|
Prof. Dr. Sinsi
|
Dili Korumak (G Ü Z E L S Ö Z)
Levhv el-Hadis; Faydasız, Boş Söz
Eşyanın, yaratılış gayesinin dışında kullanılması, onun değerini düşürür Konuşma yeteneğinin yaratılış amacı, hakkı söylemek ve muhâtaba merâmı ifade edebilmektir Sözü yerinde kullanmak, onu tesirli kılarken, yerli-yersiz sarf edilen söz de, etkiyi azaltır; anlatılmak istenen manayı daha da karmaşık duruma getirdiği gibi, o nisbette muhâtabı da sıkar Cevâmiu’l-kelîm, yani az kelime ile çok mana ifade etme, sözün vecîz olması, Kur’an ve hadislerin edebî üslûbundan birini teşkil etmektedir
Mü’min, dini ve dünyası için lüzumsuz olan her türlü şeyden uzaklaşmaya çalışır “Gerçekten mü’minler kurtuluşa ermiştir; Onlar ki, namazlarında huşû içindedir; Onlar ki, boş ve yararsız şeylerden yüz çevirirler” (23/Mü’minûn, 1-3) Dili, gereksiz ve boş sözlerle meşgul etmek, insan hakkına tecâvüz sayılan gıybet, iftira, dedikodu, yalan sözler, söyleyenin kalbini kararttığı, günaha sevkettiği gibi; dinleyeni de yanlış kararlara, hatalara ve felâketlere sürükleyebilir Konuşulmaması gereken yerde konuşmak, sırrı ifşâ etmek, birçok tehlikeli olayların meydana gelmesine sebep olabilir (60/Mümtehine, 1) Allah, râzı olduğu kullarının vasıflarını sayarken şöyle buyurur: “Rahmân’ın kulları ki, yeryüzünde mütevâzi olarak yürürler, câhiller kendilerine lâf atarsa ‘selâm’ derler” (25/Furkan, 63) Lüzumsuz söz ve sataşmalardan sakınan mü’minler, böylece övülürken, bunun aksine boş ve lüzumsuz sözlerle meşgul olanlar için de şu ikaz yapılmaktadır: “İnsanlardan kimi vardır ki, bilgisizce (insanları) Allah’ın yolundan saptırmak ve onunla alay etmek için eğlence (türünden boş) sözleri (lehv el-hadisi) satın alırlar (bâtıl ve boş söze müşteri çıkar, kıymet verirler) İşte onlara, küçük düşürücü bir azap vardır Ona âyetlerimiz okunduğu zaman, sanki onları hiç işitmemiş, sanki kulaklarında ağırlık varmış gibi büyüklük taslayarak (arkasını) döner Onu, acı bir azap ile müjdele” (31/Lokman, 6-7) Bazı masal kitaplarını getirip Mekkelilere okuyarak onları eğlendiren, dolayısıyla Kur’an’ı dinlemelerine engel olan Nadr bin Hâris ve benzerleri hakkında nâzil olan bu âyet, boş lafların, hakkı dinlemeye engel olduğunu veciz bir şekilde ifade etmekte, bu tür meşguliyetleri yasaklamaktadır (3)
Lokman sûresi, 6 âyette geçen “lehv el-hadis”, boş söz, eğlence sözü anlamına gelir “İnsanı, gerekli olan ibâdetleri yapmaktan alıkoyan asılsız haber, yalan söz ve insanları sadece güldüren, haktan uzaklaştıran, Allah’ı unutturan her türlü oyun, eğlence, lehv el-hadis olarak değerlendirilmiştir İnsanı oyalayan, ciddî işlerden alıkoyan sözler, asılsız hikâyeler, gevezelikler, efsâneler, sırf güldürmek için edilen lakırdılar, teğanniler (şarkı-türküler) gibi eğlendirici ses ve sözlerdir” (İbn Arabî, Ahkâmu’l Kuir’an, 3/1493; Elmalılı, 7/3883) İbn Abbas (ra), lehv el-hadisi; şarkı, türkü ve benzeri şeylerle tefsir etmiştir (Buhâri, Edebu’l Müfred Terc 2/143; Mecmuâtün Mine’t-Tefâsir, 5/56) Mevdûdî, bu âyetin tefsiri olarak lehv el-hadis kavramını şöyle açıklıyor:
“Lehv el-hadis” deyimi, metinde, dinleyeni meftun eden, tamamıyla kendi atmosferine çeken ve etrafındaki başka şeylerden habersiz hale getiren bir şeyi tazammun eder Lügat anlamı itibarıyla bu tamlamanın herhangi bir kötü çağrışımı yoktur; fakat günlük kullanım içinde bu tamlama; dedikodu, saçma sapan konuşma, sulu şaka ve hareket, romanlar, hikâyeler, masallar, şarkı söyleme, cümbüş vs kötü ve faydasız şeyler için kullanılır
İlgi çekip oyalayıcı masalları “satın almak”, söz konusu şahısların hakikat yerine bâtılı seçtiği, hidâyetten yüz çevirip kendisine ne dünyada ne de âhirette bir faydası dokunmayan böyle şeylerle uğraşması anlamına da gelebilir Ne ki bu, mecâzî anlamıdır Asıl anlamı ise, “kimse sarfettiği mal karşılığında boş ve faydasız bir şey almamalıdır” şeklindedir İbn Hişam, İbn İshak’a dayanarak rivâyet eder ki, Mekke müşrikleri ellerinden geleni yapmalarına rağmen Hz Peygamber’in mesajının yayılmasını engelleyemeyince Nadr bin Hâris, Kureyşliler’e şunları söyledi: “Bu adama karşı çıkma yolunuz sizi bir yere götürmez O sizin aranızda yaşamakta Şimdiye dek ahlâken en iyi olanınızdı; aranızda yaşayan en doğru, en dürüst ve emin kişi oldu daima Siz tutmuş, onun bir kâhin, sihirbaz, şâir ve mecnun olduğunu söylüyorsunuz Kim inanır buna? Ahali, bir kâhin nasıl konuşur bilmiyor mu? Bir şâirin, bir mecnunun halini tefrik edemez mi halk? Bu ithamların hangisini Muhammed (sas)’e yamayabilirsiniz ki halkın dikkatini ondan kaçırabilesiniz Bakın! Ben size onunla nasıl başedeceğinizi göstereyim”
Sonra Mekke’den ayrılıp Irak’a gitti ve oradan İran kisraları, Rüstem ve İsfendiyar’la ilgili masalları, hikâyeleri ve ustûreleri (efsaneleri) derlemeyi başarıp halkın dikkatini Kur’an’dan ayırmak ve onları masallar içinde uyutmak için, masal anlatma partileri düzenlemeye başladı (İbn Hişam, c 1, s 320-321) Aynı rivâyet Esbâb-ı Nüzûl adlı kitapta Kelbî ve Mukatil’e dayanarak Vâkıdî tarafından nakledilmiştir Ve İbn Abbas’a göre Nadr bu amaçla şarkıcı kızlar da getirmişti Bir kimsenin Hz Rasûl (sas)’ün etkisi altına girdiğini işittiğinde, şarkıcı bir kızı şöyle bir tâlimatla ona musallat ederdi: “Onu yedir, içir, şarkınla öyle ağırla da diğer taraftan kopup seninle hemhal olsun” Bu, kötülük odaklarının her devirde başvurmakta olduğu aynı araçtı Kötülüğün bu elebaşıları, sıradan insanları kültür adı altında eğlence, spor ve müzikle öylesine oyalar ki, hayatın ciddî problemlerine eğilmek için, hiç zaman ve istekleri kalmaz Ve bu boş vermişlik duygusu içinde sürüklenmekte oldukları felâketi hissetmezler bile
