Prof. Dr. Sinsi
|
Tarihte Müslüman-Türk Bilim Adamları Ve Dünyayı Şaşırtan 10 Yahudi Bilim Adamı...
İBN-İ SİNA: (Afşana 980 -Hemedan 1037) Felsefe, matematik, astronomi, fizik, kimya, tıp ve müzik gibi bilgi ve becerinin çeşitli alanlarında seçkinleşmiş olan, İbn-i Sinâ, matematik alanında matematiksel terimlerin tanımları; astronomi alanında ise duyarlı gözlemlerin yapılması konularıyla ilgilenmiştir
Batıda Avicenna adıyla bilinen büyük fizikçi, filozof, matematikçi ve hekim Matematikte sayılar kuramını Diophantus yöntemleri üzerine kurarak, bu teoremlere önemli ekler yaptı Bir tam sayının 9'la bölümünden kalan artıkları bilindiğinde, bu sayının karesinin ve kübünün 9'la bölümünden kalan artıkları bulmak üzerine geliştirdiği yöntem meşhurdur Esas ününü, felsefe ve tıp alanında yapmıştır
Astroloji ve simyaya itibar etmemiş, Dönüşüm Kuramı'nın doğru olup olmadığını yapmış olduğu deneylerle araştırmış ve doğru olmadığı sonucuna ulaşmıştır İbn-i Sinâ'ya göre, her element sadece kendisine özgü niteliklere sahiptir ve dolayısıyla daha değersiz metallerden altın ve gümüş gibi daha değerli metallerin elde edilmesi mümkün değildir İbn-i Sinâ, mekanikle de ilgilenmiş ve bazı yönlerden Aristoteles'in hareket anlayışını eleştirmiştir Aristoteles, cismi hareket ettiren kuvvet ile cisim arasındaki temas ortadan kalktığında, cismin hareketini sürdürmesini sağlayan etmenin ortam, yani hava olduğunu söylüyor ve havaya, biri cisme direnme ve diğeri cismi taşıma olmak üzere birbiriyle bağdaşmayacak iki görev yüklüyordu
İbn-i Sinâ, bu çelişik durumu görmüş, yapmış olduğu gözlemler sırasında hava ile rüzgârın güçlerini karşılaştırmış ve Aristoteles'in haklı olabilmesi için havanın şiddetinin rüzgârın şiddetinden daha fazla olması gerektiği sonucuna varmıştır Oysa bir ağacın yakınından geçen bir ok, ağaca değmediği sürece, ağaçta ve yapraklarında en ufak bir kıpırdanma yaratmazken, rüzgâr, ağaçları sallamakta ve hatta kökünden kopartabilmektedir; öyleyse havanın şiddeti, cisimleri taşımaya yeterli değildir
İbn-i Sinâ, her şeyden önce bir hekimdir ve bu alandaki çalışmalarıyla tanınmıştır Tıpla ilgili birçok eser kaleme almıştır; bunlar arasında özellikle kalp-damar sistemi ile ilgili olanlar dikkat çekmektedir Ancak, İbn-i Sinâ dendiğinde, onun adıyla özdeşleşmiş ve Batı ülkelerinde 16 yüzyılın ve Doğu ülkelerinde ise 19 yüzyılın başlarına kadar okunmuş ve kullanılmış olan "el-Kânûn fî't-Tıb" (Tıp Kanunu) adlı eseri akla gelir
Beş kitaptan oluşan bu ansiklopedik eserin birinci kitabı, anatomi ve koruyucu hekimlik, ikinci kitabı basit ilaçlar, üçüncü kitabı patoloji, dördüncü kitabı ilaçlarla ve cerrahi yöntemlerle tedavi ve beşinci kitabı ise çeşitli ilaç terkipleriyle ilgili ayrıntılı bilgiler vermektedir
İbn-i Sinâ'nın söz konusu eseri incelendiğinde, konuları sistematik bir biçimde incelediği görülür Tarihte ilk defa, tıp ve cerrahiyi iki ayrı disiplin olarak değerlendiren İbn-i Sinâ, cerrahi tedavinin sağlıklı olarak yürütülebilmesi için anatominin önemini özellikle vurgulamıştır Hayati tehlikenin çok yüksek olmasından ötürü pek gözde olmayan cerrahi tedavi ile ilgili örnekler vermiş ve ameliyatlarda kullanılmak üzere bazı aletler önermiştir Eski şarabın sterlize edici tesiri bulunduğunu keşfetmiş, cerahatsiz yara tedavisini ortaya koymuştur
Gözle de ilgilenmiş olan İbn-i Sinâ, döneminin seçkin fizikçilerinden İbn-i Heysem gibi, Göz-Işın Kuramı'nı savunmuş ve üst göz kapağının dışa dönmesi, sürekli beyaz renge veya kara bakmaktan meydana gelen kar körlüğü gibi daha önce söz konusu edilmemiş hastalıklar hakkında da ayrıntılı açıklamalarda bulunmuştur
HORASANLI ER-RAZİ: Kurtuba’daki hastanelerle Tıp Fakülteleri bir aradaydı Bayıltmak için narkoz ve asepsi-antibiotik ve penisilin boldu Daha önceden yapılmıştı ki boldu En büyük hekim, dünyada da ilk hekimdir
İBNİ NEFİS: Kan deveranını bulan İbni Nefis’dir
