Yalnız Mesajı Göster

Dilimiz Lehü’L-Mülk Diyor Yani Mülk O’Nun Bir De Dönüp Kalbimize Soralım, O Ne Diyor?

Eski 07-27-2012   #1
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Dilimiz Lehü’L-Mülk Diyor Yani Mülk O’Nun Bir De Dönüp Kalbimize Soralım, O Ne Diyor?






Dilimiz lehü’l-mülk diyor yani mülk O’nun bir de dönüp kalbimize soralım, o ne diyor?
Müslümanlar olarak özellikle son bir iki yüzyıldır din-dünya ilişkisine bakışımızda temelli değişiklikler meydana geldi
Önceleri dünyaya ancak “ahiretin tarlası” olduğu için kıymet verirken, şimdilerde dünyayı ahiretin önüne geçirdiğimizi gösteren tavır ve davranışlar içindeyiz
Müslüman elbette dünyaya hükmetmeli, güzel yaşamalı, güzel yaşatmalı Ama nereden gelip nereye gittiğini, yanında ne götürdüğünü asla hatırdan çıkarmamalı
Dilimiz “lehü’l-mülk” diyor Yani mülk O’nun Bir de dönüp kalbimize soralım, o ne diyor?
“Gelişme ve kalkınma yolunda ilerlemek”, “dünya ile bütünleşmek”, “evrensel standartları yakalamak” gibi tabirlerin dilimize hiç olmadığı kadar yerleştiği bir zaman diliminde yaşıyoruz Bunlar ve benzeri ifadeler, yaşadığımız geçici hayat ile ne tarz bir ilişki kurduğumuzu anlatıyor aslında
Gelişmiş/kalkınmış olduğu söylenen ülkelerle aramızdaki mesafeyi kapatmaya çalıştıkça “dünyevîleşme” dediğimiz hali daha yoğun hissetmeye ve yaşamaya başladık “Piyasa ekonomisi” olgusu kendi şartlarını dayatıyor Elbette girdiğimiz yolun kaçınılmaz gereği bu
Acımasız şartların hakim olduğu ekonomik piyasada küçükler, ekonomik olarak daha güçlü olanlarla rekabet edebilmek ve onlar karşısında ayakta kalabilmek için, büyükler de piyasada elde ettikleri payı korumak için sürekli daha çok çalışmak, daha fazla üretmek ve durmadan büyümek zorunda
Kimin geliri daha fazlaysa onun daha çok itibar gördüğü, insanların ne kadar fazla tükettiklerine bakılarak değerlendirildiği bir dünyadayız Hayat bu hayhuy içinde hızla akıp giderken, bir an için durup şöyle bir soluklanmak ve bizi içine çeken bu anaforun dışına çıkarak olup biteni dışarıdan gözlemek en temel ve ertelenemez ihtiyaç bizim için
Evet, nereye gidiyoruz?
‘Dünya hayat’
Yüce Kitabımız’da onlarca kere tekrarlanan bir tabir var: “el-hayâtu’d-dünyâ” Dilimizdeki Kur’an-ı Kerim meallerinin hemen tamamında bu tabirin “dünya hayatı” diye çevrildiğini görüyoruz Oysa bu bir sıfat tamlamasıdır ve dilimizdeki tam karşılığı “dünya hayat”tır, yani “değersiz hayat” Onu “dünya hayatı” şeklinde -isim tamlaması olarak- çevirmek bütün anlam ağırlığını ve vurgusunu yok ediyor Esasen “dünya hayatı” tabirine tam karşılık gelen “hayâtu’d-dünyâ” tabiri Kur’an’da kesinlikle geçmez
“Dünya hayat” ile “dünya hayatı” arasında nasıl bir fark vardır diye baktığımızda şunu görürüz: “Dünya” kelimesinin, biri “en yakın” diğeri “pek alçak/değersiz” olmak üzere iki anlamı vardır Kur’an’da geçtiği yerlere dikkat edersek “dünya hayat” tabirinin genellikle “değersiz, geçici, aldatıcı” gibi nitelemelerle birlikte kullanıldığını göreceğiz Özellikle ahiret hayatıyla karşılaştırmaların yapıldığı ayet-i kerimelerde durum daha bir net olarak görünür Dolayısıyla “dünya hayat” tabirinin, “ahiret hayatı”nın karşıtı olan “bu dünyadaki hayat” olarak değil, “ahiret hayatına nisbetle değersiz bir hayat” şeklinde anlaşılması gerekir
Halen yaşamakta olduğumuz hayat “dünya” (değersiz) bir hayat olduğuna göre, onun bizim için değer ifade eden yanı, sonucu uhrevî akıbetimizi belirleyecek olan bir “imtihan” ortamı olmasıdır
Dünyanın “aldatıcılık” vasfı herkeste aynı şekilde tezahür etmez Kimi şöhrete, kimi makam mevkiye ve hükmetme arzusuna, kimi nefsî ihtiraslara ve şehvanî duygulara, kimi de mal ve servete zebun olur Şurası açık ki, bunların tamamına esir/köle olmak da mümkündür ve bunun en kestirme yolu, mal ve servete esaretten geçer
