Yalnız Mesajı Göster

Hermetik Felsefenin İslam Düşünce Tarihinde Görünümü

Eski 07-22-2012   #1
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Hermetik Felsefenin İslam Düşünce Tarihinde Görünümü



“Ebu’l Hukemâ”: Hikmetin Atası
Hermetik felsefenin İslâm düşünce tarihinden görünümü
yazan Mahmud Erol KILIÇ

“Dinler Tarihi”, “Felsefe Tarihi” ve “Bilim Tarihi” sahaları, tarihî (diyakronik) olarak geriye doğru götürüldüklerinde her üçünün kesiştiği bir hem-zaman (senkronik) nokta üzerinde müşterek bir motifin durduğu görülecektir Farklı gelenek ve kültürlerde değişik isimler altında tezâhür eden bu figür daha çok hâkim greko-latin kültüründe çağrıldığı şekli olan “Hermes” ismiyle şöhret bulmuştur Felsefe tarihinde, bilim tarihinde ve edebiyat tarihinde mitolojik ve yarı-mitolojik bir görünüm altında karşımıza çıkan bu figürün dinler tarihi sahasında bir peygamber ile özdeşleşerek daha tarihsel bir zemine oturduğu göze çarpar Eski Mısır dinindeki “Toth”u, İbrânî dinindeki “Uhnuh”u, Budizmdeki “Buda”yı, Zerdüştlükteki “Hûşeng”i ve İslâm dinindeki “İdris”i hep bu“Hermes” karşılığı olarak düşünme bir bakıma modern anlamdaki mukayeseli dinler çalışmalarının da başlangıç noktasını oluşturacaktır Bu motifin farklı isimler altında tezâhür edişini tevhîd etme çabalarında, meselâ İbranilerin “Uhnuh”u ile Müslümanların “İdris”inin aynı şahıslar olduğunu ileri süren Taberî1 ve Fahreddin Râzî2 gibi düşünürlere Bîrunî ve benzerlerinin “Buda” da olabileceği ihtimalini katmaları3 bu karşılıklı irtibat ağının kapsamının ne kadar geniş olduğunu gözler önüne sermektedir Pek kabul görmese de onun daha geç döneme âit bir şahıs, meselâ Yeni-Fisagorcu Ammonius Saccas (ki o çok sonraki Hermesçilerdendir) veya İskender’in beraberce âb-ı hayatı aramaya çıktığı aşçısı Andreas olduğunu dahi ileri sürenler olmuştur Mâmâfih ondan bahseden efsanevî rivâyetlerle örülü bir takım yazılı metinleri çözmeye tâbî tuttuğumuzda söz konusu bu rivâyetler arasındaki bütün farklılıklara rağmen “Hermes” motifinin bütün kültür ve medeniyetlerde asgarî şu üç özelliğe sahip oluşta birleştiklerini de görürüz Onun ne kadar evrensel bir kimlik olduğunu ispatlayıcı bu özellikler şunlardır:

a-) Bir şekilde Tufan’la beraber anılır; Yâni ya ondan önce veyahut sonra yaşamıştır

b-) Bütün kültürlerde seçkin, bilgili, nebî veya velî bir kişiliği vardır

c-) En dikkat çekici olanı da bütün geleneklerde onun yüce bir makâma çıkmış olması, ölmemesidir


