Yalnız Mesajı Göster

Osmanlı Türk Toplumu Ve Modernleşme

Eski 07-25-2012   #2
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Osmanlı Türk Toplumu Ve Modernleşme



II- TANZİMAT'TAN CUMHURİYET'E İKİ TEMEL ÇİZGİ

Tanzimat'la birlikte belirginleşen ve Cumhuriyet dönemine uzanan iki temel çizgiyi anlayabilmek için önce, Tanzimat'la birlikte ortaya çıkan fikir akımlarına ve örgütlenmelerine kısaca bakmak gerekir Ayrıntıları ve iç içe geçen niteliğiyle konumuzun dışında kalmakla birlikte, özellikle Osmanlı’dan Cumhuriyet’e miras kalan merkeziyetçi ve adem-i merkeziyetçi anlayışları, bunların siyasî-idarî sitem içinde edindikleri yeri ve dolayısıyla Tanzimat'tan Cumhuriyete yerel yönetim anlayışını, merkeziyetçi-adem-i merkeziyetçi yapılanmaları daha iyi anlayabilmek için kısaca bunlara değinmekte yarar vardır


Tanzimat'la birlikte Osmanlı başkentinde öncelikle iki tepki ortaya çıkmıştır Bunlardan en önemlisi Yeni Osmanlılar hareketidir “Yeni Osmanlılar, tıpkı Tanzimat bürokratları gibi Tercüme Odası veya Batılı eğitim kurumlarında yetişmiş olan ve Tanzimat'ı birçok açıdan yetersiz bularak eleştiren aydınlardan oluşmuştur Yeni Osmanlılar, Tanzimat'çıların sömürü olgusunu anlayamadıklarını, Batıya maddî ve manevî olarak bağımlı bir sınıf oluşturduklarını ve sınıf içgüdüsüyle davrandıklarını, kendi kültürlerini ihmal ettiklerini, buna karşılık ise ancak yüzeysel anlamda Batılılaştıklarını söylemekte, eleştirilerini bu alanlarda yoğunlaştırmaktadırlar Meşveret ilkesini öne çıkaran Yeni Osmanlılar bu ilkeye dayanarak meşrutiyetçi bir yönetimin gerçekleştirilmesi için mücadele etmişlerdir


Yeni Osmanlılar hareketi Tanzimat'ın açtığı yolda, ancak Tanzimatçıların mekanik bir sistem transferi anlayışına dayalı Batıcılıklarına karşı daha bilinçli bir Batılılaşmayı, İslami temeller üzerinde evrimleştirilmesi gereken ve Osmanlı paradigmasını dikkate alan ama yine de sistemli olmayan bir anlayışı savunmaktaydılar O nedenle genelde Osmanlıcı diyebileceğimiz bir siyasal birlikçiliği amaçladılar Yeni Osmanlılar hem Batıyı, hem de Osmanlı merkeziyetçiliğine bağımlılıklarını sürdürdüler” Bu arayış ve çatışmalar gelecekte, sözü edilen bu çelişkili durum üzerinde belirginleşecektir “Ancak, Batılılaşma tarihimizde en önemli hareket olarak ortaya çıkan Yeni Osmanlıların hürriyet eksenli bir çerçevede imparatorluğun toplumsal yapısındaki bozulmaya daha çok yönetilenler açısından yaklaşması önemli bir yeniliktir Yeni Osmanlı hareketinin oluşumunda Tanzimat paşalarının, temsili yönetime önem vermemelerinin önemli bir payı vardır Yine de Osmanlı modernleşme sürecinde ortaya çıkan Yeni Osmanlılar ve Jön Türkler gibi daha çok Batılı eğitim görmüş aydın tabakanın tüm aktivist çabalarına karşın, Osmanlı düzeninde var olagelen merkez-çevre ayrımı giderilememiştir” Merkez- çevre ayrışması, önceki dönemin yapıştırıcı fonksiyonu gören din, ulama gibi unsurlarının etkinliğinin azalmasıyla modernleşme sürecinde daha da belirginleşmiştir Bu ayrılık, İttihat ve Terakkinin teorisyenlerinden Ziya Gökalp tarafından formüle edilen Türkçülük, İslamcılık ve Batıcılık ayrışmasının son tahlilde, özellikle İttihat ve Terakki vasıtasıyla, Batıcılığın galibiyeti biçiminde yeni Cumhuriyete aktarılmasıyla daha da net bir görünüm almıştır


