Prof. Dr. Sinsi
|
Riyazü's Salihin - Rifâa İbni Râfi’ Ez-Zürakî
Açıklamalar
Hz Âişe annemizin bu kısa ifadesi, uzun bir hadisten alınmıştır Enes İbni Mâlik’in amcası Hişâm İbni Âmir’in oğlu Sa’d, tâbiîn neslinden cihad aşkıyla dolu bir gençti Hayatı boyunca Bizanslılara karşı savaşmak ve bir daha geri dönmemek arzusuyla önce karısından ayrılmaya karar verdi; sonra kalkıp Medine’ye geldi Niyeti, oradaki arazisini satıp bir kısım parasıyla silah ve at satın almak, geri kalan parayı yolunda harcamaktı Bunu duyan bazı müslümanlar ona bu düşüncenin yanlış olduğunu, savaşa gerektiğinde gidileceğini, nitekim kendisi gibi düşünerek karılarını boşamak isteyen altı kişiye Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in izin vermediğini söyleyince Sa’d bu niyetinden vazgeçti Karısını büsbütün boşamadığı için ona geri döndü Ama gönlündeki cihad aşkı hep taze kaldı Daha sonra doğu taraflarına yapılan bir sefere katılarak muhtemelen İran’daki Mekrân’da, bazı rivayetlere göre Hindistan’daki Mükrân’da şehid oldu
Sa’d Medine’ye gelmişken Hz Âişe’yi ziyaret etmek ve ona zihnindeki bazı sualleri sormak istedi Âişe annemize gece namazı ve vitir namazı hakkında da sorular sormuş olan Sa’d ona ilk olarak:
- Ey Mü’minlerin annesi! Bana Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in ahlâkını (yaşayışını) anlat, dedi Hz Âişe:
- Sen Kur’an’ı okuyorsun değil mi? diye sorunca Sa’d:
- Evet, okuyorum, diye cevap verdi Bunun üzerine Hz Âişe yukarıdaki sözü söyleyerek:
- Nebiyy-i Muhterem sallallahu aleyhi ve sellem’inahlâkı Kur’an idi, dedi
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in ahlâkının Kur’an olması demek, Kur’an’ın uygun gördüğünü uygun görmesi, Kur’an’ın beğenmediği bir işi, bir hareket tarzını beğenmemesi demektir Bir şeye kızıyorsa, o şeyi Kur’an çirkin gördüğü için kızması, bir kimseyi seviyorsa, onun tutumunu Kur’an tasvip ettiği için sevmesi demektir Kur’an’ın helâl saydığını helâl, haram saydığını haram sayması ve öylece uygulaması demektir
Resûlullah Efendimiz’in ahlâkı Kur’an olduğu için Teâlâ bütün kullarına onun ahlâkını, yani yaşayış tarzını tavsiye ederek “Yemin ederim ki, sizin için ’ın Resûlü güzel bir örnektir” [Ahzâb sûresi (33), 21] buyurmuştur Peygamber Efendimiz ilâhî terbiye ile yetişmesi sebebiyle, 622 numaralı hadiste görüldüğü üzere, “insanların en güzel ahlâklısı” kabul edilmiş, her hali ve tutumu Kur’an’a uygunluk sağlaması sebebiyle de canlı bir Kur’an sayılmıştır Efendimiz’in sünnetinin müslümanlar için taşıdığı önem de işte buradan kaynaklanmaktadır
Hadisten Öğrendiklerimiz
1 Resûlullah Kur'ân-ı Kerîm’in canlı bir örneğidir Bu sebeple Teâlâ onu bütün kullarına en güzel örnek olarak tavsiye etmiştir
2 Her müslümanın Resûlullah’ın izinde gitmesi, onun uygun gördüğünü yapıp sakındırdığından kaçınması gerekir
3 Sünnet, müslümanlar için vazgeçilmez bir değerdir
1852- وَعَنْهَا قَالَتْ : قَالَ رَسُولُ اللَّه صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم : « مَنْ أحَبَّ لِقاءَ اللَّهِ أحبَّ اللَّه لِقَاءَهُ ، وَمنْ كَرِهَ لِقاءَ اللَّه كَرِهَ اللَّه لِقَاءَهُ » فَقُلْتُ : يَا رسُولَ اللَّه ، أكَرَاهِيَةُ الموْتِ ؟ فَكُلُّنَا نَكْرَهُ الموْتَ ، قَالَ :« لَيْس كَذَلِكَ ، وَلَكِنَّ المُؤمِنَ إذَا بُشِّر بِرَحْمَةِ اللَّه وَرِضْوانِهِ وَجنَّتِهِ أحَبَّ لِقَاءَ اللَّه ، فَأَحَبَّ اللَّه لِقَاءَهُ وإنَّ الْكَافِرَ إذَا بُشِّرَ بعَذابِ اللَّه وَسَخَطِهِ ، كَرِهَ لِقَاءَ اللَّه ، وَكَرِهَ اللَّه لِقَاءَهُ» رواه مسلم 
1852 Âişe radıyallahu anhâ şöyle dedi:
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:
“Kim ’a kavuşmak isterse, da ona kavuşmak ister Kim ’a kavuşmak istemezse, da ona kavuşmayı arzu etmez” buyurdu Bunun üzerine ben:
- Yâ Resûlallah! Ölümü sevmediği için mi (kavuşmak istemez)? Öyleyse hepimiz ölümü sevmeyiz, dedim
- “Hayır, öyle değil Mü’mine ’ın rahmeti, rızâsı ve cenneti müjdelendiği zaman Teâlâ’ya kavuşmak ister; işte o zaman da ona kavuşmayı arzu eder Kâfire ’ın azâbı, gazabı haber verildiği zaman ’a kavuşmaktan hoşlanmaz; da ona kavuşmaktan hoşlanmaz” buyurdu
Müslim, Zikir 14-17 Ayrıca bk Buhârî, Rikak 41; Tirmizî, Cenâiz 67, Zühd 6; Nesâî, Cenâiz 10; İbni Mâce, Zühd 31
Açıklamalar
