Prof. Dr. Sinsi
|
İliim Dindir,Din İlimdir
Allâme mübalağası, bilgisinin çokluğunu ifade için kullandığımız bir övgü kalıbıdır Bu kalıpla ifade ettiğimiz övgümüz, övdüğümüze fazla gelebilir O içini dolduramayabilir Fakat alîm bunun tersidir Alîm kalıbındaki övgünün biz içini dolduramayız Allâme mübalağa kalıbı “övülenin aczine”,alîm mübalağa kalıbı ise “övenin aczine” delalet eder
Muallim de Allah için kullanılmaz Zira muallim, öğrettiği ilmi talim ile öğrenene denir Allah öğrettiği ilmi talim ile öğrenmez ki “muallim” olsun Peygamberler muallimdir Zira öğrettikleri ilmi melek aracılığıyla Allah’tan talim ederek öğrenmişlerdir
Allah için ârif ismi de kullanılmaz Zira ârif, marifete ermeden önce cahildir Cehaletin ardından edinilen marifetin sahibine ârif denilir Mârifet ile ilim arasındaki fark da böyledir Mârifet bir şeyi diğerlerinden ayıran özü bilmektir İlim ise özü bilmeye hasredilemez Yani her marifet ilimdir, fakat her ilim marifet değildir
İlim ile yakîn arasında da fark vardır İlim, bir şeye aklın yatmasıdır Yakîn ise bir şeye kalbin yatmasıdır Yakînin ism-i faili olan mûkin, kuşkunun yerini kesin kanaatin aldığı kimse için kullanılır Zira îkân, şekk’in mukabilidir
İlim ile şuur arasında da fark vardır Şuur çok ince bir dikkat ile elde edilen, hassaslık katsayısı çok yüksek bilgi demektir Arpaya şa’îr denmesi, buğdaydan farklı olarak ucundaki kıl gibi uzantı dolayısıyladır Saça “ince” olduğu için şa’r denmesi de böyle Şiir, sözün “inceliğine” dayalı bir sanat olduğu için bu ismi almıştır İki şey arasındaki ince farkı kavrayamayana “şuursuz” denilir
Kur’an’da ilim
İlim (‘ılm) Kur’an’ın birkaç merkezi kavramından biridir Türevleriyle birlikte Kur’an’da yaklaşık 900 yerde kullanılır Allah’ın, ilim kavramını ilahi vahyin merkezine yerleştirmesi, insanlık için inkılâp mesabesinde bir rehberliktir Bu, İslam Medeniyeti’nin yükseliş çağlarında ilimde kaydettiği gelişmenin de referansıdır
Kur’an’ın ilme verdiği değer, gerçekten de üzerinde önemle durulması gereken bir durumdur Zira genel kanaat ilahi mesajların ağırlıklı konusunun “iman” olduğu yönündedir Oysa ki Kur’an’ın ağırlıklı konusu “ilim”dir Kur’an yüzlerce kez ilme vurgu yapmakla, ilim merkezli bir imanı hedeflemektedir İbn Abbas imanın dört unsurdan oluştuğunu söyler: Marifet, tasdik, ikrar ve amel Marifet, imanın ilim boyutunu ifade eder Bu dört unsurun temeli marifettir ve marifet cehalete değil ilme istinat eder
Kur’an’ın ilme verdiği değeri görmek için o kadar derin araştırma yapmaya gerek yok Kur’an’dan ilk inen beş âyete bakmak kâfidir Kur’an’dan ilk inen beş âyetin konusu ilimdir Alak Sûresi’nin ilk beş âyetinde iki kez “oku” emri, iki kez Allah’a isnatla “O öğretti (alleme)” fiili, bir kez insana isnatla “bilmedi” fiili, bir kez de öğrenme nesnesi olan “kalem” geçer Bu âyetlerin içerisinde yer alan tek ilahi isim vardır: “terbiye eden” manasına gelen Rab Terbiye talimin ayrılmaz parçasıdır, hatta zeminidir Özetle ilk inen âyetlerin konusu “ilim”dir Bu, insanlığın en temel probleminin “bilgi problemi” olduğunu gösterir
Ma’rifet, şuur, idrak, ihsas, ‘akıl, va’y, der’ gibi Arapça kelimeler de “bilgiye dair kelimeler” gurubuna girer Fakat Kur’an’da yer alan bu kelimelerin, ilahi bilgi için hiç kullanılmayıp beşeri bilgi için kullanılması manidardır