İBNİ CESSAR: Cüzzam’ın sebebi ve tedavisine ait kitap, İbni Cessar’ındır Vebanın bulaşıcı hastalık olduğunu keşfeden yine İslam hekimleridir
EBÜL KASIM: Hemofili, atrit, Fıkra Tüberkilozlarıyla kadın hastalıkları ve büyük damarların bağlanması konusunda Ebül Kaasım müspet olarak tespit ve tedavi usulleriyle tıbba daha büyük bir adım attırmıştır Ayrıca doğuma yardımcı kolpeurynter aletini de icat etmiştir
CABİR İBN HAYAN:Yapmış olduğu kuramsal ve deneysel araştırmalarla kimyanın gelişimini büyük ölçüde etkilemiş olan Câbir ibn Hayyân'ın hayatı hakkında pek fazla bir bilgiye sahip değiliz Diğer Müslüman bilginler ve kimyacılar gibi, Câbir de, Aristoteles'i izleyerek maddeyi dört unsur (toprak, su, hava ve ateş) kuramıyla açıklamaya çalışmış ve bu unsurların nitelikleri (kuru-yaş ve soğuk-sıcak) farklı olduğu için bunların birleşmesinden oluşan maddelerin de farklı özelliklere sahip olduğunu belirtmiştir Hellenistik dönem kimyagerlerinden de etkilenmiş olan Câbir ibn Hayyân, Yeryüzü'ndeki bütün maddeleri 3 ana grupta toplamıştır:
Alkol gibi uçucu olan gazlar Altın, gümüş, bakır ve kurşun gibi metaller Bazı boya maddeleri gibi, uçucu ve metalik olmayan ara maddeler
Câbir ibn Hayyân metallerin oluşumunu, daha önce de söz konusu edilen kükürt-cıva kuramıyla açıklamak istemiştir Bilindiği gibi, kükürt-cıva kuramının kökeninde, Yunan Dünyası'nda özellikle Pythagorasçılar tarafından savunulmuş olan ikilem görüşü bulunmaktadır; bu görüşe göre, her şey, kadın-erkek ve iyi-kötü gibi ikilemler çerçevesinde oluşur ve anlaşılır Bu görüş daha sonraları, 16 yüzyılda Paracelsus (1493-1541) ve onu destekleyenler tarafından yeniden ele alınacak ve bu temel üzerinde, yeni bir ikilem olan Asit-Baz Kuramı biçimlendirilecektir
Metallerin oluşumunu açıklamak maksadıyla ortaya atılmış olan kükürt-cıva kuramına göre, altın, gümüş ve bakır gibi metallerin birbirlerinden farklı olmalarında, bunların temelini teşkil eden kükürdün farklılığı kadar, oluşmaları sırasındaki ısı farkları ve Güneş ışığı da önemli bir rol oynar Yeni bir metal meydana getirmek üzere birleşen kükürt ve cıva daha önceki özelliklerini terkederek yeni bir birim oluştururlar
Câbir'in bildiği metaller altın, gümüş, bakır, demir, kurşun ve kalaydan ibarettir Kimya alanına önemli katkılarda bulunmuş olmakla birlikte, Câbir de tipik bir kimyager gibi el-iksir elde etmek üzere birçok deney yapmış ve çeşitli el-iksir formülleri geliştirmiştir Câbir ibn Hayyân'ın yapmış olduğu araştırmalar sonucunda, kimya bilimine yapmış olduğu katkıları üç madde altında toparlamak olanaklıdır:
• Element görüşünün oluşmasına yardımcı olmuştur
• Deneylerinde, ölçü ve tartı işlemleri üzerinde hassasiyetle durduğu için, nicelik anlayışının güçlenmesini sağlamıştır
• Çalışmaları sırasında geliştirmiş olduğu yeni aletlerle kimya teknolojisinin ilerlemesine aracı olmuştur
AHMED CEVDET PAŞA: (1823-1895) 19 yüzyıl Türkiye'sinin önde gelen bilim ve devlet adamlarındandır Asıl adı Ahmed'dir ve Cevdet mahlâsını, İstanbul'da öğrenim gördüğü sırada şâir Süleyman Fehim Efendi'den almıştır
1839 yılı başlarında, büyükbabası tarafından tahsil görmesi için İstanbul'a gönderilmiş olan Ahmed Cevdet Paşa, burada kısa sürede kendini göstermiş ve devrin önemli bilim adamları olan Hâfız Seyyid Efendi, Doyranlı Mehmed Efendi, Vidinli Mustafa Efendi, Kara Halil Efendi ve Birgivi Hoca Şakir Efendi'den nakli ilimleri, Miralay Nûri Bey ve Müneccimbaşı Osman Sâbit Efendi'den de hesap, cebir ve hendese gibi akli ilimleri tahsil etmiştir
Ahmed Cevdet Paşa'nın bilim tarihi açısından önemli olan yapıtı "Takvimü'l-Edvâr" (Dönemlerin Takvimi, 1870) adını taşır Bu yapıtında Ahmed Cevdet Paşa, Şemsi ve Hicri takvim ilkelerini temele alan yeni bir takvim önerisinde bulunmuştur Eser iki amaçla kaleme alınmıştır: Birincisi, yazarın kendi deyimi ile "Lisân-ı türki
lisânı olamaz diyenlere lisânımızın her şeye kâbil olduğunu ve bu lisân ile her fenden güzel eserler yazılabileceğini" göstermek, ikincisi ise yeni bir takvim önermektir
