Yalnız Mesajı Göster

İman Dinin Ruhudur, İslam Dinin Bedenidir

Eski 07-27-2012   #1
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

İman Dinin Ruhudur, İslam Dinin Bedenidir






İman dinin ruhudur, İslam dinin bedenidir
İman dinin ruhudur, İslam dinin bedenidir

İman ve İslam kavramlarının eşanlamlı olduğunu söyleyenler olmuştur Bu öncelikle dil açısından doğru değildir Zira isimlerin farklılığı manaların farklılığına delalet eder İman ve İslam kavramlarının eşanlamlı olduğu tezini Kur’an da desteklemez Şu âyet bunun delilidir:
قَالَتِ الْاَعْرَابُ اٰمَنّاَ قُلْ لَمْ تُؤْمِنُوا وَلٰكِنْ قُولُوۤا اَسْلَمْنَا وَلَمَّا يَدْخُلِ الْا۪يمَانُ ف۪ي قُلُوبِكُمْ وَاِنْ تُط۪يعُوا اللّٰهَ وَرَسُولَهُ لَا يَلِتْكُمْ مِنْ اَعْمَالِكُمْ شَيْئًا اِنَّ اللّٰهَ غَفُورٌ رَح۪يمٌ
“Bedeviler ‘İman ettik’ dediler De ki: Henüz iman etmiş sayılmazsınız, lakin ‘İslam/teslim olduk’ diyebilirsiniz, zira iman kalplerinize girmiş değil Ama eğer Allah ve Rasûlüne uyarsanız, Allah amellerinizin zerresini eksiltmez Çünkü Allah sınırsız bir bağış, engin bir rahmet kaynağıdır” (Hucurât 49:14)

Âyette “iman etmek” ile “İslam/teslim olmak” arasında fark olduğu vurgulanıyor “İman ettik” diyen bedevilerin bu isbat edilmemiş iddiası reddediliyor, fakat bunun yerine “İslam/teslim olduk” demeleri teklif ediliyor Bu örneğe göre Kur’an, iman ile İslam kavramlarını aynı kefeye koymamıza izin vermez

Bu iki kavram birbirinin eşanlamlısı değildir, fakat birbirinden ayrı ve kopuk da değildir Şu âyetler de bunun şahididir:
فَاَخْرَجْنَا مَنْ كَانَ ف۪يهَا مِنَ الْمُؤْمِن۪ينَ ﴿٣٥﴾ فَمَا وَجَدْنَا ف۪يهَا غَيْرَ بَيْتٍ مِنَ الْمُسْلِم۪ينَ ﴿٣٦﴾

“Derken müminlerden orada bulunanları çıkardık; zaten Müslümanlardan orada bir ev dışında hiç kimse bulamadık” (Zâriyât 51:35-36)

Bu durumda iman ile İslam arasında mülazemet ilişkisi olduğunu kabul etmek gerekir İman ile İslam, biri olmadan diğeri anlamını bulmayan, biri olmadan diğeri nakıs olan iki kavramdır Sevgili Peygamberimiz (s): “İslam görünürlüktür, iman ise kalptedir” (el-İslamu ‘alâniyyetun, ve’l-imânu fi’l-kalb) buyurmuştur (Ahmed b Hanbel, 3/134) Buna göre İslam imanın bedeni, iman İslam’ın ruhudur Ruhsuz beden ölü bir cesettir, bedensiz ruhun yeri ise dünya değil ahirettir

Bu bağlamda, iman ve İslam arasında şöyle bir bağ kurulabilir: Şahadet âleminin doğru bilgisiyle gayb âlemine iman/güven ve bu iman/güvenin en müşahhas ifadesi olarak İslam/teslimiyet

İman tariflere sığmaz

İman, “kalbin bir şeye yönelmesidir” Lügatlerde ittifakla “tasdik” olarak karşılanmıştır Kur’an’da lügat manasıyla kullanılmıştır: Hz Yakub’un kıskanç oğulları, Yusuf’u kaybettikten sonra babalarının tereddüdünü gidermeye çalışırken uydurdukları hikâyenin ardından: “ve ma ente bi mu’minin lena” “yine de sen bize inanmayacaksın” derler (Yusuf 12:17)

Dilciler, âmene (iman etti) fiili ile geçişli yapıldığı zaman (kullun âmene billahi gibi) bu “tasdik” manasına gelir, ile geçişli yapılmayınca bu farz ve vaciplerin edası manasına gelir derler Mutezile bu görüşü kabul ettiği için “amel imandandır” demiştir

