Prof. Dr. Sinsi
|
Atatürk'ün İnsan Hak Ve Hürriyetine Verdigi Önem
atatürk ve insan hakları - atatürkün insan hakları ile ilgili düşünceleri - insan hak ve hürriyeti - türkler için hürriyet
“Türkler, demokratik, hür ve sorumlu vatandaşlardır Cumhuriyetin kurucuları ve sahipleri bizzat kendileridir Türk, kişisel hürriyetinden ve çıkarlarından, Anayasanın belirlediği kadarını, Cumhuriyete bırakmıştır Cumhuriyet kişilerin ona bıraktığı bu kısım hürriyeti, kişilerin ve Türk Milleti’nin ülke içinde hürriyetlerini ve dışarıya karşı bağımsızlıklarını sağlamak için kullanır  ” (1930)
Mustafa Kemal ATATÜRK
Atatürkçü Düşünce sisteminde; insan, düşünceleri, davranışları ve eylemleriyle bir yandan doğaya ve doğa kanunlarına, diğer yandan, toplum içinde yaşamak zorunda olduğundan, topluma ve toplumun geliştirdiği kurallara bağlıdır Bu bağlılık, insanın doğayla ve toplumla karşılıklı ilişkilerinden ve etkileşimlerinden oluşur Gerçekte, insan hayatı bir anlamda, insanın doğa ile, kendisiyle, toplumla ilişkiler ve etkileşimler sürecinden ibarettir İnsan hakları ve hürriyetleri de bu süreçte yer alır
İnsan, her şeyden önce doğanın bir varlığı, doğanın yaratığıdır Doğa, evrenin kanunlarına bağlıdır İnsan da doğanın içerisinde, doğanın kanunlarına, şartlarına, doğa olaylarında görülen sebep-sonuç ilişkilerine ve etkilerine bağlıdır İnsanın doğa şartlarını ve üzerindeki olumsuz etkilemeleri değiştirme mücadelesi, O’nun doğa ile ilişkilerini ve etkileşmesini ortadan kaldırmaz Aksine, daha bilinçli bir şekilde, insanın evreni ve evrenin kanunlarını tanımasını ve bu kanunlara uyumunu sağlar
Diğer yandan, insanlar toplum halinde yaşarlar Bu doğal ve zorunlu bir hayat biçimidir Toplumlar varlıklarını koruyabilmek, geliştirmek, devam ettirebilmek için siyasi, sosyal, iktisadi, kültürel, teknolojik hayatlarını örgütlendirmek ihtiyacındadırlar Örgütlenme, toplum içinde çok çeşitli kuruluşları meydana getirir İnsan da bu kuruluşlar içinde doğal olarak yer alır veya bu kuruluşlara katılır İnsanların toplum halinde yaşaması bir anlamda bu kuruluşlarda doğal veya zorunlu olarak bulunmasıdır Örgütlenmiş toplumun kuruluşları belirli kurallara uyarak devam edebilirler Bu kurallar zamanın şartlarına, ihtiyaçlara göre değişebilir İnsanın bu kuruluşlarda yer alması veya katılması da kuruluş kurallarına bağlılığını gerektirir Bu bağlılık karşılıklı ilişki ve etkileşim şeklinde devam eder İnsan doğuştan sahip olduğu yeteneklerini ilerleterek, zekasını ve özelliklerini kullanarak açıklanan ilişkilere ve etkileşimlere sayısız katkılarda bulunur Hayatı daha dengeli, daha mükemmel daha mutlu bir hale getirebilir
İnsanın doğa ve toplumla bağları, doğuştan sahip olduğu hak ve hürriyetlerinin hudutsuz olmadığını belirlediği gibi aynı zamanda toplum hayatının her alanında O’na daha geniş, daha etkin davranış ve eylem imkanları hazırlamakta bu yönden hak ve hürriyetlerini çeşitlendirmektedir
Yüce Atatürk, özetlemeye çalışılan görüşlerini 1930 yılında şu şekilde yazmış ve yazdırmıştır
