Prof. Dr. Sinsi
|
Nefs Hakkında Bütün Konular
Nefsin Olumsuz Yönü; Hevâ
“Hevâ”; boş, hava dolu, sonuçsuz, değersiz gibi anlamlara gelir Uzay ve yer arasında bulunan atmosfer boşluğuna bundan dolayı hevâ (hava) denilmektedir Hevâ, aynı zamanda düşüşe de denilir Bu anlamından dolayı, istenilen güzel davranış seviyesinden düşüşle ilgili olarak, hevâsını tanrılaştıranların düşeceği cehennemin isimlerinden birisi olan ve “çukur”, “düşülen uçurum” anlamına gelen ve hevâ kelimesiyle aynı kökü paylaşan “hâviye” ile olan ilgisi dikkat çekicidir Istılahta hevâ ise, bir şeye karşı aşırı sevgi ve bağlılık, arzu ve istek, nefsin tabiatında olan hislerinin icabına göre hareket ederek yükseklerden yüz çevirip süflî tarafa eğilim göstermesi, benliğin şehvet tarafına geçerek ruha sırt çevirmesidir Bu saptırıcılığından dolayı nefsin bu türden süslü isteklerine tâbi olması, hevâ olarak isimlendirilmiştir
Hevâ, nefsin şehvete meyli için kullanıldığı gibi, bizzat şehvete meyyal nefis için de kullanılır (Râgıb, Müfredât, s 769) Hevâ, nefsin, arzularını tatmin için şeriatın dışındaki şeylere meyletmesidir (Cürcânî, Ta’rîfât, s 257) Meselâ kişinin nikâhlısına ilgi duyması, meyletmesi ibâdet iken; nikâhlısı olmayana meyli kabahat olmaktadır (Elmalılı, Eser Y 7/4570)
Hevâ, aşağılık istek ve arzuların kaynağı olmasından dolayı, dalâletin başta gelen sebeplerinden biridir Bu yüzden hevânın zıddı “hüdâ” (hidâyet) kabul edilir Onun için hevâ kavramı, nefsin şehvete ve zevke düşkünlüğünü anlattığı gibi, ilim sahibi olmadan sahibine emir veren nefis anlamında da kullanılmaktadır Böyle bir nefis, sahibini şehvete ve aşırı zevke düşürüp günaha sürükler, uçurumlara ve Cehenneme düşürür Hevâ, nefsin şehvet denilen hayvanî ve aşırı istek ve arzulara meyletmesi anlamında kullanılır Hevâ, keyfe uymak, boş ve zararlı tutkuların güdümüne girmek demektir Bu şehvete meyleden nefis için hevâ denir Sahibini dünyada çeşitli belâlara sokan, âhirette de onu cehenneme düşüren şey diye de tanımlanır
Hevâ, insan nefsinin şehvetlerinden ve hayvanî iştihadan doğan doğal eğilimi olmakla beraber, aynı zamanda insanı her türlü isyana götüren zaafın itici gücüdür; her türlü belânın, rezilliğin ve kötülüğün kaynağıdır Hevânın zan ve şehvet ile de yakın bir anlam bağı bulunmaktadır Çünkü zan, kişinin bir şeyin müsbet veya menfîliği hakkında, tahminle kendi nefsine göre bir hüküm vermesidir Yani sübjektif olarak dış dünyaya bakması, değerlendirmesidir Halbuki sübjektif dünya, izâfî bir dünya olduğundan, her şahsa göre değişebilen bir âlemdir Bundan dolayı hevâ, zanda olduğu gibi aldatıcı ve zevke göredir