’a kavuşmayı istemek sözü kapalı bir ifadedir Nitekim Resûlullah Efendimiz “Kim Cenâb-ı Hakk’a kavuşmak istemezse Teâlâ da ona kavuşmak istemez” buyurduğu zaman, Hz Âişe, insanların tabiatları icabı ölümden hoşlanmadığını söyledi Ölüm, insanı hayattan kopardığı ve ölüm sonrası bilinmediği için onu hiç kimsenin sevmediğini anlattı İşte o zaman Nebiyy-i Muhterem Efendimiz bu sözü açıklama gereğini duydu ve ancak ölmek üzere olan kimselerin yaşadığı bir hali açıklayarak şöyle buyurdu: “Göz yukarı dikildiği, göğüs hızlı hızlı kalkıp inmeye başladığı, tüyler diken diken olduğu ve parmaklar yumulup büzüldüğü zaman, işte o anda kim ’a kavuşmayı dilerse, da ona kavuşmayı diler; kim ’a kavuşmayı istemezse, da ona kavuşmayı istemez” (Müslim, Zikir 17; Nesâî, Cenâiz 10) Demekki hadisimizde “ ’a kavuşmayı istemek” sözüyle anlatılmak istenen şey, yaratılış gereği sevmek veya sevmemek değil, ’a imanın, O’nun kullarına olan vaadlerinin doğruluğuna inanıp güvenmenin meydana getirdiği bir istek ve arzudur; bunun neticesi olarak da âhiret hayatını dünya hayatına tercih etmektir Ölümü sevmemek ise, dünya zevklerinden büsbütün kopma endişesinin ve belki bir daha bu tür zevkleri tatmama korkusunun verdiği huzursuzluk ve tedirginliktir
Bu kimselerin hali ve âkıbetleri Kur'ân-ı Kerîm’de şöyle anlatılmaktadır: “Öldükten sonra bize kavuşmayı ümit etmeyip dünya hayatına razı olan ve onunla yetinenler ve bizim âyetlerimizden gâfil olanlar yok mu, işte onların kazanmakta oldukları günahlar yüzünden varacakları yer, ateştir!” [Yûnus sûresi (10), 7-8]
Ölüm ânında insanlar genellikle iki türlü manzara sergiler
Mü’minin yüz hatları gayet sâkindir; yüzünde tatlı bir tebessüm parıldar; tavırları o andaki halinden memnun olduğunu gösterir Bu kimse ’a kavuşma olayının gerçekleşmek üzere olduğunu, ölümün bu kavuşmada köprü vazifesi gördüğünü iyice anladığı ve hele o sırada kendisine melekler tarafından “ ’ın rahmeti, rızâsı ve cenneti müjdelendiği zaman”, bütün bu nimetleri daha önce âlimlerimiz bize anlatmıştı diye düşündüğü ve ’ın, Resûlullah’ın sözlerinin doğruluğunu kavradığı anda, mü’min olmanın sevinci ve bahtiyarlığı yüzüne akseder Ölmek üzere olan mü’minin neden sevindiğini şu âyet-i kerîme ne güzel anlatır:
“Şüphesiz, Rabbimiz ’tır deyip sonra dosdoğru yolda yürüyenlerin üzerine melekler iner ve onlara şöyle derler: Korkmayın, üzülmeyin, size vaad olunan cennetle sevinin! Dünya hayatında da, âhirette de sizin dostlarınız biziz Bağışlayan ve çok merhametli olan ’ın ikramı olarak orada sizin için canlarınızın çektiği her şey var ve istediğiniz her şey orada sizin için hazırdır” [Fussılet sûresi (41), 30-32]
Ölüm ânında kâfirlerin ise yüzü asıktır Gördüğü manzaradan hoşlanmadığı belli olur Çünkü onlara hadisimizde belirtildiği üzere “ ’ın azâbı, gazabı haber verildiği” için ölmeyi, ’a kavuşmayı ve kendisine gösterilen korkunç âkıbet ile karşılaşmayı istemez “ da ona kavuşmaktan hoşlanmaz” demek, öyle kimselerden rahmetini, nimetini, cennetini uzaklaştırır demektir
Hadisten Öğrendiklerimiz
1 Ölmek üzere olan mü’mine Cenâb-ı Hakk’ın merhameti, cenneti ve O’nun kendisinden hoşnut olduğu müjdelenir O da ölümü sevinçle kucaklar
2 Ölmek üzere olan kâfire de ’ın kendisinden hoşnut olmadığı ve mutlaka cehenneme gireceği haber verilir O da bu yüzden ölmeyi bir türlü istemez; bu hal onun yüzünden anlaşılır
3 İşte bu sebeple her mü’min, Teâlâ’nın âhirette kendisi için hazırladığı nimetleri düşünerek O’na kavuşmayı arzu etmeli; henüz aklı başında iken âhiret hayatını dünya hayatına tercih etmeli ve bunun gereklerini yapmalıdır
1853- وَعَنْ أُمِّ المُؤْمِنِينَ صَفِيَّةَ بنْتِ حُيَيٍّ رَضِيَ اللَّه عَنْهَا قَالَتْ : كَانَ النَّبيُّ صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم مُعْتَكِفاً، فَأَتَيْتُهُ أزُورُهُ لَيْلاً فَحَدَّثْتُهُ ثُمَّ قُمْتُ لأنْقَلِب ، فَقَامَ مَعِي لِيَقْلِبَني ، فَمَرَّ رَجُلانً مِنَ الأنْصارِ رضي اللَّه عَنْهُما ، فَلمَّا رَأيَا النَّبِيَّ صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم أسْرعَا فَقَالَ صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم :« عَلَى رِسْلُكُمَا إنَّهَا صَفِيَّةُ بنتُ حُيَيٍّ »فَقالاَ : سُبْحَانَ اللَّه يَارسُولَ اللَّه ، فَقَالَ :« إنَّ الشَّيْطَانَ يَجْرِي مِنْ ابْنِ آدَمَ مَجْرَى الدَّمِ ، وَإنِّي خَشِيتُ أنْ يَقذِفَ في قُلُوبِكُمَا شَرا أوْ قَالَ : شَيْئاً » متفقٌ عليه 
1853 Mü’minlerin annesi Safiyye Binti Huyey radıyallahu anhâ şöyle dedi:
Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem itikâfa girmişti Bir gece onu ziyarete gidip konuştum Sonra eve dönmek üzere kalktığım zaman o da beni evime götürmek üzere kalktı
Bu sırada ensardan iki kişi - onlardan razı olsun- bizimle karşılaştı Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’i görünce oradan çabucak uzaklaşmak istediler Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem:
- “Biraz yavaş olun Yanımdaki Safiyye Binti Huyey’dir” dedi Onlar:
- Elçisinin uygunsuz bir davranışta bulunmasından ’ı tenzih ederiz, Yâ Resûlallah! deyince de:
- “Şeytan insanın vücudunda kan gibi dolaşır, Onun sizin kalbinize bir kötülük - veya bir şüphe- atmasından korktum” buyurdu
Buhârî, İ’tikâf 11, Bed’ü’l-halk 11, Ahkâm 21; Müslim, Selâm 23-25 Ayrıca bk Ebû Dâvûd, Savm 79, Edeb 81; İbni Mâce, Sıyâm 65
Açıklamalar
Hadisimizde kötü niyetten ve suizan diye de anlatılan şüpheden uzak durmanın ve bunlara meydan vermemenin önemi anlatılmaktadır Önce hadîs-i şerîfteki olayı kısaca görelim:
Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz, âdeti üzere o yıl da ramazan ayının son on gününde Mescid-i Nebevî’de itikâfa girmişti Olayın geçtiği gün Hz Safiyye diğer annelerimizle birlikte Resûlullah Efendimiz’i ziyarete gitmişti Bir müddet oturduktan sonra Efendimiz’in hanımları evlerine gitmek üzere kalkınca Safiyye annemiz de kalktı O diğer zevcât-ı tâhirât gibi Mescid-i Nebevî’nin etrafındaki odalarda değil, daha uzakta ve sonraları Üsâme İbni Zeyd’e geçen bir evde oturduğu için Nebiyy-i Muhterem Efendimiz onu evine götürmek istedi (Buhârî, İ’tikâf 11) Yolda onları ensardan iki kişi gördü Bu iki sahâbî, Peygamber aleyhisselâm’ın hanımıyla birlikte yürüdüğünü görünce, belki de onları rahatsız etmemek için süratle oradan uzaklaşmak istediler Fakat Peygamber Efendimiz, onların kalbine şeytanın, “Acaba Peygamber gecenin bu saatinde hangi kadınla dolaşıyor!” diye bir şüphe atabileceğini düşünerek, onlara durumu açıklama gereğini hissetti ve yanındaki hanımın eşi olduğunu belirtti Sahâbîler, hatırlarına fena bir düşünce gelmediğini ve gelemeyeceğini söyleyince de, şeytanın insanın hatırına her şeyi getirebileceğini ifade buyurdu
Bir peygamberin, hatıra gelmesi muhtemel olan böyle bir günahı işlemesi elbette mümkün değildir Çünkü Teâlâ peygamberlerini günah batağına düşmekten korumuştur İşte bu sebeple bir müslüman, Peygamber’i hakkında böyle bir şüpheye kapılamaz Aksi halde bu suizan onu büyük bir günaha, hatta küfre bile götürebilir Ancak şeytan insanı baştan çıkarmak ve ona dilediği gibi tesir edebilmek için büyük imkânlara sahiptir Düşmanı olduğu insanın düşünce sistemine girme ve orada tıpkı damarlarda dolaşan kan gibi hareket etme ve ona olmadık şeyleri telkin etme özelliği vardır İşte bu sebeple insanın bu ezelî düşmanına karşı dikkatli olması gerekir Zira insan, damarlarında büyük bir süratle dolaşan kanın hareketini nasıl hissedemiyorsa, şuuruna şeytanın kolayca nüfuz ettiğini ve kendisine kötü düşünceler, vesveseler telkin ettiğini de farkedemez
Güzel sözleriyle tanınan mürşid ve mutasavvıf Yahyâ İbni Muâz (ö 258/872), şeytanın insanı kandırmak için sahip olduğu avantajları şöyle anlatmaktadır: “Şeytan boş, biz ise meşgulüz; işimiz gücümüz var O bizi görüyor, biz ise onu göremiyoruz Biz unutuyoruz, o ise görevini hiç unutmuyor Ayrıca büyük düşmanımız olan nefis de şeytanın lehine çalışmaktadır ”
Şu halde bize düşen görev, Teâlâ’nın buyurduğu gibi, şeytanı düşman bilmek ve onun bizi cehenneme sokmak için her hileye baş vurduğunu unutmamaktır
Hadisten Öğrendiklerimiz
1 Şeytan insanın vücudunda kan gibi dolaşır ve onun kalbine her türlü şüpheyi, vesveseyi atabilir
2 Bu sebeple şeytana karşı dikkatli ve uyanık olmalıdır
3 Bir müslüman diğer insanların kendisi hakkında şüpheye kapılabileceği davranışlardan uzak olmalı, böylece hem kendini zan ve töhmet altında bırakmamalı hem de diğer kardeşlerinin kendi yanlışı yüzünden günaha girmesine imkân vermemelidir Dedikoduya yol açacak durumlarda, etrafındakilere açıklama yapmalıdır
4 Resûl-i Ekrem Efendimiz ümmetine karşı işte böylesine şefkat doluydu; onların istemeden de olsa günah işlemelerine gönlü razı olmazdı
5 İtikâftaki bir müslümanı eşi veya başkaları ziyaret edebilir; o da itikâf yerinden dışarı çıkarak onları yolcu edebilir
1854- وَعَنْ أبي الفَضْل العبَّاسِ بنِ عَبْدِ المُطَّلِب رضي اللَّه عَنْهُ قَالَ : شَهِدْتُ مَعَ رسُولِ اللَّه صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم يَوْمَ حُنَين فَلَزمْتُ أنَا وَأبُو سُفْيَانَ بنُ الحارِثِ بنِ عَبْدِ المُطَّلِبِ رَسُولِ اللَّه صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم لَمْ نفَارِقْهُ ، ورَسُولُ اللَّه صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم علَى بغْلَةٍ لَهُ بَيْضَاءَ 
فَلَمَّا الْتَقَى المُسْلِمُونَ وَالمُشْركُونَ وَلَّى المُسْلِمُونَ مُدْبِرِينَ ، فَطَفِقَ رسُولُ اللَّه صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم ، يَرْكُضُ بَغْلَتَهُ قِبل الْكُفَّارِ ، وأنَا آخِذٌ بِلِجَامِ بَغْلَةِ رَسُولِ اللَّه صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم أَكُفُّهَا إرادَةَ أنْ لا تُسْرِعَ ، وأبو سُفْيانَ آخِذٌ بِركَابِ رَسُولِ اللَّه صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم 