“Hürriyet, insanın düşündüğünü ve dilediğini mutlak olarak yapabilmesidir Bu tanım, hürriyet kelimesinin en geniş anlamıdır İnsanlar, bu anlamda, hürriyete hiçbir zaman sahip olamamışlardır ve olamazlar Çünkü, bilinmektedir ki, insan doğanın yaratığıdır Doğanın kendisi dahi, mutlak değildir; evrenin kanunlarına bağlıdır Bu sebeple insan ilk önce, doğa içinde, doğanın kanunlarına, şartlarına bağlıdır Örnek, dünyaya gelmek veya gelmemek, insanın elinde olmamıştır ve değildir İnsan, dünyaya geldikten sonra da, daha ilk andan, doğanın ve birçok yaratığın esiridir Korunmaya, beslenmeye, bakılmaya, büyütülmeye muhtaçtır  İnsanlar, fikri gelişme ilerledikçe, kendi kaynaklarını daha açık düşünmeye başladılar; yavaş yavaş onun büyüklüğünü daha iyi anlamaya ve takdir etmeye sahip oldular Doğanın, her şeyden büyük ve her şey olduğu anlaşıldıkça, doğanın çocuğu olan insan kendisinin de büyüklüğünü ve onurunu anlamaya başladı İşte, insanlar, bu anlayış derecesine yükseldikten sonradır ki, doğanın, insanda yarattığı yeteneklerini, faaliyetlerini serbest haktır, fikrine vardılar  Kişi hakları görüşleri, doğal hak fikri, ilahi güç fikri temelinden semadan koparılarak yeryüzüne indirildikten sonra ortaya çıkmıştır ”
“Kişi hakları görüşlerinin temeli şöyle kuruldu: Her Türlü Hakkın Kaynağı, kişidir Çünkü, gerçek hür ve sorumlu olan yaratık yalnız insandır Buna nazaran, ferdin yalnız, doğal hak ve ahlaki sorumluluğu ile kayıtlı olan mutlak istiklali (hürriyeti ve bağımsızlığı) bütün uygar kuruluşlardan önce, ilk “Hal” (Durum) olarak, hareket noktası gibi kabul oluyor Fakat, diğer yandan, insanların, sosyal ve siyasi kuruluşlar halinde bulunması da doğal ve gereklidir Bu kuruluşlar ise, kısmen zorunlu, belirlenmiş kanunlar hükümlerine göre gelişirler Bu belirlenmiş kuralların varlığı oranında ve zekanın bu kuralların seyrini ve yönünü takdir edebildiği oranında, insanların hürriyet ve iradeleri, açıklanan kurallara uymak zorundadır İnsanlar, hareketlerini, bu geleceğin seyir ve yönüne uydurmak gereğindedirler Bu zorunluluk durumu, gerçekte kaçınılması imkansız olmayan bir sonucu daha mükemmel ve daha dengeli yapmaktadır Doğanın ve tarihin ürünü olan bir milletin fertleri, daima bu gerçeklerle karşı karşıya bulunurlar Ve O’na saygı duyarlar Böyle bir milletin kurduğu devletin dahi temeli ve gayesi kişi hakları olur  ”
Çağdaş Demokrasilerde Hürriyetler
Atatürkçü Düşünce sisteminde, demokrasi en gelişmiş toplum ve devlet düzenini anlatan bir kavramdır Çağdaş demokraside ne fert, toplum ve devlet için değersiz, gözden çıkarılabilen bir kişi olarak kabul edilir; ne de ferdin hak ve hürriyetlerinin başkasına, topluma ve devlet varlığına herhangi bir zarar vermesi düşünülebilir
Çağdaş demokrasilerde devlet, kişi hürriyetini sağlayan ve geliştiren bir kurumdur Kişi hürriyetinin hududları üç önemli muhatapla karşı karşıyadır Bunlar; diğer kişilerin hak ve hürriyetleri, milletin genel çıkarı ve amaçları, devletin varoluş nedenleri ve güvenliğidir
Bu yaklaşımla, kişi hak ve hürriyetleri “başkasına zarar vermeyecek her türlü davranış ve eylemlerde bulunmaktır  ” şeklinde özetlenir ve tanımlanır Hürriyetin sınırı, başkalarının hürriyetinin hudududur İkinci hudud ise, milletin genel çıkarları ve amaçlarıdır Üçüncü hududu, devlet faaliyetlerinin güçsüz kılınmaması gösterir
Atatürk bu temel görüşleri de şu şekilde açıklamaktadır: “Çağdaş demokrasilerde, kişi hürriyetleri, özel bir değer ve önem almıştır; artık kişi hürriyetlerine devletin ve hiç kimsenin müdahalesi (karışması) söz konusu değildir Ancak bu kadar yüksek ve değerli olan kişi hürriyetlerinin uygar ve demokrat bir millette, neyi açıkladığı, hürriyet kelimesinin mutlak surette düşünülebilen anlamından anlaşılamaz Söz konusu olan hürriyet sosyal ve uygar insan hürriyetidir Bu sebeple, kişi hürriyetlerini düşünürken, her kişinin ve nihayet bütün milletin ortak çıkarı ve devletin varlığını göz önünde bulundurmak gerekir Anlaşılıyor ki, kişi hürriyeti mutlak olamaz Diğerinin hak ve hürriyeti ve milletin ortak çıkarları kişi hürriyetini sınırlandırır