Mitolojide Hermes

“Hermes” kelimesinin etimolojik kökeni hakkında farklı görüşler vardır Bu kelimenin aslının Süryânice olduğu ve “Âlim” anlamına geldiğini söyleyenlere göre “Hermesü’l-herâmise” tamlaması “Âlimlerin âlimi” demek olur Mandeistler, nûr meleklerinden biri olan Zehrun’u güneş feleği ile özdeşleştirdiklerinden “Hürmüz” ya da “Hermez” kelimelerinin buradan geldiği ve daha sonra Sâbiîlerce “Hermes”e dönüştürülmüş olabileceği ihtimali üzerinde de durulur Çünkü Sâbiîler Mısır’lı “Hermes”i peygamberlerinden biri olarak görmekteydiler Ayrıca Sâbiîlerin “Hermes” için kullandıkları “Buzasaf” ismi ile “Budha” ismi arasında bir etimolojik benzerlik de göze çarpmaktadır İbranîlere göre ise onun adı “Uhnûh”tur ve “ders vermek”, “inâbe vermek” ya da “aydınlatmak” anlamlarına gelir4 Bu durumda “Uhnuh” ismi de if’al babından “çok ders vermek, çok ders çalışmak” anlamlarına gelir ki buradan da Arapça’da gayri munsarif cemî bir kelime olarak “İdris” ismi türetilir5 Diğer bir görüşte ise eski Mısır tanrılarından “Ahnaton” kelimesinin “Uhnuh”a, “Oziris” kelimesinin de “İdris”e dönmüş olabileceği ileri sürülür6 Tarihçi Mes’udî “Hermes” kelimesinin Utarid demek olduğunu söylerken ona tarihî oluştan ziyâde kozmik bir yer biçer7 Zaten Hind geleneğinde de bir felekî Budha bir de tarihî Budha bulunmaktadır Tarihî Budha’nın annesinin adı Maya’dır Grek mitolojisindeki Hermes’in annesinin adının da Maia olması hayli ilginç mukayeseler ortaya çıkarır Pers kültüründe ise ona “Hûşeng” adı verilir ve onlara göre ulvî şeylerden ilk bahseden odur ve dedesi Adem (Giyomert) gündüzün ve gecenin saatlerini ona öğretmiştir Ayrıca Zerdüştlükteki “Daena” kavramı ile Hermesçiliğin “Tam Tabiat” kavramı arasında şaşırtıcı benzerlikler bulunmaktadır

Bütün bu efsânevî rivâyetlere göre ilk defa mâbed inşa edip içerisinde Allah’a ibadet eden, Tıb bilimi hakkında ilk konuşan ve Tufan’ın geleceğini de ilk o haber veren bu kimsedir Onun hikmetin kaybolmasından korktuğu için “el-Barbâ” (çoğulu:barâbî) ve Panopolis (Ihmîm) isimli piramidleri inşâ ederek kendinden sonra gelecekler için bütün ilimlerin formüllerini bunların iç duvarlarına kazıdığı da rivâyet edilir Bu yüzden “Hermes” kelimesi ile “Ehram” kelimesi arasında da bir irtibat kurulur8 Homerik ilâhilerde ondan “Taş yığınına ait” diye söz edilmesi de bu görüşü destekler mahiyettedir9 Onun tarafından iç duvarlara kazınıldığı rivâyet edilen bu yazılara da “hiyografi”, yani “kutsal harfler” denilir Zîra o, hikmetin ehil olmayan ellere geçmesini önlemek için bu şekilde bir sembolik yazı kullanmıştır Buna aynı zamanda “Enoh Harfleri” de denilir Bir diğer efsâneye göre Enoh, Tanrı’nın dokuz kat semaya yükselttikden sonra kendisine söylemiş olduğu gerçek adını (İsm-i Âzam) tepesi aşağıya doğru üçgen şeklindeki bir altın plaka üzerine kazımış ve bu altın plakayı bir akik taş üzerine yuvalamıştır Sonra derin bir çukur kazıp içine üstüste dokuz tane kubbeli oda yapmış ve akik taşı en alttaki odaya sakladıktan sonra hepsinin üzerine bir mâbed inşâ etmiştir Taşköprülüzâde’de10 bütün bu rivâyetlerin yansımalarını şöyle görmekteyiz:”İdris aleyhisselâm Nuh”tan öncedir denildi Bazıları peygamberlik mansıbı verilenlerin birincisidir dediler Adı Ahnuh b Berd b Mehlâil b Enuş b Kaytân b Şit b Adem’dir Vehb “Nuh’un dedesi Ahnûh’tur” dedi İdris ismi Süryanicedir Bazıları, Arapçadır ve dirâsetten türemedir, çünkü suhûfu çok okur, tedris ederdi dediler Eski Yunanlıların Hermes dedikleri kimse ve daha sonraki feylozofları fizik, kimya ve tıp bilgilerini İdris aleyhisselâm’ın kitabından çaldılar” Bunun yanısıra Mehmed Ali Aynî ise; “Hakikat halde Hermes bir ism-i cinstir “Manou”, “Boudha” gibi Yani hem bir âdeme, hem bir tarîka ve hem bir mâbûda delâlet eder Hermes, bir âdem olmak îtibârîyle Mısır’ın en eski ve büyük bir mürşididir Tarîk olmak üzere de kendisine anânât-ı gaybiyye ve esrâr-ı bâtınıyye emânet edilmiş olan rehberler demektir Mâbûd mânasına gelirse Utarid’e işaret eder Zîra Utarid’i kendi sipehriyle beraber esrâr-ı lâhutiyyeye vâkıf bir sınıf ervâha teşbîh etmişlerdir”11diyerek tek bir “Hermes”ten değil ancak Hermeslerden bahsedilebileceği görüşünde olanlara iştirak eder Onlara göre bu bir özel isim değil bir sıfat, bir cins isim ve hatta bir lakap olduğundan tek bir kişiye değil de gaybî ve sırrî ilimlerde otorite olan bir takım şahsiyetlere verilen ortak bir ünvandır