Düşünce ve eleştirilerinde belirli bir homojenlik bulunmayan Yeni Osmanlılar hareketinin en önemli özelliği, Tanzimat'tan Cumhuriyete uzanan anlayış ve yapılanmalarda ana faktör olan, Jön Türkler ve sonrasında ortaya çıkan İttihat Terakki hareketlerini beslemiş olmasıdır İlber Ortaylı'ya göre Yeni Osmanlılar ve Jön Türkler ayrımı zamanlama kadar ideolojilerin ve örgütlenmelerin ve eylemin niteliğini belirleyen çizgiler açısından da gerekli, doğru bir ayrımdır Grubun içinde ideolojiden çok ideolojilerin bulunduğu Yeni Osmanlıların düşünceleri, anayasacı liberalizmin çizgilerinden modernist İslamcılığa, hatta olgunlaşmış bir Türkçülüğe ve sosyalizme kadar çeşitli görüşleri içeren renkli bir yelpaze oluşturur Bu anlamda onlar toplumda yeni bir arayışı başlatan aydınlar olmuşlardır Sina Akşin'e göre ise, pek çok şeyi birden temsil etmek durumunda olan bu düşünürlerin hepsinde, "Bu devlet nasıl kurtulur? Kaygısı egemen durumdaydı


Osmanlıdan Cumhuriyete uzanan iki temel çizginin asıl olarak billurlaşmasını sağlayan ise, Jön Türkler ve sonrasında İttihat Terakki olarak somutlaşan harekettir Şerif Mardin'e göre, İttihat ve Terakki Cemiyeti, Osmanlıdaki istibdada karşı yönelen ilk hareket olmamıştır Bu cemiyetin tarih içindeki kökleri Yeni Osmanlılar hareketine dayanır İki grup arasındaki ilişki yalnız amaçlarının birleşmesinden değil, fakat İttihat ve Terakki Cemiyeti'nin Yeni Osmanlılar hareketine dahil olmuş kimselerden yararlanması, sosyal desteğini bir kuşak önce belirmiş sosyal kıpırdanmalardan alması ve 1860'larda üretilmiş bir ideolojiyi kendine şiar edinmesinden doğuyordu Bu birikimli etkileşim süreci Jön Türkler içinde daha da net çizgilere ayrılacak ve nihayetinde 1902 Jön Türk kongresinde iyice billurlaşacaktır “Kongrede azınlıklarca desteklenen Sabahattin ve Lütfullah Beylerin özgürlükçü bir devrim için Batılı ülkelerin Osmanlı devletine müdahalesini savunmaları cemiyeti ikiye böldü Prens Sabahattin taraftarları Osmanlı Hürriyet Perveran Cemiyeti adında yeni bir örgüt oluşturdular Ahmet Rıza ve yandaşları ise İttihat ve Terakki Cemiyetini oluşturarak Şura'yı Ümmet adlı bir gazete çıkardılar Prens Sabahattin kanadı bölgesel özerklik, yerinden yönetim, bireysel girişim ve kişisel özgürlükleri savunurken; ittihatçı kanat merkeziyetçi, Türkçü, seçkinci ve otoriter bir anlayışa sahiptiler ve Alman Friedrich List'in millî iktisat düşüncesini savunmaktaydılar Oysa Sabahattin kanadı İngiliz iktisadî görüşü olan serbest (liberal) ticaret anlayışına sahiptir


Her iki kanatta meşrutiyetçi ve laik eğilimlere sahiptirler İslam birliği düşüncesini reel politik açısından uygun bulmazken, bir sosyal gerçeklik olarak İslamiyet'in varlığını teyit etmektedirler O nedenle birinci planda imparatorluk güçlendirilmeli ve halkı cehalet ve sefalete düçar eden müstebit yönetim tasfiye edilmeliydi Prens Sabahattin'in eleştirileri ve programı daha kuramsal ve derinlikli analizlere dayanırken, ittihatçı kanadın eleştirileri tepkisel ve sistemin özünden ziyade Abdulhamit ve kadrolarını tasfiyeye yönelikti Her iki kanatta ulusal bir burjuvazi yaratılması hususunda hemfikirdiler İngilizler de uzun vadeli bir politika olarak bu fikri desteklemektedir Sömürülerini ülkedeki siyasal iktidara dayandırmaya çalışan Almanlara karşı İngilizler ulusal bir burjuvaziye dayandırılacak bir sömürü yönetiminin daha rasyonel ve verimli olacağı inancındaydılar”İşte bu niteliklerde ortaya çıkan bu iki kanadın farklı görünümlerdeki uzantıları yeni Cumhuriyetin yapılanması ve oluşumunu da belirlemiştir Ancak burada bir noktanın altını çizmek gerekir Osmanlıdan Cumhuriyete uzanan bu iki temel çizgi, İttihat ve Terakkinin öne çıkması ve Cumhuriyete geçişle birlikte daha belirgin hale gelecek diğer bir deyişle yakın tonlarını da içerir duruma gelecektir Ekonomik ve siyasî yönü ağırlıklı bu belirginleşmeyi Emre Kongar, “devletçi-seçkinci ve gelenekçi-liberal” kavramlaştırması ile daha geniş bir perspektiften ele alıyor Merkeziyetçilik ve adem-i merkeziyetçilik ilişkileri ile yakından ilgili bu yaklaşımı Cumhuriyet dönemi ile ilgili başlıklarda ele alacağız Burada, ekonomik, siyasî ve idarî bütün yönleriyle Osmanlı'dan Cumhuriyete uzanan, merkeziyetçilik ve adem-i merkeziyetçilik anlayışlarını ve pratiğini etkileyen bu iki temel çizgiyi iki alt başlık altında biraz daha yakından görmekte yarar vardır