İnsanın aşırı isteklerine, Allah’tan gelen ilme yani vahye uymayan tutumlarına ‘hevâ’ denilmektedir Nefsin sınırlı istekleri, meşrû arzuları normal ve helâl yoldan karşılandığı zaman hata değil, sevap bile olur Nefis her zaman çeşitli isteklerde bulunur Bu isteklerin bir kısmı insanın ihtiyacı değil, nefsin aşırı istekleridir Kişi nefsinin meşrû isteklerini, inandığı Rabbin gönderdiği ölçüler içerisinde karşılayabilir Aşırı isteklere uyulup yönelmesi; nefsin Allah'ın ölçülerine aldırmaması anlamına gelir Bu, şüphesiz bir hatadır ve sahibine zarar veren bir durumdur Eğer nefis Allah’tan gelen ilme, yani vahye uyarsa; görüşlerini, kararlarını, isteklerini bu ilme uygun bir şekilde ayarlarsa; o nefis doğru yolda olan nefistir Fakat bir kimse Allah’tan gelen ilme/vahye kulak asmaz, yalnızca kendi görüşünü, zevkini, kararını, arzusunu ön plana çıkarırsa bu nefis doğru yoldan sapan azgın bir nefistir ve o kişi hevâsına uymuş olur
Yeryüzündeki bütün günahların, bütün şirklerin, bütün kâfirliklerin sebebi, hevâya uymaktır Bir iş yaparken, bir şeyin hakkında karar verirken, bir ibâdet yaparken, bir şey yanlış mı doğru mu diye düşünürken; kişi ya kendi aklına, ya da inandığı dinin ölçülerine uyar Eğer akıl Allah’tan gelen ilme yani vahye uyuyorsa, o akıl isâbetli karar verir Eğer bir akıl Allah’tan gelen haberlere inanmıyorsa, o akıl, sahibini yanıltacaktır ve o kişi hevâsına uymuş olacaktır
Kurtubî, hevâyı şöyle açıklar: "Hevâya uymak insanın Hak'tan gayrısıyla şehâdet etmeye ve hükümde zulüm ve benzeri ile hüküm vermesine sebep olur" Hevâ, insan ruhunun şehvetlerden ve hayvanî iştiha ve arzulardan doğan doğal eğilimi anlamında kullanılır Başka bir tanıma göre hevâ, delile dayanmadan sırf arzulardan kaynaklanan görüştür Bu anlamından dolayı Kur'an, kelimenin karşıtı olarak Peygamberin dilinden, "beyyine" (delil, kanıt, ilim) kelimesini kullanır
Hevâ kelimesinin bir anlamı da, iniş ve düşüş demektir (20/Tâhâ, 81) Aynı kökten türeyen "el-hâviye" kelimesi de düşüş anlamından dolayı Cehennem için kullanılmıştır (101/Kaaria, 9-11) Çünkü hevâsına teslim olup onun kulu haline gelerek Allah'ın gazabına uğrayan kimse, büyük bir irtifâ kaybına uğrayıp halifelik makamından inerek hayvanlardan daha aşağı derekeye düştüğünden cehenneme de benzer şekilde yukarıdan aşağıya düşecektir Arapça'da bir kimsenin üst makamdan daha aşağı bir yere düşüşü de hevâ terimiyle ifade edilmektedir Kur'an'da kullanılan "hevâ" kökünden gelen bir diğer kelime "istihvâ"dır Bu, şeytanın insanı hevâya uymaya zorlamasıdır (6/En'âm, 71)
Hevâsına Uyanların Özellikleri: Hevânın yerleştiği kalpte, başta şirk olmak üzere bütün olumsuz davranışlar, bütün kötülükler yerleşmeye başlar Bu kimseler, hevânın bir benzeri olan zanlarının (boş kuruntularının) ve keyiflerinin peşinden giderler Allah’ın gönderdiği hidâyet rehberine aldırmazlar bile (53/Necm, 23) Kişinin kendi hevâsına uyması, Haktan yüz çevirmesi demektir Nitekim Kur’an, "kendi hevâlarına uyanlara tâbi olmayın" (38/Sâd, 26; 5/Mâide, 77) demektedir Böyle yapanlar zâlim olurlar Zâlimler ise Hakk’tan yüz çevirenlerdir (2/Bakara, 145) Zaten onların Allah’ın hidâyetinden yüz çevirmelerinin, ya da âyetleri yalan saymalarının sebebi, vahyi bırakıp kendi hevâlarına uymalarıdır (6/En’âm, 150; 18/Kehf, 28)
