Konu
:
Kayıp Zamanlar Ve Antakya
Yalnız Mesajı Göster
Kayıp Zamanlar Ve Antakya
07-23-2012
#
1
Prof. Dr. Sinsi
Kayıp Zamanlar Ve Antakya
Özellikle son yüzyılda modern kozmoloji
arkeoloji
jeoloji ve antropoloji bilimlerinin gelişmesi sonucunda ortaya çıkarılan önemli bulgular günümüz insanını şaşırtmaya devam ediyor
İnsanoğlu bir yandan modern kozmoloji vasıtasıyla
hızla evrenin gizemini çözmeye çalışırken bir yandan da kendi geçmişiyle ilgili araştırmalarını her gün yeni boyutlara taşıyor
Bilim adamları keşif diye ortaya koydukları bu bulgulara sadece modern tekniklerle ulaşmıyorlar
eski çağlardan günümüze ulaşan antik hikayelerden yani mitlerden de faydalanıyorlar
Bir zamanlar efsane nazarı ile bakılan hikayelerin gün geliyor gerçek olduğu ortaya çıkıyor
Bütün bu çabalar geçmişi günümüze bağlayan yollarda hala gizemini koruyan antik uygarlıkların bilinmezlerinin ortaya çıkarılmasıyla ilgili
Tarihe zaman cetveli dersek
aradaki boşluklara ben Kayıp Zamanlar diyorum
Antakya Kayıp Zamanlara sahip
dünyada ender şehirlerden birisi ve bu kent hayatım boyunca benim için hep sürprizlerin
gizemlerin başkenti olmuştur
Başlangıçta bunu sadece orada doğmuş
büyümüş olmanın verdiği bilinçsiz bir aidiyet duygusu zannediyordum
Düşüncelerim zamanla yerini çocukluğumun geçtiği bu şehri daha fazla tanımaya
araştırmaya yöneltti
her fırsatta yaptığım okumalarımda
incelemelerimde gördüm ki uygarlık tarihinin gelişiminin birçok safhasında Antakya'nın önemli bir misyonu vardı ve birbirinden bağımsız
alakasız gibi görünen olaylar bir şekilde Antakya üzerinden birbirleriyle ilintili hale geliyorlardı
Antakya benim için artık Kayıp Zamanların başkentiydi
Bu araştırmada İ
Ö 41
000 den itibaren (bugün için) efsane uygarlık Atlantis' de dahil olmak üzere insanlık tarihinin kayıp zamanlarının yollarının Antakya'da nasıl kesiştiğini okuyacaksınız
ANTAKYA'YA DOĞRU
Antik çağa ait birçok efsane zamanla önemini yitirmiş olmasına rağmen Mu ve Atlantis Efsaneleri dünya çapında antik kültürün çatısını oluşturmuşlardır
Antik uygarlıklarla ilgili akademik programların dışında çalışmalar yapan araştırmacılarla bilim adamları arasında zaman zaman büyük görüş ayrılıkları olmakla birlikte birbirinden bağımsız gibi görünen bu çalışmaların nihai sonuca varmada hızlandırıcı etki yaptıkları şüphesizdir
Bilimsel bilgi araştırmalarını sürekli olarak gözden geçirir ve buluşlarını somut verilere dayandırmak ister
Yapılan keşiflerle
Antakya dünya uygarlık tarihinin gizemlerinin çözülmesinde 19
yüzyılın başından itibaren tarih öncesi çağ araştırmacılarının ve bilim adamlarının nadide bir laboratuarı haline gelmiştir
ATLANTİS NEREDE?