فَقَالَ رَسُولُ اللَّهِ صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم :« أيْ عبَّاسُ نادِ أصْحَابَ السَّمُرةِ » قَالَ العبَّاسُ ، وَكَانَ رَجُلاً صَيِّتاً : فَقُلْتُ بِأعْلَى صَوْتِي : أيْن أصْحابُ السَّمُرَةِ ، فَو اللَّه لَكَأنَّ عَطْفَتَهُمْ حِينَ سَمِعُوا صَوْتِي عَطْفَةَ الْبقَرِ عَلَى أوْلادِهَا ، فَقَالُوا : يالَبَّيْكَ يَالَبَّيْكَ ، فَاقْتَتَلُوا هُمْ والْكُفَارُ ، والدَّعْوةُ في الأنْصَارِ يقُولُونَ : يَا مَعْشَرَ الأنْصارِ ، يا مَعْشَر الأنْصَار ، ثُمَّ قَصُرَتِ الدَّعْوةُ عَلَى بنِي الْحَارِثِ بن الْخزْرَج 
فَنَظَرَ رَسُولُ اللَّه صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم وَهُوَ علَى بَغْلَتِهِ كَالمُتَطَاوِل علَيْهَا إلَى قِتَالِهمْ فَقَال : « هَذَا حِينَ حَمِيَ الْوَطِيسُ »ثُمَّ أخَذَ رَسُولُ اللَّه صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم حصياتٍ ، فَرَمَى بِهِنَّ وَجُوه الْكُفَّارِ ، ثُمَّ قَال : «انْهَزَمُوا وَرَبِّ مُحَمَّدٍ » فَذَهَبْتُ أنْظُرُ فَإذَا الْقِتَالُ عَلَى هَيْئَتِهِ فِيما أرَى ، فَواللَّه ما هُو إلاَّ أنْ رمَاهُمْ بِحَصَيَاتِهِ ، فَمَازِلْتُ أرَى حدَّهُمْ كَليلاً ، وأمْرَهُمْ مُدْبِراً رواه مسلم 
« الوَطِيسُ » التَّنُّورُ ومَعْنَاهُ : اشْتَدَّتِ الْحرْبُ وَقَوْلُهُ : « حدَّهُمْ » هُوَ بِالحاءَِ المُهْمَلَةِ أي : بأسَهُمْ 
1854 Ebü’l-Fazl Abbâs İbni Abdülmuttalib radıyallahu anh şöyle dedi:
Huneyn Gazvesi’nde Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ile beraber bulundum Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem (Düldül adındaki) beyaz katırın üzerinde otururken, Abdülmuttalib’in torunu Ebû Süfyân İbni Hâris ile ben Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’inyanından hiç ayrılmadık Müslümanlarla müşrikler birbirine girince müslümanlar gerilemeye başladı Bu sırada Resûlullah Düldül’ü durmadan kâfirlerin üzerine sürüyordu Ben Düldül’ün geminden tutmuş savaş alanına girmesine engel olmaya çalışıyordum Ebû Süfyân ise Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in katırının özengisine yapışmıştı Bu sırada Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:
- “Ey Abbâs! Bey‘atürrıdvân’da bulunanlara seslen!” buyurdu
Gür sesli bir zât olan Abbas sözüne şöyle devam etti:
Var gücümle “Bey‘atürrıdvân’da bulunan sahâbîler! Neredesiniz?” diye bağırdım Vallahi onların sesimi duydukları zaman Hz Peygamber’e doğru dönüp gelişleri, bir ineğin yavrusuna doğru şefkatle gelişi gibiydi “Lebbeyk! Lebbeyk! (Emret! Emret!)” diyerek kâfirlerle vuruştular Ensarı savaşa çağırırken “Ey ensar topluluğu! Ey ensar topluluğu!” diye sesleniyorlardı Daha sonra da sadece Hâris İbni Hazrecoğullarından yardım istendi Bu sırada Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Düldül’ün üzerinde ileri doğru uzanmış vaziyette onların çarpışmalarına bakarken “İşte tandırın kızıştığı zaman!” buyurdu Sonra Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem yerden birkaç çakıl taşı alıp kâfirlerin yüzüne doğru fırlattı Ardından da: “Muhammed’in Rabbine yemin ederim ki, bozguna uğradılar” dedi
Ben savaşanlara bakmaya gittim Gördüğüm kadarıyla savaş başladığı gibi devam ediyordu Vallahi Hz Peygamber’in, kâfirlere taşları fırlatmasından sonra, güçlerinin gittikçe zayıfladığını ve işlerinin tersine döndüğünü gördüm
Müslim, Cihâd 76
Açıklamalar
Hz Abbas’ın bize önemli bir ânını naklettiği Huneyn Gazvesi, Mekke ile Tâif arasındaki Huneyn vadisinde yapıldığı için bu adı almıştır Bu gazve, hicretin sekizinci yılı Şevvâl ayında (Ocak veya Şubat 630), İslâm’ın en azılı düşmanı olan Hevâzin kabilesiyle yapıldı Bu kabile, cengâverliği ile meşhurdu Bu savaşa on iki bin kişilik büyük bir güçle katılan ve maalesef sayılarının çokluğu ile övünen müslümanlar, savaşın başlarında bozguna uğrayıp geri çekilmişler ise de, hadisimizde anlatıldığı üzere Cenâb-ı Hakk’ın yardımı ve Resûlullah Efendimiz’in gayretiyle toparlanıp düşmanlarını yenmişlerdir Bu hal Kur'ân-ı Kerîm’de şöyle anlatılır:
“Andolsun ki birçok savaş alanında ve Huneyn Gazvesi’nde size yardım etmişti Hani o gün çokluğunuz sizi böbürlendirmişti; fakat bunun size hiç yararı olmamış, bütün genişliğine rağmen yeryüzü size dar gelmişti Sonra da bozguna uğrayarak arkanızı dönüp geri çekilmiştiniz Sonra , Resûlü ile mü’minlere sükûnet ve iç huzuru vermek suretiyle mâneviyatlarını düzeltti ve sizin görmediğiniz askerler indirerek kâfirleri azâba uğrattı İşte kâfirlerin cezası budur!” [Tevbe sûresi (9), 25-26]
