman (ra) hakkında nâzil olmuştur Diğer bazı âlimlere göre ise, Hubeyb b Adiy hakkında nâzil olmuştur Mekkeli müşrikler onu idam edip yüzünü Medine'ye çevirdikleri zaman, Yüce Allah onun yüzünü Kâ'be'ye doğru çevirmişti (el-Kurtubî, el-Cami', XX, 58)
Nefs-i mutmainne derecesine ulaşan insan, dünyada bu şekilde Allah'a tam mânâsıyla teslim olmuş bir halde yaşar Gönül huzuruna, rûhî saâdete ulaşır Gam ve kederden uzak olur Âhirette de Allah'ın iltifâtına nâil olur Yüce Allah'ın nefs-i mutmainne seviyesindeki insana yönelik bu "Rabb'ine dön, (iyi) kullarım arasına gir, Cennetime gir" meâlindeki hitapların ne zaman vuku bulacağı hakkında da âlimlerin farklı yorumları vardır Âlimlerin değişik tefsirlerine göre bu hitap ya ölüm ânında veya kıyâmet gününde yahut da Cennet'e girişte yapılacaktır (ez-Zemahşerî, el-Keşşâf, VI, 233) (6)
Nefs-i Râdıye:
Allah'tan râzı ve hoşnut olan insan rûhu Hayvanî nefse (cana) ve insanî rûha (nefs-i nâtıka'ya) da "nefis" denilir Hayvanî nefis, hayvanlarla insanlar arasında müşterektir Hayvanlar kendilerinde insanî ruh olmadığı için nefislerinin gereğini yerine getirmek için yaşarlar Nefis (can), tabiatının gereği olarak kendisini korumak, neslini devam ettirmek ve hayvanî lezzetleri tatmak için çalışıp çabalar Hayvanî nefsin mantıkı, canlılık faâliyetlerine ait isteklerdir Hayvanî nefis, haz ve zevk alma prensipleriyle hareket eder
Ruh'a (nefs-i nâtıka'ya) gelince; aslında temiz ve Allah'ın emir âleminden olan bu cevher, Allah'a yaklaşmak ve O'na yükselmek ister Ruh'a başlıca iki özellik verilmiştir: Akıl ve vicdan (basiret veya kalp gözü) Vicdan, ruhun temizlenerek iyiliğe yönelişi, bağlanışı ve Cenâb-ı Hakk'ı izleyişi ve bir nev'i O'na bakış yeteneğidir İman ve İlâhî bilgilerde yükselmenin mahalli, ruhun bu yönüdür İman, kişinin kendi ihtiyariyle akıl kapısından girer, kalbe (gönüle) yerleşir; nefsaniyet ve şeytaniyete açılan kapıdan çıkabilir Ruh, şeytanın da tesiriyle hayvanî nefsin hükmü altına girer, aklını ve fikrini onun istekleri doğrultusunda kullanırsa; bu ruha "nefs-i emmâre" denilir Bu durumunda devam ettiği müddetçe ruh günahlara dalarak tamamen paslanır, kirlenir ve neticede mühürlenir O halde insanın ebedi saadeti için ruhunun nefsanî ve şeytanî kirlerden temizlenmesi gerekir: “Muhakkak nefsini (ruhunu) kötülüklerden temizleyen kurtuluşa erdi Onu kötülüklerle örtüp kirleten de zarar ve ziyana uğradı" (91/Şems, 9-10)
İnsanî ruh; iman ederek ibâdet, zikir ve tâat, günahlardan kaçınma, mücâdelede ve riyâzet ile temizlenmeye başlar Temizlendiği vakit insan ruhunda, temizlik ve saflığına göre ahlâken yükselme, İlâhî marifetlerde ilerleme gibi birtakım iyi durumlar meydana gelir Ruhun temizlenme mertebesinin ilki; yaptığı günahların fenalığını anlayıp bunları işlediğine pişman olma ve kendini kınama mertebesi olan "nefs-i levvâme" derecesidir Bundan sonra, ruh, temizlenme ve Allah'a yaklaşmaya doğru sırasıyla şu mertebelere ulaşabilir: Nefs-i mülheme (nefs-i mülhime de denilir), nefs-i mutmainne, nefs-i râdıye, nefs-i mardıyye nefs-i kâmile (nefs-i zekiyye veya nefs-i safiyye) Bunlardan nefs-i râdıye, insan ruhunun temizlenmeye başladığı andan itibaren kazandığı sıfat ve durumların dördüncüsüdür Bu mertebeye "rızâ makamı" da denilir Nefs-i râdıye; Allah için ibâdet, zikir ve tâat ile meşgul olarak dünyaya hiç gönül vermeyen, nefs-i hayvani'nin arzu ve isteklerinden tamamen vazgeçen, Allah'ın sevgi ve rızası dışında bütün arzu ve isteklerini terkeden kâmil kimsenin ruhudur Bu makama gelen ruhta kazâya rızâ esastır Böyle bir kimse Allah Teâlâ'nın irâdesine kayıtsız ve şartsız teslim olur Allah'tan gelen her musibet ve nimet karşısında aynı derecede memnun ve râzı olur Bu mertebede insan