Şu âyet hevâya uymanın zararlarını göstermesi açısından ne kadar dikkat çekicidir: “Eğer hak, onların hevâlarına uyacak olsaydı hiç tartışmasız gökler, yer ve bunların içinde olan herkes (ve her şey) fesâda (bozulmaya) uğrardı…” (23/Mü’minûn, 71) Hevâlarına uyanların özelliklerinden biri de istikbâr (kendini büyük görme) ve peygamberlerin getirdiği vahye karşı çıkmadır Bu gün de keyiflerine göre yaşamak ve insanları kendi hevâlarına göre yönlendirmek isteyenler, hayata ve dünyaya kendi hevâları doğrultusunda yön vermeye kalkanlar, Kur’an mesajına, İslâm'ın güzelliklerine karşı çıkmaktadırlar (2/Bakara, 87; 5/Mâide, 70)
Hevâlarına uyanlar, Allah’tan gelen ilmi/vahyi bilgisizce bir tarafa atarlar Onlar gerçekten câhillerdir (30/Rûm, 29) Kur’an, Hz Peygamber'i ve onun şahsında müslümanları uyararak: "Sana gelen bu ilimden (Kur’an ve hükümlerinden) sonra onların hevâsına uyarsan, senin için Allah’tan bir velî ve yardımcı yoktur" (2/Bakara, 120; 13/Ra’d, 37) "Allah’ın indirdiği ile hükmet, onların hevâsına uyma" (5/Mâide, 48, 49) "Emrolunduğun gibi dosdoğru ol ve onların hevâsına uyma" (42/Şûrâ, 15) demektedir
Kur’an, mü’minlere ayrıca "adâletten ayrılıp hevânıza uymayın" demektedir (4/Nisâ, 135) Şüphesiz ki hevâya uymak, dengeyi bozar, hakları ihlâl eder, tarafgirliğe ve taassuba sebep olur, düşmanlığı körükler İnsan, Allah’ın hidâyet kitabı olarak gönderdiği Kur’an’ı, yani vahyi dışlayarak, her şeyi kendi aklına, kendi hevâsına göre çözmeye, her şeyin hükmünü işine geldiği gibi vermeye kalkışırsa, insanın gönlünde de, yeryüzünde de huzurun olması mümkün değildir Vahyi dışlayanlar hem kendilerine yeni ilâhlar bulurlar, hem de küçük, önemsiz ve kısır çekişmelerin içinde, ucuz çıkarların peşinde koşar dururlar Hevâsına uyan kimselerin yön verdiği dünyada barış ve adâletin olması mümkün değildir Bu gerçeğe hem tarih şâhittir, hem de içinde yaşadığımız şartlarda bunu açıkça görmekteyiz
Mü’minler, sık sık hevâlarına uymamaları konusunda uyarılmaktadırlar Yine yukarıda geçtiği gibi hevâlarına uyan veya hevâlarını tanrı haline getirenlerin peşinden gitmemelerini Kur'an ısrarla emretmektedir Buna bağlı olarak da, en iyi barınma yeri Cennet’in Rabbinin makamından korkanlar ve nefsinin hevâsından sakınanlar için hazırlandığını Kur'an haber vermektedir (79/Nâziât, 40-41) Kur’an, Allah’ın âyetlerine tâbi olanlar ile hevâlarına uyanların bir olmayacağını belirtir: “Şimdi Rabbinden apaçık bir belge üzerinde bulunan kimse, kötü ameli kendisine ‘süslü ve çekici’ gösterilmiş ve kendi hevasına uyan kimse gibi midir?” (47/Muhammed, 14) Elbette bir olmaz Birisi, Allah’tan gelen açık, sağlam, hak/mutlak doğru, hidâyet gösterici, iki dünyada da kurtuluşa götürücü, kişiyi adam yapan ilâhî belgelere, yani vahye (Allah’ın âyetlerine) uymakta; öbürü ise nefsinin aşırı isteklerine, kuruntulara, ilmî dayanağı olmayan zanlara, boş hayallere uymaktadır