Platon’un iki yerde12 aritmetiğin, cebirin, geometrinin, yazının ve diğer bazı ilimlerin kurucusu olarak bir Mısır ilahî kişisi olan “Theuth”tan bahsettiği görülür Zîrâ eski Mısırlılar onu “Thoth”, “Tahuti”, “Thech”, “Tat” gibi isimlerle anarlardı ki bu kelime “Mürşid” veya “Öğretmen” anlamlarına gelmekteydi Mısırlıların bu ismi “Aa Aa Tehuti” şeklinde telaffuz ettikleri söylenir ki buradaki “Aa Aa”; “Üç kere büyük” anlamına gelir Grekler de bu ifâdeyi “Trismegistos” olarak kendi dillerine çevirince bunun anlamı üzerinde hayli farklı yorumlar gelişir Bazı Müslüman düşünürler bu üçlü oluşa “Üç kere hikmetlenmiş” (Müselles bi’l-hikme) anlamını verirlerken bunu nîmetler üçgeni dedikleri Nübüvvet, Hikmet ve Hilâfet’in Allah tarafından ona bahşedilmesi olarak anlamaya meylederler13 Diğer bazı müellifler ise bundan üç ayrı tarihî Hermes olduğu anlamını çıkarırlar Meselâ Ebû Ma’şer el-Belhî’nin (ö272/885) Kitabu’l-Ulûf’unda şöyle dediği rivâyet edilir: “Hermes adıyla anılan üç şahıs vardır Birinci Hermes -ki üçlü lütûf ona ihsan olmuştu ve tufandan önce yaşamıştı “Hermes” kelimesi bir ünvandır Tıpkı Kayser ve Hüsrev gibi İkinci Hermes, Babilli idi Kildanilerin şehri Babil’de yaşadı Tufandan sonra Nibrizerbanî ? zamanında hayat sürdü Tıp ve felsefede üstad idi Sayıların özellikleri hakkında bilgi sahibi idi Aritmetikçi Pitagoras onun talebesiydi Kildanilerin bu şehirleri doğunun felsefeciler şehriydi Üçüncü Hermes ise Mısır şehrinde Tufandan sonra yaşamıştı Zehirler ve hayvanlar üzerinde kitapları vardı Tabib ve felsefeciydi Şehirler kurmada ustaydı Simya ve onun tekniklerine dair kıymetli eserler yazdı Suriye’de Ansklepius isimli bir öğrencisi vardı14