Bu yapıttan anladığımız kadarıyla, Osmanlı Devleti'nin başlangıç dönemlerinde seneleri kameri, ayları şemsi olan bir takvim kullanılmış ve maaşlı askerlerin maaşlarına karşılık gelen gelirler ise kameri aylar itibariyle toplanmıştır Ancak bu durum hazinede bir takım zorluklar ortaya çıkartmış ve hazine açık vermeye başlamıştır
Bu ve buna benzer nedenlerle, Ahmed Cevdet Paşa başkanlığında, Müneccimbaşı Tâhir Efendi, Divân-ı Ahkâm-ı Adliyye âzâsından Vartan Bey, Mekteb-i Harbiyye-i Şâhâne hocalarından Miralay Vidinli Tevfik Bey, Rassâd Kombari ve Divân-ı Ahkâm-ı Adliyye memurlarında Şehbazyan Efendi'den oluşan bir komisyon kurulmuş ve bu komisyonun ulaştığı sonuçlar bir mazbata ile sadrazama sunulmuştur Ancak bu öneri her nedense uygulamaya konulmamıştır İşte, bu komisyon tarafından önerilen takvimin esaslarını, Ahmed Cevdet Paşa tarafından Takvimü'l-Edvâr'da anlatılmıştır
Ahmed Cevdet Paşa'nın önerdiği takvim aslında, şimdiye kadar yapılan takvimler içerisinde en duyarlısı olan Ömer Hayyam'ın İsfahan Gözlemevi'nde tertip ettiği Celâli Takvimi'nden başka bir şey değildir Yukarıda da belirtilmiş olduğu gibi, bu yapıtın en önemli yönlerinden birisi, Türkçe yazılmış olmasıdır
Ahmed Cevdet Paşa'nın Türkçe'nin bilim dili haline gelmesine büyük önem verdiği ve bunu gerçekleştirmeye çalıştığı görülmektedir Ona göre, Osmanlı lisânının aslı Türkçedir; fakat Farsça ve Arapça’dan pek çok kelime alındığı için üç dilden oluşan bir dil haline gelmiştir Osmanlıca yalınlaştırılmalı, eserler açık bir dille yazılmalı, yeni terimler bulunmalıdır
KÂTİP ÇELEBİ: (1609-1657) Türk bilim ve fikir adamı XVII yy da yaşamış ünlü Türk bilim ve fikir adamlarından biri olan Kâtip Çelebi, Avrupalılarca Hacı Halife (Hacı Kalfa) adıyla bilinir Asıl adı Mustafa'dır, İstanbul'da dünyaya gelen Kâtip Çelebi, bir süre medresede okuduktan sonra devlet hizmetine girdi, muhasebe servislerinde çalıştı, ordu ile birlikte birçok sefere katıldı On yıl bu şekilde çalıştıktan sonra devlet hizmetinden ayrıldı; bir yandan bilimle uğraşırken, bir yandan da devlet büyüklerinin çocuklarına özel ders vererek geçimini sağlamağa çalıştı
Kâtip Çelebi Arapça, Farsça, Latince biliyordu Ayrıca Fransızca bilen bir dostunun aracılığıyla Fransızca eserlerden de yararlandı Eserleri kendi devrinden başlayarak birçok yabancı dile çevrildi
En önemli eseri olan Keşfüz-Zünun'u 20 yılda yazdı 10,000 İslâm yazarının 14,500 eserini birer birer sayan ve içindekileri açıklayan bu bibliyografya sözlüğü, Alman bilgini Flügel tarafından Latince'ye çevrilerek 7 cilt halinde yayımlandı (1835-1858) Eserin bugünkü dille yeni bir çevirisi Milli Eğitim Bakanlığı'nca yayımlanmıştır (1941-1943) Kâtip Çelebi'nin eserlerinin çoğu Keşfüz-Zünun gibi Arapça yazılmıştır
Diğer başlıca eserlerinin adları ve konuları şöyledir:
• Cihannüma, Türkçe yazılmış coğrafya kitaplarının en önemlisidir Batı dillerine de çevrilmiştir
• Fezleke, 1592-1654 yıllarını kapsayan çok değerli bir Osmanlı tarihidir;
• Tuhfetül-Kibar, Türk-Osmanlı denizcilik tarihini anlatan değerli bir eserdir;
• Takvimüt-Tevarih, başlangıcından 1648 yılına kadar dünya tarihidir;
• Mizanül-Hak, Kâtip Çelebi'nin son eseridir Taşıdığı pozitif düşünceler nedeniyle yazıldığı 1656 yılında şiddetli tartışmalara yol açtı (İngilizce'ye çevrilmiştir)
Yukarıda isimleri geçen alimlerin yaşadıkları zamanları göz önüne alırsak son bir kaç yüzyılda ilim adına millet olarak hemen hemen hiç bir şey yapamadığımızı görüyoruz Günümüzde üniversitelerimiz dünyada ilk 1000 e bile girmekte zorlanıyor ne yazık ki  
GERÇEK ÖLÇÜLERİ NASIL KAYBETTİRDİLER
Dünya, ölçülerini neden ve nasıl kaybetmiştir? Geçen yüzyıllardan beri, onuncu asrın İspanya’sındaki Endülüs Türk-İslam medeniyeti’nden sonra, daha ziyade batı ülkelerini ciddi biçimde etkileyen on yazar vardır