İnsanoğlunun yüzyıllardır ilgi odağı olmaya devam eden Atlantis efsanesi ilk olarak Plato'nun diyaloglarında geçer
İ
Ö 421 yılında Sokrates'in evinde yapılan felsefi bir sohbette Atinalı devlet adamı Kristias Ünlü Yunanlı şair Solon'un Mısır'da bulunduğu sırada Mısırlı bir rahibin aktardığı bilgilerden yola çıkarak İ
Ö 9
000 yılında gerçekleştiği sanılan Atlantis efsanesi olayını dedesi Dropides'e aktardığını anlatır
Bu toplantıda Sokrates'in talebesi olarak bulunan ve notlar alan Plato daha sonra yazmış olduğu diyaloglarında Atlantis efsanesinden bahseder
Efsaneye göre Cebelitarık boğazının önünde Atlantik okyanusunda Atlantis isimli dev bir ada vardı
Adanın sakinleri çok yüksek bir medeniyet seviyesine ulaşmışlar: Batı Akdeniz'den Avrupa'ya ve Amerika'ya ulaşan büyük bir imparatorluk kurmuşlardı
Zaman içinde güçlerine güç katan Atlantisliler Yunanistan ve Mısır'da dahil olmak üzere tüm Akdeniz ülkelerini ele geçirmek amacıyla yaptıkları son seferde Helenlerle savaşa tutuştular ancak Helenlerin güçlü direnişi karşısında savaşı kaybettiler ve neticede Akdeniz'deki hakimiyetlerini de yitirmiş oldular
Efsaneye göre bu savaştan kısa bir müddet sonra bütün Akdeniz bölgesi tufanlar ve depremlerle sarsıldı
binlerce insan hayatını kaybetti Atlantis adası denize gömülerek yok oldu
İnsanlık tarihini derinden etkileyen Atlantis efsanesi 1882 yılında Amerikalı araştırmacı Ignatus Donnelly'nin yazdığı Atlantis Tufan Öncesi Diyar adlı eserinden sonra dünya mitolojisine ve antik geçmişe ilgi duyan araştırmacıların ve bilim adamlarının gündeminde yeniden ilk sıraya oturdu
birçok kurgu romanında konusu oldu
Araştırmacı Kemal Menemencioğlu'na göre Jules Verne
H
G
Wells ve Conan Doyle gibi tanınmış yazarlar romanlarında Atlantis konusunu işlediler
Bunların haricinde klasik tezden uzaklaşıp Atlantis'in İsveç'te
İsrail'de
Kuzey Kutbu'nda
Spitzbergen adasında
Amerika'da
İspanya'da
Tunus'ta
Kafkasya'da
Almanya'da ve son olarak Thera veya Santorini adasında ve daha başka yerlerde olduğunu iddia eden eserler yazıldı
Bu eserlerin sayısı binlerle ifade edilmektedir
Atlantis efsanesi Amerikalı araştırmacı Robert Sarmast ile yeni boyut kazandı 1990 yılından beri Atlantis'in yeri konusunda araştırmalar yapan Robert Sarmast: Platonun ünlü diyalogları Critias ve Timaeus'da ifade ettiği yaklaşık 50 fiziksel işaretten yola çıkarak çalışmalarını Kıbrıs yayı ve Levantine havzası olarak tarif edilen Doğu Akdeniz kıyılarına kaydırdı
Bölge ile ilgili olarak Amerika Ulusal Okyanus ve Atmosfer İdaresinin (NOAA) hazırlamış olduğu haritalardan ve veritabanlarından faydalanan Sarmast bu bilgilerin yeterli olmadığını görünce dünyaca ünlü Jeofizikçi Dr
John K
Hall ile işbirliğine gitti
Dr
Hall
Sarmast'a 1980 li yıllarda bir Rus petrol gemisi tarafından Doğu Akdeniz'de deniz tabanından toplanan dijital verileri iletti
NOAA ve Dr