Mevdûdi, açıklamasına devam eder: “Lehv el-hadis”in bu şekilde tefsiri, ashab ve tâbiînin birçoğundan nakledilmiştir Abdullah bin Mes’ud’a soruldu: “Bu âyetteki lehv el-hadisin manası ne?” İbn Mes’ud, üç kere tekrarla şöyle cevap verdi: “Vallahi o şarkı söylemektir” (İbn Cerir, İbn Ebî Şeybe, Hakim, Beyhakî) Benzer rivâyetler Abdullah, Mücahid, İkrime, Said bin Cübeyr, Hasan Basrî ve Makhül gibi âlimlerden de nakledilmiştir İbn Cerir, İbn Ebî Hatim ve Tirmizî, Hz Ebu Umâme’ye dayanarak Hz Rasûl’ün şöyle dediğini rivâyet etmektedir: “Şarkıcı kızları satmak, satın almak, onların ticaretini yapmak ve onun üstünden para kazanmak haramdır” Bir başka rivâyette bu son cümle: “Ve onun üstünden kazanılan parayı yemek haramdır” şeklindedir Ebû Umâme’den gelen bir diğer rivâyet ise şöyledir: “Câriyelere müzik öğretmek ve onların ticaretini yapmak haramdır ve onun üstünden para kazanmak da haramdır” Bu üç hadisin hepsi de lehv el-hadisin geçtiği âyetin böyle bir bağlam içinde indirildiğini göstermektedir Kadı Ebu Bekir İbnu’l Arabî, Ahkâmu’l Kur’an’ında, Abdullah bin Mübarek ve İmam Mâlik’in Hz Enes’ten rivâyet ettiği bir hadisi nakleder: Rasûlullah şöyle dedi: “Her kim, bir mûsikî meclisinde bir şarkıcı kızın söylediği şarkıyı dinlerse âhiret günü onun kulaklarına erimiş kurşun dökülecektir”
Bu şahıs (Nadr bin Hâris); masallarla, şarkılarla, asılsız hikâyelerle halkı cezbedip oyalayarak ilâhî vahiyleri alaya almak istemektedir Niyeti Kur’an dâvetini alaya almak, maskara etmek ve gülünç duruma düşürmektir Kafasında Allah’ın diniyle savaşmak üzere bir taktik geliştirmiştir: Hz Muhammed (sas) Allah’ın vahiylerini halka tebliğ etmeye başlar başlamaz, büyüleyici, tatlı sesli bir genç kız, bir müzik konseriyle marifetini gösterecek, öte yanda tatlı dilli bir hikâyeci İran hikâyeleri ve masalları anlatacak ki halk Allah, ahlâk ve âhiret hakkında bir şey dinleyecek halde olmayacak” (4)
Peygamberimiz şöyle buyurur: “Selâmı yayınız, selâmet bulursunuz Boş şey/eğlence, kötüdür” (Buhâri, Edebu’l Müfred Terc 2/144) Her iş ve sözü imanı ile uygunluk gösteren müslüman, âhirette lüzumsuz söz söyleme ve dinlemeden uzaktır: “Orada boş söz değil; yalnız selâm (huzur veren sözler) işitirler” (19/Meryem, 62) Lüzumsuz söze kulak asmayan müslümanlar, daima hakkı dinler, hakkı söyler ve yalandan sakınırlar (25/Furkan, 72; 33/Ahzâb, 70) Dünyada lüzumsuz söz ve boş dâvâlarla meşgul olanlar, yalan, iftira, dedikodu ile kalplerini karartanlar, âhirette hesaba çekildikleri zaman, dünyada olduğu gibi lüzumsuz ve yalan lakırdılar etmeye başlayınca, onların ağızlarına mühür vurulur ve diğer organları, aleyhlerinde şâhitlik etmeye başlar (36/Yâsin, 65; 41/Fussılet, 20-22)
Lüzumsuz ve faydasız sözlerden kaçınmak, daima hak ve doğruyu konuşmak, mü’minin prensibidir Önemsenmeden söylenen öyle lüzumsuz söz vardır ki, insanı cehennemin en derin yerine sevk eder (Müslim, hadis no: 2988) Tirmizî’nin rivâyetine göre, Hz Peygamber (sas): “Bir mecliste lüzumsuz sözler konuşan kimse, kalkarken ‘Sübhâneke’llahümme ve bi hamdike, eşhedü en lâ ilâhe illâ ente, estağfiruke ve etûbü ileyk’ derse, oradaki hataları bağışlanır” buyurmuştur
Söz Var İş Bitirir, Söz Var Baş Yitirir