Bunların evveliyatı da var ama, özellikle kendi maksatlarını gerçekleştiren, kendilerinden olmayan insanları malzeme durumuna sokmak için saçmaları yazmışlar, propaganda yaparak fikir diye yutturmuşlardır
Hıyanet ve fesatları yüzünden her yerden koyulan, yüzüne tükürülen Yahudiler, bu itilmelerinin kiniyle dünyanın neresinde olurlarsa olsunlar, aynı maksadın birliğini kurmayı becermişlerdir
O azınlık, yazarına çok önem verir Yazılanları propagandalarla, sloganlarla  halkın kafasına sızdıran metodlar bulmuş, fikir diye her yazdıklarını kendilerinden olmayanlara kabul ettirmeyi başarmışlardır maalesef
Bu gerçeğin ışığında görüyoruz ki, Yahudi hangi ülkede ve nerede olursa olsun Meslekleri ne olursa olsun Hangi şartlar içinde olurlarsa olsunlar hepsi, müşterek bir maksat güderler Onu gerçekleştirmek için yapmayacakları şey de düşünülemez
İşte görüyoruz birkaç asır evvelden beri kimlerin neler yazıp, önce batı ülkelerine, oradan da bize, geçerli diye neler yutturduklarını ve işte birbirlerimizi de bundan kurşunluyoruz
Bu azınlık öyledir ki, hiç bir fikrin, idealin, ölçünün ayakta durmasını kesinlikle istemezler Bunun için gerçekleri yıkar, yerine kendi yalanlarını dikerler; o biraz ayakta duracak gibi oldu mu, daha başka bir yalan uydurur, kendi yalanlarını da yıkarlar
Tarihler boyunca yıkmaktan başka şey yapmamışlardır Onlar nasiplerini, yıkıklardan toplamaya alışmışlardır Onun için her yerden kovulmuş, yüzlerine tükürülmüştür
SALAMON REİNACH: Saint - Germain - En - Laye’li Yahudi, dinlerin sadece vahşi tabulardan kalmış, muhtelif ideolojik maksatlarla kurulmuş yasalar sisteminden meydana gelmiş olduğunu iddia etmiş; din anlayışını değerden düşürmek, yıkmak istemiştir
BERGSON: Parisli Yahudi, zekânın her şeyin önünde sayılması nazariyesini devirmiş, binlerce yıllık Plâtonizm kalesini yıkarak, konseptif düşüncenin realiteyi kavramak imkanına sahip olmadığını, düşünceleri kalp gözüyle sezmenin en doğru olduğunu iddia etmiştir Böylece, zekânın değerini düşürmüştür
MAYERSON: Lublin’li Yahudi, rasyonel kaidelerin, hiç bir zaman realiteye intibak etmeyeceğini iddia etmiştir Bununla, düşünce - mantık ölçülerini yıkmış, yok etmiştir
VEİNİNG: Viyanalı Yahudi, kadının iğrenç ve tiksindirici bir mahlûk, bir pislik, bir alçaklık çukuru olduğunu iddia etmiş, kadının değerini düşürmüştür
SİGMUND FREUD: Freiberg’li Yahudi, en ahlaklı, en kibar asilzadenin içinde bir katil, bir cinsi sapık gizlendiği iddiasını sürmüştür Böylece seksi mubah ve işler hale getirmiştir Ayrıca asil ailenin yerine, soysuzları getirme yolunu da göstermiş, aile kurallarını da çiğnettirmiştir Yeni kuşaklarda aile değerini seçemezlik ve seks eğilimine yaygınlık ve etkinlik kazandırmıştır
LAMBROSO: Verona’lı Yahudi, deha sahibinin saralı bir yarı deli, canilerin ise ecdadımızdan intikal eden kalıntılar tesirinde mahlûklar olduğunu iddia etmiştir Bu yoldan, saygıdeğer insanlara hürmet etmeyi, hürmete ve saygıya layık kişilerden yararlanma yolunu yıkmış, acayip bir güvensizlik aşılamıştır
HEİNRİCH HEİNE: Dusseldorf’da doğmuş Yahudi, eserleriyle; romantikler, idealistler ve Katoliklerle alay etmiştir Böylece idealleri alçaltmış, hiçe çıkarmıştır
ALBERT EİNSTEİN: Ulm’lu Yahudi, zaman ile mekânın aynı şey olduğunu, tam olarak ne zamanın, ne de mekânın mevcut bulunmadığını, her şeyin daimi bir görelik üzerine kurulduğunu, modern ilmin iftihar ettiği eski fizik binasının yıkıldığını iddia ederek, maddi ölçüleri karıştırmıştır
KARL MARX: Treves’de doğmuş; din, ahlak, sanat, politika gibi tüm çok yüksek ideallerin, aşağı ekonominin fışkı ve gübresi içinde yetiştiğini iddia etmiştir Yani, insanların maddeye vasıta olmasını sağlamıştır
MAX NORDAU: Budapeşteli Yahudi, meşhur şairlerin birer mütereddi ve medeniyetin yalan üzerine kurulmuş olduğunu iddia etmiştir Kendi şairlerini vasıta yaparak ve herkesin yalancı olduğunu içererek, güvensizliği yaymıştır
