Prof. Dr. Sinsi
|
İsraf Ve Çeşitleri
İsraf ve çeşitleri
İsraf ve çeşitleri
İnsanın değeri kendisine verilen nimet ve yeteneklerle yakından ilgilidir Düşünme, fikir üretme, bilgi sahibi olma, karar verme ve isteği doğrultusunda amel edebilme yeteneği onu diğer yaratıklardan ayıran başlıca özelliklerdir Yüce Allah insanla birlikte yeryüzü ve çevresinde, canlılara yetebilecek ölçüde rızık ve nimet de yaratmıştır Öyle ki Kur’an-ı Kerim’de, bu nimetlerin sayısal olarak tespitine bile güç yetirilemeyeceği ifade edilmektedir Yine kâinattaki her canlının rızkının Yaratan tarafından lutfedildiği belirtilmiştir
Dünya ve erişebildiğimiz diğer âlemlerin sayısız nimetler üretmeye elverişli olduğu gerçeği göz önünde bulundurulursa, Allah’ın nimetlerinin ne denli sayısız olduğu ve her canlı için yetecek ölçüde rızık yarattığı anlaşılır Kendisine bu derece önem verilen insan, başıboş bırakılmamış, yaratılış amacının Allah’a ibadet olduğu ifade edilmiş, bu ibadet yolu da gönderilen peygamberlerle kendisine bildirilmiştir İnsan, kendisine verilen nimetin değerini bilecek ve şükredecek, niçin yaratıldığınınşuurunda hayatını sürdürmeye çalışacaktır
Mal ve Servetin Kullanımı
İhtiyaçlarımızı gidermek için edindiğimiz şeylere genelde “Mal” terimi kullanılır Sözlükte mal, kişinin malik olduğu eşyanın hepsini ifade eder Edindiğimiz mallar yığınına da “Servet” adını vermekteyiz İslâm inancına göre, evrendeki her şey Allah’a aittir İnsanların elde ettiği mal ve mülkün hepsi O’nundur Nitekim,
وَتَبَارَكَ الَّذى لَهُ مُلْكُ السَّموَاتِ وَالْاَرْضِ وَمَا بَيْنَهُمَا
“Göklerin, yerin ve ikisi arasında bulunan her şeyin mülkü (hükümranlığı) kendisine ait olan Allah ne yücedir! ” (Zuhruf, 43/85) âyeti bu hususu dile getirmektedir İnsan âdeta Allah’ın mülkünün emanetçisidir Bu nedenle o, Allah’ın mülkünde başkalarına zarar vermeden meşrû yollardan kazanacak ve elde ettiği serveti harcarken de topluma zarar vermeyecek şekilde meşrû ölçüler içinde sarf etmeye özen gösterecektir
İslâm’da insanlara her ne kadar özel mülkiyet hakkı tanınmış ise de, kişiler mülklerinde veya sahip oldukları değerlerde sınırsız tasarruf hakkına sahip değillerdir Başka bir ifade ile kişinin, “nasıl olsa mülk bana aittir, sahip olduğum maddî ve manevî değerleri, gerek fert gerekse toplumsal bazda fayda ve zararı gözetmeden kullanma hakkına sahibim ” deme özgürlüğü yoktur Bu noktada İslâm’ın iktisadî hayata belli ölçüler çerçevesinde müdahale ettiğini görmekteyiz Şu kadar var ki hemen her toplumda sahip oldukları mal veya servetlerde insanlara getirilen bazı yükümlülükler, hoş karşılanmamış ve itirazlara mahal olmuştur
قَالُواْ يَا شُعَيْبُ أَصَلاَتُكَ تَأْمُرُكَ ان نَّتْرُكَ مَا يَعْبُدُ آبَاؤُنَا أَوْ أَن نَّفْعَلَ فِي أَمْوَالِنَا مَا نَشَاء
