Yalnız Mesajı Göster

Bizans Uygarlığı - Uygarık Tarihi

Eski 07-25-2012   #1
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Bizans Uygarlığı - Uygarık Tarihi



Bizans uygarlığı nerde kurulmuştur - Bizans uygarlığının tarihçesi - Bizan uygarlığının coğrafyası - Bizan uygarığının dönemleri - Bizans kültürüBizans Nedir?

Bunu “Bizans” klasörünün giriş yazısında belirtmek yadırgatıcı ise de, tarihte ne kendisini

“Bizans İmparatorluğu” olarak adlandıran bir devlet vardı, ne de kendisine “Bizanslılar”

diyen bir halk Bugün Bizans dediğimiz uygarlık, Roma İmparatorluğu’nun varlığını Doğu

topraklarında Hristiyanlaşarak sürdürmesinden ibarettir

İlkçağ'ın son yüzyıllarında Atlas Okyanusu'nun kıyılarından Basra Körfezi'ne kadar uzanan

Roma İmparatorluğu, esas olarak Akdeniz çevresinde ulaşabileceği doğal sınırlarına

dayanmış, MS 3 yüzyıldan başlayarak da bu geniş coğrafyada ciddi sorunlarla karşılaşmış ve

zaman içinde imparatorluğun yönetsel, ekonomik ve kültürel ağırlık merkezi kaçınılmaz

olarak Doğu'ya kaymıştır Bu eğilim daha Diocletianus döneminde (285-305) başlamışsa da,

ilk gerçekçi adımlar Roma İmparatoru I Constantinus (Büyük Konstantin) tarafından

atılmıştır O, bu zorlukları aşmak için öncelikle Doğu'da yeni bir din olarak güçlenen

Hristiyanlığı, 313 yılında, imparatorluğun "eşit" dinlerinden birisi olarak tanıdı Bu bir

bakıma, yıpranan Roma yönetimi için yeni, güçlü ve dinamik bir dayanak, bir toplumsal

destek bulma çabasının sonucuydu Çünkü yeni din, özellikle Doğu topraklarında görmezden

gelinemeyecek denli güçlü bir toplumsal tabanı, daha 3 yüzyılda edinmişti ve bu diri güç,

çökmekte olan Roma İmparatorluğu'nu tekrar diriltecek toplumsal dinamiği sağlayabilirdi Bu

gerçeği gören I Constantinus, daha 312'de, Ortak İmparator Maxentius'u yenerek saf dışı

bıraktığı Milvian Köprüsü Savaşı’nda, savaştan önce gördüğü bir rüyayı yorumlayarak

askerlerinin kalkanlarına ve labarumun üzerine İsa Mesih'in (Iesus Xristos) baş harflerinin

üst üste getirilmesinden oluşan khristogramı koydurmuş ve zaferini de buna bağlamıştır

Kendisinin Hristiyan olup olmadığı kuşkuluysa da, imparatorluğun özellikle Doğu

topraklarındaki Hristiyan cemaatler arasında sempati ve destek kazandığı muhakkaktı


Artık imparatorluğun Roma kentinden yönetilmesinin zorlukları da ortadaydı Başkentin

kendisi güven altında değildi Milvian Savaşı’ndan sonra imparatorluğa tek başına egemen

olan I Constantinus, başkenti de kademeli olarak daha güvenli gördüğü Doğu topraklarına

taşıdı Küçük bir Roma kenti olan Byzantion, yoğun bir imar faaliyetinden sonra 330 yılında

imparatorluğun “ikinci başkenti” olarak kutsandı Constantinus'un bu yoğun imar çabası,

onun “yeni bir Roma yaratma” vizyonunun bir göstergesidir Yeni başkent, Roma kenti

model alınarak neredeyse baştan inşa edilmiş; imparatorluk sarayı, büyük kamu hamamları,

geniş meydanlar (forum), revaklı caddeler, zafer takları inşa edilmiş, hipodrom genişletilerek

işlev kazandırılmıştı Bu yeni merkeze, yeni rolünü perçinlemek amacıyla imparatorluğun

dört bir köşesinden önemli heykeller, mimari parçalar getirilmiş, bunlar kentin yeniden

inşasında önemli semboller olarak kullanılmıştır


Bu süreç, 395 yılında İmparator I Thedosius'un ölümüyle Roma İmparatorluğu'nun resmen

Doğu ve Batı diye iki ayrı yönetsel birime ayrılmasıyla devam etmiş, Theodisius'un

oğullarından Arcadius, Doğu Roma'nın, Honorius ise Batı Roma'nın imparatoru olmuştur

Roma İmparatorluğu bir süre iki başkentli ve iki eş imparatorlu bir devlet olarak yönetildi