ruhuna, bütün hallerinde kemâl-i rızâ ile muttasıf olduğu için, nefs-i râdıye denilmiştir Nitekim Allah Teâlâ bu nefs-i nâtıkaya "Ey mutmain olup güvenceye kavuşmuş nefis! Râzı olmuş ve (Allah tarafından) râzı ve hoşnud olunmuş olarak Rabbi'ne dön" (89/Fecr, 27-28) sözüyle hitap etmiştir Cenâb-ı Hakk'ın nefs-i râdıye'ye bu hitabı ya bedeninden ayrıldığı (ölümü) zaman, ya ba's zamanında veyahut da âhirette hesabının tamamlanmasından sonra olacaktır, denilmiştir Kur'an'da bildirilen nefs-i râdıye için bu hitap, bu üç zamana da şâmil olur Bir kısım müfessirler; imanda kemâle ermiş nefs-i mutmainne'ye dünyada Cenâb-ı Hakk'ın bu hitâbının doğrudan doğruya meydana geldiği kanaatine varmışlardır Bu takdirde "dönmek" emri, ihtiyar ve istekle bütün işlerinde gönül verip râzı olarak Allah Teâlâ'ya ve O'nun emir ve takdirine dönme emridir Sıkıntı, musibet, genişlik ve sevinç hallerinde kazâ ve kadere rızâ ve bu sûretle bu imtihan âleminde çeşitli zorluklara güzel ve büyük bir metânetle göğüs germek nefs-i mutmainne'nin kemal mertebesi olan nefs-i râdıye'nin hasletidir Ve mardıyye (Allah katında makbul ve O'nun hoşnutluğuna ermiş olmak) da bunun arkasından gelir
Ruhun bu râdıye mertebesi ve makamı ancak zevk ile bilinir; tatmayan bilmez Râdıye makamına yükselmiş olan insanî nefse ikram edilen sıfatlar; vera' (şüpheli şeyleri terketmek), ihlâs, muhabbet, üns, huzur (muhadara), keşif ve kerâmettir Nefs-i râdıye, Allah'tan ve O'nun rızâsına erdirecek olanlardan başkasını terkettiği gibi, hatta mâsivâyı (Allah'tan başkasını) dahi unutur Râdıye mertebesinde olan kâmil kişi Cemal-i Mutlak'ın şuhûdunda müstağrak olur Âlemde başına her ne gelirse, onu gönül hoşluğuyla kabul edip zevkini alır Bu durumlarında bile halka nasihatte, emr-i bil-ma'rûf ve nehy anil-münkerde bulunur Böylece halkı irşad etmekten geri durmaz Sohbetinde bulunan, onun sözlerinden istifâde eder Bu makamın sahibi huzur-ı Hakk ile edeb deryasına dalar Duâsı Allah katında reddolunmaz Fakat edep ve hayâsı gâlip geldiğinden, zorunlu kalmadıkça kendisi için bir şey talep edemez
Nefs-i râdıye mertebesine gelmiş kâmil kişi Allah katında aziz ve mükerremdir İnsanlar ona saygı gösterirler Halkın ona saygısı cebrî ve kahrîdir Onu sayanların çoğu, ona niçin ve ne sebeple saygı gösterdiklerini bilmezler Böyle bir zat, asla zâlimlere boyun eğmez ve onları sevmez; zâlimlerin zulümlerinden de selâmet bulur Eğer fakir olup da kendisine yardım ederlerse, yardım edenler bile onu Rabbiyle meşgul olmaktan alıkoyamazlar Bu makamda bulunan kâmil, daha çok Allah'ın "Hayy" ism-i şerifini söylemekle meşgul olur, bu isimle fenâsı zâil olur; "Hayy" ile beka bulur ve "mardiyye" makamına yükselir Allah Teâlâ'nın esmâ ve sıfatlarının tecellisine mazhar olur Böylece ilmel-yakînden aynel-yakîn mertebesine ve mardıyye makamına gelir Ve buradan nefs-i kâmile makamına yükselir ve kendisinde Hakkal-yakîn hâsıl olur Hak yoluna giren bu kâmil, asla yanlış bir itikada sapmadığı gibi, bütün hallerinde ahkâm'ı şer'iyye'yi kendi nefsinde icrâ etmekten zerre kadar ayrılmaz (İbrahim Hakkı, Marifetnâme, İstanbul 1310, s 491-493; Bursalı İsmail Hakkı, Ruhul-Beyan, ilgili âyetler Şeyh Abdul-Hadi, Kitab-ü babil-Fütûh li-ma'rifet-i Ahvâli'r-Ruh Mısır, Matbaatül-Hayriyye; Mehmed Ali Aynî, Tasavvuf Tarihi, el-Hacc Mehmed Nuri Şemsüddin en-Nakışibendi, Miftahul-Kulûb) (7)
Özelde nefs-i râdıye ile ilgili bu yorumların ve genelde nefsin mertebeleri/merhaleleri olarak merdiven basamağı ve sınıf atlama şeklinde çıkılan makam olarak kabul edilen bu yaklaşımların, Kur'an'la sağlaması yapılmadan, daha çok tasavvufî anlayışa dayandığını hatırlatmamız gerekiyor İlerideki sayfalarda bu konuya daha geniş açıklamalar getirilecektir
|