Yalnız Mesajı Göster

Bütün Varlıkları Allah Yarattı; Öyleyse - Haşa - Allah'ı Kim Yarattı?

Eski 07-28-2012   #1
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Bütün Varlıkları Allah Yarattı; Öyleyse - Haşa - Allah'ı Kim Yarattı?






Bütün varlıkları Allah yarattı; öyleyse - haşa - Allah'ı kim yarattı?
Bütün varlıkları Allah yarattı; öyleyse -haşa- Allah'ı kim yarattı?


Zamanımızda saf zihinleri bulandırmak, körpe dimağları ifsat etmek için ortaya atılan sorulardan biri de "Bu mahlûkatı Allah yarattı, peki ya Allah'ı -hâşâ- kim yarattı?" sorusudur


Aynı soru müşrikler tarafından bizzat Peygamber Efendimize (asm) sorulmuş ve bu soru üzerine Cebrail (as), Allahü Azîmüşşân'dan İhlâs Sûresini cevap olarak getirmiştir Bu sûre ile şirkin bütün nev’ileri kökünden kesilip atılıyor, tevhidin bütün mertebeleri en güzel bir şekilde izah ve ispat ediliyordu Resûl-i Ekrem (asm) Efendimiz de bu soruyu soran kimselere yine İhlâs Sûresi ile cevap verilmesini beyan buyurmuşlardır(1)


Biz de Resûlulluh’a (asm) ittiba ederek bu soruya İhlâs Sûresi ile cevap vereceğiz Cenâb-ı Hak İhlâs suresinde kendisini kullarına şöylece bildirmektedir:


"De 'ki O Allah'dır, Ehad’dir (O) Allah'tır, Samed'dir Doğurmadığı gibi, doğmamıştır da Hiçbir şey O'nun dengi (ve benzeri) değildir"


Bu sûre Allah'ın varlığının, birliğinin, eşi ve dengi olmadığının en güzel, en cami bir ifadesidir ve Kur'ân-ı Kerîm'in tevhid noktasında bir özeti gibidir Bu konudaki diğer âyet-i kerîmeler, bir bakıma bu sûrenin tefsiri hükmündedirler




“De ki: O Allah'dır, Ehad'dir


Âyet-i kerîmedeki Allah lâfzı Cenâb-ı Hakk'ın zâtına işaret etmekte, Ehad ise, O'nun birliğini ifade etmektedir Burada şunu belirtmek gerekir, Ehad ism-i şerifi "adet olarak" bir demek olmayıp, "yegâne birdir", "tek birdir", "şeriksiz birdir", "kendinden başkası hep mahlûk olan " manasına gelir Yâni O'ndan başka bütün birler adet olarak birdirler, mahlûkturlar, mümkindirler


Cenâb-ı Hakkın zâtının bir olduğunu, kudsî mahiyetinin hiçbir mahiyete benzemediğini, mekândan ve zamandan, cisimden ve cisme ait bütün özelliklerden münezzeh olduğunu ifade eder


Cenâb-ı Hakk'ı "Ehad" olarak bilen bir insan O’nu kimin yarattığı gibi bir sorunun ne kadar saçma olduğunu hemen anlar Böyle bir mü'mini hiçbir vehim ve vesvese şüpheye ve tereddüde düşüremez




(O) Allah'tır, Samed'dir


Yâni, O hiçbir şeye muhtaç değildir, herşey O’na muhtaçtır Bütün istek ve arzulara cevap veren, bütün ihtiyaçları gideren yegâne merci O'dur




Doğurmadığı gibi…


Yani, Ehad ve Samed olan Allahü Teâlâ, evlâd sahibi olmaktan, doğurmaktan ve bölünüp - parçalanmaktan münezzehtir


"Allahü Teâlâ, Ehad, Samed olduğu için tecezzi etmez, O'ndan ne bir cüz, ne bir cevher, ne bir madde kopup ayrılmaz, çıkmaz O'nun cinsi, nev'i, benzeri olmaz Hiçbir ihtiyacı ve eksiği bulunmaz Ancak O'nun ilminde bulunan herşey, yine O'nun yaratmayı dilemesiyle vücuda gelir 'Ol' demesiyle olur"(2)


O Vahid-i Ehad bölünme ve parçalanmadan münezzeh olduğu için, kendi zâtından bir ilâh sudur etmesi muhaldir Mahlûkatını ilmi, iradesi, kudreti ile yaratır Yarattığı mahlûkatın O'na denk yahut O'ndan güçlü olması muhaldir