Bu savaşta Resûlullah Efendimiz’in yanından iki kişinin hiç ayrılmadığı görülmektedir Biri Peygamber aleyhisselâm’ın amcası Abbas İbni Abdülmuttalib, diğeri ise amcası Hâris İbni Abdülmuttalib’in oğlu, Ebû Süfyân künyesiyle meşhur Mugîre idi Ebû Süfyân Peygamber Efendimiz’in sütkardeşiydi O da Halîme hâtun tarafından emzirilmişti Resûlullah peygamberliğini ilân edinceye kadar onu çok seven Ebû Süfyân, o tarihten itibaren tam yirmi sene boyunca Hz Peygamber’in düşmanı olmuş, söylediği hicviyeler ile hem Nebiyy-i Muhterem’i hem de müslümanları çok üzmüştü Ebû Süfyân, Mekke fethinden kısa bir süre önce müslüman olmak üzere Resûlullah’ın huzuruna gelmiş, fakat 'ın Resûlü hiç kimseye yapmadığı şekilde nazlanarak onu huzura kabul etmek istememiş, sonunda onu bağışlamıştı O tarihten itibaren Ebû Süfyân İbni Hâris bütün varlığı ile Resûlullah’a bağlanmış, Huneyn Gazvesi’nde hayatı pahasına onun yanından bir an bile ayrılmamıştı Ebû Süfyân, Resûlullah’ın vefatından sonra söylediği mersiyelerle derin üzüntüsünü dile getirmiştir
Resûl-i Ekrem Efendimiz’in beyaz katırına, hızlı yürümesi ve çevikliği sebebiyle Düldül adı verilmiştir Düldül’ü Peygamber aleyhisselâm’a hicretin altıncı yılında (627) Mısır hükümdarı Mukavkıs hediye etmişti
Bu savaşa katılan müslümanlar arasında, daha bir ay önce cereyan eden Mekke fethinde (Ramazan 8/Ocak 629) İslâmiyet’i kabul etmiş veya kabul etmek zorunda kalmış, suçları Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem tarafından bağışlanmış epeyce bir kimse vardı Ne yazıkki savaş başladıktan bir müddet sonra, başta bunlar olmak üzere diğer müslümanların önemli bir kısmı geri çekilmeye başladı Bu bozgunu gören ve savaşlardaki cesaretiyle bilinen 'ın Resûlü, Düldül’ü düşmanın üzerine doğru sürmek suretiyle hem yiğitliğini göstermiş hem de yapılması gereken hareketi müslümanlara hatırlatmıştı Müslümanların, Hz Abbas’ın gür sesini duyar duymaz kendilerine gelmeleri ve “Lebbeyk! Lebbeyk!” diye bağırarak yeniden savaşa dönmeleri onların savaş meydanından fazla ayrılmadıklarını göstermektedir
Savaş bütün şiddetiyle devam ederken ve henüz ortada düşmanın yenilgi alâmeti yokken, 'ın Resûlü’nün,“Muhammed’in Rabbine yemin ederim ki, bozguna uğradılar” buyurması bir mûcize olup, onun, zafer müjdesini daha önce aldığını göstermektedir Bu haberi sözlü mûcize kabul edersek, olayın bir de fiilî mûcize tarafı vardır O da yukarıdaki âyet-i kerîmede, “Sizin görmediğiniz askerler indirerek kâfirleri azâba uğrattı” diye belirtildiği üzere, Teâlâ’nın mü’minlere melekler vasıtasıyla yardım etmesidir
Hadisten Öğrendiklerimiz
1 Resûlullah Efendimiz son derece cesurdu Savaş alanlarında yalnız başına kalsa bile düşmandan korkmazdı
2 Bu savaşta Teâlâ müslümanlara pek önemli bir ders verdi Zira onlardan bir kısmı, sayıları on iki bini bulan İslâm ordusunun düşmana yenilmeyeceğini söylüyordu Cenâb-ı Hak hem böbürlenmenin kötülüğünü hem de kendi yardımı olmadan kimsenin zafer kazanamayacağını fiilî olarak gösterdi
3 Huneyn Gazvesi’nde, İslâm askerinin önemli bir kısmını meydana getiren yeni müslümanların çabucak bozguna uğraması, savaşta en önemli gücün iman olduğunu ortaya koymaktadır
4 Ashâb-ı kirâm, Peygamber aleyhisselâm’ı canlarından çok severlerdi Bir anlık gafleti, lebbeyk, lebbeyk diye ona doğru koşarak süratle telâfi ettiler
5 Teâlâ, birçok savaşta, görünmeyen melekler ordusuyla müslümanlara yardım etmiştir
1855- وعَنْ أبي هُريْرَةَ رضي اللَّه عنْهُ قَالَ : قَالَ رسُولُ اللَّه صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم : « أيُّهَا النَّاسُ إنَّ اللَّه طيِّبٌ لا يقْبلُ إلاَّ طيِّباً ، وَإنَّ اللَّه أمَر المُؤمِنِينَ بِمَا أمَر بِهِ المُرْسلِينَ ، فَقَال تَعَالى : {يَا أيُّها الرُّسْلُ كُلُوا مِنَ الطَّيِّباتِ واعملوا صَالحاً } وَقَال تَعالَى : { يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمنُوا كُلُوا مِنَ طَيِّبَات مَا رزَقْنَاكُمْ }ثُمَّ ذَكَرَ الرَّجُلَ يُطِيلُ السَّفَر أشْعَثَ أغْبر يمُدُّ يدَيْهِ إلَى السَّمَاءِ : يَاربِّ يَارَبِّ ، وَمَطْعَمُهُ حَرامٌ ، ومَشْرَبُه حرَامٌ ، ومَلْبسُهُ حرامٌ ، وغُذِيَ بِالْحَرامِ، فَأَنَّى يُسْتَجابُ لِذَلِكَ ، ؟ » رواه مسلم 
1855 Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“ Teâlâ temizdir; sadece temiz olanları kabul eder Teâlâ peygamberlerine neyi emrettiyse mü’minlere de onu emretmiştir Cenâb-ı Hak Peygamberlere:
‘Ey peygamberler! Temiz ve helâl olan şeylerden yiyin, iyi ve faydalı işler yapın!’ buyurmuştur Mü’minlere de:
‘Ey iman edenler! Size verdiğimiz rızıkların temiz olanlarından yiyin’ buyurmuştur ”
Resûl-i Ekrem daha sonra şunları söyledi:
“Bir kimse yolunda uzun seferler yapar Saçı başı dağınık, toza toprağa bulanmış vaziyette ellerini gökyüzüne açarak: Yâ Rabbi! Yâ Rabbi! diye dua eder Halbuki onun yediği haram, içtiği haram, gıdası haramdır Böyle birinin duası nasıl kabul edilir!”