Bunlar, dünyanın gerçeğe dayalı, tutarlı, geçerli ve huzurlu gidişini, tersine çevirmişlerdir Hepsi birbirini destekleyerek her ülkenin içinde rollerini oynamış, kendi aralarında dünya birliğini gerçekleştirmek ve istediklerini yapmak üzeredirler
YAZDIKLARINI BİRAZ ELEYELİM
SALAMON REİNACH: Dinlerin, sadece vahşi tabulardan kalmış, muhtelif ideolojik maksatlarla kurulmuş yasalar sisteminden meydana gelmiş olduğunu iddia etmiştir Peki, kendileri neden kendi dinlerinden hiç ayrılmazlar? Aynı zamanda, gerçekte, dinler diye bir konu yoktur Bir din vardır, onun dışında bir sürü uydurmalara din demişlerdir Yine çeşitli din uydurmalarına sebep, Yahudilerdir
Reinach, bu fesadını ileri sürmekle, insanları dinden, imandan uzaklaştırmış, dinsizlik yolu açmıştır Çünkü imansız, dinsiz olanlar, çok kolay ve çabuk malzeme olurlar Tüm Yahudi’nin müşterek maksadı da budur
Din birdir, Âdem(A S)’dan Muhammed(SAV)’e kadar din, İslam Dinidir Devrinin insanlarına göre ilerleyerek, Muhammed(A S) ‘da tamamlanmıştır
Apaçık bir gerçektir ki, Din-i İslam’ı geliştirmek üzere, aralıklı sürelerde Peygamberler gelmiştir Devrine göre gerçek ve müspet ilimleri de peygamberler, semavi kitaplarıyla getirmiştir Eğer peygamberlerin getirdiği semavi kitaplar olmasaydı, dünyada insana yarar ilim bulunmazdı Her peygamber, devrinin tam anlamıyla medeniyetini kurmuş, kurduğu medeniyetler gelişmiştir
Uzun izahata gerek yok Musa(A S) da Musevi’leri esaretten kurtarmış, medeniyet devri açmıştır Ne yazık ki Museviliği gerçekten kabul etmeyen Yahudi Samiri, Musevileri daha o zaman Yahudi etmiş, altın buzağıya taptırmıştır Musevilerde Yahudilik, daha Musa(A S) hayatta olduğu zamandan başlamıştır
Dönelim konumuza Onlar, Yahudi oldukları günden beri, din düşmanlığını hedef ve eylem atmışlardır Şahsiyet düşmanlıkları, oradan gelir Bütün sanatları; yalan, hile, iftira, fesattan ibaret olduğu için, kafaları şahsiyetli alanlarda çalışmaz Din ve şahsiyet düşmanlıklarıyla, kendilerine hayat payı bulacaklarına inanmışlardır Onları o kötü yoldan Muhammed(A S) dahi beri çekemeyip, mukaddes topraklardan koymak zorunda kalmıştır ve koymuştur
Gerçekte inanç, aklı güçlendirir Din de insanları kesin ölçülerle yaşatır Bunun için, inanç sahibi dindar kişiler aldanmaz Bunlar biraz olsun bozuldu mu, aldanma başlar
Aldanmalar ardarda sürer gider İşte Yahudiler böyle asılsız nazariyeleri yutturmakla, yutanları ilerici ve uyanık tanıtmakla, aldatma mikropluklarını sürdürüyorlar
İslam’dan insanları uzaklaştırmak için ilk defa çabalayan, Ibni Sebe’dir
Abdullah, Muhammed, Maşallah gibi Müslüman adlarıyla yaptıkları hıyanetlerle, Müslümanlar kendi dininden, medeniyetiyle birlikte uzaklaştırılmış ve bugün; “Din ilerlemeye manidir” zemini hazırlamış Bunun için Mason Locaları, gizli teşkilatlar, komünizm gibi insanı hayvanlaştırma taktiklerinin temeline iyi bakarsak, Örgünöz Fikrinin, ihanet maskelerini onların yüzünden indirdiğini görürüz
HENRİ BERGSON: Bu Yahudi de; “zekânın her şeyin önünde sayılmasının yanlış olduğu” nazariyesini ileri sürmüş, iddiasını yutanlara, gerçek esasın yerine şunları kabul ettirmiştir:
“Realiteyi konseptif düşünce kavramaz” diyerek Konseptüalizm’i (Kavramcıl düşünceyi) yermiş Yani kavramadan papağanvari olmalıymışız
Şu hıyanete, sersemliğe bakın Diyene mi, kabul edenlere mi, kime çatacağımızı şaşırdık Peki, bugünün adamları neyi kavrayarak söz ediyor, neyi kavrayarak kabul ediyor?
Neymiş bu efendim, Bergsonculukmuş Bunun akımları, ideolojik fedaileri bile çıkıyor, sürüp gidiyor Mesele ve maksat, aklın zeka kabiliyetini kırmak ve o yönden girip, tüm kavramları karıştırmaktır Şu hıyaneti iyi izlemek lazım
Güya materyalist düşüncelere karşı, manevi bir fikirmiş Bergsonizm Kendi teziyle kendisinin çelişkiye düştüğünü, fark eden bile olmamış Kalp gözüyle hissetmek için, yine aklın seçkisi, akılla değerlendirmek; yine mantıkla ayırmak gerekmeyecek miydi? Akıla uğramayan maddi ve manevi hiç bir olum düşünülebilir mi? Sezme de yine aklın hassasiyetiyle olmuyor mu?