Söz; kişinin inanç, görüş, düşünce ve davranışlarının dilidir Kişinin aynasıdır, portresidir, için dışa yansımasıdır Hz Ali (kv): “Kişi, dilinin altında gizlidir” buyurarak bu gerçeği dile getirmiştir Yine o şöyle buyurur: “Bana soru soranın zekâ seviyesini, sorduğu sorudan anlarım”
İnsan, inandığından, düşündüğünden ve yaptığından başkasını söylememelidir Yalan olur bu; hakikatin gizlenmesi olur Aldatma, ikiyüzlülük, riyâkârlık, münâfıklık olur Bu tür yalan ve yanlış sözler, ne denli süslü ve yaldızlı kelime ve cümlelerle ifade edilse (şiirleşse, hikâyeleşse, edebiyat ve sanat kostümüyle makyajlansa da merduttur (6/En’âm, 112; 2/Bakara, 204; 63/Münâfikun, 4) Kişi, bilerek söylediğinden sorumludur (2/Bakara, 225; 50/Kaf, 17-18); Dinlediklerinden de (17/İsrâ, 36) Yapmadığı/yapamayacağı şeyi söylememelidir (2/Bakara, 44; 61/Saff, 2-3)
Küfür, gıybet, lâf taşıma, iftira, yanlış, yalan, çirkin söz söylemek, zaten güzel insanların işi değil Ancak bunun da ötesinde, boş (lâğv) söz söylemekten de nehyedilmişiz Rabbımız, kurtulan/kurtulacak olan mü’minlerin vasıflarını sayarken: “Onlar ki lâğvden (boş söz ve faydasız işten) yüz çevirirler” (23/Mü’minûn, 3) buyuruyor Yine, mü’minlerin vasfını şöyle açıklıyor: “Faydasız bir söz işittiklerinde oradan vakarla uzaklaşırlar” (25/Furkan, 72) Bu gerçeği, Kutlu Önderimiz (sas) de şöyle dile getiriyor: “Allah'a ve âhiret gününe iman eden kimse, mutlaka hayır (iyi, güzel, hak, doğru, meşrû söz) söylesin; ya da sussun, konuşmasın” (Buhârî, Tecrid-i Sarih Terc 12/131, hadis no: 1981; et-Tâc, 5/183; Riyâzu’s Sâlihîn, 3/103) Gereksiz tartışmaları da hoş görmüyor Rabbımız (18/Kehf, 54)
Konuşmanın kısa, öz ve anlaşılır olmasına da özen gösterilmelidir Bu konuda Hz Ali (kv): “Çok konuşanın hatası çok olur” diyor Hz Ali’nin şu sözleri de önemlidir: “Konuşmadığın sürece söz sana tâbidir Söyledikten sonra sen, onun mahkûmu olursun” Çok, gereksiz ve dikkatsiz konuşmamak demek, haksızlık karşısında susmak anlamına gelmez elbet Yerinde olursa söz altındır Rabbımızın ikazı hepimizin mâlumudur: “Hakka bâtılı karıştırmayın Bile bile hakkı gizlemeyin” (2/Bakara, 42) Konuşmak gerektiğinde susmak, susmak gerektiğinde konuşmak, kişinin akıl ve inanç zâfiyetine delâlet eder Hele zulme ve haksızlıklara uğrayanların, onu ortadan kaldırmak için var güçleriyle mücadele etmeleri gerekir (27/Neml, 221-227)
Kur’an, güzel sözün, bazı sadakalardan daha hayırlı olduğunu belirtiyor: “İyi bir söz ve bir ayıp örtme, ardından eziyet gelen bir sadakadan hayırlıdır” (2/Bakara, 263)
Güzel söz, güzel insanlara, kötü söz de kötü insanlara yaraşır Rivâyete göre, Hz İsa, bir gün insanlara güzel, yumuşak ve etkileyici bir dille İslâm’ı tebliğ ediyor Toplumun içerisinden biri, devamlı çirkin sözlerle hakaret ediyor İsa Peygambere Havârilerinden biri dayanamayıp: “Ey İsa! Sen de ona söyledikleriyle mukabele et” diyor Hz İsa’nın cevabı çok mânidar: “Herkes torbasında olanı satar Benim yanımda bu var; onun yanında o” Kuşkusuz sorulacağız her yaptığımızdan ve söylediklerimizden; ya da yapmamız gerektiği halde yapmadıklarımızdan, söylememiz gerektiği halde söylemediklerimizden Kur’an şöyle buyurur: “Sağında ve solunda birer melek, onu gözetlemekte ve söylediği her sözü yazmaktadır” (50/Kaf, 17-18)