A) Prens Sabahattin, Teşebbüsü Şahsi- Adem-i Merkeziyet Düşüncesi ve Liberal Gelenek


İttihat ve Terakki ile ilgili bilgiler sunulurken belirtildiği üzere, hem devletçi-seçkinci hem de gelenekçi-liberal cephe, ağırlıklı olarak Yeni Osmanlılar, Jön Türkler çizgisinde ortaya çıkan hareketler içinden gelmişlerdir Meşrutiyetçi ve laik eğilimler açısından ortak paydayı paylaşan bu iki grubun farklı unsurları da içerir hale gelmesi asıl olarak Cumhuriyetle birlikte ağırlık kazanmıştır


Bu iki gruptan liberal cephe ile adı özdeşleşen Prens Sabahattin, Emre Kongar’a göre, Birinci ve İkinci Meşrutiyeti hazırlayan ve Osmanlı devletinde muasır ihtiyaçlara göre ıslahat yapılamasını isteyen inkılapçılar ve ihtilalciler[xxxvii] anlamında Jön Türkler içinde liberal görüşlerin savunuculuğunu yapmıştır Prens Sabahattin'in Teşebbüs-i Şahsî ve Adem-i Merkeziyet Cemiyeti'nin 1906 yılında yayınlanan programı şöyleydi; “Siyasî ıslahat yapılarak yerinden yönetim sağlanacaktır Vilayet meclisi üyeleri halk tarafından seçilecektir Merkezde halk tarafından seçilecek bir meclis teşkil edilecektir Osmanlı halkının hak eşitliği sağlanacaktır Yerel yöneticiler halkın nüfus dağılımına uygun olarak, farklı etnik ve dinî oranlara göre seçilecektir”[xxxviii] Bu bağlamda faaliyetlerde bulunan Prens Sabahattin'in düşünceleri, bir hürriyet teorisi niteliğindeydi O, devletten bağımsız olarak kişilerin kendi kişisel yeteneklerini kullanabilmeleri anlamında teşebbüs-i şahsilik düşüncesini ve devlet yönetiminde adem-i merkeziyet talep eden liberal fikirleri savunmaktaydı


Anahatlarıyla bu düşünceleri savunan Sabahattin, Şerif Mardin'e göre, görüşleriyle gerçekten hayatımızın en derin köklerine dokunmuş ve bu bakımdan kendi kendini eleştirmeyi ancak yüzeysel bir anlamda anlayanları rahatsız etmiştir Gerçek şudur ki, Prens Sabahattin, bazılarınca, toplum tabularımıza dokunduğu için beğenilmemiştir Prens Sabahattin'in fikirleri çerçevesinde meydana gelen polarizasyon un yararlı yanı bizzat kendi toplum tabularımızın üzerine ışık saçmasıdır Zararlı yönü, onun fikirlerini yakından incelememiş olanlar arasında Prens Sabahattin aleyhtarlığının veya taraftarlığının siyasî bir vaziyet alışa tekabül etmesindendir Bununla birlikte onun düşüncelerini meydana getiren unsurları birbirinden ayırt eden olmamıştır Burada bu unsurları ayırt edecek olursak, bir insan ideali, bu insan idealini gerçekleştirecek bir eğitim teorisi, bu insan idealine uygun bir toplum tasavvuru ve mevcut toplumların yapısını tahlil etmeye yarayacak bir toplum tahlil yöntemi gibi başlıklarla karşılaşırız Bu başlıklarla ele alınabilecek içtimaî ve iktisadî düşünceleriyle Prens Sabahattin, Cengiz Çağla'ya göre özgün bir konuma sahiptir Türk aydınının genel nitelikleri olarak sayılabilecek devletçilik, bürokratlık, seçkincilik ve aktarmacılık özelliklerinin Prens Sabahattin için de geçerli olduğunu söylemek oldukça zordur Bu farklı nitelikleridir ki onu Tanzimat'tan Cumhuriyete uzanan devletçi-seçkinci gruptan ayırmış ve liberal bir geleneğin başlatıcısı olarak anılmasını sağlamıştır