Kur’an’ın ilim tarifini Fatır Sûresi’nin 28 âyetinden çıkarabiliriz: “Allah’tan layığı veçhile ancak âlim olanlar haşyet duyarlar ” Bu âyetten yola çıkarak Kur’an’a göre “ilim, haşyettir” sonucuna varabiliriz Haşyet sermayesi bilgi olan korkudur, havf ise sermayesi cehalet olan korkudur Kişi karanlıktan havf duyar, Allah’tan haşyet duyar Onun içindir ki havf korkanın güçsüzlüğünden dolayı duyulan his, haşyet ise korkulanın azametinden dolayı duyulan hisdir İnsan Allah’ın büyüklüğünü ve azametini bilirse, ondan haşyet duyar
Fatır 28’i teyit eden bir âyet de Zümer 9’dur Vaizler, bu âyetin içinde geçen bir cümleyi çok sık kullanırlar: “Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?” İyi de, neyi bilenlerle bilmeyenler? Kur’an burada bilenleri bilmeyenlere üstün tutarken, her türlü ‘malumatı’ mı kastetmektedir? Elbette ki değil Kur’an burada bilginin cehalete, âlimin cahile üstünlüğünü tescil ederken, uzun olan âyetin girişinde bilgiyi de tanımlamış olmaktadır: “Yoksa o kişi kendisini, gece yarılarında secde ve kıyam ile Allah’a boyun eğen, ahirete dair endişe taşıyıp Rabbinin rahmetini uman kimse ile bir mi tutuyor? De ki: Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?” Bu tanıma göre bilginin sahibine kazandırdığı üstünlük o bilginin ‘epistemik’ (ilmî) değerinden kaynaklanmamakta, bilakis ‘ontolojik’ (fıtri) katkısından kaynaklanmaktadır O katkı da insanın varoluşsal duruşu olan ‘kulluk’ görevine katkısıdır
Öyle anlaşılıyor ki Kur’an akleden kalpte damıtılıp, ahlaka dönüşmeyen bilgiye “ilim”, sahibine de “âlim” demiyor Her şeyin bir ruhu vardır Aklın ruhu ilim, ilmin ruhu haşyettir Sahabe içerisinde gerçek bir âlim olan Hz İbn Mes’ud “İlim çok hadis rivayet etmek değil, çok haşyet sahibi olmaktır” derken, Kur’an’ın tarifine atıf yapıyordu Hz Ali insanları ikiye ayırıyordu: Dini rivayet edenler ve dine riayet edenler
Kur’an haşyet’i esas almakla, ahlaki davranışı sadece ilmin sonucu olarak sunmadı Aynı zamanda ahlakı ilmin sebebi olarak da takdim etmiş oldu Bu nedenledir ki İslam aklında ahlaktan ilme varılır Yunan-Batı aklında ise ilimden ahlaka varılır Efendimizin “Faydasız ilimden sana sığınırım!” duası, ahlaktan ilme varmanın ifadesidir Bilgi ahlakını bilgiden öne almak, olma durumunu bilme durumuna öncelemektir Bu ise bilen özne ile bilinen özne arasında diyalog kurmayı gerektirir Bilgiden ahlaka varmak, bilen öznenin bilineni nesneleştirme ve tanımlaması ile sonuçlanır Tanımlamak tanımanın önündeki en büyük engeldir Tanımak hayret ve keşif, tanımlamak tahakküm ve istibdattır
Kur’an meleklerin insana ‘secdesinin’ sebebini ‘talimu’l-esma’ olarak gösterir Ta’limu’l-esma, Âdem’e isimlerin öğretilmesidir Yani insanı meleklerden üstün kılan şey, insanın bilgi üretme kabiliyetidir Meleklerin aynı diyalog içinde “Bizim senin bize verdiğinden başkaca bir ilmimiz yoktur” demeleri, bilgiyi insanoğlu gibi üretemedikleri anlamına geliyordu İnsan Allah’tan bilginin sermayesini aldı ve aldığı bu sermayeyi kullanarak bilgiyi üretti Âdem’e isimlerin öğretilmesini eşyaya isim koyma yeteneği olarak tefsir etmek bu yüzden isabetlidir
Kilise bilgiye Âdem’i cennetten kovduran “yasak meyve” olarak baktı Hıristiyan kilisesi Eski Yunan’daki tanrılardan ateşi çalan Prometheus efsanesini aynen Âdem-İblis kıssasına uyarladı Tanrılardan ateşi çalan Promethe yerine Âdem, ateş yerine bilgiyi (elma bilgiyi sembolize eder), Zeus’un yerine de Âlemlerin Rabbini koydu Sekülarizmi ve laisizmi ve hatta pozitivizmi ve materyalizmi ortaya çıkaran, kilisenin ilme karşı aldığı bu sakat tutumdur
|