Yalnız Mesajı Göster

Döner + Ayran = 2.5 Ytl

Eski 07-27-2012   #1
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Döner + Ayran = 2.5 Ytl






Döner + Ayran = 25 YTL
Döner + Ayran = 25 YTL


Niye garsonun gösterdiği yere oturdum ki şimdi?

Bak gerilerde boş bir masa daha var

Bu “cam kenarı” hassasiyeti de sürekli otobüsle seyahat etmemin, algılarımı çimdiklemesinden kaynaklansa gerek

Of ne çok acıktım

Zaten bu kadar acıkmasam, ne işim var burada değil mi?

Açım aç

Şu an içimdeki tüm hislerin dibi tutmuş, beynim sağ ve sol lob diye yumurtaya öykünmüş, ruhumsa bir pilav gibi lapalaşmış

İşte geliyor garson


—Ne alırsınız efendim?


—Döner alayım, lakin iyi dönmüş olsun


—Nasıl yani?


—Aman iyi pişmiş olsun diyecektim, af edersiniz


—Peki efendim


Çok acıkınca insanın dili de sürçüyor böyle

Of şu cama da bir perde asmamışlar ki, yoldan geçen herkesle göz göze geliyor insan

Acaba şu kaldırımdaki teyze, şu çocuk, şu delikanlı da benim gibi aç mıdır?

Yok, canım aç olsalar içeri girip bir şeyler yerlerdi değil mi?

Hem zaten şu yan masadaki genç kızlar gibi birazdan burnumu ketçapa daldırdım mı herkes hikâyemin dışında kalıverecek

Zaten safer ayı diye sadaka vermiş, hayır hasenatta bulunmuşuz

Cümle yoldan geçeni de doyuramayız ki kardeşim değil mi?

Açım ben aç

Aç insan öyle çok fazla düşünmez, düşünmemeli

Zira çoğu halkın aç bırakılma sebebi “düşünme”, “düşündükten sonra başkaldırma” dürtülerinin baltalanması için değil mi?


Döneri de camın kenarına mı koymuş bu adamlar?

Kokusu da tüm caddeye yayılmıştır şimdi

Ah ah…

Aklıma anacığımın yemekleri geldi ve de çocukluğum

Penceresinde küpeli çiçekleri olan beyaz badanalı bir evimiz vardı

Annem saçlarımı tarayıp kafama kocaman bir kurdele kondurunca kendimi kremasından görünmeyen keklere benzetirdim

Anacığım pek titizdi

Beyaz yakalık, ütülü önlük, tertemiz mendillerle beni okula asılmaya hazır bir tabloya çevirirdi

Lakin bu klasik tablo eve her dönüşte modern sanatın derin izlerini taşıyan Picasso resimlerine dönüşüverirdi

Çünkü yakalığımı okulda unutur, üstüm başım leblebi tozuna bulanır, çoraplarım kirden görünmezdi

En çok da işitme engelliler haber bültenini kaçırmayan bir çocuktum da ona gülerim

Televizyonun sesini kapatır, kendimi duymuyor kabul eder ve spikerin hareketlerinden ne anlattığını anlamaya çalışırdım

Milletin övdüğü “empati” yöntemini bakın ben daha çocukken yapıyormuşum

Şimdide buraya oturmuş, dörtte biri yoksul olan halkımın gözü önünde yemek yemeye hazırlanıyorum

Lokantanın camında bir gerdanlık gibi duran şu dönerde, göz hakkı kalmış çocuklar yokmuş gibi davranıyorum

Yoksa kötü müyüm ben?

Yok, yozlaşmış diyelim

Hem yoz hem de hala aç


Oysa babamın dizinin dibinde, ödediğimiz her kuruş verginin bize yol, su, elektrik olarak dönmesini beklediğimiz yıllarda bu tür konularda ne kadar hassastık


Gerçi o yıllarda da çoğumuz açtık, vatandaş demek bir nevi depozitolu şişe demekti ve de boş mideler birkaç tatlı söz ile takas edilirdi ama ruhları esir almaya kimsenin gücü yetmezdi


Bay yanlış ile doğru Ahmet’i izleyip doğru yanlış ayrımı yaptığım yıllardı o yıllar Bir de annemin doğru ve yanlışları vardı

Misal dışarıya mandalina, salatalık gibi kokulu yiyeceklerle çıkmak yasaktı

Yok, ille de dışarıda bir şey yenecekse bu ekmek olmalı ve mutlaka tüm arkadaşlara ısırtılmalı kalanı –ki kalırsa- öyle yenmeliydi

Steril yaşayıp hijyenik büyümekten daha evlaydı, üzerinde “göz hakkı” olmayan bir ekmeği yemek


Sonra komşular bahçede gözleme yaparlar, oradan geçen herkese ikram ederlerdi

Yaşlısı genci tüm kadınlar bir açık oturumda hem fikir olmuş aydınlar gibi başlarını sallayıp “canı çeken olursa günah olur, ikram edilmezse bereketi kaçar, kimsenin gözü kalmasın, kul hakkının vebali büyüktür” mealli laflar ederlerdi

O zamanlar pek anlamazdım

Lakin lisedeyken ramazan ayında, yarım tostu midesine indiren Sinem’in karşısında yutkununca ve gözlerimi o tosttan ayıramayınca ve dahası içimde Sinem’i pataklama hissi doğunca anlayıvermiştim “göz hakkı”nın ne demek olduğunu

Acaba şu karşıdan gelen lise talebesi de beni pataklamak istiyor mudur?


Of ne işim var benim burada?

Bunca hatıradan sonra şu cam kenarında dönüp duran dönerden daha pişkin ve daha dönek hissediyorum kendimi

bilir o dönerin üzerinde kaç çift göz takılı kalmıştır


İştahım kaçtı

Kaçmalı zaten

Çocukluğumda refleks haline gelmiş bazı hasletlere bile ancak iki saat düşününce ulaşır oldum artık

Baksana şu halime!

Nerede o okuduğum erdemler, diğerkâmlıklar

Hatta geçenlerde okuduğum Alâeddin Bey’in koskoca beylik makamını, kendi hakkı olduğu halde kardeşi Osman Bey’e teslim etmiş olmasına nasıl da hayran kalmıştım

Bu bey, bir kişiye sadece hak ettiğini değil kendi hakkı olanı da verebilmişti


Her şey değişmişti sanki

Kâbe desenli örtüler duvarlardan inmiş, ezan okuyan saatler eskiciye verilmiş, sofralar küçülüp ikramlar buharlaşmıştı

Ve annelerimizin bir zamanlar omzumuza muska gibi tutturduğu “kul hakkı hassasiyeti” bir sokak simidinde, bir hamburgerin mayonezinde, gezinerek tüketilmiş bir çikolatada eriyip kaybolmuştu sanki…


Evet, o döneri yemeyeceğim, gitmeliyim şimdi


—Hey abla, çok dönmüş aman çok pişmiş dönerin kalsın mı?


—Kalsın kardeş Hakkınızı helal edin


Oh rahatladım biraz

Gerçi hala açsın Ayşegül ama olsun

Açlığın hoşuna gitmediğine, nefsine ağır geldiğine bakma sen!

Aslında bütün yıkıcılığına rağmen açlıktan daha âli ve daha ahi bir muallim yoktur

Yeter ki şuurundan nefsine intikal ettirmeyesin



Alıntı Yaparak Cevapla