Prens Sabahattin’e göre, Osmanlı devletinin içinde bulunduğu durumu, bir yönetim sorunu değil, bir yapı sorunudur ve bunun çözümlenmesi gerekmektedir Bu da ancak, Science Sociale gözüyle toplum yapısını incelemekle mümkün olabilecektir “İlk defa var olan sorunu değişik bir yaklaşımla ele alan Sabahattin Bey, çözüm yolu olarak, Osmanlı toplum yapısının göz önünde bulundurulmasını ve bu yapı içinde bir çözümleme yapılmasını önermektedir Onun bu bağlamda ortaya attığı idarî adem-i merkeziyet düşüncesi İttihat ve Terakki grubunca siyasî adem-i merkeziyet olarak algılanacak ve tepkilerin odağı haline gelecektir Yine ona göre, bütüncü toplumlarda toplumsal yapı gereği merkeziyetçi yönetimler egemendir Merkeziyetçi yönetimlerde bürokrasinin, gelişmeyi köstekleyici bir rolü vardır Yerinden yönetimin gerekli olduğunu ileri süren Prens Sabahattin, neden olarak da şunları söylüyor; Onsuz, memleketimizi imar kabil olmadıktan başka, bir vilayetteki idare usulünün diğerinde aynen tatbiki imkansızdır Ona göre, merkeziyet yönetimi özgürlükleri kısıtlamakta, çoğunluğun azınlıkça baskı altında tuttuğu ve girişimciliğe yönelik hareketlerin engellendiği bir ortam oluşturmaktadır Bunu şöyle ifade ediyor; merkeziyet demek, hürriyeti inhisara almak, ekseriyeti ekalliyete çiğnetmek, teşebbüs fikrini kahretmektir


Yönetimle ilgili bu düşüncelerinin yanında Sabahattin, ekonomik, sosyal, siyasal ve idarî olmak üzere her alanda bireyci kişilik özelliklerini taşıyan bireylerin yetiştirilmesini savunmaktadır Son tahlilde Osmanlı toplumunun kurtuluşunu da buna bağlamaktadır “Prens Sabahattin, Türk aydınının tepeden inmeci niteliğine karşı toplumsal düzeyde daha derinden gelecek değişimi savunmuş, bu anlamda demagog siyasetçiden çok, bilim adamı, reformcu gözüken bir idare-i maslahatçıdan çok radikal bir devrimci olmuştur O, bürokrasinin egemen olduğu düzende anti-bürokrat, memurların baştacı edildiği devirde zihniyet olarak memurluğa muhalif, herkesin devletçi olduğu bir dönemde özel teşebbüsçü ve neredeyse herkesin merkeziyetçi olduğu bir çağda adem-i merkeziyetçiydi


Bütün bu düşünceleriyle Prens Sabahattin'le Jön Türklerin bir kısmı arasında- merkeziyetçilik-adem-i merkeziyetçilik- kopan fırtınanın en mühim yönü, Şerif Mardin'e göre, içtimaî ve iktisadî bir meseleydi İşte bu içtimaî ve iktisadî görüş farklılıkları nedeniyledir ki, 1908'de İkinci Meşrutiyet getirilir ama, İttihat ve Terakki ile Teşebbüs-i Şahsî ve Adem-i Merkeziyet cemiyetleri arasındaki uyuşmazlık da iyice artar


Bu uyuşmazlık, gelişen siyasal olaylara da paralel olarak daha da kalınlaşan çizgiler halinde genç Cumhuriyet tarafından da tevarüs edilecektir Bu iki temel çizgiden ikincisini ise, hem siyaseten hem de son tahlilde askerî olarak güçlü bir konuma gelen ve o dönemde İttihat Terakki ile temsil edilen devletçi-seçkinci grup oluşturmaktadır Bunların görüşlerinin temeli ise ağırlıklı olarak millî iktisat-millî burjuvazi düşüncesine dayanmaktadır