Hevâsına uyan insanların çok olduğu toplumlarda hata çok yapılır, suç çok işlenir, fitne ve fesat çok yaygınlaşır, insanî değerler rağbet görmez, adâletle hareket etme ahlâkı zayıflar Bu bakımdan insanlara düşen hevâlarına uymak değil; kendi hevâsından konuşmayan bir peygambere (53/Necm, 3-4) ve O’nunla beraber Allah’tan gelen ilme (vahye) tâbi olmaktır (2/Bakara, 120) (21)
Hevânın Putlaştırılıp İlâh Haline Getirilmesi: Bir insan kendi görüşünden, kendi kararından başkasını beğenmiyorsa, kendi zevkinden daha üstün bir şey tanımıyorsa o insan kendi hevâsını, kendi nefsini tanrı haline getiriyor demektir Kur’ân-ı Kerim bunu şöyle açıklıyor: “Gördün mü hevâsını (arzularını, keyiflerini, isteklerini) tanrı haline getireni? Onun üzerine sen mi vekil olacaksın?” (25/Furkan, 43) Bu kimseler canlarının istediğinden başka kutsal bir şey bilmezler Bunlarda hakseverlik yoktur Bu gibiler bencil insanlardır Peşine düştükleri arzuları da normal bir istek değil, canlarının istediği kuruntulardır Böyleleri hak, hukuk, delil, âyet, şâhit tanımazlar, yalnız kendi isteklerini en üstün tutarlar Onlara göre din de, insanların vicdanlarından gelen arzularıdır Dolayısıyla kendi nefislerini doyurmaya, keyiflerini tatmin etmeye çalışırlar
Bunlar, hakkı ve gerçeği kabul etmezler, ama keyfîliği hayat anlayışı olarak alırlar “Şimdi sen, kendi hevâsını ilâh edinen ve Allah’ın bir ilim üzere kendisini saptırdığı, kulağı ve kalbini mühürlediği ve gözünün üstüne de bir perde çektiği kimseyi gördün mü? Artık Allah’tan sonra ona kim hidâyet verecektir? Siz yine öğüt alıp düşünmüyor musunuz?” (45/Câsiye, 23 ve yine bkz 25/Furkan, 43; 53/Necm, 23)
Gazzâli, bu âyeti yorumlarken “ilâh” kelimesinin “ma’bûd” anlamına geldiğini, ma’bûdun da “emrine uyulan” demek olduğunu, buna göre davranışlarında hevâya uyup bedenî arzularının peşinden koşanların hevâlarını ilâh edinmiş sayılmaları gerektiğini ifade eder (İhyâ, 3/28) Hevâlarına uyanlar, tam bir sapıklığa düştükleri gibi (45/Câsiye, 23); bunların peşinden gidenler de Allah’ın yolundan saparlar (5/Mâide, 77; 6/En’âm, 56) Mü’minler, çeşitli âyetlerde hem kendi hevâlarına ve hem de kâfir, zâlim, hak yoldan sapmış, kalpleri mühürlenmiş kimselerin hevâlarına uymaktan menedilmiştir
İster nefsin hevâsına göre insanlar, tanrılar topluluğu (panteon) düşünüp onları kendi aralarında uzlaştırsın, savaştırsın, barıştırsın veya seviştirsin; ister arzularının istediği şeyleri onlara emrettirsin ve nehyettirsin, isteklerini güzel veya çirkin göstertsin; isterse yalnız kendi öz arzusunun geçerli ve tatmin olmaya değer en önemli gaye olduğunu düşünsün, bütün bu durumlarda insan, hevâsını tanrılaştırmış olmaktadır (Mitolojiler, epiküriyenler, din dışı hutanistler, din dışı egzistansiyalistler, “yaratıcı sanatçılar”, tanrı yapmak ve yaratmak gibi kavramları ucuz ucuz dağıtan zihniyetler, sinema artistleri için “yıldız” ki bu tâbir, eskiden yıldızlara tapmanın hâtırasını saklamaktadır veya bir kısmı için “seks tanrıçası” gibi deyimleri bol bol kullananlar vb ile birlikte hatırlayalım) Nefsin hevâsı, insanlığın bütün çağlarında görülerek dar ve geniş anlamındaki bir şirkin, belli başlı kaynağı olmuştur (22)
