|
Prof. Dr. Sinsi
|
Ömrü Kul Hakkı Yemekle Geçenlerin Vay Haline!
Ömrü kul hakkı yemekle geçenlerin vay haline!
Türkiye’de, herhangi bir kahvehaneye gidin, yandaki masadan, ortalama bir vatandaşın şöyle dediğini duyabilirsiniz; “Ne demiş Cenab-ı Hak; ‘Kul hakkıyla karşıma gelme!”
Nerede demiş? Hangi ayette demiş? diye itiraz etmenize gerek yok, çünkü bu söz, tam da Kur’an’ın ruhununun Müslüman halk muhayyilesinde yoğrularak dile gelmiş ifadesidir
Türkçe’de deyim haline gelmiş böyle sözler çoktur;
“Harama uçkur çözme”, “Tüyü bitmemiş yetimin hakkını yeme”, “Alma mazlumun ahını çıkar aheste aheste”, “Kula bela gelmez Hak yazmadıkça; Hak bela yazmaz kul azmadıkça” gibi…
Bunların her biri aslında birer ayettir
Hele “Kul hakkıyla karşıma gelme” sözü, tümüyle Kur’an’ın ruhunu yansıtır
Burada şu denmek istenir; “Sakın kul hakkı yeme çünkü Allah kul hakkı yemeyi affetmez ”
Kimi dinî cemaat ortamlarında ise şu ayet popülerdir; “Allah şirk dışında bütün günahları affeder ”
Peki, Allah’ın “Affetmem” dediği suç ve günah hangisidir?
Acaba Allah, kendine karşı işlenen günaha mı (şirk), yoksa insanların birbirine karşı işlediği günaha mı (kul hakkı) “Affetmem” demektedir?
***
Bu, şunun için önemli…
Mesela, devlet, kendine karşı işlenen “devletin manevî şahsiyetini tahkir ve tezyif” gibi suçları affetmiyor da insanların birbirine karşı işlediği adam öldürme, hırsızlık, yolsuzluk, gasp, tecavüz gibi suçları affedebiliyor
“Devlete karşı suç (şirk!) affedilmez, gerisi önemli değil” diyen siyasi anlayışla, “Allah’a karşı şirk affedilmez, gerisi önemli değil” diyen dinî anlayış arasında bir paralellik ve mantık birliği var
Böylesi bir siyasî anlayışın aslında dinî anlayıştan yani Tanrı ve devlet tasavvurundan türediğini (kaynaklandığını) düşünüyorum
Çünkü Emevî, Abbasî, Selçuklu, Osmanlı ve T C devlet tasavvurları tek bir tarihsel zaman süreci içinde “görüngü” değişikliğine uğramış ve fakat Tanrı ve devlet anlayışları hiç değişmemiş…
Asıl “derin devlet” de budur
Bunun değişmesi için “derine” inilmesi; Tanrı ve devlet tasavvurlarının sorgulanması gerekmektedir
***
Şimdi, işin köklerine inelim bakalım durum gerçekten öyle mi?
Kur’an’da 324 yerde “zulüm”, 174 yerde de “şirk” kavramı geçer
Zulüm “ötekine haksızlık yapmak”, şirk de “Allah’a ortak koşmak” demek…
Kur’an’da bu iki kavramın nerede ve nasıl kullanıldığına baktığımızda, ikisi hakkında da “affetmez” dendiğini görüyoruz
Mesela; “Zulmedenleri Allah affetmez ve onlara bir yol da göstermez ” (Nisa; 4/168)
ve “Allah ortak koşanları affetmez, bundan başka dilediğini (layık gördüğünü) affeder ” (Nisa; 4/48)
Bununla ne kastedildiğini anlamak için Kur’an’ın Kur’an ile tefsirine gittiğimizde ötekine karşı “zulüm” ile ilgili bir affın olabildiğine dair başkaca bir açıklama göremezken, Allah’a karşı “şirk” ile ilgili affın olabildiğine dair şu ayeti görüyoruz;
“Kendilerine apaçık deliller gelmesinin ardından tuttular buzağıyı tanrı edindiler Biz bunu da affettik ve Mûsâ'ya apaçık bir güç ve yetki verdik ” (Nisa; 4/53)
Keza Kur’an’da zulmün üç anlamda kullanıldığını görüyoruz; Allah’a karşı haksızlık, kendi nefsine karşı haksızlık ve öteki (insanlara) karşı haksızlık…
Buradan ilk ikisi için tek yanlı af ve mağfiret yolunun açık, ancak üçüncüsü için hakkını yediği kişiden daha dünyadayken helallik dilemedi ve bunu sonraki davranışları ile de ispat etmedi ise tek yanlı af ve mağfiret yolunun kapalı olduğunu görüyoruz
Yani tabiri caizse “Bana veya kendi nefsinize karşı işlediğiniz suçları affedebilirim, ama kul hakkı ile karşıma gelmişseniz sizi ben bile kurtaramam Bu, kurtarmaya gücüm yetmediğinden dolayı değil; kullarıma (insanlara) gösterdiğim saygı ile hak ve özgürlüklerin katımdaki değerinden dolayı böyledir ” denmek isteniyor