Kişi hürriyetini sınırlandırmak, devletin adeta esası ve görevidir Çünkü, devlet kişi hürriyetini sağlayan bir örgüt olmakla beraber, aynı zamanda, bütün özel faaliyetleri, genel ve milli amaçlar için, birleştirmekle yükümlüdür Hürriyet başkasına zararı olmayacak her türlü tasarrufatta bulunmaktır denildiğinde, vatandaş hürriyetinin, yalnız, bunun gaye olduğu, devletin bu gayeyi sağlamak için bir araç olarak kabul edildiği açıklanmış olur Fakat, bu vasıtadır ki, milletin, genel çıkarlarını ve amaçlarını koruyacaktır O halde, kişi hürriyetinin sınırı olarak (başkalarının hürriyet hududunu) gösterirken kişi hürriyetlerinin, milletin genel çıkarlarının gerektirdiği dereceden daha fazla kısıtlanmayacağı kabul edilmiş olmaktadır Bu fikir basittir; fakat uygulaması çok güçtür Çünkü, kişi hürriyetlerinin derecesi, devlet faaliyetlerini güçsüzlüğe düşürmemesi gerekir Devletsiz bir toplum veya zayıf bir devlet hayatının sonucu, herkesin herkese karşı mücadelesidir Bu mücadele çoğunluğun hürriyetini boğmayacak surette, değiştirmek gerekir Bu değişiklik konusu, kişinin sorumluluğuna, girişimlerine ve gelişmesine zarar verecek dereceye götürülmemelidir Vatandaşların girişim ve sorumluluk hisleri ne kadar gelişirse bu, devlet için de o kadar iyidir  ”
"Hürriyet, Türk’ün Hayatıdır”
Türk Milleti, tarihi varlık alanında yer aldığı binlerce yıl öncesinden günümüze kadar, hür ve bağımsız yaşamayı kendisine hayat tarzı olarak seçmiştir Bu hayat biçimi, Türk insanının doğuştan sahip bulunduğu niteliklere ve Türk toplumlarının hemen hemen yaşadıkları bütün coğrafyalarda karşı karşıya kaldıkları tehdit ve tehlikeleri ortadan kaldırma kararlılıklarına dayanmaktadır Türk toplumlarının kurmuş oldukları devlet veya imparatorluklarda siyasi iktidarın dışa ve içe karşı daima “Bağımsızlık” (Hükümranlık) ilkesini ön plana almış bulunduğu görülmektedir Bu hükümranlığın zaman, zaman iç mücadelelerle sağlandığı, büyük çoğunlukla da dıştan gelen etkilerin yok edilerek gerçekleştirildiği de tarihi belgelerle kanıtlanmıştır Her defasında, bağımsızlık (hükümranlık) O’nu kuran toplumun korunmasına, güvenliğine, refahına yönelmiştir Aksi bir tutum ise, her şeyden önce Türk halkının tepkisiyle karşılaşmış, kanlı mücadelelere sebep olmuş, yeni bir Türk Devleti’nin kurulmasıyla da sona ermiştir Türk Milli Mücadelesi ve İstiklal Savaşı Türk halkının “hür ve bağımsız” yaşama iradesinin, azim ve kararlılığının sonucunda başarıya ulaştırılabilmiştir Bu mücadele yıllarının en önemli ve tarihin birikimi ve deneyimleri sonucunda elde edileni, “Milli Egemenlik” düşüncesinin hürriyetlerin ve bağımsızlıkların temeli olduğu gerçeğinin uygulamaya konmasıdır Türk Milleti, milli egemenliğine ve bu egemenliğin kendi kaderini, kendi hayat tarzını belirleyeceği inancına sahip bulunarak iç ve dış tehdit ve tehlikelere, düşmanlara karşı mücadelesini zafere ulaştırmış ve bütün dünyaya kabul ettirmiştir Özetlenirse, hürriyetlerin de, bağımsızlıkların da temelinde Türk Milleti’nin egemenliği ve bu egemenliğe sahip olma şuuru yatmaktadır
1922 Yılında Atatürk: “Türk halkı, asırlardan beri hür ve bağımsız yaşamış ve bağımsızlığı bir yaşam gereği saymış bir kavmin kahraman evlatlarıdır Bu millet, bağımsızlıktan uzak yaşamamıştır ve yaşamayacaktır  ” sözleriyle tarihi gerçekleri dile getiriyor, mücadelenin temel sosyo /psikolojik esaslarını ortaya koyuyordu