… doğmamıştır da


Yâni, bir başkasından doğmamıştır, sonradan olmamıştır; evveli yoktur, ezelîdir O'nun olmadığı bir zaman tasavvur edilemez


Bu ayet, Allahü Teâlâ hakkında babalığı, analığı, başkasından doğmuş olmayı reddetmekle, başta Hıristiyanların "teslis" akidesi olmak üzere her türlü velediyet fikrini reddeder




Hiçbir şey O'nun dengi (ve benzeri) değildir"


Merhum Elmalılı Hamdi Efendi, bu âyetin tefsirinde şöyle buyurur:


Ne öncesinde doğuran bir sabıkı ve üstünü, ne de sonrasında doğmuş ve doğacak bir astı ve eki yoktur Şan ve değer bakımından da O'na eşdeğer olacak hiçbir şekilde hiçbir denk mevcut değildir Ne zatında, ne sıfatında hiçbir eşiti, hiçbir benzeri, ne zıtlaşacak, ne birleşek şekilde hiçbir eş, arkadaş, ortak veya rakip olmamıştır ve olamaz Yani ezelde olmadığı gibi, bundan sonra da olmayacaktır O'ndan başka bir "Vacibu'l-vücud" yoktur Ezelde olmayınca sonradan olması da muhaldir Bunu ihtara hacet yoktur Çünkü sonradan olanlar hâdis ve mahluk olacağı için zaten O'na denk ve eşit olması mümkün değildir Çünkü sonradan olanda ne kadar kemal farz edilirse edilsin yine de mahluktur (3)


Sûrenin önceki âyetleri tevhidin bütün mertebelerini özet olarak ifade ettiği gibi, bu âyet-i kerîme de Cenâb-ı Hakk'ın Zâtında benzeri, fiillerinde ortağı ve sıfatında misli bulunmadığını beyan ile şirkin akla gelebilecek bütün türlerini reddetmektedir


İhlas suresinin kısa bir açıklamasını verdikten sonra söz konusu soru hakkında şunları da ifade etmekte fayda görüyoruz:


Şu varlık aleminin yaratıcısı ancak ve ancak vücudu vâcib, ezelî ve ebedî, zâtında ve sıfatlarında benzeri bulunmayan Allah'dır Elbette, O Zât-ı Akdes hakkında böyle bir soru sorulamaz Çünkü kim yarattı sorusu ancak mahlûkat için sorulabilir


Allahü Teâlâ Ehad’dir; birdir, zatında şeriki yoktur


Allahü Teâlâ Samed'dir Bütün mahlûkat yaratılmalarında, devam ve bekalarında, idare ve tedbirlerinde her an O'na muhtaçtır Hiçbir şeye muhtaç olmayan O Ehad ve Samed hakkında böyle bir soru sormak O'nu tanımamanın, bilmemenin bir ifadesidir


Allahü Azîmüşşân doğmadan ve doğurulmadan münezzehtir Ezelî ve ebedî olan ve kendisinden üstün bir varlık tasavvur edilmeyen O Zât-ı Zülcelâl'in, bir başkasının tesiri ile, vücuda gelmesi nasıl tevehhüm edilebilir?


Allahü Teâlâ'nın eşi, benzeri, dengi ve misli yoktur Ne ulûhiyyetinde, ne rubûbiyetinde, ne mabudiyetinde, ne hallâkiyetinde ve ne de hâkimiyetinde O'na denk ve misil olacak hiçbir varlık düşünülemez Zerre kadar aklı olan bir insan böyle bir Zât hakkında bu çelişkili sorunun sorulamayacağını bilir


Evet, "Cenâb-ı Hakk'ı -hâşâ- kim yarattı?" sorusunda açık bir çelişki vardır Şöyle ki: Allahü Teâlâ Hazretleri'nin vücudu zâtidir Ezelî ve ebedîdir Eşi ve benzeri yoktur Herşeyi yaratan ve herşeyin kendisine muhtaç olduğu bir Zata yaratılma izafe edilirse çelişki ortaya çıkar Hakikatlerin zıddına dönüşmesi gerekir