Hermes’in Eski Mısır rivâyetindeki efsanevî şahsiyeti ve bu efsânevî kimliğe atfedilen düşünceleri daha sonraki Yunan ve İslâm felsefî geleneklerindeki muhteva ile hayli ilginç benzerlikler gösterir Yine efsaneye göre Thoth, İsis ve Oziris’in oğlu olan güneş-tanrısı Horus’un oğludur Hiyeografik yazıtlara göre Toth, Tanrı Ptah’ın kalbi ve dilidir ve aynı zamanda onun haberlerinin taşıyıcısıdır (Hermeneutes) İÖ300’lü yıllara gelindiğinde işte bu “Toth” ve “Hermes” figürlerinin özdeşleştirilmeye başlandığına şahit oluruz Herodot, “Toth”un “Hermes” olduğunu, Yahudi alim Profiat Duran da “Enoh”un “Hermes” olduğunu ileri sürerler15 Ancak Mısırlı “Toth”un Yunanlı “Hermes” olması sürecinde “Toth” varlığının saf semâvî olan yanını kaybetmiş ve bir takım kozmik güçlere sahip bir Grek tanrısı haline gelmekten de kaçamamıştır Daha sonraları ortaya çıkacak olan “Hermesçilik” akımının saf metafizikten ziyâde doğa bilimleri ve majiyle ilgilenmesinin temellerinin de bu decadance’da yattığı bir gerçektir Bununla beraber eski Yunan’da Hermes’in arz ile sema arasında bağ kurucu ve yukarının yorumcusu (hermesneuta) olarak görülmesi her ne kadar bu geçişte bir dönüşüme uğramışsa da bazı yönlerinin halâ muhâfaza edildiğini de gösterir Bugün adına “Hermenötik” denilen yorum ilmi işte onun bu fonksiyonundan neşet etmiştir Yunan’a geçince o artık bir tabibler, müzisyenler, tüccarlar, yolcular, çobanlar ve de en önemlisi ilham tanrısıdır İbranî Makkaba mistiklerinde olduğu gibi burada da rüzgarların, bulutların, şimşeklerin ve diğer bazı tabiat olaylarının tanrısıdır Ayrıca eski Yunanlılara göre insan öldükten sonra onun ruhu bir nefes, bir rüzgar gibi çıkıp giderdi İşte rüzgarların Tanrısı Hermes bu gökte başıboş gezen ruhları toplar ve yargılanmak üzere yüksek mahkemeye sevkederdi Elinde tıpkı Toth’unki gibi bir asa vardır ki bu özelliği de Mısır Toth’unun ölüleri yargılaması sahnesindeki durumuna benzemektedir Diğer bir ilginç benzerlik de Mısır’lı Toth’a atfedilen Hermetik Külliyat’ın en baş risalesi olan Poiemander’in Grekçe “İnsanların Çobanı” anlamına gelmesidir ki bu da Yunan mitolojisindeki “Hermes’in Çobanı” öyküsüne benzemektedir16 Ayrıca yedi telli lir sahibi Orfe ile yedinci patriyark olan Enoh arasında da bir irtibat kurulur ve Hermes’e 7 sayısı atfedilir Ayrıca “Enoichion” kelimesinin Grekçede “İç gözü, kalp gözü” anlamlarına gelmesi de yine ilginç iç bağlantıların kurulmasını sağlar

Romalılar ise ona “Merkür” ya da “Merkür Trismegiste” adını verirlerdi Çiçero’ya göre, Argus’u öldüren beşinci Merküri bu olay üzerine Mısır’a kaçmak zorunda kaldı ve orada Mısırlılara kanunlar ve öğütler verdi Mısırlılar ona Theuth adını verdiler ve yılın birinci ayını (September-Eylül) onun adıyla andılar Bu nakli Çiçero’dan yapan Lactantius ilave olarak Hermopolis kentini kuranın da o olduğunu ve bu şahsın Platon’dan Pithagoras’dan ve hatta Yedi Bilge’den de çok daha önce yaşadığını söyleyerek onun antikliğini savunur Tertullian “Enoh’un Kitabı”nın tufan öncesine ait olduğunu ve Nuh’un gemisinin kitaplığındaki kitaplardan birisi olduğunu söyler Vergicus onun HzMusa’dan önce yaşadığını, Patricius Hz Musa’dan az önce yaşadığını, Flussas Candala ise onun Hz İbrahim’in çağdaşı olduğunu söylerlerken Isaac Casaubon, Isaac Voss ve Büyük Fabricius gibi yazarlar onun Hz Musa bir yana Homeros’dan bile geriye götürülemeyeceğini iddia ederler

Ebu’l Ferec (Bar Hebraeus) ise Tarih’inde şöyle söyler: “Tanrı, Enoh’u kendi nezdine yükselttiği zaman [oğlu veya torunu] Asklepious son derece mahzun oldu Çünkü yeryüzü ve sakinleri onun bereketinden ve hikmetinden mahrum olmuştu O da onun, semaya yükselen bir adam şeklinde akıllara hayret veren bir resmini yaptırmış ve ibadet ettiği mabede Hermes’in bir heykelini koydurmuştu Mabede girdikçe, sağlığında nasıl karşısına geçip oturursa öylece oturuyor ve böylece feyiz alıyordu Denilir ki yeryüzünde heykellere tapınma ilk kez bununla başlamıştır Çok zaman sonra da Yunanlılar bu heykelin Asklepious’a ait olduğunu zannederek ona son derece saygı göstermeye ve onun huzurunda and içmeğe başladılar Hipokrates her tabibin onun adıyla konuşmaya başlamasını ve her tabibin ona benzemeye çalışmasını isterdi”17