1923 Yılında Yüce Atatürk, “Toplumda en yüksek hürriyetin, en yüksek eşitlik ve adaletin devamlı şekilde sağlanması ve korunması ancak ve ancak tam ve kesin anlamıyla milli egemenliğin kurulmuş bulunmasına bağlıdır  ” diyordu
1930 Yılında “Hürriyet” konusundaki düşüncelerini yazdırırken: “Türk Milleti’nin tarihini göz önüne getirelim; hemen daha düne kadar altında ezildiği istibdat, esaret ve zulmün kara, kanlı pençesini hisseder gibi olmamak mümkün değildir Türk istibdat ve esaret zincirlerini parçalayabilmek için iç ve dış düşmanlar karşısında hayatını ortaya attı; çok kanlı ve tehlikeli mücadelelere girdi; sayısız özverilere katlandı; başarılı oldu, ancak ondan sonra hürriyetine sahip oldu Bu sebeple Hürriyet Türk’ün hayatıdır  ” sözleriyle Yüce Atatürk bugünkü, hürriyet görüş ve düşüncelerini yalnız kendilerine bağlamak isteyen ve uluslararası kaynaklardan esinlenerek sözde kahramanlık taslamağa girişenlere, hak ve cumhuriyetimizin gerçek ve değişmez esaslarının nerede olduğunu bütün güncelliği ve canlılığı ile gösteriyor
Dün-Bugün-Yarın, İnsan Hak ve Hürriyetleri
Bilinen ilk çağlardan günümüze kadar insanlık tarihi, büyük çoğunluğu ile düşünce ve uygulama alanında, insan hak ve hürriyetlerine karşı yapılan zulümlerden, baskılardan, müdahalelerden ve kısıtlamalardan kurtulma mücadeleleriyle geçmiştir Bugün de farklı anlam ve boyutlarda, değişik amaçlarla bu mücadele devam etmektedir
Batı’da “Aydınlanma Çağı” bir anlamda, insan hak ve hürriyetlerinin gerçek özelliklerinin, niteliklerinin, öneminin yeniden keşfi, anlaşılması, baskıdan kurtarılması düşünce ve eylemlerinin başlaması şeklinde kabul edilmiştir “Batı Medeniyeti” de bu girişimlere dayanarak gelişmiş “Çağdaşlaşma” örneği olmuştur
Doğuda eski düşünce ve inançlar reddedilerek Budizmin, Hinduzmin, İslâmiyetin insana verdiği değer ve önem derecesinde insan hak ve hürriyetleri de çeşitli kurallarla düzenlendi Batı emperyalizminin bunları tartışılır ve sorgulanır duruma getirmesiyle başlayan tepkiler büyük çatışmalara, ihtilâllere neden oldu Bugün bu ülkeler evrensel bildirilere bağlılıkla birlikte insan hak ve hürriyetlerini kendi şartları ve özelliklerini esas alarak düzenlediler Temel sorun, kişi hak ve hürriyetlerinin ne kadarından, ne zaman, hangi şartlar altında vazgeçilebileceğinin tespiti ve uygulanması idi Her ülkede farklı çözümlere bağlandı Son iki yüz yılda ve özellikle sona ermekte olan 20 yüzyılda bilim ve teknolojide görülen bütün yenilikler ve gelişmeler insan içindi; insanın refah ve mutluluğu içindi Ancak bunlar insanı yok etme, bilim ve teknoloji üstünlüğünü elinde bulunduran güçler karşısında insanı aciz ve etkisiz kılma amacıyla kullanıldı İnsan hak ve hürriyetleri de bu güçlerin düşünceleri, çıkarları, amaçları doğrultusunda yönlendirilmeye çalışıldı
Yarın insan hak ve hürriyetlerinin kaderi de bilgi ve teknoloji üretimine bağlı olacaktır Bilgi ve teknoloji üretiminde üstünlüğü elinde bulunduran ve/veya bulunduracak olan güçler amaçlarının, çıkarlarının gerçekleştirilmesini tek tek kişiler üzerinde deneyecekler, onları etkileyecek ve yönlendireceklerdir Hak ve hürriyetlerini de yoğun bilgi ve benzeri şeyler altında onlar düzenleyecek, onlar baskı altına alacak veya serbest bırakacaklardır İşte Yeniden Müdafaa-i Hukuk Hareketi bu nedenle bilgi ve teknoloji üretme ve üretilen bilgi ve teknoloji de egemenlik ve bağımsızlık kurma mücadelesidir
|