Müslim, Zekât 65 Ayrıca bk Tirmizî, Tefsîru’l-Kur’ân 3
Açıklamalar
Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem, Cenâb-ı Hakk’ın, içi dışı temiz insanlara değer verdiğini belirtmekte, görünüşü temiz olmayan, yediği, içtiği, giydiği, kuşandığı haram olan insanların katında bir değeri bulunmadığını anlatmaktadır Bu gerçeği ortaya koymak için söze önce Cenâb-ı Hakk’ın temiz olduğunu, temiz olmayan hiçbir şeyi kabul etmediğini anlatarak başlamaktadır Her türlü kusur ve noksandan münezzeh olan Teâlâ, kulunun her türlü çirkinlikten, ahlâksızlıktan arınmasını, onun kazancının helâl yollardan elde edilmiş temiz kazanç olmasını arzu etmektedir İnsanın çok hayır yapması, parasını, servetini dinin uygun gördüğü yerlere harcaması güzel davranışlardır Bu güzel işlere vesile olan servetin mutlaka temiz olması, temiz yolla kazanılması şarttır Haram ticaret yollarıyla kazanılmış bir servetin tamamı yolunda harcansa, bunun hiçbir değeri yoktur; zira Teâlâ “Sadece temiz olanları kabul etmektedir ”
Yiyeceklerin, içeceklerin, giyeceklerin, yolunda harcanacak malların temiz ve helâl olması bakımından, peygamberler ile mü’minler arasında hiçbir fark yoktur Nitekim Teâlâ peygamberlerine, “Ey peygamberler! Temiz ve helâl olan şeylerden yiyin, iyi ve faydalı işler yapın!” [Mü’minûn sûresi (23), 51] buyurduğu gibi, mü’minlere de: “Ey iman edenler! Size verdiğimiz rızıkların temiz olanlarından yiyin” [Bakara sûresi (2) 172] buyurmuştur Hadiste anlatıldığı üzere, bir kimse din uğrunda savaşmak için canını ortaya koysa, “saçı başı dağınık, toza toprağa bulanmış vaziyette”dinine hizmet etmek için uzun seferler yapsa bile, haram lokma ile beslendiği takdirde onun bu fedakârlığının değeri yoktur Midesinde haram lokma bulunan kimsenin ibadeti de, duası da kabul olunmaz Duanın iki kanadı olduğunu unutmamak gerekir; biri helâl yemek, diğeri doğru söylemektir
Müslümanı dünyanın en temiz insanı yapan sadece inancı değildir Onu diğer insanlar arasında en üstün ve en temiz yapan şey, dinin emirlerine uygun olarak yaşaması, temiz ve helâl gıda ile beslenmesi ve böylece hem maddesinin hem de mânasının temiz olmasıdır
Hadisten Öğrendiklerimiz
1 Müslümanın kazancı temiz olmalıdır Dolayısıyla hem kendi hem aile fertleri helâl gıda ile beslenmelidir
2 Onun yolunda sarfedeceği para da temiz bir şekilde kazanılmış olmalıdır Haram yollardan kazanılan paranın hayrı olmaz
3 Bir insanın duasının kabul edilebilmesi için helâl gıda ile beslenmesi şarttır Haram ile beslenenin duası kabul olmaz
4 Dinî sorumluluklar bakımından peygamberler ile diğer insanlar arasında fark yoktur
1856- وَعنْهُ رضي اللَّه عَنْهُ قَالَ : قَالَ رَسُولُ اللَّه صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم : « ثَلاثَةٌ لاَ يُكَلِّمُهُمْ اللَّه يوْمَ الْقِيَامةِ ، وَلاَ يُزَكِّيهِمْ ، وَلا ينْظُرُ إلَيْهِمْ ، ولَهُمْ عذَابٌ أليمٌ : شَيْخٌ زَانٍ ، ومَلِكٌ كَذَّابٌ، وَعَائِل مُسْتَكْبِرٌ » رواهُ مسلم « الْعَائِلُ » : الْفَقِيرُ 
1856 Yine Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“ Teâlâ kıyamet gününde üç kişiyle konuşmaz, onları temize çıkarmaz, suratlarına bile bakmaz; onlar için acıklı azâb vardır:
Bunlar zina eden ihtiyar, yalan söyleyen hükümdar, kibirlenen fakirdir ”
Müslim, Îmân 172 Ayrıca bk Tirmizî, Cennet 25; Nesâî, Zekât 75,77
Açıklamalar
Muhtelif hadîs-i şerîflerden öğrendiğimize göre, Teâlâ’nın kıyamet gününde kendileriyle konuşmayacağı, temize çıkarmayacağı, hatta suratlarına bile bakmayacağı kötü kişiler vardır Cenâb-ı Hakk’ın onlarla konuşmaması; kendilerine gazap etmesi demek olduğu gibi, onları temize çıkarmaması, günahlarını affetmemesi, hatta ibadetlerine bile değer vermemesi anlamına gelmektedir Suratlarına bakmaması ise, onlara merhamet etmemesi demektir Cenâb-ı Hakk’ın gazabına uğramak, affını yitirmek, merhametinden uzak kalmak mahrumiyetlerin en büyüğü, bahtsızlıkların en korkuncudur Yüce Mevlâ böyle bir âkıbetten bizi ve bütün mü’minleri muhâfaza buyursun
Bu bahtsızlardan diğer üçünü 1839 numaralı hadiste görmüştük Burada kendilerinden söz edilen bir başka üçlü grup ise, zina, yalan ve kibir gibi en büyük üç günahı işleyen üç zavallıdır Onların kaçınmadığı bu üç yasağa dikkatle bakılırsa, kendilerinin, bu işlerden en uzak mesafede bulunması gereken kimseler oldukları görülür Buna rağmen o işleri yapmaları, ya ’ın bu yasaklarına önem vermediklerini veya kula hiç de yakışmayan bir inat içinde olduklarını gösterir