Hall dan gelen verileri birleştiren Sarmast bölgenin 3 boyutlu ve bathymetric (derinlik ölçü birimi) haritalarını çıkarttı
Sarmast'a göre Atlantis Kıbrıs
Suriye arasında idi ve batan kıtanın en üst noktası ise bugünkü Kıbrıs'tı
Sarmast Discovery Of Atlantis isimli ünlü eserinde Atlantis'in bu bölgede olmasını güçlendiren bulguları ve nedenlerini açıkladı
Sarmast'la yaptığım muhtelif yazışmalarımda araştırmalarında İskenderun körfezinde özellikle Arsuz
Samandağ kıyılarını ve Antakya'yı göz ardı etmemesini vurguladım
bölgede devam eden bilimsel çalışmalar hakkında bilgi verdim
dokümanlar yolladım
Bana göre efsane uygarlık Atlantis: Kıbrıs'la Suriye arasındaysa bu alandan yaklaşık 70-80 mil uzaklıktaki Arsuz
Samandağ kıyılarının ve Antakya'nın bu oluşumun dışında olmasına imkan yoktu
Robert Sarmast Akdeniz'de Güney Kıbrıs'tan Suriye'ye doğru 50 mil mesafede Atlantisi keşfetmek için çalışmalarını sürdürürken
bu bölgede deniz yüzeyinden yaklaşık 1500 metre derinlikte Atlantis'le ilgili kalıntılara ulaştığını dünya kamuoyuna açıklamış ve bu beyanı tüm dünyada heyecanla karşılanmıştır
Muhtemeldir ki Sarmast'ın araştırmaları kısa bir süre sonra Arsuz ve Samandağ kıyılarına uzanacak ve Atlantis'in hikayesi Antakya'yla kesişecektir
BİLİM ANTAKYA'DA İŞBAŞINDA
İLK BÜYÜK UYGARLIK ANTAKYA'DA MI?
(ÜÇ AĞIZLI MAĞARASI)
Ankara Üniversitesi öğretim görevlilerinden Prof
Dr
Enver Bostancı ve Prof
Dr
Süleyman Şenyürek 1950'li yıllarda başlattıkları araştırmalarda Antakya'da ilk yerleşimin İ
Ö 100
000 (Orta Paleolitik Dönem) yıllarına kadar uzandığını tespit ettiler
Bölgede Şenköy
Altınçay ve Samandağ-Çevlikte yaptıkları kazılarda İ
Ö 100
000-40
000 yıllarına tarihlenen el baltaları
kazıyıcılar
satırlar
Homosapiense ait diş ve kemikler buldular
Değerli bilim adamı Prof
Dr
Süleyman Şenyürek'in 1961 yılında bir uçak kazasında hayatını kaybetmesine rağmen Prof
Dr
Enver Bostancı araştırmalarını uzun yıllar devam ettirdi
Paleolitik döneme ait araştırmalar 1989 yılında Fransız araştırmacı Dr
Ancelo Manzini'nin Samandağ-Meydan köyü civarındaki Üç Ağızlı Mağarasını keşfetmesiyle yeni bir boyut kazandı
1996 yılından itibaren Kültür Bakanlığının denetiminde
Ankara Üniversitesinden Prof
Dr
Erksin Güleç
Doç
Dr
Ayla Sevim
Arizona Üniversitesinden Prof
Dr
Mary Kuhn ve Prof
Dr
Steven Kuhn'da dahil olmak üzere yaklaşık 25 kişilik bir ekip Üç Ağızlı Mağarasında çalışmalara başladı
Kazılarda günümüzden 41
000 yıl öncesine kadar inildi (şimdilik)
Halen devam eden araştırmalarda Üst Paleolotik dönemde mağarayı kullanmış insanlara ait deniz kabuklarından yapılmış kolye
toka
kemer gibi takı eşyaları
ok uçları
taş aletler ve bunların yanında geyik
vahşi keçi
domuz ve sığır avlarından kalan kemikler bulundu
Prof
Dr
Erksin Güleç İlk bulgulara göre Üç Ağızlı Mağarasındaki arkeolojik serinin
tüm Doğu Akdeniz bölgesindeki en uzun Paleolitik serilerden birisi olduğunu