İşte bu kadar aralamadan görülüyor ki, aklın her şeyin önünde sayılması doğrudur Dosdoğru olan gerçeği, sersemlik ya da hıyanet sonucu ters göstermekle, güya fikir serdediyorlar; bu girişimle kendilerinden olmayanların; akıl, izan ve ferasetlerini şaşırtmakla, iyiyi kötüden ayırt edemeyecek duruma sokmayı, hem materyalist hem de manevi yönlerden çelmiş oluyorlar Bütün ölçü köklerini şaşırtmaya getirmekle, insanları malzeme etmeyi beceriyorlar
Örgünöz Fikri’nde kalple akıl bileşkesinden, doğrular görülür Realite kesin hatlarıyla kavranır ve problemler varsa çözümlenir, düzenli bir hayat ortamı çizilir ve yürürlüğe girer
İnsan, öz yapısından beri bir bütündür O halde akıl; kalp ile, gönül; eller ile birleşirse bir bütünlük içinden gerçek edimler, hedefe doğru yarış kazanır
MAYERSON: Mayerson adlı Lublin’li Yahudi, rasyonel kaidelerin hiç bir zaman realiteye intibak etmeyeceğini iddia etmiştir Bununla; düşünce, mantık ölçülerini yıkmış, yok etmiştir
Çeşit çeşit, ciltler dolusu kitaplarıyla, rasyonel kaidelerin hiç bir zaman realiteye intibak etmeyeceğini iddia etmiş
Propagandalar, sloganlar, çeşitli taktikler uygulayarak, yardımcı laflarla kafalara bu lafını işlemiş (Bu işlemi yapan yine onlar ) Peki ama, tarih önceleri ve tarihten bu yana, asırlarca iyi devirler kötü devirler açılmıştır Realite, tecrübelerle sabit ölçüler ve ölçülü gidişattır
Ölçülü olanlar değişmez, istismar da edilemez İnsan hayatında her mahlukta olduğu gibi, öz yaratılışın icapları vardır; bu icaplar ölçü kazanmıştır Ahlak, kesin bir rasyonel kaidedir Herkes aklına estiği gibi ahlak iddia edemez Ölçüler çiğnenemez Ahlak rasyonel kaide olduğu müddetçe, realite yani mevcut gidişler de aynı olacaktır Bir yandan rasyonel kaideyi fesat yoluyla bozuyor, bozuğun normal karşılanması için de, rasyonel kaidelerin realiteyi kavrayamaz olduğunu iddia ediyor Ne ayıp 
Bugün ahlakın, ticari kaidelerin, insanlar arası ilişkilerin birer rasyonel kaidelere bağlı olduğunu kimseye anlatmak mümkün değildir Bunların ölçüsü olmazmış Namus anlayışı, namusluca yaşamanın ölçüleri, ahlak, herkese her yere göre değişirmiş
Asla böyle bir değişkenlik yoktur
Lublinli Yahudi Mayerson “Rasyonel kaideler realiteye intibak etmez” iddiasını sürerek, gerçek değerleri, yeni öğrenecek çağdaki dünya gençliğine kaybettirmeye çalışmış, bir iki kuşak sonra kaybettirmiştir Bugün isteseler de; gerçek nedir, değer nedir, ahlak ölçüsü gerekli ama nelerdir, bulmalarına ya da bulduklarını kabul etmelerine imkân kalmamış demektir
VEİNİNG: Kadının iğrenç, tiksindirici bir mahlûk, bir pislik, bir alçaklık çukuru olduğunu iddia eden Veining’e soralım! Acep kendisi, tarif ettiği gibi bir pislik, bir alçaklık çukurundan mı doğmuştur? Her halde kendisi böyle bir alçaklık, pislik çukurundan doğmuştur ki, böyle bir iddia ortaya atabiliyor ve bu saçmayı ispata çalışıyor
İşte bu saçma iddiadandır ki, aile ocakları sönüyor, insanın kökeni olan ailenin hiç bir değeri kalmamak üzere, insan anasından başlayıp, gerçek değerler yıkılıp gidiyor
Veining’in Veining’in Saçmalamasından ki, her yerde insan anası olan kadınlar ve çok yüksek değeri olan kızlar, şimdi değer taşımaz yerlerde kullanılıyor Reklama kadın, tezgahtarlığa kadın İnsan doğuran, en mükemmel yaratık olan kadınlar, yerini, değerini kaybetmiş, sadece bir seks tahriki ile çıkar vasıtası olarak cemiyette yer almaktadır
Bu zehirli iddiadan, saygılar, inanırlıklar, güvenirlikler kayboluyor ve insanları kolaylıkla hayvanlaştırıp, malzeme olarak kullanabiliyorlar İstediklerini, malzeme edebildikleri kitlelere yaptırabiliyorlar
Kadının insanlık temeli, kişilik ve şahsiyet varlığını ortaya getiren büyük bir değer olduğunu anlamıyorlar Eğer anlıyorlarsa, büyük hıyanet ediyorlar
Örgünöz Beşli Dizgeleri Temel Kitap’ın “Madde-Hareket” bölümünden sonra, insanı gerçek tanıtım mevcuttur İnsan anası olan kadının gerçek değerinin çok büyük olduğu ise “Kadının Toplumundaki Yeri” adlı kitapta ispatlıdır Hayatımız da bunu gösteriyor
SİGMUND FREUD: En ahlaklı, en kibar asilzadenin içinde bir katil, bir cinsi sapık gizlendiğini iddia eden Yahudi Freud, bunu bilerek mi iddia etmiş, Yahudi maksadını gerçekleştirmek için mi? İnsanları harekete geçiren duygu, şahsiyet duygusudur Cinsel duygu olduğunu iddia etmek, tamamen kafasızlıktır İnsanı; üstün gelmek, kendisini saygı ile kabul ettirmek duygusu harekete geçirir Cinsel duygu ise, boşluktan meydana gelir İnsanlar tamamen hazsız, tatminsiz ve pasif kaldığı, kendini kabul ettirecek başka hiç bir varlığı kalmadığı zaman, libido yani cinsel duygu hissedilir Hedefi yolunda, faal, başarılı, hareketli olduğu zaman, cinsel duygu kimsenin aklına gelmez