Söz, bir fâsığa, yani büyük günah işleyen veya küçük günahlarda ısrar eden kimseye aitse, kuşkuyla bakılır; hemen kabul edilmez “Ey iman edenler! Eğer bir fâsık, size bir haber getirirse onun doğruluğunu araştırın” (49/Hucurât, 6) Yalancı kâfirlerin konuşmalarına da itibar edilmez Müslümanın ölçüsü kesin: Savaş hilesi hariç, her söylenenin doğru olması şarttır Ama, her doğruyu her yerde söylemenin doğru olmadığı söylenir
Konuşmacı; yer, zaman ve muhâtaplarını göz önünde tutacaktır konuşurken Savaşacak olan mücâhidlere hitap eden komutanın sözleriyle, iki dargını barıştırmak isteyen kişinin sözleri farklı olacaktır elbet Düğünde yapılan konuşma farklı, tâziyede yapılan konuşma farklı olacaktır
Sözün sahibi, söylediklerini yaşamıyorsa, söz etkili olmaz Hiçbir dâvetçi ve tebliğcinin, sözünün eri olmadığı için; “hocanın dediğini yap; yaptığını yapma!” dedirtmeye hakkı yoktur Hem söyleyene, hem de söylenene bakılmalıdır “Söylenene bak; söyleyene değil!” diye bir müslüman için niye ve nasıl denilsin? Gerçek mü’minin sözü de özü de bir olmalıdır
Bir yahûdi, müslüman olan Evs ve Hazrec kabilelerini neredeyse yeniden savaştıracaktı Eski kavgalarını onlara hatırlatarak tahrik etti Tam o sırada, Allah Elçisi yetişiyor Tesirli sözlerle kavgayı önlüyor Sözün etkili olmasında, söz sahibinin rolü büyük olduğu gibi, dinleyenlerin de rolünü yadsımamak gerekir Konuşmalar; yalın, doğal, sade olmalı Bağırıp çağırmanın gereği yok Rabbımız, Lokman’ın oğluna tavsiyesini şöyle anlatıyor: “Yürüyüşünde mûtedil ve mütevâzi ol Sesini alçalt Unutma ki, seslerin en çirkini (avaz avaz bağıran) eşeklerin sesidir” (31/Lokman, 19)
Bu dünya için boş söz ve gevezeliklerin hoş olmadığını ifade buyuran Rabbımız, Cennette de boş sözün olmayacağını haber veriyor (56/Vâkıa, 25) Atasözündeki ölçü de yabana atılır cinsten değil: “Biliyorsan söyle; ibret alsınlar Bilmiyorsan, sus da adam sansınlar”
Sözümüzün iyi anlaşılması, etkili olması için -her işte olduğu gibi- duâ etmemizi ihtar ediyor hayat anayasamız: “(Mûsâ) dedi ki: Rabbım genişlet göğsümü Kolaylaştır işimi Çöz düğümü dilimden; Ki anlasınlar sözümü” (20/Tâhâ, 25-28)
Hiç şüphesiz sözün en güzelini, bütün güzel vasıflara sahip Güzelller Güzeli Allah söylemiştir O’nun kutlu kitabından daha güzel söz söylenmiş değildir (39/Zümer, 23) “Bu Kur’an, uydurulacak bir söz değildir” (12/Yûsuf, 111) “Allah’tan daha doğru sözlü kim vardır?” (4/Nisâ, 87, 122) “Allah’tan ve âyetlerinden sonra, hangi söze inanacaklar?” (45/Câsiye, 6) Herkes kendini bir hesaba çeksin: En doğru, en güzel söz olan Allah’ın Kitabını mı daha çok okuyup anlamaya çalışıyor ve üzerinde düşünüyor; yoksa, gazeteler, televizyonlar, radyolar ve başka sözler mi vaktini daha çok alıp kendisini yönlendiriyor?
