Yalnız Mesajı Göster

Dilimiz Lehü’L-Mülk Diyor Yani Mülk O’Nun Bir De Dönüp Kalbimize Soralım, O Ne Diyor?

Eski 07-27-2012   #2
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Dilimiz Lehü’L-Mülk Diyor Yani Mülk O’Nun Bir De Dönüp Kalbimize Soralım, O Ne Diyor?



Tefrit tavır ise, mal biriktirmenin ve servet edinmenin İslâm’ın onayladığı bir davranış olmadığını söyler Bu tavrı benimseyenlere bakarsanız İslâm -tıpkı Komünist sistemde olduğu gibi- özel mülkiyeti ve servet sahibi olmayı teşvik etmemiş, aksine bunu yasaklamış ve böylece eşitliği sağlayarak servet sahiplerinin toplumun diğer kesimlerini sömürmesinin önüne geçmek istemiştir Nitekim Rasul-i Ekrem sav Efendimiz hiç para biriktirmemiş, ganimet ve sair kalemlerden kendisine gelen malları fakirlere ve ihtiyaç sahiplerine dağıtmadan gecelememiştir

Bu fikri taşıyanlar da diğerleri gibi, dünyanın bir “imtihan” yurdu olduğu gerçeğini ıskalıyorlar Bu dünyada kimimiz zenginlikle, kimimiz yoksullukla deneniyoruz Evet Rasul-i Ekrem sav Efendimiz hiç mal ve para biriktirmemiş, ancak malını Allah yolunda sarf etme iradesine sahip hiç kimseyi de zengin ve servet sahibi olmaktan men etmemiştir Hatta tam tersine, yeri geldiğinde Hz Ebu Bekir ra gibi, Hz Osman gibi, Abdurrahman b Avf gibi (Allah onlardan razı olsun) varlıklı sahabilerin sağladığı imkanlarla ordular teçhiz etmiş, beldeler fethetmiştir Aynı şekilde fertlerin, hibe, alışveriş, miras, ganimet gibi helal yollardan elde ettiği mülke hiçbir zaman dokunmamış, “toplumda eşitliği sağlamak” gibi bir düşünceyle o mülkü rızaları dışında onların elinden alıp fakirlere dağıtmak gibi bir politika asla izlememiştir
İbn Kuteybe, el-Ma’ârif adlı eserinde ileri gelen sahabilerin sanat ve mesleklerini zikretmiştir Onlar o sanat ve mesleklerini serbestçe icra etmeleri sayesinde bir yandan bol kazanç elde ediyor, ama diğer yandan bu kazancı Allah yolunda infak etmekten de geri durmuyorlardı Toplumda dayanışmanın ve paylaşmanın önünü açmak, varlık sahiplerini çalışıp kazanmaktan men etmekle değil, dünya malına zebun olmaktan korumakla mümkün olur

Hem Ebu Bekir hem Ebu Zerr
Yukarıda iki “körlük” olarak ifade ettiğimiz ifrat ve tefrit tavır, kendisine Kur’an ayetlerinden, hadis-i şeriflerden ve Sahabe’den gerekçeler temin etmeyi de ihmal etmez Büyük sahabi Ebu Zerr ra bu cümleden olarak adı sıklıkla telaffuz edilen sahabilerin başında gelir Onun, mal biriktirme aleyhindeki tavrı, yukarıda ifade ettiğimiz “tefrit” tavrın “İslâmî” gerekçelerinin ilk sırasında yer alır
Oysa, “madem ki Ebu Zerr ra mal biriktirmeye ve servet edinmeye karşıdır, o halde İslâm’ın hükmü budur” tavrı, Kur’an’ı, Sünnet’i ve Sahabe’nin tutumunu bir tek sahabinin içtihadına indirgemekten başka bir şey değildir Yukarıda da söylediğimiz gibi ne Kur’an ne de Sünnet helal yoldan çalışıp kazanmaya mani olmamıştır, Sahabe döneminden itibaren tarih boyunca İslâm toplumlarında gördüğümüz vakıa da budur
Yine bu çerçevede halk arasında çok meşhur olmuş -sahih olmayan- bir “Sa’lebe kıssası” vardır
Rivayete göre Ensar’dan, Bedir savaşına da katılmış bulunan Sa’lebe b Hâtıb çok fakirdir ve Rasul-i Ekrem sav Efendimiz’den, zengin olması için kendisine dua etmesini ısrarla ister Efendimiz sav, “Şükrünü eda edebildiğin az mal, şükrünü eda edemediğin çok maldan hayırlıdır” buyurarak geri çevirse de o ısrar eder Sonunda Efendimiz sav dua eder ve Sa’lebe zengin olur Fakirken mescide herkesten önce geldiği için “mescit kuşu” olarak anılan Sa’lebe önceleri vakit namazlarını aksatmaya, malı çoğalınca Cumalara da gelmemeye başlar Derken Efendimiz sav zekât memuru vasıtasıyla Sa’lebe’den zekâtını ister Ancak Sa’lebe mala öylesine bağlanmıştır ki, zekât vermek ağırına gider ve vermeyi reddeder Bunun üzerine, “Ve onlardan bazıları da ‘Eğer fazlu kereminden bize ihsan ederse elbette tasaddukta bulunacağız ve elbette salih kimselerden olacağız’ diye Allah’a söz vermişti” mealindeki ayet (Tevbe, 75) indi