Bunlardan birincisi “zina eden ihtiyar”dır Yaşlı bir kimsenin, bir gence nisbetle zinadan daha uzak olması gerekir Zira onu bu günaha götürecek olan fena duyguları azalmış, güç ve kuvveti zayıflamış, kendisine helâl olan cinsî ilişkiyi bile yapamayacak hale gelmiştir Daha da önemlisi, herkesin gideceği o dönülmez yolu, ihtiyarın herkesten iyi farketmesi icap eder Esasen yaşlılık, zina fiilinden uzak durmak için güzel bir fırsattır Bütün bunlara rağmen gözü ve ayağı çöplükte olan ihtiyar, Cenâb-ı Hakk’ın azâbını haketmiş olur
“Yalan söyleyen hükümdar”ı da anlamak mümkün değildir Çünkü yalan söylemek güçsüzün, zavallının silâhıdır Elinde her türlü imkân bulunan bir devlet başkanı, yalandan en uzak durması gereken kimsedir Buna rağmen yalan söylemek gibi büyük bir günahtan kaçınmayan kimse, ilâhî gazaba müstahak olur “Kibirlenen fakir”, kendisine hiç yakışmayan bir işi yapmış olur Esasen fakirlik iyi bir şey olmamakla beraber, onun en büyük faydası, insanı mütevâzi olmaya sevketmesidir Bu sebeple tevâzu fakirde daha güzel durmakta, ona daha çok yakışmaktadır Zenginin durumu bunun tam aksinedir Onun elinde büyük imkânlar bulunduğu, her istediğini yapabilecek güce sahip olduğu için kibir duygusuna daha yakın, tevâzudan daha uzaktır İşte bu sebeple haline bakmadan kibirlenen fakir, Cenâb-ı Hakk’ın affını, merhametini ve iltifatını kaybetmiş olur
Bu hadis 618 numarayla geçmiştir
Hadisten Öğrendiklerimiz
1 Bazı büyük günahlar, kulun ’ın rahmetinden büsbütün uzaklaşmasına, hatta gazabını kazanmasına yol açabilir
2 Zikredilen üç günahı işleyen bu üç kişi, konumları itibariyle o suçlardan en uzakta olmaları gereken kimselerdir
3 Buna rağmen kendilerine hiç yakışmayan bu günahları işlemeleri, onları kesin yasağa rağmen önemsemediklerini gösterir
1857- وَعَنْهُ رضي اللَّه عنْهُ قَالَ : قَالَ رَسُولُ اللَّه صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم : « سيْحَانُ وجَيْحَانُ وَالْفُراتُ والنِّيلُ كُلٌّ مِنْ أنْهَارِ الْجنَّةِ » رواهُ مسلم 
1857 Yine Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Seyhan, Ceyhan, Fırat ve Nil, bunların hepsi cennet nehirlerindendir ”
Müslim, Cennet 26 Ayrıca bk Ahmed İbni Hanbel, Müsned, II, 261, 289, 440
Açıklamalar
Hadisimizde zikredilen dört ırmaktan üçü güzel yurdumuzdan çıkmaktadır Bunlardan Seyhan ve Ceyhan Orta Anadolu’dan çıkıp Akdeniz’e dökülmektedir Fırat da aynı şekilde Doğu Anadolu’dan çıkmakta, topraklarımızı sulaya sulaya akmakta, sonra da Basra körfezine dökülmektedir Nil nehri ise Mısır’ın hayatı sayılmaktadır
Bu nehirlerden Fırat ile Nil, Kütüb-i Sitte dediğimiz en değerli altı hadis kitabımızın çoğunda daha başka ifadelerle de yer almıştır Bunlardan bazıları şöyledir:
Nebiyy-i Muhterem Efendimiz, Mi’rac gecesinde dört nehir gördüğünü, bunların kaynaklarından iki görünen (zâhir), iki de görünmeyen (bâtın) nehir çıktığını söylemekte, görünmeyen nehirlerin cennette bulunduğunu, görünen nehirlerin ise Nil ve Fırat olup bunların sidretü’l-müntehâ denilen ağacın dibinden kaynadığını haber vermektedir (Buhârî, Bed'ü'l-halk 6; Menâkıbü'l-ensâr 42, Eşribe 12, Tevhîd 37; Müslim, Îmân 264) Cennet, cehennem, arş, kürsî ve sidretü’l-müntehâ gibi bize görünmeyen şeyler hakkında herhangi bir fikrimiz yoktur Bunların ne olduğunu, nasıl olduğunu, nerede bulunduğunu bilmemekteyiz Bu sebeple bazı âlimler, bu ifadeleri aynen kabul etmenin uygun olacağını söylemişlerdir Doğru olan da budur Bazı âlimler ise, insanların bu nevi anlatımları yadırgayacaklarını düşünerek o hadisleri te’vil etmeyi uygun görmüşler ve bu hadislerde, adı geçen nehirlerin suladığı bölgelerde yaşayan ve onların yetiştirdikleri ile beslenen kimselerin, müslüman olmaları sebebiyle cennete gireceklerine ve cennet nimetlerini tadacaklarına işaret edildiğini söylemişlerdir
Bir başka te’vile göre, cennette bu nehirlerin adlarıyla anılan dört nehir vardır Hadîs-i şerîfte buna işaret edilmektedir
Günümüzün anlayışına daha uygun bir te’vil de şudur: Bu nehirlerin suları tatlı, insanların çeşitli şekillerde kullanmasına elverişlidir Özellikle aktığı topraklara bereket getirirler Bir de bu nehirler peygamberlerin yaşadığı bölgelerde aktığı için, onlar tarafından içilip kullanılmak suretiyle diğer ırmaklara nisbetle şeref kazanmıştır İşte bu gibi sebeplerle o dört nehir cennet ırmaklarından sayılmıştır Hatırlanacağı üzere 1826numaralı hadiste Resûl-i Ekrem Efendimiz Fırat nehri hakkında bir bilgi vermiş ve “Fırat nehrinin suyu çekilip, aktığı yatakta bulunan bir altın dağı meydana çıkmadıkça kıyamet kopmaz” buyurmuştur
Hadisten Öğrendiklerimiz
1 Seyhan, Ceyhan, Fırat ve Nil cennet nehirleridir
2 Onlar aktıkları yerlere bereket götürürler
