Prof. Dr. Sinsi
|
Kader Nedir,Kader Ve Esrarı
Kadere îmân eden, her türlü kederden emîn olur
Ancak rızâ, teslîmiyet ve tevekkülü, hiçbir tedbîre başvurmamak, gelebilecek belâları önlemek için herhangi bir gayret göstermemek şeklinde bir pasiflik ve tembellik telakkî etmek de yanlıştır tevekkül, hayrın celbi, şerrin defi için her türlü tedbiri aldıktan sonra, netîce hakkında Cenâb-ı Hakk'a teslîm olup O'na sığınmaktır Yoksa sebeplere tevessül etmeden kuru bir tevekkül makbûl olmadığı gibi, bu durum gerçek tevekkülün rûhuna da zıd bir keyfiyettir
Nitekim Hazret-i Ömer (r a)
bir yolculuktayken, gitmek üzere oldukları Şam'da salgın hastalık zuhûr ettiğini haber alınca gerekli istişâreler netîcesinde Şam'a gitmekten vaz geçmiştir Aslında Cenâb-ı Hakk'ın ve Hazret-i Peygamberin emrine daha muvâfık olan bu ihtiyat ve tedbîr karşısında sahâbeden Ebû Ubeyde bin Cerrah (r a), Hazret-i Ömer (r a)’e:
"Allâh'ın kaderinden mi kaçıyorsun?" diye sormuş, Hazret-i Ömer (r a) ise, o âlim ve fâzıl sahâbîden böyle bir suâli beklemediği için:
"-Keşke bunu senden başkası söyleseydi ey Ebû Ubeyde! Evet,
Allâh'ın kaderinden, yine Allâh'ın kaderine kaçıyoruz Ne dersin, senin develerin olsa da bir tarafı verimli, diğer tarafı çorak bir vâdiye inseler ve sen verimli yerde otlatsan Allâh'ın kaderiyle otlatmış; çorak yerde otlatsan yine Allâh'ın kaderiyle otlatmış olmaz mıydın?" (Buhârî, Tıb, 30) sözleriyle mukâbele etmiştir Bu arada sohbetin üzerine gelen Abdurrahman b Avf (r a) Rasulullah (a s) dan şöyle işittiğini söyleyerek Hz Ömer’i teyid etmiştir:
قَالَ رَسُولُ اللّهِ #: إذَا سَمِعْتُمْ بِالطَّاعُونِ بِألارْضٍ فَلا َتَدْخُلُوهَا، وَإذَا وَقَعَ بِألارْضٍ، وَأنْتُمْ بِهَا فَلا َتَخْرُجُوا مِنْهَا
(4039)- "Rasulullah (a s) buyurdular ki: "Bir yerde veba çıktığını duyarsanız oraya girmeyiniz, bulunduğunuz yerde veba çıkmışsa oradan ayrılmayınız " [Buhârî, Tıbb 30, Enbiya 50, Hiyel 13; Müslim, Selâm 92, (2218); Muvatta, Câmi 23, (2, 896); Tirmizî, Cenâiz 66, (1065) ]
Görüldüğü üzere kaderin dışına çıkılamaz Bu yüzden kula düşen, tedbîr ve gayretten ibârettir Sonra da Allâh'ın takdîr ettiği netîceye râzı olmaktır
Hikmet penceresinden bakanlar için kaderdeki gizlilik ve kulun onu lâyıkıyla idrâk edememe keyfiyeti, bir kahır sebebi değil, bilakis son derece büyük bir lutuf vesîlesidir
Çünkü beşerin kaderi bilmesi hâlinde, içinden çıkılmaz birçok tehlike ve felâketlere düşeceği, inkâr edilemeyecek bir hakîkattir
Meselâ
şifâsı olmayan bir hastalığa dûçâr olup can verecek bir şahsın, öleceği âna kadar endişeden uzak kalabilmesi, kaderin bu gizliliği sâyesindedir Fakat herhangi bir kimse öleceği zamanı bilseydi, ölümün kendisine yaklaştığı yıllarda, kederden eli ayağı tutulur, iş yapamaz hâle gelir, defâlarca ölür ölür dirilirdi Yavrusunun kendinden evvel öleceğini bilen bir anne de, seneler öncesinden o hâlin mâtemine girerdi Netîcede bu durum, hayattaki âhengin îcâbıyla tezad teşkîl eder ve muvâzene kaybolurdu