Doğu ve Batı arasındaki sınırı ise, bugünkü Ortodoks dünyanın batı sınırı oluşturmaktaydı

Aynı yıl Hristiyanlık Doğu Roma İmparatorluğu'nun “devlet dini” olarak ilan edilmiştir

İzleyen yüzyıllarda Batı Roma İmparatorluğu kuzeyden gelen kavimler tarafından yıkılmış,

Doğu topraklarındaki Roma İmparatorluğu ise varlığını, başkenti Konstantinopolis olmak

üzere, 1453 yılına kadar yaklaşık 11 yüzyıl sürdürmüştür Modern tarihçilerin “Bizans” olarak

adlandırdığı uygarlık, işte bu, Doğu'da süren Roma İmparatorluğu'dur


Ancak bu uygarlık hiçbir zaman kendisini Bizans olarak adlandırmamış, ilk imparatoru I

Constantinus'tan, son imparatoru XI Konstantinos Palaiologos'a kadar tüm imparatorlar

“Roma İmparatoru" ünvanını kullanmış, imparatorluğun halkına da Romalılar denmiştir

Bizans ismi, 19 yüzyılda tarihçiler tarafından bu uygarlığa verilmiş olan bir isimdir Bizans

imparatorları Roma’nın halefi ve tek varisi olma hakkına imparatorluğun tarihi boyunca hep

sahip çıkmıştır Bu “evrensel egemenlik” iddiasının sürdürülmesi demektir Geç Antik Çağ’ın

bütün “uygar” dünyası Akdeniz ve çevresindeki topraklardan oluştuğuna göre, bu toprakları

yöneten Roma, bütün dünyanın da hakimiydi, yani evrensel bir devletti Onun sınırları dışında

kalanlar ise, ne konuştukları bile anlaşılmayan, Romalılar’ın “Barbar” diye adlandırdıkları

kavimlerden ibaretti Dolayısıyla Roma İmparatorluğu bütün dünyanın tek bir imparatorluk

altında birleştirilmesinin sembolüydü Roma İmparatoru da, bütün dünyanın tek

hükümdarıydı Başka hükümdarların varlığı, ancak Roma İmparatoru’nun bahşettiği ünvanla

mümkün olabilirdi Tek meşru imparatorluk olabileceği ve bunun da tüm dünyayı yöneteceği,

Roma’nın olduğu gibi, Bizans’ın da siyasal doktrininin temelini oluşturuyordu Süreç içinde

Hristiyan bir kimliğe bürünen Bizans İmparatorluğu için bu savın anlamına siyasal istemlerin

yanı sıra, dinsel amaçlar da yüklenmişti: Nasıl ki evrene hükmeden tek Tanrı vardı, bu dünyaya da onun temsilcisi olarak tek hükümdar hükmetmeliydi ve bu da elbette ki Roma

İmparatoru olmalıydı Tek meşru imparatorluk olan Roma (artık Bizans demeye

başlayabiliriz) evrensel bir devlet olarak tüm Hristiyanları içinde barındırmalıydı; imparator

ise Tanrı’nın bu dünyadaki tek meşru temsilcisi olarak Hristiyanlığın bekçisi ve tüm

Hristiyanların koruyucusu olmalıydı Tek Tanrı, Tek İmparator, Tek İmparatorluk! Bu

ancak Hristiyan Roma İmparatorluğu, yani Bizans İmparatorluğu ile mümkün olabilirdi Bu

doktrin bütün bir Geç Antik Çağ ve Ortaçağ boyunca Bizans Devleti’nin temel doktrini

olmasının yanı sıra, Bizanslılar’ın dışında kalan halk ve kavimler tarafından da bir gerçeklik

olarak kabul görmekteydi Gerek Bizans İmparatorluğu’nun kendi tebaası, gerekse bunun

dışında kalanlar için, Bizans İmparatorluğu hukuki ve ideolojik algılanış biçimiyle

yeryüzünün tek meşru imparatorluğuydu Öyle ki, bir zamanlar imparatorluk tebaası olan,

ama sonraki yüzyıllarda ayrılarak kendilerini “imparatorluk” ilan eden, hatta Bizans’ın

varlığını tehdit edecek kadar güçlenen bazı uluslar için bile bu algılama değişmiyordu