1858- وَعَنْهُ قَال : أخَذَ رَسُولُ اللَّه صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم بِيَدِي فَقَالَ : « خَلَقَ اللَّه التُّرْبَةَ يوْمَ السَّبْتِ، وخَلَقَ فِيهَا الْجِبَالَ يَوْمَ الأحَد ، وخَلَقَ الشَّجَرَ يَوْمَ الإثْنَيْنِ ، وَخَلَقَ المَكْرُوهَ يَوْمَ الثُّلاثَاءِ ، وَخَلَقَ النُّورَ يَوْمَ الأرْبَعَاءِ ، وَبَثَّ فِيهَا الدَّوَابَّ يَوْمَ الخَمِيسِ ، وخَلَقَ آدَمَ صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم بَعْدَ الْعَصْرِ مِنْ يَوم الجُمُعَةِ في آخِرِ الْخَلْقِ في آخِرِ سَاعَةٍ مِنَ النَّهَارِ فِيمَا بَيْنَ الْعَصْرِ إلى الَّليلِ » رواه مسلم 
1858 Ebû Hüreyre şöyle dedi:
Bir gün Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem elimi tutarak şöyle buyurdu:
“ , toprağı cumartesi günü yarattı Oradaki dağları pazar günü, ağaçları pazartesi günü, sevilmeyen şeyleri salı günü, nûru çarşamba günü yarattı Hayvanları yeryüzüne perşembe günü yayıp dağıttı Âdem’i yaratılanların sonuncusu olarak cuma gününün son saatlerinde, ikindiyle akşam arasında yarattı ”
Müslim, Münâfıkîn 27 Ayrıca bk Ahmed İbni Hanbel, Müsned, II, 327
Açıklamalar
Resûlullah Efendimiz bu hadisi söylemeden önce, İslâmiyet’i öğrenmek için memleketini bırakıp Medine’ye gelen ve karın tokluğuna Mescid-i Nebevî’de yatıp kalkan Ebû Hüreyre’ye verdiği değeri ve ona duyduğu sevgiyi göstermek üzere elinden tutmuş, sonra da ona dünyanın yaratılışı hakkındaki bu önemli bilgileri vermiştir
Hadîs-i şerîf yeryüzündeki önemli varlıkların altı günde yaratıldığını, Hz Âdem’in de son günde ve sonuncu olarak yaratıldığını belirtmektedir Şu âyet-i kerîme de bunu ifade etmektedir: “Andolsun biz, gökleri, yeri ve ikisi arasında bulunanları altı günde yarattık Bize hiçbir yorgunluk çökmedi” [Kâf sûresi (50), 38] Bazı müfessirler bu altı günü altı dönem olarak yorumlamışlar, buna gerekçe olarak da, henüz dünyanın yaratılmadığı, dolayısıyla gün anlayışının belirgin hale gelmediği bir zamanda “gün” sözüyle, daha geniş veya daha az bir vaktin kastedilmiş olabileceğini söylemişlerdir Burada dikkat edilmesi gereken hususlardan biri şudur: Bu hadis, sayılan günlerde Teâlâ’nın sadece bu işleri yaptığı, başka bir şey yapmadığı anlamına gelmez Bizi ilgilendiren veya bizim bilmemiz istenen husus yeryüzünün, dağların, ağaçların, Hz Âdem’in ve diğer varlıkların hangi günlerde yaratıldığıdır Kâinâtın diğer varlıklarının hangi günlerde yaratıldığına dair bazı âyetlerde bilgi bulunmaktadır “Böylece onları iki günde yedi gök olarak yarattı ve her göğe görevini vahyetti” [Fussilet sûresi (41), 12] âyeti bunlardan biridir Bu konuda geniş bilgi almak isteyenler Elmalılı M Hamdi Yazır’ın Hak Dini Kur’an Dili adlı tefsirine bakabilirler [A’râf sûresi (7), 54; Fussilet sûresi (41), 10-12]
Kaf sûresinin yukarıda zikredilen 38 âyeti ile bu hadis, yahudilerin “ yoruldu; cumartesi günü istirahata çekildi” (Kitâb-ı Mukaddes, Tekvîn 1-2) şeklindeki iddialarının asılsız olduğunu göstermektedir
Hz Âdem’in ve dolayısıyla neslinin yeryüzünde mutlu ve huzurlu bir hayat sürmesini sağlamak üzere yer ve gökteki her şey onlardan önce yaratılmış, böylece onlar daha dünyaya gelmeden rahat ve konforları sağlanmıştır Çünkü insan kâinatın özüdür Muhtelif âyetlerde belirtildiği üzere yeryüzü, gökyüzü, kısaca bütün kâinat onun için, ona hizmet etmek için yaratılmıştır
Salı günü yaratılan sevilmeyen şeylerin neler olduğu konusunda fazla bilgi yoktur Salı günü demirin yaratıldığına dair zayıf bir rivayet vardır (Heysemî, Mecme‘u’z-zevâid, V, 93) Sevilmeyen şeylerin demir gibi madenler olduğunu söyleyenler herhalde bu ve benzeri rivayetlere dayanmışlardır Şayet sevilmeyen nesneler ölüm ve âfet gibi şeyler ise, buna dair de bir rivayet bulunmaktadır Buna göre cuma günü yıldızlar, güneş, ay ve melekler, aynı günün muhtelif saatlerinde ise ecel, âfet ve Hz Âdem yaratılmıştır (Hâkim, el-Müstedrek, II, 543)
Bu hadisi tenkit etmek ve onu tâbiîn âlimlerinden Kâ’b el-Ahbâr’ın sözü gibi göstermek isteyenler çıkmışsa da, Müslim ile Ahmed İbni Hanbel’in yukarıda zikredilen eserlerinde açıkça görüldüğü üzere bu hadis Kâ’b’ın değil, Resûl-i Ekrem Efendimiz’in sözüdür
Hadisten Öğrendiklerimiz
1 Teâlâ kâinatı ve Hz Âdem’i hadiste zikredildiği şekilde yaratmıştır
2 Günden maksadın ne olduğu kesin olarak bilinmemektedir
3 Her şey, insanın rahatını sağlamak üzere ondan önce yaratılmıştır
1859- وعنْ أبي سُلَيْمَانَ خَالِدِ بنِ الْولِيدِ رضي اللَّه عَنْهُ قالَ : « لَقَدِ انْقَطَعَتْ في يَدِي يوْمَ مُؤتَةَ تِسْعَةُ أسْيافٍِ ، فَمَا بقِيَ في يدِي إلا صَفِيحةٌ يَمَانِيَّةٌ » رواهُ البُخاري 
1859 Ebû Süleymân Hâlid İbni Velîd radıyallahu anh şöyle dedi:
Mûte Savaşı’nın yapıldığı gün elimde dokuz kılıç kırıldı Elimde sadece Yemen yapısı enli bir kılıç kaldı
Buhârî, Meğâzî 44
|