Hevâya Allah’a bağlanır, O’na teslim olur gibi yapışmak, büyük bir şirk, çirkin bir suçtur “Yüce Allah’ın yanında gök kubbe altında Allah’tan başka tapınılan tanrılar içinde, kendisine uyulan hevâ (aşırı istek ve tutkulardan) daha büyüğü yoktur” (Taberânî; İbn Kayyim el-Cevziyye, İğâsetu’l-Lehefân, 2/148; Elmalılı, 6/70; Ş İslâm Ansiklopedisi 2/397)İnsanın keyfi ne istiyorsa onu elde etmeye çalışması ve bu konuda ilâhî sınırları hiç önemsememesi, bu hevâ putuna tapmak demektir Zaten eski câhiliyye dönemindeki müşriklerin puta tapmaları da, böyle hevâya tâbi olmalarının bir sonucu idi (53/Necm, 23) Yine Lut kavminin yaptığı homoseksüellik gibi rezillik de, hevâ putunu yüceltip bütün şeytanî arzularına uymanın sonucu idi (29/Ankebût, 28-29; 45/Câsiye, 23)
Kötü temâyüllere düşkün, şehevî arzularının kölesi haline gelmiş, her türlü günahla yoğrulmuş kimseler, Allah’tan kaçabilmek için, önce O’nun hakkında şüphelere kulak verir, giderek inkâra varırlar Böylece “her günahta inkâra giden bir yol vardır” gerçeğini ortaya koymuş olurlar (3)
Mü’min; İlâhî nizama samimiyetle inanan, müslüman da o nizama teslim olan, uyan kimse demektir Ferdiyetçi, hümanist bir espri ile kişinin kendi düşüncelerini yüceltip övmesi, kendi fikrinin üstünde bir şey görmemesi, kendi kanatlerine göre iyi-kötü, hayır-şer, güzel-çirkin hükümleri getirmesi, Kur’ân-ı Kerim’in ifadesiyle kişinin hevâsını ilâhlaştırmasıdır “Şimdi sen, kendi hevâsını ilâh edinen ve Allah’ın bir ilim üzere kendisini saptırdığı, kulağı ve kalbini mühürlediği ve gözünün üstüne de bir perde çektiği kimseyi gördün mü? Artık Allah’tan sonra ona kim hidâyet verecektir? Siz hâlâ öğüt ve ibret alıp düşünmeyecek misiniz?” (45/Câsiye, 23)
Bu âyette geçen “bir ilim üzere”, yani “bilgisi olduğu halde” tâbiri, üzerinde durulması gereken bir noktaya dikkat çekmektedir Hevâsını ilâhlaştıranlar, sıradan kimseler değil; “bilgisi olan” entelektüel kimselerdir Yine âyette böyle sapıkların irşâdının çok zor olduğuna işaret edilmektedir Öyleyse mutlak hakikatten/gerçek ve kesin bilgiden, Rabbânî ilimden/vahiyden uzaklaşarak, şeytanın kurulu dünyasındaki saltanatına râm olmuş modern zihniyeti, bu noktadan ele almalıyız Tefsirlerde işaret edilen bu tip karakterle uygun kişilik sergileyen Bel’am bin Baura ve Umeyye bin Ebi’s-Salt ve her dönemdeki benzerleridir Bel’am karakterlilerden olmamak için; hak ilme uymak ve dünyaya meyletmemek, hevâya kul olmamak gerekmektedir