“Ey Şuayb! Babalarımızın taptıklarını (putları), yahut mallarımız hususunda dilediğimizi yapmayı terk etmemizi sana namazın mı emrediyor?…” (Hûd, 11/87) âyeti özel mülkiyete getirilen bazı kayıtların tarihi kökeni ve insanların malları ile ilgili olarak getirilen yükümlüklerde sergiledikleri tavır konusunda bize bir fikir vermektedir Aslında gerekli şartları taşıyan bireylere getirilen maddî yükümlülükler, genel kamu yararı için getirilen yükümlülüklerdir Nitekim İslâm, koyduğu bu tür prensiplerle, fert ile toplumun menfaatlerini bağdaştırmayı hedeflemiştir
İslâm, kişiyi servet edinmede nasıl birtakım kurallarla bağlı kılmışsa, elde edilen servetin tüketimi ya da tasarrufunda da meşrû ölçüler doğrultusunda hareket edilmesini öngörmüştür Nitekim Kur’an-ı Kerim’de,
مُّسْتَخْلَفِينَ فِيهِ فَالَّذِينَ آمَنُوا مِنكُمْ وَأَنفَقُوا لَهُمْ أَجْرٌ كَبِيرٌ آمِنُوا بِاللَّهِوَرَسُولِهِ وَأَنفِقُوا مِمَّا جَعَلَكُم
“Allah’a ve Resûlüne iman edin Sizi, üzerinde tasarrufa yetkili kıldığı şeylerden harcayın Sizden iman edip de (Allah rızası için) harcayan kimselere büyük mükafaat vardır ” (Hadîd, 57/7)
ْ قِيَاماً وَارْزُقُوهُمْ فِيهَا وَاكْسُوهُمْ وَقُولُواْ لَهُمْ قَوْلاً مَّعْرُوفاً وَلاَ تُؤْتُواْ السُّفَهَاء أَمْوَالَكُمُ الَّتِي جَعَلَ اللّهُ لَكُم
“Allah’ın sizi koruyucu kılmış olduğu mallarınızı aklı ermezlere (beyinsizlere) vermeyin ” (Nisâ, 4/5) âyetleri ile servetin, ölçüsüzce değil meşrû şekilde harcanması, onun değerini bilmeyenlere verilmemesi emredilmektedir Sahip olunan değerlerin, hiçbir şekilde zayi edilmesi tasvip edilmediği gibi bu tür davranışlar yasaklanmıştır
İslâm’da helâlinden kazanmak ve bu kazancı uygun şekilde ve gereği gibi kullanmak temel esas ve hedeftir Dinimizde, haram kazanç yerildiği gibi, helâl kazancın da gerekli ölçüler çerçevesinde kullanılmaması kınanmış hatta yasaklanmıştır Kazancın ya da sahip olunan değer ve nimetlerin gereği gibi kullanılmaması, israf kavramı ile ifade edilmektedir ki, İslâm’da, her çeşidiyle israf haram kılınmıştır Hem elimizdeki üretilmiş malları hem de dünyanın kaynaklarını ölçülü ve dengeli bir biçimde kullanmak ve tüketimi ona göre düzenlemek zorundayız
İsraf; herhangi bir konuda aşırı gitmek, doğru ve gerçek olandan sapma, meşrû sınırların ötesine geçme; imkanları ve sahip olunan değerleri, gerekli görülen yerler dışında veya gereğinden fazla harcama anlamına gelmektedir Cimrilik ise; imkan olduğu halde gerekli harcamayı yapmamak demektir
İsraf kelimesi iki âyette, bunun fiil ve isim şeklindeki türevleri ise, 21 âyette geçmektedir Ayrıca israf anl----- gelen “tebzîr” ve türevleri de kullanılmaktadır Bu kelimeler, hadislerde de yer almaktadır Kur’an-ı Kerim’de “meşrûiyet sınırını aşanlar” için sık sık “müsrif” ve “müsrifîn, müsrifûn” kelimeleri kullanılmaktadır Ayetlerde israf kavramı, doğru inançtan sapma, tutum ve davranışlarında itidalden sapma, ahlakta meşrûiyetten sapma ve azgınlığa düşme anlamlarında kullanılmıştır
İsraf ve Cimrilik Yasaklanmıştır
İslâm’da israf ve cimrilik, âyet ve hadislerle yasaklanmıştır Nitekim,
وكُلُواْ وَاشْرَبُواْ وَلاَ تُسْرِفُواْ إِنَّهُ لاَ يُحِبُّ الْمُسْرِفِينَ
“  Yiyiniz, içiniz, fakat israf etmeyiniz; çünkü Allah israf edenleri sevmez ” (A’râf, 7/31) âyeti israfın haram olduğunu açıkça dile getirmektedir Hz Peygamber (s a s ) de