belirterek mağarada bulunan takıların o kadar eski bir dönemde bu kadar yoğun ve bilinçli kullanımı çok az
takının 41
000 yıl önce bilinçli ve yoğun olarak kullanıldığı anlaşılıyor
Onun için Antakya'yı Anadolu'nun ilk modernlerin ortaya çıktığı yerlerden biri olarak düşünüyoruz diyor
İşin ilginç yönü benzer çağda Türkiye'deki tek kazı alanın
Üç Ağızlı mağarasına 25 km
uzaklıktaki Kanal Mağarasıdır
Prof
Dr
Steven Kuhn'ın ise Bu güne kadarki en önemi bulguların bazıları
alandaki seri boyunca çok sayıdaki süslemelerin; esas olarak kabuktan kolyelerin ve sallantılı küpelerin varlığına işarettir
Vücut süslemeleri
malzemeleri bir iletişim aracı olarak kullanmak suretiyle bilgi teknolojisinin en erken türünü temsil etmektedir
Boncuk gibi süsler
kullananlardan diğer insanlara bilgi taşımak için kullanılmıştır
diyor
Doç
Dr
Ayla Sevim; Üç Ağızlı Mağarası kazısında elde edilen süs eşyalarının ülkemizde bulunanların en eskisi ve deniz ürünlerinden yapılması açısından da dünyanın ilk örneği olduğunu belirtiyor ve mağarada yörede yaşayan insanın o dönemde külü yatak olarak kullandığına dair buluntularda elde ettiklerini söylüyor
Bilim adamları şimdi Antakya laboratuarının bu köşesinde 41
000 yıl öncesinden geriye sessiz sedasız çalışmaya devam ediyorlar
HİTİTLER
HURRİLER: SÜMERLERE DOĞRU
İ
Ö 2500 den başlayarak Anadolu'ya hakim olan Hind-Avrupa dil topluluğuna kavimler İ
Ö 700 lü yıllara kadar yaklaşık 1800 sene dünya uygarlık tarihini derinden etkilemişler ve başlangıçta Hatti-Hitit beylikleri adıyla anılan bu kavimler İ
Ö 1660 dan itibaren Hitit devletini kurarak Ege kıyılarından Suriye içlerine kadar bütün Anadolu'yu kapsayan bölgede büyük bir imparatorluk haline gelmişlerdir
Günümüze ulaşan belgelerde Anadolu medeniyetleri tarihine ait en zengin kaynaklar Hititlerden intikal etmiştir
Boğazköy ve çevresinde uzun yıllardır devam eden kazılarda bulunan binlerce çivi yazılı tablet ve antik materyal geçmişin aydınlatılmasında çok büyük bir öneme sahiptir
İ
Ö 1200 sonlarından itibaren Balkanlar'dan ve Avrupa'nın Akdeniz kıyılarından gelen büyük göç dalgası Trakya'dan başlayarak Anadolu ve Suriye'ye yayılır; Kıbrıs üzerinden Mısır'a kadar uzanır
İstilacı kavimler geçtikleri bölgeleri talan ederler
Barbar kavimlerin istilası medeniyetleri kesintiye uğratır
öyle ki zaman içinde kullanılan yazı bile unutulur
Bütün bölge 400 yılı aşkın bir süre karanlık döneme girer ve medeniyet tarihi açısından bir boşluk oluşur
Ta ki 1912 yılına kadar: 1912 yılında Karkamış'a gelen İngiliz arkeolog Leonard Woolley arkadaşı ve meslektaşı; sonradan ünlü İngiliz casusu olarak tarihe geçen E
T Lawrence'le (Arabistanlı Lawrence) birlikte burada kazılara başlarlar ve 1912-1914 ve 1919 yıllarında yaptıkları kazılarla Hitit'lere ait Karkamış kentini ortaya çıkarırlar