Bir başka âyette, hevâya uymak, yani dinî ölçülere ters düşen ölçüler, değerler koymak, bir başka ifadeyle ferdiyetçilik, egoizm, bencillik, menfaatperestlik sapıklığın en büyüğü olarak vurgulanmaktadır: “Allah’tan bir yol gösterici olmadan hevâsına uyanlardan daha sapık kim vardır?” (28/Kasas, 50)İbn Kesir’in dediği gibi, “kendi nefsinin arzusuna göre neyi güzel görmüşse, o şey o kimsenin dini ve mezhebi olmuştur” (4) “Bir ruh ki, sâbit ölçüleri yitirir, belli mikyasları kaybeder, mazbut değerlerden mahrum olursa arzu ve isteklerinin mahkûmu olur, kendisine tapılırsa artık o ruh, hiçbir ölçüyü kabul etmez, hiçbir ciddîliği benimsemez Hiçbir mantık kaidesini dinlemez Azgın heveslerini tanrılaştırmaktan ve onlara tapınmaktan başka bir şey yapmaz” (23)
Mevdûdî, Câsiye sûresi, 23 âyeti tefsir ederken şöyle der: “Hevâ ve hevesini tanrı edinmek” ifadesiyle bir kimsenin nefsinin her istediğini yapması ve yaptığı işin Allah indinde haram mı, helâl mi olduğunu dikkate almadan davranması kast olunmaktadır Böyle bir insan, Allah emretmiş bile olsa, eğer nefsi istemiyorsa o işi yapmaz İşte bu kimse, nefsine itaat ettiği şekilde, başkalarına da itaat ediyorsa şayet; o kimseleri, o kimselerin hevâlarını da tanrı edinmiş olur Her ne kadar bu kimse, kendi keyfini ve o kimseleri ilâh ve mâbud edinmediğini söylese de veya o kimselerin putunu yaparak onlara tapmasa da onları tanrı edinmiştir Çünkü bu kayıtsız şartsız teslimiyeti, onun bu kimseleri tanrı edindiğinin bilfiil ispatıdır Ve bu da apaçık şirktir Allah’tan başkasına bu şekilde itaat eden kimse, itaat ettiği kimseye secde etmemekle ve diliyle onun ilâh olduğunu söylememekle, şirkten kurtulamaz Nitekim diğer büyük müfessirler de bu âyeti, bu şekilde yorumlamışlardır İbn Cerîr, “Allah’ın koyduğu helâl ve haramı dikkate almadan hevâsına/nefsinin arzusuna göre davranan kimse, nefsini ilâh edinmiş olur” demektedir Cessâs ise, “böyle bir kimse, mü’minlerin Allah’a itaat ettiği gibi nefsine itaat eder” derken, Zemahşerî; ‘nefsinin yönlendirdiği gibi hareket eden kimse, nefsine tıpkı Allah’a itaat edildiği gibi itaat etmektedir’ der” (24)
Her kötü iş ve söz, hevâdan, hevâsına tutsak olan kişinin cehâletinden ve zâlimliğinden kaynaklanır İnsandaki her şerrin kaynağı odur İnsan, hevânın kontrolüne girmek istemiyorsa, faydalı ilimle cehâleti, sâlih amelle zulmü bertaraf etmelidir “Zulmedenler bilgisizce hevâlarına uydular” (30/Rûm, 29) Bilgisizlikle hevâya uymak birleşince zulüm ve küfür ortaya çıkmaktadır Allah Teâlâ, Dâvud (as)’a şöyle tavsiyede bulunur: “Hevâna tâbi olma ki, bu seni Allah yolundan saptırır” (38/Sâd, 26) Çünkü hevâ cismânî lezzetlere dalmaya, ruhânî saâdeti elde etmeyle meşgul olmamaya dâvet eder (25)
İslâm’ın önemli hedeflerinden birisi, insanın arzu ve isteklerine boyun eğmesini engelleyip insanı olgunlaştırmak ve böylece yeryüzünü ıslah etmektir Çünkü nefsin arzuları insanın fıtratını/doğal meyillerini bozar İnsanın temâyüllerinin tabiatta özel bir düzen ve tertibi vardır Bu âhenk ve nizam, itidal ve muvâzeneyi gerektirir İnsan, hevâsına uyarsa bu itidal ve muvâzene, denge kaybolur, adâlet ölçüleri çiğnenir ve iş zulme varır “Eğer hak, onların hevâlarına/arzularına uyacak olsaydı hiç tartışmasız gökler, yer ve bunların içinde olan herkes (ve her şey) fesâda (bozulmaya) uğrardı…” (23/Mü’minûn, 71)