Bu tahlilden yola çıkarak dil felsefesi yapacak olursak: Küllün âmene billâhi’deki gibi ile geçişli yaptığımız zaman, iman öznenin üzerinde kalmayıp nesneye geçiyor demektir Yani iman bir mef’ul istemektedir Bu durumda “iman ettim” lafı iman sayılmamaktadır “Neye iman ettin?” suali mukadderdir Siz buna cevap verdikten ve mef’ûlünüzü söyledikten sonra da iş bitmemekte, bu takdirde sizin tasdik ettiğinizin sizin tasdikinize sadık olup olmadığı, yani imanınızın doğru iman olup olmadığı gündeme gelmektedir Sonuç: İman’ın ile buluşması, yalnız inanmaya değil, inanmanın failiyle mef’ûlü arasındaki sadakate da delalet eder

Istılahta iman şöyle tarif edilmiştir: “Kalp ile tasdik, dil ile ikrar, uzuvlarla amel etmek” (et-tasdik bi’l-cenan, ve’ikrar bi’l-lisan, ve’l-‘amel bi’l-erkân) Amelin imandan olup olmadığı konusunda otoriteler çok farklı taraflara düşmüşlerdir Bu konudaki mezhep ve fırka görüşlerinin sonu gelmez Fakat Kur’an, amelin imandan koparılamayacağını Bakara 143 üzerinden cevaplamıştır: “Allah sizin imanlarınızı zayi edecek değildir” Nüzul sebebi kıblenin tahvilinden önce kılınan namazların hükmünün sorulmasıdır Yani Kur’an, namaz gibi bir ameli ‘iman’ kapsamında değerlendirmiştir

Sual: İmanın yeri neresidir?
Cevap: Kur’an’a göre imanın yeri kalptir: “Allah, size imanı sevdirdi ve onu kalplerinizde süsledi” (Hucurât 49:7) Sözün özü: iman İslam’ın görünmeyen yüzü, İslam imanın görünen yüzüdür

İmanın mahiyeti üzerine

İman bir ağaca benzetilmiştir:
Kökü marifet
Gövdesi tasdik
Dalları ikrar
Meyvesi amel

İman ağacının kökü olan marifet akleden kalbin hakikate dair bilgisidir İman bu bilgiden neş’et eder, fakat bu bilgiden ibaret değildir Zaten imana dönüşen bilgi de artık ‘ilim’ değil ‘îkân’dır

Hıristiyan ilahiyatı “İman doğrulanamaz” der Buna göre doğrulanamayan yanlışlanamaz da İşin içine teslis (üçleme) girince, imanı böyle tanımlamaktan başka çıkar yol da yoktur Fakat İslam imanı doğrulanabilir ve yanlışlanabilir İslam imanının vurulacağı mihenk taşı Kur’an’dır Kur’an İslam imanını tarif eder, sınırlarını çizer Bu tarif sadece inanılacak şeyleri içeren bir tarif değil, aynı zamanda, inanılmaması gereken şeyleri de dışlayan bir tariftir Bunun eskilerin dilindeki karşılığı “efrâdını câmi, ağyârını mâni” sözüdür Tam şu âyette olduğu gibi:
يَاۤ اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوۤا اٰمِنُوا بِاللّٰهِ وَرَسُولِه۪ وَالْكِتَابِ الَّذ۪ي نَزَّلَ عَلٰى رَسُولِه۪ وَالْكِتَابِ الَّذ۪يۤ اَنْزَلَ مِنْ قَبْلُ وَمَنْ يَكْفُرْ بِاللّٰهِ وَمَلٰۤئِكَتِه۪ وَكُتُبِه۪ وَرُسُلِه۪ وَالْيَوْمِ الْاٰخِرِ فَقَدْ ضَلَّ ضَلَالًا بَع۪يدًا
“Siz ey iman edenler! Allah’a, O’nun Elçisi’ne, O’nun Peygamberi’ne peyderpey indirdiği ilahî kelama ve daha önce indirdiği mesaja katıksız iman edin! Zira kim Allah’ı, meleklerini, vahiylerini, peygamberlerini ve Ahiret Günü’nü inkâr ederse, işte o derin bir sapıklığı boylamış olur” (Nisâ 4:136)