Bu kazılar esnasında dikkatlerini Antakya'da Amik vadisine yoğunlaştıran Woolley arkadaşı Lawrence'le birlikte birkaç kez Antakya'yı ziyaret ederek bölgede araştırma yaparlar
Lawrence araştırmalar esnasında bütün bölgeyi dolaşır
bu gezilerinde kullandığı motosiklet günümüzde Koç Vakfı Sanayi Müzesinde sergilenmektedir
Daha sonraki yıllarda arkeoloji bilimine yaptığı katkılardan dolayı Sir unvanı da alan Leonard Woolley bir ara Mısırda Tell-Ell Amarna'daki kazılara katıldı
1922-1934 yılları arasında ise Mezopotamya'da Ur'daki kazıları yönetti
Sümer uygarlığının bulunmasını sağlayan Ur Kral mezarlarını ve daha pek çok Sümer yapısını ortaya çıkardı
Karkamış
Tell-El Amarna ve Ur kazılarından elde ettiği bulgular Woolley'i daha önce araştırmalar yaptığı Antakya'ya yöneltti
Çünkü bütün bu uygarlıkların izleri bir şekilde Antakya'dan geçiyorlardı
Woolley Ege uygarlıkları ile Mısır ve Mezopotamya uygarlıkları arasındaki ilişkileri ortaya çıkarmak amacı ile 1937 yılında ekibiyle birlikte Antakya'ya Tell-Atçana bölgesine geldi
O dönemin yaşayan tanıklarından ve kazılarda çocuk işçi olarak çalışan Ali Yalçın şöyle anlatıyor:
Woolley Atçana'ya kazı yapmak için 1937 ilkbaharında geldi
yanında iki yardımcısı ve Trabluslu üç kazı ustası vardı
Burada kazı alanının yanındaki evde kaldılar
Eve yerleştikten sonra Samandağ'dan ev işlerine bakmaları için dört tane daha yardımcı tuttu
Kazılarda çok sayıda işçi çalışırdı
işçilerin bir kısmı Suriye'den gelmişti hatta Mısır'dan bile işçiler vardı ama önemli bir kısmını bizim köyden (Atçana'dan) buldular
Ben o zaman sekiz yaşındaydım
Wolley sabahları çok erkenden kalkar çalışmaya başlardı
elinde bıçak ve küçük bahçe kazması saatlerce kazı alanında dört döner
muhtelif yerleri kazardı ancak kazı alanına yardımcıları ve üç ustasından başka kimseyi sokmazdı
Bizler çıkan toprakları sazdan yapılmış sepetlerle vagonlara yükler (dekovil) köyün yakınına taşırdık
Woolley güleryüzlü ve çok çalışkan bir insandı
yurt dışından birçok misafiri gelirdi
evin bahçesinde geç saatlere kadar sohbet ederlerdi
Ali Yalçın'ın bahsettiği misafirlerden biriside Wolleyin Ur'daki kazılarında yardımcılığını yapan arkeolog Max Mallowan ve karısı ünlü İngiliz romancı Agatha Christe'den başkası değildir
Mallowan ve Agahta Atçana'dan çok etkilenmişler hatta Woolley'e misafir oldukları kazı evinin duvarlarına imzalarını atarak o günleri ölümsüzleştirmek istemişlerdir
(Günümüzde Kültür Bakanlığının denetiminde olan kazı evi onarılmayı beklemektedir)
Agatha Christe'nin dünya çapında bir romancı olmasını sağlayan öyküler: Christe'nin yıllarca kocasının Yakın ve Orta Doğuda yapmış olduğu kazılarda yanında bulunarak esinlenmesinden ortaya çıkmıştır
Woolley Tell-Atçana'daki kazılarını 1937-39 ve 1946-49 yılları arasında sürdürdü
kazıların sonucunda İ
Ö 1500 yıllarına tarihlenen Yamhad kralı Yarım- Lim'in sarayı ile Nigme-Pa sarayının kalıntılarını gün ışığına çıkardı