B) Millî İktisat- Millî Burjuvazi ve Devletçi-Seçkinci Gelenek


Osmanlı’nın son döneminde liberal düşünce ve oluşumlar aynı zamanda zıt oluşumları da besleyici bir nitelikte gelişiyordu Yine bu gelişme o dönemin karışık siyasî gelişmeleri ile de bir paralellik arzediyordu Prens Sabahattin'in temsil ettiği liberal düşünce ve anlayışlar yaygınlaşırken İttihat ve Terakkinin siyasal faaliyetleri ve ağırlığı da giderek artıyordu


Osmanlı'da liberalizmin kökeni ve oluşumu Batı toplumlarından oldukça farklıdır “Batı'da liberal düşünce uluslaşmayla koşut olarak gelişmiş, yüzyılların ortaya koyduğu toplumsal dönüşümlerin bir ürünü olarak belirmişti Oysa Osmanlı'da liberalizm, aydın kesimin Batı'dan esinlenerek benimsediği soyut bir kavramdan öteye geçememiştir Batı'ya olan özlem düşünüş biçimlerine de yansımış, Batılılaşmak için liberalleşmek gerekli görülmüştür” Bu gelişme aslında, Batının tarım toplumundan sanayi toplumuna geçiş bağlamında Osmanlı-Türk toplumundan farkları ile de yakından ilgilidir Osmanlı devletinde "XVII yüzyıla kadar var olan üretim ilişkileri, giderek dış etkenler, toplumun- Batıda olduğu gibi kapitalist üretime evrilmesine olanak vermemiş, bu da gerek anlayış ve gerekse yapılanmaların farklı nitelikte olduğu bir sonuç ortaya koymuştur Bu faklılık, liberalizm anlayışından adem-i merkeziyetçilik ilişkileri ve yerel yönetim yapılanmalarına kadar bir çok konu ile de yakından ilgilidir


Bu farklılık ve niteliklerinin ötesinde “1908-1912 dönemi Osmanlı liberalizminin balayı dönemi olarak nitelendirilebilir Bu dönemde çoğulcu liberal bir ortam vardı; güçlü muhalefet İttihat ve Terakki'ye sürekli meydan okumaktaydı Basın özgürlüğünden sendikalaşmaya geniş bir açılım ortaya çıkmıştı 1908 Jön Türk devriminin diğer adı hürriyetin ilanıydı Ancak hürriyet ortamı uzun sürmedi; Balkan savaşı vb siyasal gelişmeler, Jakoben geleneğin başkaldırısı için ortam hazırladı İttihat ve Terakki, Babıali baskınıyla iktidara bilfiil el koydu Bir süre seçimlere gidilmedi Ülke kanun-ı muvakkatlarla yönetildi” İttihat ve Terakki tarafından kullanılan siyasal yöntemler Kongar’a göre, korkutma, baskı altında tutma ve darbe yapma gibi genellikle şiddete dönük eylemlerdi Komitenin anayasacılığa inancı tamdı Fakat bunu kendi iktidarlarını ve hatta baskılarını kurmak için kullandıklarında da şüphe yoktu Gerçekten de, gerek padişaha gerekse öteki gruplara karşı şiddet kullanmakta hiç duraksamamışlardır İttihat ve Terakkinin eylemleri sonucu, pek çok insanın kafasında anayasacılık, hükümet darbesi, şiddet eylemleri ve Batılılaşma gibi kavramlar birbirine karışmıştı İttihatçı dönemin sonunda ise bu kavramların bir kısmı birbiri ile eş anlamlı hale geldi Bu sonuç hiç kuşkusuz, Türkiye'deki Batıcılık ve anayasacılık eylemlerinin başlangıcı bakımından büyük bir şanssızlıktır Bu şanssızlığın altında ise, devletçi-seçkinci grubun toplumsal destekten yoksun olması yatmaktadır Sonuçta, İttihat ve terakki önderliğinde süren, devletçi-seçkinci dönem, başarısız ulusçuluk ve bölük pörçük Batılılaşma çabaları ile belirlenir Üstelik, Batının siyasal ve ekonomik denetimi de aynıyla sürmüştür Bu dönem yalnızca, Cumhuriyetin kuruluşu konusunda bir deneme birikimi olarak anlam kazanırMetin Heper ise bu durumu, Birinci ve İkinci Meşrutiyet devirlerinde askerî bürokrasi ile oligarşi oluşturan sivil bürokrasi Birinci Cumhuriyette siyasal-bürokratik elitin önemli bir bölümünü oluşturmuşturşeklindeki değerlendirmesiyle desteklemektedir Yine Heper'e göre, Atatürk'ün yakın çevresi, genellikle İttihat ve Terakki döneminin askerî bürokrasisinden gelmiştir Bunlar seçkin bir subay grubu olup İttihat ve Terakki, Abdulhamit devrinin geleneklerine bağlı subayları ordudan uzaklaştırınca sorumlu mevkilere gelmişlerdir