Son zamanlarda artan stres, bunalım ve intiharlar, cüz'î irâdenin zaafa uğramasının tabiî bir netîcesidir
Ayrıca mâneviyat mahrumluğunun getirdiği hazîn bir âkıbettir Çünkü mânevî eğitimden uzak bir kalbin, nefsânî arzu ve ihtiraslara esîr olması pek tabiîdir İnsanı "gayba" yönlendiren kadere îmân ise, hayatın sürprizlerini sükûnet ile karşılayan bir teslîmiyet ve huzur hâlinin yaşanmasıdır
Saâdetin şaşmaz kâidesi; aklı vahye tâbî kılmak, kalbi güzel ahlâk ile tezyîn etmek ve bu sâyede hayâtın sürprizlerine karşı rızâ göstermektir
Yine gerçek saâdet, hayatın med ve cezirlerini kabullenmek, meşakkatlerine tahammül göstermek, her şeyin güzel tarafını görüp, âlemlerin Rabbine teslîm olmaktır
Cenâb-ı Hak, bâzen bir lutfu zâhiren kahır sûretinde, bir kahrı da lütuf sûretinde tecellî ettirebilir Bütün bu keyfiyetlerin insana meçhûl kılınması, bu dünyanın bir imtihan mekânı olmasından kaynaklanmaktadır Allâh Teâlâ buyurur:
وَعَسى اَنْ تَكْرَهُوا شَيًْا وَهُوَ خَيْرٌ لَكُمْ وَعَسى اَنْ تُحِبُّوا شَيًْا وَهُوَ شَرٌّ لَكُمْ وَاللّهُ يَعْلَمُ وَاَنْتُمْ لَا تَعْلَمُونَ
"Umulur ki hoşunuza gitmeyen bir şey sizin için hayır; sevip beğendiğiniz bir şey de sizin için şer olur Allâh bilir, siz bilmezsiniz " (Bakara, 2/216)
Fakirlik ve zenginlikten örnek verelim Bir fakir, hâlinden şikâyet etmeyip, Allâh'ın takdîrine rızâ gösterirse, bu onun için belki ebediyyet zenginliğine vesîle olacaktır Halbuki o fakir, bu dünyada zengin olsa, ihtimal ki sâhip olduğu imkânlar benliğini tahrîk edip nefsinde bir kudret vehmi doğuracak ve yine belki gaflet içinde sefahat ve rehâvete dalarak ebedî saâdeti hebâ edecektir Tabî ki bunun zıddı da mümkündür Velhâsıl mü'min, içinde bulunduğu her hâli güzel görüp ilâhî takdir ve tanzîme râzı olarak, onu ebediyyet kazancına bir fırsat bilmeli; sabır, şükür ve teslîmiyet üzere yaşamaya gayret etmelidir
Müminin Her Hali Hayırdır
عَجَباً ِلامْرِ الْمُؤْمِنِ إنّ اَمْرَهُ كُلّهُ لَهُ خَيْرٌ وَلَيْسَ ذلِكَ ِلاحدٍ إلا ّلِلمُؤْمِنِ إن اَصَابَتْهُ سَرّاءُ شَكَرَ فَكَانَ خَيْراً لَهُ وَإنْ اَصَابَتْهُ ضَرّاءُ صَبَرَ فَكَانَ خَيْراً لَهُ
"Mü'minin durumu gerçekten gıbta ve hayranlığa değer Çünkü her hâli kendisi için bir hayır vesîlesidir Böylesi bir haslet sâdece mü'minde vardır: Sevinecek olsa, şükreder; bu onun için hayır olur Başına bir belâ gelecek olsa, sabreder; bu da onun için hayır olur " (Müslim, Zühd, 64)
Bu sebeple Allâh Rasûlü (a s), kadere îman etmekle iktifâ etmemizi emir buyurmuş ve bu hususta yersiz münakaşalardan menetmiştir
|