Kuşkusuz; sözün en güzelini dinlemek, anlamak, yaşamak ve konuşmak, dilimizi ve hayatımızı O’nunla süslemek güzelleştirecektir bizi Olgunlaştıracaktır, çirkinlikten, kötülük ve hamlıktan koruyacaktır bizi Fertlerin, ailelerin ve toplumların rahatsızlıklarının şifâ bulması, en doğru söz olan reçeteye (Allah sözüne) yönelmekle mümkündür
Karanlıktan hoşlanan “yarasalar”, iletişim araçlarıyla, saçma sapan sözleriyle, yalan ve iftiralarıyla, İslâm’ı söndürmeye muvaffak olamayacaklardır “Allah’ın nurunu ağızlarıyla söndürmek istiyorlar Kâfirler hoşlanmasa da Allah, nurunu tamamlayacaktır” (61/Saff, 8) Her müslüman; Kur’an’dan enerji alan bir nur/ışık olmaya gayret etsin Göreceksiniz; İslâm’ı karartmak için saldıranlar, bir gün İslâm ile aydınlanacaklar veya kendi zindanlarında cehennemi dünyadayken yaşamaya başlayacaklardır (5)
Firavun, onca küfrüne ve isyanına rağmen saltanatını sürdürüp giderken, dünyevî helâkine bir söz sebep olmuştur: “(Firavun) adamlarını topladı ve bağırdı; ‘ben sizin en yüce rabbinizim’ dedi Bunun üzerine Allah da onu, ibret-i âlem olacak âhiret ve dünya azabıyla yakaladı” (79/Nâziât, 23-25) Elfâz/sözler önemlidir Âyette görüldüğü gibi kimi zaman Allah’ın gazabını küfür ameller ve duygular harekete geçirmezken, tek bir cümle harekete geçirmektedir İslâm kelâmcıları, bu yüzden olsa gerek “ef’âl-i küfür” (küfür eylemleri) ve “efkâr-ı küfür” (küfür düşünceler) hakkında söz etmezken, yazdıkları Akaid kitaplarında “elfâz-ı küfür” (küfür sözler) üzerinde durmuşlar ve hatta bu tür lâfızları saymaya kalkışmışlardır
Konuşmak, insanın ayırıcı vasıflarından biridir Allah, zâtına ait olan kelâm sıfatından bir cüz bahşetmiştir insana ve yalnızca insanla söz aracılığıyla konuşmuştur Kur’an, en genel anlamıyla bir sözdür ve adına Kelâmullah tâbir edilir Başta Kur’an olmak üzere tüm semâvî kitaplar, söz sanatının indirildikleri dildeki zirvesidirler Kur’an, zirvelerin zirvesidir Çünkü indirildiği toplum, şiirin büyü, şâirin şaman, sözün sultan olduğu bir toplumdu Ve Kur’an, kendisinin bir şiir olmadığını, kerim bir elçinin sözü (69/Haakka, 40; 81/Tekvîr, 19) olduğunu vurgularken zımnen kendisinin söz sanatlarının zirvesi olan şiiri çok çok aşan bir sanat gücüne sahip olduğunu da vurgulamış oluyordu
İslâm’ı insana taşıma işine verilen “tebliğ” ismiyle söz söyleme sanatına verilen “belâğat” aynı kökten geliyordu; tıpkı imanın aksesuarı olan “edep”le, dilimizde söz sanatlarının tümünün ortak adı olan “edebiyat”ın aynı kökten geldiği gibi Allah, indirdiği vahiyle peygamberlerine söz söyleme sanatını da öğretiyordu Bu meyanda Peygamber’in şahsından tüm gönül fâtihlerine etkili söz söyleme sanatının ilkeleri diyebileceğimiz kimi ilâhî tavsiyeler yapılıyordu (6)
Kur’an’a Göre Söz Söyleme Sanatı
1 “Ve kûlû kavlen sedîdâ: Hakkı ve doğruyu söyleyin” (33/Ahzâb, 70) Hakkın zıddı bâtıl, doğrunun zıddı yalandır Her hak söz, aynı zamanda doğru ve her doğru da haktır; tıpkı her bâtılın yalan ve her yalanın da bâtıl olduğu gibi İnsan, nerede olursa olsun hakkı haykırmak, doğruyu söylemek zorundadır Bu, mü’min olmanın şiarıdır Mü’min, emin/güvenilir olan kimse demektir Hakkı haykıran ve doğruyu dile getiren tüm peygamberler ve onların vârisleri bu bedeli horlanma, hakarete uğrama, alaya alınma, işkence görme, sürülme, hapse atılma ve öldürülme biçiminde ödemişler ve bugün de ödemeye devam etmektedirler Değil hakkı, bâtılı söylemenin dahi bir bedeli varken; hakkı haykırmanın bir bedeli olmasın mı? Söylediğiniz hakikat, ne kadar büyük ve önemliyse ödeyeceğiniz bedel de o oranda büyük olacaktır Tarih boyunca tüm zâlim yöneticilerin gazabını, kendilerine hakkı ve doğruyu söyleyenler celbetmiştir Bu gerçeği Hz Peygamber şöyle dile getirir: “Cihadın en erdemlisi, zâlim yöneticiye hakkı haykırmaktır” (Ebû Dâvud, Tirmizî, Nesâî, İbn Mâce)