İslâm Kültüründe Toth/Enoh/Hermes ve İdris/İlyas/Hızır İlişkisi

İslam kültüründe İdris peygamberin mukâbili olarak “Hermes”in düşünülmesinde ya Yunan versiyonunun veya İbrânî versiyonunun (isrâiliyyât) bazı izleri açıkça görülür Felsefî literatürde ilki, din ilimleri sahasında ise daha çok ikincisi baskındır Zâten cevherî (perennial) bir motif olması hasebiyle onun Kitab-ı Mukaddes’te geçen kıssası ile Kur’an’da geçen kıssası arasında bazı benzeşmelerin bulunması bu şekilde düşünmeye zemîn hazırlayan en başlıca âmildir Yânî; “Enoh”(Uhnuh); a-) dindar bir insandır, b-) yeryüzünde 365 sene yaşamıştır, c-) ölmemiş göğe çekilmiştir (Tekvin, V/23 vd) Kur’an ’da İdris’den iki yerde doğrudan bahis bulunmaktadır İlki;”Kitapta İdris’i de an; çünkü o çok sadık bir Peygamberdi Biz onu yüce bir mekâna yükselttik” (Meryem, 56-57); İkincisi ise “İsmail’i, İdris’i, Zül-kiflide hatırla Bunların her biri sabredenlerdendi” (Enbiya, 85) şeklindedir18 Fakat ilginç olan”Ve İlyas da şüphe yok ki gönderilmiş peygamberlerdendi”(Saffat, 123) ayetinin tefsirinde İbn Abbas ve İbn Mes’ud’un buradaki “İlyas”ı İdris olarak tefsir etmeleridir ki bu rivâyet daha sonra İlyas/İdris berâberliğinin Hızır motifine dönüşmesinde de temel teşkil edecektir Hatta İbn Mes’ud’un kendi mushafında bu ayeti “İdris” olarak imlâ etmiş olduğu dahi rivayet edilir19 Ayrıca Saffat suresi 130 ayette geçen "İlyâsîn"den maksadın hem “İlyâslar” hem de “İlyâslık” sıfatı mânâsı olduğu söylenir ki bu İlyâslık fonksiyonundan “Hızır” motifi doğar20 Bu durumda İdris, İlyâs ve Hızır bir ve aynı hakikatin değişik zaman ve fonksiyonlarda aldıkları farklı isimler olmaktadır Ayrıca İdris hakkındaki bazı rivayetler arasında yer alan onun miraçta Hz Muhammed ile dördüncü kat semada görüşmesi hadisesini yukarıda nakledilen dördüncü feleğin Güneş feleği olduğu yorumuyla beraber aldığımızda mitolojik rivayetlerde geçen güneş feleğinin sorumlusu Hermes/Toth ile arasındaki ilişki daha da belirginleşir İki çağdaş ve püriten müfessirden Seyyid Kutub’un Fîzilâli’l-Kur’an21 isimli tefsirinde İdris ile Mısır’lı Toth arasında, Ebu’l-Alâ el-Mevdudî’nin Tefhîmu’l-Kur’an’ında22 ise İdris ile Enoh arasında irtibat kurulması yine hep bu motifin değişik geleneklerde yer alan farklı rivayetleri arasında tevhîd edilme çabalarından başka bir şey değildir Afîfî ise gerek el-Kıftî’nin, gerek İbn Ebî Useybia’nın ve gerekse Yâkubî’nin Hermes-Enoh-İdris özdeşleştirmesini Kindî’nin çağdaşı ünlü Yahudi astroloğu Ebu Ma’şer’den aldıklarını ileri sürer23 Hâsılı Müslümanların bu konudaki yorumlarının geniş bir yelpazeye oturduğu Nişancızâde’nin şu örneğinde de çok açık bir şekilde görülür: “Hzİdris’in (as) mucizeleri reml ilmi olup, hey’et, nücûm, hesab, tıb, nebatların sırları ve nice acîb ilimler, garib sanatlar, yazı yazmak, dikiş dikmek, terazi kullanmak gibi şeyler hep ondan zâhir olmuştur Sahifelerinde semavî sırlar, ruhanilere hükmetmek, acîb ilimler, varlıkların özellikleri ve her çeşit bilinmeyen şeyler vardı Harflerin özellikleri ilminde bir kitap yazdı Aristo ve nice bilginler buna şerhler yazdılar Daha bir çok kitaplar yazmış olup, çok sayıda talebesi vardı Mısır’da Münif şehrinde doğmuş ve yaşamıştır Dünyanın her tarafını gezmiş, yine Mısır’a gelmiştir Bazı kitaplarda yazar ki, ilmin menbaı, hikmet ve nazarî ilimlerin üstadı idi Seneleri ve hesabı insanlara öğretti Zamanı halkına gelecek bütün peygamberlerden ve Tufan’dan haber verdi ve son Peygamber Muhammed Mustafa Hazretlerinin (SAV) güzel sıfatlarını beyân etmiş idi İdris’de Allah-u Teala’nın ihsanı ile Peygamberlik, hikmet ve hilafet toplanmıştı Bunlara “Nimetler üçgeni” denir Halkını üç kısım etti; biri melikler ve amirler, biri kahinler ve alimler, biri de avam ve reâya idi”