Bu gerçeklerin tam tersini iddia eden Freud’un saçmasının, bilinç dışı olduğu halde, uzun ve kesif propagandalarla yer yapmış olması da açık seçik gösteriyor ki, Yahudi olmayanları sekse yöneltmekle de malzeme haline sokmak gayreti vardır; ve öyle olmuştur
Bu yanlışları savunan ve destekleyenleri izlersek, hepsinin Yahudi olduğunu görürüz Bu saçma ortaya atıldıktan sonra, özellikle dünya gençliği çeşitli bunalımlara düşmüştür
Aile kavramı ve işlerliği bozulmuştur Bugün biraz aklı başında olan gençler, eş bulamaz ve evlenemez olmuştur
Tabi ki günümüzün sorunları sadece seks bunalımı, evlenememek değil Bütün sorunlara Freud’un yanı sıra, öteki yazarların saçmaları da tesir etmektedir O hayvan tiplerin çıkarlarına en çok yarayan ise, seks hareketlenmesinden gelen bunalımdır
Seks, lüksü zorunlu kılar, buna göre harcamalar olur Hele ki bir alçaklık çukuru iddiasından değeri düşürülen kadının, biraz olsun beğenilmek için harcamayacağı para düşünülemez
Bu aralıklardan baktığımız zaman, Yahudi yazarların yaptığını, canilerin dahi yapamayacağı, hayâsızca işlenen cinayetler olduğunu görüyoruz
Örgünöz Beşli Dizgeleri Temel Kitap’ını okuduğumuzda, insan bölümünde, seksin yeri ve basitliği bütün gerçekliği ve ispatıyla gözler önüne sergilenmiştir ki: Sekse tamamen yönelmiş kimseye, izzetinefsine dokunacak bir söz ya da davranış olsa, hemen seks unutulur, şahsiyeti savunmak başlar
LAMBROSO: Deha sahibinin saralı bir yarı deli, canilerin ise ecdadımızdan intikal eden kalıntılar tesirinde mahlûklar olduğunu iddia etmiştir Deha sahibine, ister istemez hürmet edilir Hürmet edilenleri ayaklar altına almak prensiplerini gerçekleştirmek için, ciltler dolusu kitaplar yazmıştır Dehayı, sara hastalığı, yarı delilik diye vasıflandırmakla, dehanın üstüne bakılmasın, dâhilere hürmet duyulmasın maksatı açıkça görülüyor Aynı zamanda bu sözlerle iddiasının çelişkisi de ortadadır Hem deha hem saralı yarı deli nasıl olur?
Caniler ise, ecdadından kalıntı eseri olduğuna kanaat getirsinler, yani canilik mubah halde görülsün ve öyle kabul edilsin Dâhilerden örnek alınmasın, canilerden de ibret alınmasın Herkes aklına geleni yapsın, ama müspet bir girişim olmasın ki  bir avuç hayvan tipler, kitleleri dilediği gibi yönlendirsin
Lambroso’nun iddiası insanlara öyle bir zihniyet aşılıyor ki, “güven duyulacak kimse yok ” Bu anlayışla insanlar, hayatlarına çizgi bulamazlar Çocuklarına örnek bir kimse gösteremezler Hedef de tayin edemezler Yine bu iddiadan da, kendilerinden olmayanları malzeme etmek maksatı ortaya çıkmıştır İşte böylece batı ülkelerinin halkını bir kuşa çevirmiş, doğalarından kazandıklarını ellerinden almışlar ve istediklerini yaptırmışlardır
HEİNRİCH HEİNE: Kitaplar yazarak zekâsını ve cerbezesini romantikler, idealistler ve Katoliklerle alay etmek yolunda kullanmıştır
Bilindiği gibi Alman milliyetçiliği ve hedefi vardı Alman ideali, dünyaya Alman milletini kabul ettirmekti Bunu yapacak olan Almanlar, Katolik mezhebinden idi Böylece bir ideali gerçekleştirmek gayretini, hayvan tipler romantik buldukları için, romantikler diye kaleme alınmıştı Hein’in bu mealdeki eserleri yayınlandıktan bu yana, Almanya’da Katoliklik gevşemiş, idealistlerden kimse kalmamış sayılır Yani Alman milliyetçiliği bitmiştir
Oysa insanlar layık oldukları saygıyı bulabilmek için, şahsiyetli olmak zorundadırlar Şahsiyetli olmak ise, kimliğini iddia ve ispat ile olur Bu ise, dindarlık, idealistlik ve dava Adamı olduğunu, milliyetçilikle meydana koymaktır Tabiidir ki, milliyetçiliğin gerekleri vardır Yapıcı milliyetçiler, yıkıcılara fırsat vermez Yapıcı taraf faal olursa, yıkıcı taraf hemen iflas etmek zorunda kalır
Yıkıcı taraf iflas etmemek için gerçek mücadele veremez Mücadele yeri ne, kalemleriyle kafaları oyalamak, milliyetçilik faaliyeti yapan düşünceleri dumura uğratmak, onların son hızla savaşları demektir ve öyle yapıyorlar
ALBERT EİNSTELİN: Ulm’de doğmuş Yahudi Einstein, zaman ile mekanın aynı şey olduğunu, tam olarak ne zamanın, ne de mekanın mevcut bulunmadığını, her şeyin daimi bir görelik üzerine kurulduğunu iddia ediyor Onun hem cinsleri, hemen arkasından; “modern ilim” diye iftihar ediyorlar, eski fizik binasının yıkıldığını ilan ediyorlar Bu, dünyaya yeni bir çığır açmış havasıyla yayılıyor ve herkes tarafından kabul ediliyor
Masallar, hatıratlar şu yana Einstein’e soralım: Eski fizik binasını yıkıp, yeni yaptığı fizik binasında ne vardır?