Sa’lebe çok pişman oldu ve zekâtını getirip vermek istediyse de Efendimiz sav kabul etmedi Bu durum Hz Ebu Bekir ra ve Hz Ömer ra zamanlarında da devam etti Onlar da Sa’lebe’nin zekâtını kabul etmediler Nihayet Sa’lebe Hz Osman ra zamanında bu hal üzere vefat etti
Kısaca arz ettiğimiz bu kıssanın sahih olmadığını Hadis ilminin mütehassısları ortaya koymuştur (Bkz ez-Zeyla’î, Tahrîcu’l-Ahâdîsi’l-Keşşâf, 2/84-86; İbn Hacer, el-İsâbe, 1/400-401)
Kur’an-ı Kerim ve Sünnet-i Seniyye bizi, sahibini azdırmış zenginlikten de, sahibini azdırmış fakirlikten de sakındırmıştır Orta yol ve itidal burada da temel rehberlerimizin onayladığı ve teşvik ettiği tavır olarak tezahür etmektedir Bu sebeple İslâm Ümmeti tarih boyunca “hem Ebu Bekir, hem Ebu Zerr” demiş, onların birini diğerine tercih etmemiştir Hz Ebu Bekir ra infakla bereketlenen zenginliğin, Ebu Zerr ra da varlığı sonuna kadar paylaşmayı teşvik eden merhametin sembolü olarak inanç dünyamızdaki yerlerini almışlardır Önemli ve doğru olan onlardan birini tercih etmek değil, ikisinin tavrını da makul ve İslâmî çerçevede açıklayıp yerli yerine oturtmaktır
“Teşri” ve “tevcih”
Çağımız İslâm mütefekkirleri son derece isabetli bir şekilde, kazanmanın ve harcamanın ilkesini ve sınırlarını bu iki tabirle ifade etmiştir Biz de konuyu bu iki tabiri esas alarak ortaya koymaya çalışacağız
İmam Muhammed b el-Hasan rha’in dediği gibi, kişinin kendisine gerektiği kadar ilim öğrenmesi nasıl farz ise, çalışıp kazanması da öyle farzdır (Kitâbu’l-Kesb, 71) Çünkü Efendimiz sav’den hem ilim öğrenmenin, hem de çalışıp kazanmanın farz olduğunu ifade eden hadisler nakledilmiştir Mülk ve servet konusunda günümüzde iki noktanın birbirine karıştırıldığı görülüyor: “Teşri” ve “tevcih”
Kişinin, ihtiyaçlarını karşılayacak ve gerek kendisini gerekse ehlü ıyalini başkasına muhtaç etmeyecek kadar çalışıp kazanması farzdır Bu, çalışıp kazanmanın asgari/olmazsa olmaz sınırıdır Bundan fazlası ise mübahtır Dileyen, dinî mükellefiyetlerini aksatmamak ve helal yoldan sapmamak üzere daha fazla kazanmak için daha fazla çalışabilir (İmam Muhammed b el-Hasen, Kitâbu’l-Kesb, 81 vd, 96 vd)