Onların hükümdarları, Konstantinopolis’teki Roma İmparatoru’nun kendilerine gönderdiği

hükümdarlık taçları ile meşruiyet kazanmakta, onun verdiği saray ünvanlarını gururla

kullanmaktaydı Çizmeyi çok aşanlar, 6 yüzyılda Ravenna kenti başta olmak üzere İtalya’nın

bir kısmını ele geçiren Teodorik gibi, kendisini Roma İmparatoru ilan edip bu meşruiyeti

kendisi kullanmaya çalışıyordu Ama bu prestij, son yüzyılını neredeyse bir ”şehir devleti”

olarak yaşayan Bizans’ın 1453 yılındaki sonuna kadar ona ait oldu 1453’te ise Bizans

İmparatorluğu’nun başkentini ele geçiren II Mehmet, bu ünvana sahip çıkarak kendisini

Roma’nın da imparatoru olarak ilan etmiştir Bizans ile aynı jeopolitiği paylaşan Osmanlı

İmparatorluğu da kendi tebaası olan Bizanslılar’ı, “Rum”, yani Romalı diye adlandırmaya

devam etmiştir


İşte bugün bizim “Bizans İmparatorluğu” olarak adlandırdığımız siyasi ve kültürel varlık, bu

imparatorluktur Bu imparatorluk için “Bizans” adını her ne kadar ilk olarak 16 yüzyılda

Hieronymus Wolf (1516-1580) kullanmışsa da, akademik alanda bu adın kullanılması 19

yüzyıl tarihçileriyle başlamıştır Neden Bizans isminin seçildiği sorusunun yanıtı ise, ”Yeni

Roma” olarak, Doğu İmparatorluğu’nun yeni başkenti seçilen bugünkü İstanbul kentinin ilk

kuruluşuna uzanmaktadır MÖ 7 yüzyılda Megara’dan yola çıkan Byzas komutasındaki

Yunan kolonistleri, yola çıkmadan önce danıştıkları Delphi’deki Apollon Tapınağı

kahinlerinin de önerileri ile, kendilerinden önce gelerek buraya yerleşmiş olan

Khalkedon’daki (Kadıköy) “Körler Ülkesi”nin karşısına, yani bugünkü Sarayburnu’na

kentlerini kurmuştur Khalkedonlular ”kör”dü, çünkü stratejik olarak savunulması çok kolay

olan bu yarımada (bugünkü Sarayburnu) dururken, onlar Khalkedon’a yerleşmişti Bu küçük

Grek kolonisi, Byzas’ın kenti anlamında “Byzantion” olarak adlandırılmıştır Nitekim daha

MÖ 3 yüzyılda basılan bazı sikkelerde kentin adı Byzantion olarak okunmaktadır MS 73

yılında Roma İmparatorluğu’nun topraklarına katılan kent, 330 yılında Konstantinopolis

olana kadar 10 yüzyıl boyunca Byzantion olarak anılmıştır


Tarihi Coğrafya

Roma'dan Bizans'a gerçekte kesintisiz olan süreç, pratik nedenlerle, ilgili disiplinlerde çalışan

bilim insanları tarafından dilimlere ayrılmıştır Olgunluğuna ulaşmış bir kültür olarak Bizans

kültürü de gerçekte Roma'nın Geç Antik kültüründen büyük ölçüde farklılaşmış, Ortaçağlı bir

kimliğe bürünmüş Doğu Roma kültürüdür Ancak Bizans uygarlığının çeşitli alanlarını

inceleyen disiplinlerde çalışan birçok bilim insanı Bizans uygarlığını incelemeye ya

Konstantinopolis'in kuruluşu olan 330 yılından, ya da Doğu ve Batı Roma'nın resmen

ayrıldığı 395 yılından başlamayı, daha geç tarihlere tercih ederler Bizans'ın başkentinin

“Yeni Roma” olarak kurulan Konstantinopolis kenti olması ve bu başkentin imparatorluğun

son gününe kadar Bizans uygarlığının her alanda en önemli yaratıcı gücü olması gerçeği,

Bizans'ın tarihinin başlangıç noktası olarak bu kentin kuruluş yılı olan 330 yılının alınmasını

desteklemektedir Bu düşünceyle, MS 330 yılından, 1453 yılına kadar olan yaklaşık 11

yüzyıllık bir tarihsel süreci, Bizans İmparatorluğu olarak ele alıp incelemekteyiz Bu dönemin

sanatını da genel bir başlık altında “Bizans Sanatı” olarak adlandırmaktayız


Öte yandan, Bizans olarak adlandırdığımız imparatorluk, çok uzun bir tarihsel dönemi

kapsamasının yanı sıra, çok geniş bir coğrafyaya da yayılmıştı Sınırlarının en geniş olduğu

İmparator Iustinianus döneminde (6 yüzyıl) imparatorluk, batıda İspanya'dan başlayıp,

İtalya, Yunanistan ve Balkanlar’ın büyük kısmı, Anadolu, Kafkasya'nın bir kısmı, tüm