Woolleye yakın tarihlerde; 1932 ile 1938 yılları arasında Chicago Üniversitesi Oriental Enstitüsü
İ
Ö 1100 yılına uzanan tarihlerde geç Hitit Krallığı'nın başkenti Hattina'yı bulmak ve Hattuşaş ile ilişkilendirmek için Amik Vadisinde Robert J
Braidwood
Calvin W
McEwan ve ekibi tarafından araştırmalar yapmıştır
Braidwood ve ekibi
tüm vadinin arkeolojik incelemesini gerçekleştirmiş
178 höyük keşfetmişlerdir
Bu höyüklerden en önemli altı tanesi: Çatalhöyük
El-Judaidah Höyüğü
Ta'yinat Höyüğü
Tulail El-Şarki
Ta'yinat El-Şakir Höyüğü ve Kurçoğlu Höyüğü ve Vadi-el Hamam mağarasıdır
1938 yılında yarım kalan Amik Vadisi Projesi 1995'ten itibaren Chicago Üniversitesi
Oriental Enstitüsünden
Prof
Dr
Aslıhan Yener ve Prof
Dr
Tony Wilkinson'un yönetimi altında yeniden başlamış daha sonra kapsamı Asi Deltası yüzey araştırmalarını da içine alacak şekilde genişletilmiştir
Günümüzde Atçana höyüğünü Chicago Üniversitesinden Prof
Dr
Aslıhan Yener
Ta'yinat höyüğünü Toronto Üniversitesinden Prof
Dr
Timothy Harrison ve ekibi kazmakta
Asi Deltası (Al-Mina) yüzey araştırmalarını Hatay Mustafa Kemal Üniversitesi öğretim üyelerinden Yrd
Doç
Dr
Hatice Pamir başkanlığında bir ekip yürütmektedir
Bölgede bulunan höyük sayısı 346 yı bulmuştur
bunlardan 30'u Asi deltasında (Al-Mina) dır
Ta'yinat höyüğünde yapılan kazılarda ortaya çıkarılan 85 parça tablet Akad
Neo-Hitit kitabeleri külliyatı yaratmıştır
(Luwian kitabeleri)
Bu kitabelerin ortaya çıkarılışı Luwi dilinin çözümlenmesi için çok önemli bir kaynak niteliği taşımaktadır
Ayrıca bulunan çömlekler bölgenin Kıbrıs ve Ege adaları ile yoğun bir ilişki içinde olduğunu ortaya koymaktadır
Bölgede halen ortaya çıkarılmayı bekleyen Antik Alalakh (Atçana)
Tayinat kentlerinin kalıntıları ve Hitit dönemine ait tapınaklar
saraylar bulunmaktadır
Yapılan kazılarda bulunan çeşitli medeniyetlere ait bir çok eser Antakya Arkeoloji Müzesinde ve British Museum'da sergilenmektedir
Bunun yanında sergilenenlerin dışında bulunan en az bir o kadar eserde yer yokluğu nedeniyle Antakya Arkeoloji Müzesinde sandıklarda saklanmaktadır
Bu araştırma ve kazılar bugün için Amık Vadisi' nin İ
Ö 6
000 yıllardan günümüze kadar Akad
Asur
Babil
Mısır ve Mittani
Hitit ve Hurrain
Ege ve Kıbrıs medeniyetlerinin bir sentezi olduğunu ortaya koymaktadır
Antakya sakladığı değerler itibari ile İ
Ö 100
000 li yıllardan başlayarak bilimin ve araştırmacıların vahası konumundadır
Kuvvetle muhtemeldir ki yakın bir zamanda
tarih öncesi çağ araştırmacılarıyla bilim adamlarının yolu Antakya'da bir yerlerde kesişecektir; ve kuvvetle muhtemeldir ki eğer değerlendirebilirsek sakladığı kültürel zenginlikler itibari ile Antakya tek başına dünyada her yıl milyonlarca insanın ilgisini çeken bir başkent olacaktır
Prof. Dr. Sinsi
Kullanıcının Profilini Göster
Prof. Dr. Sinsi Kullanıcısının Web Sitesi
Prof. Dr. Sinsi tarafından gönderilmiş daha fazla mesaj bul