Demek istiyoruz ki; lüzumsuzlarla meşgul olan, lüzumludan mahrum kalır İslâm’a tâbi olmayan mutlaka başka yollara düşer; Allah’a kul olmayan başkalarına kul köle olur Rasûlullah’ın getirdiklerine teslim olmayan, mü’minlik sıfatını yitirir, hevâsını ilâhlaştırmış olur Büyüklük/olgunluk, hevâya göre hareket değil; İslâm’a teslim olabilmektir Firâsetli ve ihlâslı neslin yetişmesinden rahatsız olan bâtıl ideolojiler hep insanların hevâ ve heveslerine hoş gelecek işler yapmaktalar ve bu kanalla insanları kendilerine bağlamaktadırlar Müslüman, Hakkın ölçüsüne uymak zorundadır Hevâya uyanlar Hâviye’ye düşerler Cehennem çukuru anlamındaki “hâviye”, “hevâ”dan gelmektedir (26)
Materyalist düzen ve tüketim toplumu olmak, piyasadaki anlayış doğrultusunda özgürlük fikri, reklâmlarla galeyana getirilen mala karşı aşırı istek, “dünyaya bir defa geldik, ne kadar zevk alırsak o kârdır” zihniyeti, moda, teşhircilik, vitrine/kaportaya/makyaja verilen değer gibi konuların tümü hep hevâ kavramıyla, arzuları putlaştırmayla çok yakından ilgilidir
Aklın, Hevânın/Kötü Arzuların Güdümüne Girmesi: Hz Peygamber, evrensel bir ahlâk, üstün bir hayat tarzına sahiptir (68/Kalem, 4) Çünkü o hevâsına, yani arzu ve heveslerine göre konuşmaz Bundan dolayı da sapmış (dâl) ve aldatılmış (ğâvî) değildir (53/Necm, 2-3) Zira kişi ancak aklını arzularının güdümüne teslim ederse, sapıtır ve dengenin en güzel ifadesi olan adâletten ayrılır Bundan dolayı iman edenler hevâya uymaktan sakındırılmışlardır (4/Nisâ, 135) Gerçekten de hevâya tâbi olmak, Allah'la karşılıklı ilişki ve davranış tarzı anlamındaki hidâyetin kalbe yerleşmesine ve kişinin davranışlarına yansıyan bir nitelik olmasına, tevhid nûrunun kalbi aydınlatmasına engel teşkil etmektedir Fertlerin dengede bulunmalarının en büyük dayanaklarından birisi olan âhiret ve hesap şuurunun unutulmasının perde arkasında da, hevâya/arzu ve heveslere uyma davranışı vardır (38/Sâd, 26) (27)
Şâtıbî'nin dediği gibi, iki düzen vardır Biri, vahye dayalı düzen; diğeri de hevâ; üçüncüsü (bunun orta yolu) yoktur Hevâ, insan hayatını düzenlemede dinin karşısına çıkışların genel adıdır (28)
Hevâya uymanın temelindeki hastalıklardan biri, Allah ve Rasûlü’nün emrini dinlemeyip kendi nefsinin hoşgördüğü, şehvetinin, yani haram tutku ve ihtiraslarının tatmin olacağı şekilde hareket etmektir İmam Kurtubî, azgınlığın kaynağı olan bu duygu ve davranışa hevâ denilmesinin sebebi, “sahibini cehenneme götürdüğü içindir” der (el-Câmiu li-Ahkâmi’l-Kur’an, 19/208) Hevâ ile hâviye arasında kesin bir ilişki vardır; Hevâ, cehennem uçurumu anlamındaki hâviyeye düşüren şeydir