Böyle bir gelişim sürecini ardından egemen güç haline gelen devletçi-seçkinci grubun bazı özelliklerine baktığımızda şunları görmek mümkündür “Öncelikle, devletçi-seçkinci cephe Batılılaşma düşüncesi ve simgesi çevresinde oluşmuştur İmparatorluğun aydın kesimini de temsil eden merkezî bürokrasi, bu cephenin yaratıcısı ve önderi niteliğini taşır Bürokrasi, toplumda kendiliğinden oluşan başka sınıfların desteğinden yoksun olduğu için, bütün yenilikleri devletin gücüne dayanarak gerçekleştirme yolunu seçmiştir Bürokratlar, Batılılaşma yolundaki devrimleri gerçekleştirmek için, toplumsal, ekonomik, kültürel ve siyasal yaşamın her düzeyinde devletin işe karışması gereğine inanıyorlardı Bu cepheyi oluşturanların devletçiliği Osmanlı toplumunda, toplumsal-ekonomik ve siyasal değişmeye önderlik edebilecek güçlü toplumsal sınıfların yokluğuna bağlıydı Bununla birlikte bu cepheyi oluşturanlar baskıcı bir tutum içinde bulunuyorlardı Halktan gelebilecek desteği yok sayıyorlar, hatta istemiyorlardı Bunun yanında Batı tipi bir toplum modeline inanıyorlardı Ekonomik etkinlikler kadar toplumsal ve kültürel yaşamın da devlet tarafından denetlenmesinden yanaydılar Gerçekten başardıkları ise halkın devletle yabancılaşmasıydı Aynı zamanda bölük pörçük yenilikler yoluyla yabancı düşünce ve kurumları da aralarında tutarlı bir bağlantı olmadan topluma sunduklarından, Osmanlı düzeninin bir an önce çöküşüne de yardımcı oldular” Bu bağlamda nitelikleriyle, devletçi-seçkinci grup iktidarı ele geçirir geçirmez, özellikle İngiliz ve Fransız emperyalizmine karşı, millî iktisat denemesine girişti 1914'de kapitülasyonları kaldırıp, devletin para basma yetkisini Osmanlı Bankasının elinden alarak, tarım ve sanayiyi özendirecek yeni bir gümrük sistemi kurdu Daha da ilginç olanı, devlet eliyle millî tüccar yaratma politikası gütmeye başlar


İttihat ve Terakkinin başlattığı bu millî iktisat çabalarında Almanların büyük etkisi olmuştur “Türk ulusçuluğunun iktisadi boyutu millî iktisat, büyük ölçüde Alman iktisat geleneğinden esinlenmiştir Alman romantizmi İttihatçıların baskıcı yöntemleriyle de bağdaştırıldı; birey ikinci plana itilerek cemiyet ve devlete sahip çıkıldı Diğer bir deyişle, II Meşrutiyet'in gündeme getirdiği ulusçuluk, I Dünya Savaşı'nın olağanüstü koşullarının da yardımıyla, İttihat ve Terakki'de Müslüman-Türk orta sınıf özlemini doğurdu; savaşın yitirilişi ertesi Anadolu'da Millî Mücadeleyi yürütecek kadroların oluşumunu sağladı” Ancak, İbrahim Okçuoğlu'na göre, Osmanlı devleti yarı kapitalist bir konumdayken savaşa girmiş ve yıkılmıştır Bu geçiş sürecini hızlandıran veya tamamlayan ise Türk millî burjuvazisi olmuştur Doğan Avcıoğlu'na göre ise iyi niyetlerle girişilen ve millîyetçilerin özlemlerini dile getiren millî iktisat kurma yolundaki ilk denemesi tam bir iflas ve hayal kırıklığı ile sonuçlanmıştır Bir miktar Türk, Müslüman ve Yahudi zenginler, büyük şehirlerin kopmrador takımına katılmış, ama yarı-sömürge şartlarının yarattığı toplumsal yapı, değişmeden kalmıştır Devlet desteği ile Türk kapitalistler yetiştirerek millî iktisat kurma yolunda ikinci deneme, Cumhuriyet'ten sonra farklı şartlar altında yapılacaktır