Ortadoğu ve Kuzey Afrika'yı kapsamaktaydı Sonraki yüzyıllarda devamlı toprak

kaybedilmiş, Ortaçağ'da sınırların sık sık değişmesine karşın, imparatorluğun anayurdu

Anadolu ve Yunanistan olmuş, son yüzyıllarda ise imparatorluk toprakları başkent ve dar

çevresi ile sınırlı kalmıştır


Erken Bizans

330 yılında Roma İmparatoru I Constantinus’un küçük Byzantion kentini Roma

İmparatorluğu’nun ikinci başkenti olarak ilan ve imar etmesinden, 395 yılında Theodosius’un

imparatorluğu oğulları arasında ikiye bölmesine kadar olan dönemde Roma İmparatorluğu

“iki başkentli tek imparatorluk”tur: Batıda Roma kenti, doğuda Konstantinopolis

Akdeniz’in etrafındaki bütün karalar da imparatorluğun topraklarıdır Ancak, bir bakıma

doğal sınırlarına ulaşmış olan Roma İmparatorluğu’nun bu kadar geniş bir coğrafyayı uzun

süre kontrol edememesi de normaldir ve imparatorluk artık coğrafi olarak erime sürecindedir

Tarihsel perspektiften bakıldığında, sınırların giderek daralması biçiminde bir eğilim olarak

karşımıza çıkan bu süreç, Geç Antik Çağ’dan Ortaçağ sonlarına kadar sınırların

değişkenliğini de gözler önüne sermektedir 395 yılında Roma İmparatoru Theodosius,

imparatorluğu oğulları Honorius ve Arcadius arasında ikiye böldüğünde, Doğu’da Arcadius’un başında olduğu kısım, merkezi başkent Konstantinopolis, ana toprak parçası

Anadolu olmak üzere, Doğu’da Pers İmparatorluğu ile sınırlanıyordu ve güneye doğru Suriye

ve Filistin’i de içine alıyordu Yani imparatorluğun Doğu sınırını esas olarak Pers

İmparatorluğu’nun sınırları belirlemekteydi İmparatorluk, güney tarafından ise Büyük Sahra

çölü ile sınırlanmakta, Mısır ve Libya’nın kıyı şeridini oluşturan Kuzey Afrika,

imparatorluğun güney topraklarını oluşturmaktaydı Kuzey sınırı Batı Kafkaslar ve Karadeniz

ile belirlenmişti Batı sınırını ise bugünkü Ortodoks dünyanın Avrupa ile olan sınırı,

Yunanistan, Bulgaristan, kısmen Romanya ve eski Sırbistan oluşturmaktaydı Bu,

“Akdeniz’in yarısı” demekti Akdeniz’in batı yarısı, 476’ya kadar şu ya da bu biçimde

varlığını sürdürebilen Batı Roma İmparatorluğu’nun sınırları içindeydi Bu tarihte kuzeyden

gelen Germen ve Got saldırıları Batı Roma İmparatorluğu’nu tarihten siler, ve “Roma

İmparatorluğu” olarak Bizans kalır


Iustinianos Dönemi

Altıncı yüzyılda Büyük Roma’yı tekrar diriltmek için son bir çaba, 527 yılında

Konstantinopolis’te tahta çıkan Iustinianos’tan (527-565) gelir İmparatorun politikasının

ekseninde Roma İmparatorluğu’nu eski sınırları ile tekrar kurmak vardır ve bu amaçla orduyu

Batı seferine gönderir Sonuçta, 6 yüzyıl ortalarında imparatorluğun sınırları yeniden, ama

son kez olarak bütün İtalya, Güney İspanya, Kuzey Afrika’nın tamamı, Ortadoğu,

Anadolu’nun ve Balkanlar’ın tamamını kapsar Iustinianos’un bu “tek evrensel Hristiyan

imparatorluğu” kurma düşüncesi, imparatorluk çapında giriştiği çok kapsamlı imar

faaliyetinde ve bu girişimi taçlandıran Ayasofya’da somutlaşmaktadır Roma mimari

geleneğinin son anıtsal örneği olan İstanbul Ayasofyası, bütün dünyaya Iustinianos’un

amacını ilan etmektedir: Dünyaya tek imparatorluk, Roma hükmeder; tek Tanrı’ya inanan bu

Hristiyan imparatorluğunun tek imparatoru vardır Bu imparatorluğun başkenti de dünyanın

siyasal ve dinsel merkezidir Ancak, Ayasofya bütün görkemiyle günümüze kadar ulaşmışsa

da, Iustinianos’un tek evrensel imparatorluk düşü kısa süre sonra tuzla buz olmuştur

Alıntı Yaparak Cevapla