Hevâ kavramını daha iyi tanıyabilmek için, “tuğyan”, “zulüm”, “istikbâr”, “ifsâd”, “ifsâd”, “fısk”, “zan” ve benzeri kavramları da çok iyi bilip anlamak gerekir Zira bu ve benzeri kavramlar, hevânın ayrı ayrı tezâhürleridir Hevâ, vahye karşı isyan edip Allah’ın ulûhiyet ve rubûbiyetine inanmayanların en büyük putlarıdır Hevâ, sahibinin durumuna göre, belli aklî ve mantıkî silâhlarla silâhlanır Bu silâhlar, “inkâr, câhil görme, şek/şüphe, te’vil, alaya ve hafife alma, kulak verir gibi görünüp ilgilenmeme, iftira ve en nihayet güç kullanarak Allah’ın emirlerine karşı koyma şeklinde ortaya çıkar
Fitne ve şirkin temelinde hevâ yatmaktadır Çünkü şirk ve küfür ehlinin, vahyin fıtrî akılla çatışmadığını kavrayamamaları sebebiyle ondan yüz çevirip istikbarda bulunmaları hevânın onların basîretlerini körleştirmesindendir “Semûd (kavmine gelince), Biz onlara doğru yolu gösterdik Ancak onlar körlüğü hidâyete (karşı tercihle) severek üstün tuttular” (41/Fussılet, 17) Buradaki körlük, kalplerin körlüğüdür İnsan, irâdesini hevâsının eline verdiğinde aldığı kararlar da, hevâsına uygun olacaktır Hevânın irâdesinde; takvâ, adâlet, şefkat ve insaf yoktur Çünkü Allah Kur’an’da; “Kendisinin yanında Allah’tan bir hidâyet olmaksızın, hevâsına uyandan daha dalâlete/sapıklığa düşmüş kim olabilir?” (28/Kasas, 50) buyururken, hevâya uymanın, dindeki tüm bozuluşların başlangıcı olduğunu haber vermektedir
Rasûlullah’ın, Kur’an’ın emrine uyarak “sadece vahye uyduğunu ve müşriklerin hevâlarına asla uymayacağını söylemesi”nin özünde, tevhid dini İslâm’ın büyük siyaseti bulunmaktadır “Velâ” (Allah’a, Rasûlüne ve mü’minlerin emîrine dostluk ve bağlılık) ve “berâ” (İslâmî olmayan herşeyden uzak olma ve onu inkâr) ancak hevâdan arınmakla mümkündür İslâm’da hidâyetin ve imanın sıhhati, velâ ve berâ kavramlarının yerli yerince oturtulmasına bağlıdır
İman ve şirki, hidâyet ve hevâyı Kur’an’a uygun tanımlayamayan bir topluluk, Kur’an’a bağlı bir topluluk olamaz Çünkü iman, genel anlamda sadece kabul edilecek meselenin tasdiki değil; aynı zamanda “hüdâ”dır Yani o, Allah’ın mü’minlerin kalbine koyduğu bir nurdur “Bâtıl”ı tanımayan kişi, hakkı ve imanı da tanımamıştır İşte bu bilgi, iman ve vahiy bilgisidir ki, insan ancak onunla hevâya uymaktan kendini kurtarabilir (29)
Hevâ ehlinin diğer bir özelliği de, Allah’ın zikrinden uzak olup kalplerinin mühürlü olmasıdır Hevâlarına uyanlar, Allah’ı, âhireti hatırlayıp bir adları da zikir olan Kur’an ve namazdan uzak olan kimselerdir Ya sürekli kendi hevâlarının çizdiği yoldan giderek kendi arzu, görüş ve düşüncelerini putlaştırırlar veya ezilmiş mustaz’aflardan ise, nefisleri/egoları zayıfsa, bu kez de daha kuvvetli nefis veya hevânın çekim alanına girerler, uydukları kişilerin hevâlarını putlaştırırlar “Zikrimizden kalbini gâfil kıldığımız ve hevâsına uyup da işinde aşırı giden(ler)e itaat etme, boyun eğme” (18/Kehf, 28) " Doğrusu birçokları bilgisizce kendi hevâlarına/kötü arzularına uyarak saptırıyorlar Muhakkak ki Rabbin haddi aşanları çok iyi bilir" (6/En'âm,119) "Ona (Kıyâmete) inanmayan ve nefsinin hevâsına/arzularına uyan kimseler sakın seni ondan (Kıyâmete inanmaktan) alıkoymasın; sonra mahvolursun!" (20/Tâhâ, 16)
|