Bu doğrultuda oluşturulan politika ve çabalar Cumhuriyet dönemine, özellikle İzmir İktisat kongresiyle aktarılacak ve sonrasında ortaya konan devletçilik uygulamalarıyla sürdürülecektir İsmail Cem’e göre Millî iktisattan murad edilen, zaferden önce yabancıların ve azınlıkların elinde bulunan ekonomik güçlerin bu kez yerli tüccar ve eşrafa transfer edilmesinden ibarettir Temelde aynı kalacak olan ekonomik yapının üst kademelerinde görev devir teslimi olacak ve Türkiye'nin bu sayede kalkınması beklenecektir Yerli özel sektör, millî kurtuluşun kendisine açtığı yeni ufuklar karşısında heyecan ve sabırsızlık içinde, devletin desteğini sağlamak çabasındadır Bu destek kısa zamanda verilecektir Bu hazırlığın içindeki millî burjuvalar kendilerine sağlanan çeşitli ayrıcalıklardan sonuna kadar yaralanacaklardır Zaten o günlerde devlet, millî burjuvaları açıktan desteklemekte, yurt kalkınmasını onların kalkınmasına bağlı görmektedir


Osmanlıda Cumhuriyete geçişteki temel ve etkin çizgilerden biri olan devletçi- seçkinci geleneğin ekonomik ve sosyal programının özünü oluşturan millî iktisat-millî burjuvazi düşüncesi ve uygulaması, siyasî-idarî yapılanma ve kurumlaşmalarla da iç içedir Özellikle merkeziyetçi ve adem-i merkeziyetçi anlayış ve yapılanmalarla, bu çabalar bir paralellik taşımaktadır Ekonomik alandaki görüş ve uygulamaları millî iktisat-millî burjuvazi olarak ifadelendirilebilecek olan devletçi-seçkinci gelenek Cumhuriyet dönemi idarî yapı ve kurumlaşmalarının niteliği, merkeziyetçi- adem-i merkeziyetçi anlayışların şekillenmesi ve özellikle yerel yönetim yapılarının oluşması ve gelişmesi üzerinde ağırlıklı olarak belirleyiciliğini devam ettirecektir


SONUÇ


Osmanlı'dan Cumhuriyet'e kalan miras, ekonomiden sosyal alana ve kültürden yönetime geniş bir yelpazeyi içermektedir Osmanlı'dan Cumhuriyet'e geçişte, İmparatorluk bürokrasisinin biçimsel yönü ile birlikte yönetim gelenekleri ve siyaset kültürü de miras olarak intikal etti Bilindiği gibi son dönem Osmanlı bürokrasisinin yapı ve işleyişiyle ilgili unsurları, 1839'da ilan edilen Gülhane Hattı Hümayunu ile birlikte şekillenmeye başladı Bugünkü anlamda bakanlıkların kurulması, II Mahmut'un son dönemlerine rastlar Eyaletten il yönetimine geçiş, belediyelerin, il özel yönetimlerinin, Sayıştay ve Danıştay gibi temel kurumların oluşturulması, Tanzimat döneminde gerçekleştirildi Sivil ve askerî bürokrasiye elaman yetiştiren okulların büyük bir kısmı, Tanzimat ve Meşrutiyet dönemlerinin ürünüdür


Tanzimat'la birlikte bürokratlar, siyaset sahnesinde hakim bir unsur olarak ortaya çıktı Kalemiye'ye mensup, az çok Avrupa görmüş ve kısmen yabancı dil bilen bürokratlar, devlet yönetiminde ulemanın önüne geçti; otorite, saraydan Bab-ı aliye intikal etti I Meşrutiyet'te II Abdülhamit'in kişisel özellikleri sebebiyle, saray idarî otoriteyi tekrar ele geçirdi İttihat ve terakki ile birlikte ordu siyaset sahnesine etkili olarak katıldı Bu üçüncü dönemde otorite ne Babıali bürokratlarının ne de hükümdarındı Siyasî bir cemiyet olan İttihat ve Terakki, Saray ve bürokrasi üzerinde güçlü bir otorite kumuştu Kurtuluş Savaşı'nın yönetici kadroları, büyük ölçüde İttihat ve Terakki içinde yetişmiş veya en azından o gelenekten etkilenmiş kişilerdi


İttihat ve Terakki'nin lider kadrosundaki iki farklı çizgi, günümüzdeki yönetim anlayışını da etkilemeye devam etmektedir Bu cemiyetin liderlerinden Ahmet Rıza merkeziyetçi, devletçi ve otoriter bir yönetimden yanaydı Karşıt grubun temsilcisi olan Prens Sabahattin ise, adem-i merkeziyet ve teşebbüs-i şahsî esasına dayalı bir idareyi savunuyordu İttihat ve Terakki içinde Ahmet Rıza’nın yönetim anlayışını benimseyen kadro egemen olduğu için, merkeziyetçi seçkinci ve otoriter eğilimler, devletin resmî politikası haline geldi ve kamu bürokrasisi bu çerçevede şekillendi