Bizler bu dünyada ahireti hedefleyerek yaşarız Hz Musa as’ın ümmetinden rabbanî alimlerin, Karun’a nasihat ederken söyledikleri gibi, “Allah’ın sana verdiği (maldan harcayıp) ahiret yurdunu ara Dünyadan da nasibini unutma Allah’ın sana ihsan ettiği gibi sen de insanlara (infak ve tasaddukta bulunarak) ihsan et…” (Kasas, 77)
Bu ayet-i kerimedeki anlatım dikkatimizi bir noktaya çekmeli: Allah Tealâ’nın lütfu keremiyle zengin kıldığı müminlerin ellerinde bulundurdukları malla ilişkisi, öncelikli olarak malları vasıtasıyla ahiret yurdunu elde etmeye bakmak şeklinde olmalıdır Onların esas önceliklerinin bu olması gerekir Ancak bunu hakkıyla yerine getirdikten sonradır ki, dünyadan da nasiplerini unutmayacaklardır Görüldüğü gibi burada “dünya nasibi” ikinci planda gelmektedir
Mal sahibi mülk sahibi
Konuya giriş mahiyetinde yukarıda söylediklerimiz, “dünya hayat”ın olmazsa olmazlarından birisiyle ilişkimizin nasıl olması gerektiği meselesine de zemin teşkil etmektedir: Mal mülk anlayışımızdan bahsediyoruz
Sekülerleşme (dünyevîleşme) denen durum, her şeyin dünya merkezli olarak ele alınıp değerlendirildiği bir süreci ifade ediyor Bu süreçte bütün değerler “madde”ye indirgenmiş, insanın manevi yanı yok sayılmıştır Batı dünyasında insanların yoğun bir şekilde dinden (hristiyanlıktan) uzaklaşması hadisesi sadece hristiyanlığın kendi iç arızalarından kaynaklanmıyor; aynı zamanda Batılı insanın her şeyi madde planında vehmetmesinin de buradaki payı hayli fazla
İnsanı sadece maddi yanıyla ele alan seküler pozitivist ideolojilerin mal mülk ve servet meselesine bakışı da çarpıktır Maddi hayatın aşırı abartılması ve her türlü değerin maddeye indirgenmesi, sonuç olarak ortaya iki türlü körlük çıkardı: Özel mülkiyete karşı körlük (Komünizm) veya topluma karşı körlük (Kapitalizm)
İslâm’ın bu iki körlükten birisine eklemlenmesini de üçüncü ve en büyük körlük olarak işaretlememiz gerekiyor Zira özellikle son bir asırdır insanlığın yaşadığı travmalara bu iki körlükten birisi kaynaklık ettiği halde, insanlığın biricik kurtuluş ve saadet iklimi olan İslâm’ı Kapitalizm veya Komünizm çağrışımlı yorumlar eşliğinde takdim etmekten daha büyük bir arıza olamaz!
İfrat ve tefrit
Mal ve servet edinme konusunda biraz sonra üzerinde duracağımız iki tabir, meselenin mahiyetini oldukça güzel özetlemektedir Böyle bir ayrıma gitmeksizin konu hakkında ortaya atılacak görüşler ister istemez ya ifrat veya tefrit tarafına kayacaktır
Konu hakkındaki ifrat tavır şöyle ortaya çıkıyor: Dinimiz çalışıp kazanmayı emretmiş, özel mülkiyete dokunmayı yasaklamış ve kişinin, dilediği kadar kazanıp dilediği gibi harcamasına kimsenin müdahale edemeyeceğini bildirmiştir Dolayısıyla bir kimse, helal yoldan kazandığı malını -zekâtını verdikten sonra- dilediği gibi ve dilediği yere sarf edebilir Buna kimse karışamaz
Nitekim Rasul-i Ekrem sav Efendimiz kimsenin elindeki servete müdahale etmemiş, sahabenin zenginlerine karşı hiçbir zaman olumsuz bir tutum içinde olmamıştır
Bu tavır, bir adım sonrasında sahibini “mülkünün mutlak sahibi olduğu” vehmine sürüklüyor Hepimizin etrafında, kendisine emanet olarak verilen zenginlik sebebiyle tekebbüre kapılan ve etrafına tepeden bakan insanlar vardır Ümmet-i Muhammed’in yoksulları, yetimleri, kimsesizleri kendilerine uzanacak merhametli bir el beklerken onlar “helal yoldan kazandım; zekâtımı da verdim” diye kasılarak, standartları hayli yüksek hayatta bir elleri yağda diğeri balda yaşarlar Yaşadıkları mekânlarla, tüketim tarzlarıyla, alışkanlıkları ve çevreleriyle diğer insanlardan farklı durmaya özen gösterirler Bu tavrın Yüce Kitabımız’ın “malın azdırdığı insan tipi”ne örnek olarak dikkatimize sunduğu Karun’dan ne farkı vardır?
İslâm mülk edinmeyi yasaklamaz


Alıntı Yaparak Cevapla