كُلُوا وَاشْرَبُواْ وَتَصَدَّقُوا وَالْبَسُوا في غَيْرِ إسْرَافٍ وََ مَخِيلَةٍٍ
“Kibirsiz ve israf etmeden yiyiniz, içiniz, giyiniz ve sadaka veriniz ” sözü ile israfın yasaklığını ifade buyurmuştur Dikkat çekici bulduğumuz şu olay İslâm’ın israf konusunda ne denli titiz olduğu hususunda bize yeterli fikir vermektedir:
أنَّ رَسُولَ اللّهِ صلى الله عليه وسلم مَرَّ بِسَعْدٍ، وَهُوَ يَتَوضَّأ Bir defasında Hz Peygamber (s a s ) Sa’d’e uğradı Sa’d bu esnada abdest alıyordu Resûlullah (a s ), (onun suyu aşırı kullandığını görünce);
فقَالَ مَا هذَا السَّرَفُ "Bu israf nedir"? diye sordu Sa’d de,
فقَالَ أفِي الْوُضُوءِ إسْرَافٌ؟
"Abdestte de israf olur mu?" dediğinde Hz Peygamber (s a s) de
,قَالَ نَعَمْ وَإنْ كُنْتَ عَلى نَهَرٍ جَارٍ “Evet, hatta akmakta olan bir nehirde abdest alsan bile” şeklinde cevap verdi
Kur’an-ı Kerim’de, insanın cimrilik duygusundan kurtulması ve bunun yerine cömertlik duygusunu geliştirmesi her vesile ile öğütlenmekte, Allah’ın cimrilik edenleri ve başkalarına da cimriliği tavsiye edenleri sevmediği belirtilmektedir (Nisa, 4/37) Başka bir ayette cimriliğin insanın kendi yararına bir davranış olmayıp aksine tam aleyhine bir sonuç doğuracağı ifade buyurulmuştur Hz Peygamber de cimriliğin yasak ve dinde hoş karşılanmayan bir haslet olduğunu,
خَصْلَتَانِ َﻻ تَجْتَمِعاَنِ في مُؤْمِنٍ: الْبُخْلُ، وَسُوءُ الخُلْقِ
"İki haslet vardır ki bir mü'minde asla beraber bulunmazlar: Cimrilik ve kötü ahlâk " hadisiyle ifade etmiştir Ayrıca Resûlullah (s a s) genel olarak insanlar hakkında düşünülebilen en kötü ve alçaltıcı iki huyun cimrilik ve korkaklık olduğunu, cimrilik duygusuyla imanın bir arada bulunmayacağına vurgu yapmıştır
İslâm ahlakçıları cimriliği ahlakî ve psikolojik bir hastalık kabul ederek diğer reziletler gibi bunun da ilim ve amel yoluyla tedavi edilebileceğini ifade etmişlerdir İlim yolu cimriliğin ahlakî, dinî ve içtimaî bakımdan zararlarını ve bundan kurtulmanın yollarını araştırıp öğrenmek, amel yolu ise insanların dertleriyle ilgilenmek, nefse güç gelse de insanlara yardım etmeye kendini zorlamak şeklinde özetlenebilir
İsraf Alanları
Toplumumuzda israf hemen her türüyle yer almaktadır Ancak biz en çok karşılaştığımız israf alanlarına kısaca işaret ederek bazı değerlendirmelerde bulunacağız
Yeme-içmede israf
Varlığımız ve iş yapma gücümüzün devamı için gerekli gıdaları almak insanî olduğu kadar dinî bir görevdir İnsan bu görevi yerine getirirken yeteri kadar gıdayı almak mecburiyetindedir Yüce Dinimiz, ihtiyacımız olan gıdayı azaltıp iş gücümüzü kaybetmeyi tasvip etmediği gibi, gereğinden fazla yiyip içmeyi de yasaklamıştır (A’râf, 7/31)
İnsan karnını tıka basa, ölçüsüzce doldurmayacak, ama güç ve takatten düşecek derecede de aç durmayacaktır Hz Peygamber (s a s ),
مَا ﻣﻸ آدَمِىُّ وِعَاءً شَرّاً منْ بَطْنٍ، بِحَسَبِ ابنِ آدَمَ لُقَيْمَاتٌ يُقْمِنَ صَلْبَهُ، فَإنْ كَانَ َﻻ مَحَالَةَ فَاﻋﻼ، فَثُلُثٌ لِطََعَامِهِ، وَثُلُثٌ لِشَرابِهِ، وَثُلُثٌ لِنَفَسِهِ