Bürokrasinin Tanzimat sonrasındaki işlevini etkileyen önemli bir faktör de, toplum sorunlarının hangi yöntemle çözülebileceği konusu oldu Bu konuda hakim görüş ve politika, toplum sorunları tepeden ve yasalarla çözülür biçiminde ortaya çıktı Bu görüşün uygulanması, merkezî otoriteyi modernize ederek güçlendirmek ve merkeziyetçiliğe ağırlık vermekle sağlanabilirdi Toplum sorunlarının çözümüne ilişkin bu yaklaşım, Cumhuriyet bürokrasisinin yapı ve işlevlerini etkileyen temel faktörler arasında yer aldı Osmanlı'dan Cumhuriyete devreden bu nitelikleriyle siyasî-idarî sistem, tek parti döneminden çok partili döneme ve sonrasında yeni nitelikler kazanarak gelişimini sürdürmüştür


Osmanlı Devleti ile Türkiye Cumhuriyeti arasındaki süreklilik niteliğinin en bariz hissedildiği alan idarî alandır Özelikle, merkeziyetçilik-adem-i merkeziyetçilik ilişkileri, yerel yönetim anlayışı ve uygulamaları kent mekanının özellikleri ilgili olarak bu tevarüs niteliğini açıkça görmek mümkündür “Cumhuriyet'in kurucu liderleri, ya İttihat ve Terakki içinde yetişmiş ya da bu gelenekten etkilenmiş kişiler oldukları için, otoriter ve merkeziyetçi yönetim anlayışını devam ettirmekte sakınca görmediler Bilakis, devletçi, otoriter ve merkeziyetçi politika, reformların yerleşmesi açısından kaçınılmaz bir yöntem olarak benimsendi Bu bakımdan Osmanlı'daki yerel yönetim anlayışı, Cumhuriyet Dönemi'nde de önemli bir değişikliğe uğramadan geçerliliğini korudu Cumhuriyet yönetimi, Osmanlı'nın kamu yönetimi kurumlarını aynen aldı Bugünkü merkezî yönetim bünyesi içinde yer alan temel kurumlarla yerel yönetimler, büyük ölçüde İmparatorluk'tan Cumhuriyet'e miras olarak intikal etti Aradaki en önemli farklılık, söz konusu yönetim organlarının gelişmesi, örgüt bakımından büyümesi ve yayılması biçiminde kendini gösterdi Cumhuriyet yönetimi de, yerel yönetimleri, siyasî organlar olarak değil, daha çok idarî birimler biçiminde değerlendirerek, yetki görev ve örgüt yapısını bu anlayışa göre dizayn etti Birlik ve beraberlik tehlikeye girer gerekçesiyle yerel yönetimleri güçlendirme konusunda hep tereddütlü davrandı”[lvi] Gerek anlayış gerekse yapılanma açısından Türkiye yerel yönetimlerini ele alırken bu niteliklerle, yukarda çerçevelendirilmeye çalışan siyasî-idarî gelişmeleri göz önünde bulundurmak gerekir Çünkü, bütün toplumlarda olduğu gibi Türk toplumunda da, bu ekonomik, sosyal, kültürel ve siyasî-idarî ya da ideolojik parametreleri bir arada düşünmek gerekir


Merkeziyetçilik-adem-i merkeziyetçilik ilişkilerinin merkeziyetçilikten yana ağır basan işleyişi ve niteliği bugün Türkiye'de pek çok ekonomik, sosyal ve siyasî-idarî temel soruna kaynaklık etmektedir Özellikle küreselleşen ve bilgi toplumu olmaya doğru hızla yol alan bir dünyada, bu temel sorunlar Türkiye'nin giderek içe kapanmasına neden olmaktadır Bu gidişi önlemenin yolu ise demokrasinin, insan haklarının ve yerelleşmenin öne çıkarılmasına ilişkin bir anlayış ve yapılanmadan geçmektedir Demokratikleşme, yerelleşme eğilimlerinin hızla öne çıktığı bir dünyada bu bir gereklilik olduğu gibi aynı zamanda bir zorunluluktur



Cumhuriyet Üniversitesi İİBF Kamu Yönetimi Bölümü Araştırma Görevlisi


Dr Mustafa Örkmen



alıntı

Alıntı Yaparak Cevapla