Onun nazariyeleriyle ders okutuluyor Türkiye’de fizik ve kimya okuyanlardan meslek sahibi olup çıkan var mı? Altı üstü relativite Bu ise, çok eskilerden beri, daha açık biçimde izah edilmiştir Einstein’ın yaptığı, fizik âlemine ait kavram karışıklıklarıyla, eski net anlayışları karıştırmaktır
Açıkçası, o da fizik alanındaki kesin ölçüleri bozmuş ve karıştırmıştır “Yeni” diye, eski buluşları karışık biçimde ortaya getirmiştir Kendilerine ait fizik müesseselerini zengin etmiştir Hiç bir iddiasında, eskisi gibi kesinlik ve açıklık yoktur Örgünöz Beşli Dizgeleri (Temel Kitap)’nin “Madde-Hareket” kısmını okuyanlar, Einstein’ın ne kadar yanlış açıklamaları olduğunu anlamışlardır
KARL MARX: Din, ahlak, sanat, politika gibi idealler, gerçekten çok yüksek ideallerdir Bu yüksek ideallerin, aşağı ekonominin fışkı ve gübresi içinde yetiştiğini iddia eden Yahudi Marx’a sormak lazım:
Dinin, ahlakın, sanatın ve politikanın ekonomi ile ilişkisi ne kadardır? Bunu biliyormuş gibi bilinçsiz ve kafasız iddia sürmekte maksatın nedir?
Din, ahlak ve sanat, ekonomiyi, hayvanın otlanması gibi sayar Bu yüksek ideallerin politikası, bunu içerir Bu gerçeği tersine çeviririce, aşağı ekonominin içinde; dini, ahlakı, sanatı ve politikayı boğmak ve o gübrenin içine katmak maksatı çıkar ortaya Günümüzün çirkin hayatını meydana getiren, bu saçma iddiadır
Bugün insanlar, hırsızlığa zorlanıyor Doğru dürüst geçinen bulunmuyor Ekonomi bile, saçmasının fışkısında boğulup gidiyor Bu şaçma iddia için, ciltler dolusu kitaplar, “Kapital”’ler yazılmış ve yazılıyor Bunların hepsi, sermayeyi birleştirip, yönetimi sermayenin eline vermek, halkı kısıtlı köleler olarak çalıştırmak değil midir?
Bu saçmayı dünyaya kabul ettirmek için ne kanlar dökülüyor 150 yıldır bunun propagandası yapılıyor, militanlar besleniyor Uygulanan ülkeler ise, tekrar gen dönmek zorunda kalıyor
MAX NORDAU: Avrupa ülkelerinde kese dolduran Yahudi azınlıklar, halkı soyup, büyük işler kurmuş; kendi varlıklarını, o ülkelerin zenginliği gibi göstermişler, Buna muvaffak oluncaya kadar, yani 19 asrın sonuna kadar Tolstoy, İbsen, Nietsehe, Verlaine, Avrupa medeniyetini ve başarılarını öven, hatta en ileri ülkeler olarak dünyaya kabul ettiren şairler ve kalemler olarak tanınıyordu
Böylece o ülkeler de kendilerini, dünyanın en ileri ülkeleri olarak biliyorlardı Budapeşte’li Yahudi Max Nordau, adı geçen meşhur şairleri, birer mütereddi (1) ve medeniyetlerin de yalan üzerine kurulmuş olduğunu gösteri verdi
Yahudiler öyledir Maksatını gerçekleştirinceye kadar ne kadar yalan, hile varsa yapar, bütün alçaklıklara iner Başardıktan sonra da, her şeyini itiraf etmekten çekinmez Onların bütün maksatları, güvenecek dal bırakmamaktır Güvenecek dal bırakmamak için de, kendilerinin iddiasını bile kendileri yalanlar, böylece şaşırtmalarını sürdürürler
İşte görüyoruz ki, bugün dünyada geçerli ve tutarlı diye savunulan fikir ve sistemler, sadece yıkıcılar için tutarlı ve geçerlidir Yapıcıları yıkmaya, şahsiyetsiz hale getirip, istediklerini yaptırmaya doğru onları ilerletiyor Mevcut fikir ve sistemlerin bize yarar hiç bir tarafı olmadığını, kendi hayatlarımızdan da görüyoruz
Bizi öyle uyuşturmuşlar ki, beynelmilelciliğe heves edenler çoğalıyor
Beynelmilelciliğin temelini bilmeden, yıkıcı tarafın çeşitli muvaffakiyetlerini geliştiren girişimlere nasıl uşak oluyoruz Bunun farkında olan var mıdır? Varsa, onlar, Yahudi uşaklığını gönüllü olarak kabul etmişlerdir
TARİH NİÇİN LAZIMDIR?
Tarih, kişilerin esas kimliği niteliğindedir Çünkü kişilerin oluşu, hatta yapısıdır tarih, hatta tarihtendir insan İnsan ki insandan dünyaya gelir ve sahiplik üzeredir, kimliğini geçmişinden bulabilir Eğer geçmişini, nereden, kimlerden geldiğini, ecdadını öğrenmeye niyeti yoksa, ot gibidir
Geçmiş dedelerini, milletinin geçmişini bilmiyor, öğrenmeye razı olmuyor ve lüzumuna da inanmıyorsa, ya geçmişinden yüzü kızaracak diye korkuyor, ya da kendi hiçliğinden kimliğini gizlemek istiyordur
Bunlar da değilse, esir yaşamaya teslim olmuş, kendi hiçliğine boyun eğmiş, kendisini düşmanına adamış demektir Bilinç meselesi diye bakamayız bu konuya Çünkü yaratılışın merakı ve gelişimidir tarih Bu konudan hiç kimse kendisini tabii olarak soyutlayamaz
Bu gerçeğe göre tarih; geçmişten ders, ibret ve örnekler almak, gününü ona göre düzenlemek, geleceğini de yine tarihinden aldığı derslere göre ayarlamak içindir Onun içindir ki biz tarihe; hayat bütünlüğünün dersi diyoruz
(1)Mütereddi: “Her şeyini kaybetmiş her meiyetten kaymış hayatı yakından ibareı olanlar” anlamındadır
|