“ Ademoğlu, karnından daha şerli bir kap doldurmamıştır İnsana belini doğrultacak birkaç lokma yeter Yemek yediği zaman, midesinin üçte birini yemeğe, üçte birini içmeğe, üçte birini de nefes almaya ayırsın ” sözüyle haddinden fazla yemenin insanı sürükleyeceği zarara dikkat çekmektedir
Günümüz toplumlarına şöyle bir göz attığımızda, yapılan yiyecek ve içecek israflarının haddi hesabının olmadığını görmek hiç de zor olmasa gerektir Çöplere atılan ekmeklerin, dökülen yemeklerin, boşa akan suların, milyonları bulan şehirlere yetecek miktara ulaştığından bahsedilmektedir Oysa gerek ülkemizde gerekse dünyada, hoyratça atılan bir parça ekmeğe, dökülen bir tabak çorbaya hatta umursamadığımız miktarda musluklardan sızan bir damla suya muhtaç ne kadar da insan vardır İşte bütün bunları, ruh terbiyesinden, maneviyattan dahası Allah’a gerçek manada kul olmaktan uzak olmanın sonucu olduğunu görmekteyiz Halbuki, müminin, yemek yerken sofrasına düşen kırıntıları bile toplayarak yemesi onun terbiyesinin sadece bir parçasıdır Ona, sevdiği Peygamber’i, akan bir nehirde ibadet niyetiyle abdest alırken bile suyu israf etmemesini öğütlüyor Bu hayata ve nimetlere bakışa getirilen bir disiplindir, eğitimdir, değer vermedir
Giyim-Kuşamda İsraf İnsan, soğuk-sıcaktan korunmak bir tarafa belli yerlerini örtmek zorundadır Bu zorunluluğun temeli, bazen dine bazen de örf ve kültüre dayanmakta ve bu değerlere göre değişkenlik arz etmektedir Ama insanlık âlemine şöyle bir göz atıldığında kaynağı her ne olursa olsun bütün toplumlarda giyinmenin bir zorunluluk olduğu görülür Öyle ki, giyim-kuşamın tarihsel kökeni, ilk insana kadar dayanmaktadır Hz Adem ve eşinin cennetten yeryüzüne çıplak olarak indirildiği ve Allah’ın onların mahrem yerlerini örtebilecekleri giyecekleri yarattığı belirtilmektedir
Kişilerin giyim-kuşamları malî imkanlarıyla da ilintilidir Hz Peygamber varlıklı kimsenin, gurur ve gösterişten uzak kalmak koşuluyla kendisine verilen nimetlerin belirtisini üzerinde hissettirmesinin Allah’ın hoşuna gideceğine işaret etmiştir Ayrıca huzuruna pejmürde kıyafetle gelen varlıklı birini,
إِنَّ اللَّهَ يُحِبَّ أَن يُرَى أَثَرُ نِعْمَتِهِ عَلَى عَبْدِهِ

“Allah, kulunun üzerinde nimetin görülmesinden hoşnutluk duyar ” buyurmak suretiyle uyarmıştır
Varlığı yerinde olan kişinin temiz ve güzel giyinmesi, sahip olduğu nimetin kadrini yerine getirmesidir Fakat güzel giyineceğim derken lüks ve gösteriş yönünden israfa kaçmamalı, henüz giyilebilecek elbiseleri, modası geçti düşüncesiyle zayi etmemelidir Üzülerek ifade edelim ki, suni bir olgu olan moda anlayışı, günümüzde insanların israfa yönelmesinde baş etkenlerden birisini teşkil etmektedir Henüz rengi dahi solmamış, bir iki defa giyilen elbiselerin düşüncesizce zayi edilmesi, israf dışında hangi kavram ile açıklanabilir? Bu tür davranışların İslâm’da bir vebali olduğunu belirtmemizde fayda vardır İslâm’a göre, insan kendisine verilen her türlü nimetten sorguya çekilecektir
|