2 “Ve kûlû kavlen ma’rûfâ: Münâsip bir biçimde konuşunuz” (4/Nisâ, 5, 8) Âyette geçen “ma’rûf” iyi, güzel ve münasip anlamlarına gelir Bu ifade, âyette karı-koca ilişkileri bağlamında yer almaktadır İster karı-koca ilişkileri, ister diğer tüm insanî ilişkilerde, konuşma stili, argümanlar ve sözcükler olaydan olaya, yerden yere ve zamandan zamana değişiklik arzedebilirler ve arzetmelidirler de Aslolan amaca ulaşmaktır Hakikat tek, lâkin bir hakikati anlatmanın yolu ve yordamı tek değildir Bazı insanların hadis diye naklettiği, fakat hadis olmayan “İnsanlara akıllarının alacağı şekilde konuşun” sözü, aslında bir gerçeğin ifadesidir Sadece söylediğinizin doğru olması yetmez Eğer sözünüzün hedefini bulmasını istiyorsanız doğruyu, doğru bir zaman ve zeminde, doğru bir üslûpla söylemek zorundasınız İşte, âyette “ma’rûf” olarak geçen ve “münasip” diye çevirdiğimiz şey de budur
3 “Ve kul lehum fî enfusihim kavlen belîğâ: Ve onlara kendi konumları hakkında detaylıca konuş; tesirli söz söyle” (4/Nisâ, 63) Âyetteki “fî enfusihim” ifadesi, söylenecek sözün özbenliklerine etki edebilecek söz olmasını da telmih etmektedir Dudaktan çıkan sözün varacağı yer, kulak kepçesidir; yürekten çıkan sözün varıp duracağı yerse muhâtabın gönlü olacaktır Âyetin esas vurguladığı şey, dâvete muhatap olan insanın ilgisini yine insana, yani kendi gerçeğine çekmektir Kendi gerçeğini görmeyen biri, kendisiyle değil; hep “başkaları”yla, hep “onlar”la ilgilenecektir Kendisini sürekli ilgi odağından uzak tutan kimseler, verilen hiçbir nasihati üzerlerine almazlar, hiçbir dâvetin muhatabı yerine kendilerini koymazlar Dolayısıyla onlar öğüt almaz, söz dinlemez ve hallerini düzeltmezler İşte onlar kör, sağır ve dilsiz biri gibidirler
4 “Fe kûlâ lehû kavlen leyyinâ: Ona yumuşak bir üslûpla söyleyin” (20/Tâhâ, 44) Bu ilâhî uyarı, Firavun’u uyarmakla görevlendirilen Hz Mûsâ ve Hârun’a yapılıyordu Aslolan İslâm’ı insana taşımaksa, bu uğurda meşrû olan her yöntem denenmeliydi Bunların başında da tatlı dil ve güler yüz geliyordu Hz Mûsâ ve Hârun’a bu ilâhî tâlimat verildiğinde Firavun henüz dâvete muhatap olmamış bir “câhil” idi İçinde bulunduğu küfür, bir “küfr-i inâdî” değil; bir “küfr-i cehlî” idi Onun dâvet karşısındaki tavrı netleşip küfründe direndikçe sözkonusu peygamberlerin ona karşı takındıkları üslûp da doğal olarak değişmişti Günümüzde müslüman kardeşine bir doğruyu ileten, hatada gördüğü bir kardeşini uyaran kimi müslümanların takındığı üslûp, Firavun’a dahi takınılmayacak kadar nefret ettirici ve gaddarca olabilmektedir Ünlüdür, Abbâsi halifesi Hârun Reşid’in, kendisini çok uygunsuz bir üslûpla uyaran bir nasihatçiye Tâhâ sûresinin yukarıda geçen âyetini kastederek şöyle dediği rivâyet edilir: “Yavaş ol! Allah senden daha hayırlısını (Hz Mûsâ ve Hârun) benden daha şerlisine (Firavun) gönderirken yumuşak konuşmasını emretti”
5 “Ve kûlû linnâsi husnâ: İnsanlara güzel söz söyleyin” (2/Bakara, 83) “Ve kul li ıbâdî yekûlu’lletî hiye ahsen: Kullarıma söyle; Sözün en güzelini konuşsunlar” (17/İsrâ, 53)
|