Çalışıp kazanma, mal mülk, servet edinme ve kazancı üzerinde tasarrufta bulunma konusunda Yüce Dinimiz müminlere herhangi bir sınırlama getirmemiştir Yeter ki mal helal yollardan kazanılsın, kimsenin hakkına hukukuna tecavüz edilmesin ve malî mükellefiyetler hakkıyla yerine getirilsin Dinimize göre kişi, el emeği göz nuru, meslek ve sanat, ticaret, ganimet, hibe, miras vb meşru yollarla mal mülk sahibi olabilir ve -yine meşru sınırlar içinde kalmak kaydıyla- mülkü üzerinde dilediği gibi tasarrufta bulunabilir Bu durumdaki kimseye, normal şartlar altında herhangi bir ilave sorumluluk yüklenemez Kazanırken ve harcarken kimseye zulüm ve haksızlık etmeyen, bakmakla yükümlü olduğu kimselere karşı mükellefiyetlerini yerine getiren, zekât, fitre gibi malî ibadetlerini hakkıyla eda eden kimse, “teşri” noktasında yükümlülüğünü yerine getirmiş demektir
Nitekim Yüce Kitabımız’da Efendimiz sav’in şahsında bize, “Eli sıkı olma Büsbütün eli açık (varını yoğunu harcayan) da olma” (İsrâ, 29) buyurulmakla meselenin “teşri” yönü gösterilmiş olmaktadır Dolayısıyla teşri noktasında cimrilik edip eli sıkı davranmak da, büsbütün saçıp savurmak da doğru değildir Bu ikisi arasında orta yol tutulacaktır
Sahip değil vekil
“Tevcih” yönüne gelince, Allah Tealâ şöyle buyurur: “Allah’a ve Rasulü’ne iman (etmekte sebat) edin (Sizden önce gelip geçenlerin ardından Allah’ın) sizi (tasarruf için) vekil kıldığı maldan O’nun yolunda infak edin İçinizden iman edip de (o suretle) infak edenler için büyük bir mükâfat vardır (Hadîd, 7)
Bu ayet-i kerime, mal ve servetin insanlara emanet olarak verildiğini, onu elinde bulunduranların aslında onun “sahibi” değil, “vekili” olduğunu açık bir şekilde ifade etmektedir Dolayısıyla insan, kendisine nasip edilen ve üzerine vekil kılındığı mal mülkü kendi yetenek ve birikimiyle kazandığı vehmine düşmemeli, mülkün gerçek sahibini unutarak şeytanın ve nefsin iğvalarına kapılmamalıdır Evet, mülk Allah Tealâ’nındır ve akıllı kişi, vekili kılındığı mülkü O’nun rızasını kazanma yolunda sarf etmekten geri durmayandır
Rasul-i Ekrem sav Efendimiz, “Veren el alan elden hayırlıdır” (Buharî, Müslim) buyurmak suretiyle “isteyen” konumunda olmayı değil “veren” konumunda olmayı teşvik etmiştir
Ancak bunu yaparken dengenin muhafaza edilmesine büyük hassasiyet göstermiş, mal mülkün insanı yoldan çıkarıcı özelliğine de sıklıkla vurgu yapmıştır
Bir keresinde Aşere-i Mübeşşere’den Ebu Ubeyde b el-Cerrah ra’ı Bahreyn’e göndermişti Ebu Ubeyde ra, külliyetli bir miktar mal ile döndü Bunu duyan Ensar, sabah namazında Mescid-i Nebi’de toplandı Namaz bittikten sonra Rasul-i Ekrem sav Efendimiz’in etrafını sararak imalı bir şekilde Ebu Ubeyde ra’den bahsetmeye başladılar Efendimiz sav gülümseyerek, “Ebu Ubeyde’nin bol mal ile geldiğini duyduğunuzu sanıyorum” buyurdu Onlar, “Evet!” diye karşılık verince şöyle buyurdu:


Alıntı Yaparak Cevapla