Kur’an, Nisâ 136 ve onu teyit eden Bakara 284-285’de olduğu gibi, iman esasları konusunda 5 başlık açmış ve açtığı bu başlıkları tadat etmiştir:
1 Allah’a iman
2 Meleklere iman
3 Rasûllere iman
4 Kitaplara iman
5 Ahiret gününe iman

İslam imanı, Hıristiyan imanının aksine doğrulanabilir Zira bu iman delile dayanan bir imandır: “Helak olan bir delilden yola çıkarak helak olsun, yaşayan da bir delile dayanarak yaşasın” (Enfâl 8:42) Bu âyet, imanın ‘akıldışı’ (irrasyonel) bir faaliyet değil, ‘akıllı’ (rasyonel) bir faaliyet olduğunu gösterir Fakat bu imanın mü’mine kazandırdığı ‘akıl’, arza değil arşa bakan bir akıldır Nasûtî değil lâhutî bir akıldır Bu tür bir iman, ‘akılcılığı’ (rasyonalizm) dışlayan bir ‘akıllılık’ kazandırır İşbu yüzden Kur’an “insanların çoğu” kalıbıyla birbiriyle bağlantılı üç özellik zikreder: “İnsanların çoğu akletmezler”, “insanların çoğu şükretmezler” ve “insanların çoğu iman etmezler

Kur’an’ın “kâfirler” diye hitap ettiği inanç gurupları arasında, hiçbir şeye inanmayan herhangi bir gurup bulunmamaktadır Fıtrat gereği, insanlık tarihinde hiçbir şeye inanmayan bir gurup veya kişinin olabilme ihtimali de yoktur İslam’da imana çağırmanın esası ‘inanç sahibi olmaya’ çağırmak değil, Allah’ın ‘iman edilmesini emrettiği’ şeylere imana çağırmaktır

İmanın özünü “gaybî hakikatler” oluşturur Bu da imanın asla bilgiye, malumata, delile, rasyonelliği indirgenemeyecek deruni bir hakikat olduğunu gösterir

Kur’an’ın iman hakkında açtığı beş başlığın beşi de tamamen veya kısmen gayba iman ile alakalıdır Allah’a, meleklere ve ahirete iman tamamen gayba imandır Peygamberlere ve kitaplara imanın esası da gayba imandır Zira bir mü’minin Hz Peygamber’e iman etmesi, onun “tarihsel kişiliği” ile alakalı değil, Allah’ın onu peygamber olarak seçip ona vahiy göndermesiyle alakalıdır Bu ise deneysel bilginin konusu değildir Aynı şey Kur’an’a iman için de geçerlidir Kur’an’a iman etmekten maksat, Mushaf’a iman değildir Zira Mushaf selüloz, deri ve mürekkep gibi maddî unsurlardan mamûl bir nesnedir Kur’an’a iman, onun kaynağının Allah olduğuna imandır

İmanın değeri

Fıtrat açısından değeri: Fıtrat iman üzerine kodlanmıştır Âlemde her şey hareket halindedir Âlemdeki hareket kaos değil kozmos hareketidir ve düzenlidir Eşya düzenli hareketini “cazibe ve dafia” (çekim ve merkezkaç kuvvetleri) üzerine bina etmiştir Bu atom için de güneş için de geçerlidir İnsanı insan eden kuvvetler olan akıl ve irade de hareket halindedir Bu güçlerin hareketinin kaos/anarşi değil kozmos/düzen sahibi olması için tıpkı yerküre gibi “cazibe ve dafia” kuvvetleri lazımdır Cazibe inanılacaklara “iman”, dafia inanılmayacakları “inkâr”dır Lailahe illallahkelime-i tevhidi bunu ifade eder İslam, aklın ve iradenin bulunması gereken yörüngeye teslim olmasıdır İmandan boşlanmış akıl ve iradenin hareketi, yörüngesinden fırlayan bir gezegen gibi kaos üretir

Ahlak açısından değeri: Ahlakın temeli fıtrat, referansı Allah olmak zorundadır Referansı Allah olan bir ahlakî davranış, ancak imandan neşet eder Garantisi imandır Tebuk’ten geri kalan üç tövbekârdan biri olan Ka’b b Malik (r) örneğinde olduğu gibi: “Vallahi, seni benden razı edecek bir yalan söylemek isteseydim söylerdim Bu takdirde Allah’ın gazabını celbederdim Ama gerçeği de söylersem bana kızarsınız Ben yine de doğruyu söyleyeceğim, affı Allah’tan bekleyeceğim” (Buhârî ve Müslim)



Alıntı Yaparak Cevapla