Bunu şu tür ayetlerden çıkarıyoruz;
“İnsanlara zulmedenlere ve yeryüzünde zorbalık yapanlara yol yoktur Onlara elem dolu azap vardır ” (Şura; 42/42)
“Senin Rabbin, halkı birbirine iyilik, güzellik, doğrulukla muamele ettikçe bir beldeyi zulüm (şirk) sebebiyle helak etmez, olacak şey değil!” (Hud; 11/117)
Yani: Allah, birbirlerine dürüst davrandıkları, aralarındaki muameleleri düzgün yaptıkları sürece yani birbirlerine zulmetmedikleri sürece bir beldenin halkını, örneğin sırf inkar etmeleri veya şirk koşmaları yüzünden helak etmez…
Razi, ayette geçen “zulüm”ün şirk anlamında kullanıldığını söyler ve buna şu ayeti örnek gösterir;
“Şirk en büyük zulümdür; kuşku yok” (Lokman; 13) Ve ekler: Çünkü Allah’ın hakları (hukukullah) hoşgörü ve kolaylığa dayanır Fakat insanların hakları (hukuku’l-ibad) inceden inceye elemeye ve sıkı tutmaya dayanır Nitekim bir hadiste “Hâkimiyet küfürle devam eder ama zulümle devam etmez” buyurulmuştur (Razi)
Razi’nin dediği gibi aksi halde ayette çelişki ortaya çıkıyor Çünkü iyilik, güzellik, doğruluk üzere olanlar (muslihun) zaten zulümden kaçınmış olanlardır Demek ki bu ayetteki zulüm şirk anlamındadır Burada Allah’ a karşı işlenen suç (şirk) ile insanların birbirine karşı işledikleri suçlar karşılaştırılmakta ve “Siz asıl birbirinize karşı davranışlarınıza bakın, Bana karşı davranışınız Bana kalmış ” denmek istemektedir
Keza şu ayetler de bunu teyid ediyor; “Zulmedenlerin mazeret beyan edip yola gelmeleri için o gün artık çok geç!” (Rum; 57), “O, dilediği kimseyi sevgi ve merhametine alır zalimlere ise elem dolu bir azap hazırlamıştır ” (İnsan; 77/31)
Yine Kur’an’da insanlara önderlik etmenin ölçüsünün soy sop değil; adalet-zulüm ölçütü olduğunu görüyoruz;
“Bir zamanlar, Rabbi İbrahim’i bir takım olaylarla sınamış, kendini ispat edince ‘Ben seni insanlara önder yapacağım ’ demişti ‘Soyumdan da önderler yap ’ deyince Allah, ‘Zalimler önder olamaz’ buyurmuştu ” (Bakara; 2/124)
Yani: Ey “Tanrı ile yürüyen”in (İsrail) torunları olduklarını iddia edenler! Keza Ey “Allah’a kulak veren”in (İsmail) torunları olduklarını iddia edenler! Ey “Sevgi ve merhametin babası”nı (Ebrahim) ataları olarak kabul edenler! Dinleyin: Allah İbrahim’i sizden iki bin yıl önce tıpkı bu yetim Muhammed (s a v) gibi doğruluk ve dürüstlük (el-emin) üzere buldu Onun Allah’ın yani vicdanın ve merhametin evrensel sesi olabileceğini gördü Buna lâyık olduğunu gösterdi İbrahim’le birlikte büyük bir yürüyüş başlattı Onu iyilik ve adalet timsali olarak insanlığa önder yapacağına söz verdi İbrahim soyumu da önder yap diye talepte bulununca ona, iyilik ve adalet yolundan ayrılanlar, zalimler önder olamaz dedi Bu nedenle yeryüzünde seçilmiş bir soy yoktur Kim iyilik ve adaleti ayağa dikerse, kim vicdan merhametin sesi olursa, kim doğruluk, dürüstlük yolunda yürürse ancak onlar insanlığa öncülük etmeye lâyıktır Soyunuzla övünmeyi bırakın İsrail oğulları veya İsmail oğulları olmak sizi kurtarmaz Nitekim siz İsrail oğulları “Allah ile yürüyüşü” terk ettiniz; kuruntularınızla, vehimlerinzle yürüyorsunuz Siz İsmail oğulları da “Allah’a kulak vermeyi” bıraktınız; Kâbe’yi putlarla doldurup Lat’a, Menat’a, Hubel’e kulak veriyorsunuz Şu halde sevgi ve merhametin babası İbrahim’in yolunu sürdüren, küllenmiş o köze yeniden üfleyen işte şu aranızdaki yetim Muhammed (s a v) dir Artık sevgi ve merhametin yeni sesi budur Kuruntularınızı bir kenara bırakıp söylediklerine kulak verin, onun yürüyüşüne katılın…
|