"İnkılâb-ı hakâik, ittifaken muhaldir ve inkılâb-ı hakâik içinde muhal-ender muhal, bir zıddın kendi zıddına inkılâbıdır Ve bu inkılâb-ı ezdad içinde bilbedahe bin derece muhal şudur ki: Zıt, kendi mahiyetinde kalmakla beraber, kendi zıddının aynı olsun"(4)


Soru bu hakikatin ışığında incelendiğinde şu tezatlar ortaya çıkar:


Allahü Teâlâ'nın -hâşâ- yaratıldığı vehmedilirse o halde, O Zât-ı Mukaddes'in hem ezelî, hem hadis (sonradan yaratılmış), hem Hâlık, hem mahlûk, hem sonsuz kadir, hem sonsuz âciz, kısacası, hem ulûhiyetin sonsuz kemâl sıfatlarına, hem de mahlûkiyetin sonsuz eksik sıfatlarına sahip olması lâzım gelir


Soru böyle sonsuz çelişki ve zıtlıklar taşıdığı gibi, birçok imkansızlıkları da içine almaktadır Bunlardan sadece birisi olan "Teselsülün muhaliyeti"ni nazara vermekle yetineceğiz


Bir an için O Vâcib-ül Vücud hakkında böyle bir soru sorulduğu farzedilse, o zaman bu soru o noktada kalmaz Yâni Cenâb-ı Hakk'ı yarattığı vehmedilen o halikın da bir halikı, onun da halikı sorulur Böylece soru silsile haline sonsuza kadar gider O hâlde bu sorunun mahiyeti muhale, imkânsızlığa dayanır ve böyle bir soru sorulamaz


Teselsülün muhal olduğuna dair bazı misaller takdim edelim:


On-onbeş vagonlu bir tren düşününüz Bu vagonlardan herbirisini bir önceki vagon çeker Ve nihayet iş lokomotife dayandığında artık "lokomotifi kim çekiyor?" diye bir soru sorulamaz Zira, çekip fakat çekilmeyen bir lokomotif olmazsa bu nizam bozulur ve hareket meydana gelmez


Aynı şekilde, bir şekerin nasıl yapıldığını sorsak, bize cevaben, şeker fabrikasında yapıldığı söylenecektir Şeker fabrikasındaki âletlerin nerede yapıldığını sorduğumuzda onların da tezgâhları gösterilecektir Sonunda mes'ele bir zatın ilmine, iradesine ve kudretine dayanmazsa, tezgâhın da tezgâhı sorulacak ve teselsüle gidilecektir


Diğer taraftan bir elma, tabiri caiz ise, elma fabrikası olan ağacında yapılmaktadır Bu ağaç ise kâinat fabrikasında inşa edilmiştir Eğer elma ağacının da, kâinatın da yapılması sonsuz bir ilim ve kudret sahibine verilmezse, kâinat fabrikasına da bir fabrika, o fabrikaya da bir fabrika gerekecek ve çıkmaza girilecektir


Bir asker emri onbaşıdan, o da yüzbaşıdan ve başkumandan da padişahtan alır "Ya padişah kimden emir alıyor?" şeklinde bir soru sorulamaz Zira padişah da birinden emir alsa, o da asker derecesine iner ve emir aldığı zât padişah olur Bu durumda birinci şahıs padişah değildir ki: "Padişah kimden emir alıyor?" diye bir soru sorulabilsin Padişah denilince, emir veren, fakat emir almayan bir hükümdar akla gelir


Bu misâllerden anlaşıldığı gibi, bu kâinatın yaratılışının; zâtı, esması ve sıfatlarıyla ezelî ve ebedî olan Allah’ın ilim, irade ve kudretine dayanması zaruridir


"Cenâb-ı Hakk'ı -hâşâ- kim yarattı?" diye firavunâne soru soranlar “teselsülün muhal oduğunu” bilmediklerini ve nefisleriyle bir demogoji yaptıklarını açığa vurmuş olurlar


Dipnotlar:

--------------------------

(1) Hak Dini Kuran Dili, 9/6272; Fahruddin Er-Râzi, Tefsir-i Kebir Mefâtihu’l-Gayb, Akçağ Yayınları: 23/554-555; Suyûtî, Lübâbun-Nukûl, 11,199-211; Alusi, XXX, 27O-27I

(2) Elmalılı Hamdi Yazır HDKD, Cilt 9, s 6321

(3) Elmalılı Hamdi Yazır age, s 6333

(4) Said Nursî, Sözler s 65

Alıntı Yaparak Cevapla