Şîa’nın en geniş rivâyet ansiklopedisi olan Meclisî’nin Bihâru’l-Envâr’ında25 “İdris’in Sahifesi” isimli bir bölüm vardır Tahran Üniversitesi Kütüphanesi (Danişgâh) Nr955’de kayıtlı yüz küsur sayfalık bir es-Suhufu’l-İdrîsiyye nüshası daha bulunmaktadır Ayrıca Ebu Bekir Muhammed b Hasan el-Nahvî’nin Yunancadan Arapçaya çevirmiş olduğu “Sifr-i İdris”ten bazı parçalar Sprenger tarafından1856 yılında Journal of Asian Society of Bengal dergisinde yayınlanmıştır Sprenger bu apokrifik metnin Enoh’un Kitabı’nın Arapça tercümesi olabileceğini söyler Keşfu’z-Zünun’dan26 öğrendiğimize göre İbn Seb’în bu Sifr-i İdris’e bir şerh yazmıştır Bu “Sifr-i İdris” veya “Sahife-i İdris” daha çok İdris’in hikmetli sözlerini içerdiğinden ancak Hermetik Külliyat içerisinden Poimander ile mukayese edilebilir

Daha önce de temas ettiğimiz gibi bazı müslüman düşünürler ise “Hermesü’l-müselles” tabirinden herbiri değişik özelliklere sahip üç tane Hermes olduğu sonucunu çıkarırlar

Onlara göre “Birinci Hermes” veya “Hermesü’l-Herâmise”nin Gauomarth’ın sülâlesinden geldiği ve Uhnuh ve İdris ile aynı olduğu kabul edilir ve insanlara gökler hakkında ve tıp konusunda bilgiler veren ilk insandır Harflerin ve yazının mûcidi olduğuna ve insanlara giyinmeyi öğrettiğine inanılır Ayrıca Allah’a ibadet için evler bina eden ve Nuh tufanından haber veren de odur

“İkinci Hermes” ya da “Bâbilli Hermes” ise Tufandan sonra Bâbil’de yaşamıştır Tıp, felsefe ve sayıların havassı ilmi (ilmu havâssi’l- erkâm) üstâdıdır Tufandan sonra ilim ve hikmeti yeniden ihya eden kişidir Nemrud’un tahribinden sonra Bâbil’i yeniden inşa eden de odur Ayrıca Pithagor’un üstâdıdır “Üç Kere Hikmetli Hermes”in (Hermes Trismegistos) bu olduğu söylenir Bu ikinci Hermes ile ilgili isrâiliyat türünden şöyle bir efsânevî öyküye de yer verilir Rivâyete göre Nuh’un iki üvey kardeşi daha vardır Tufan’dan önce bu iki kardeş tüm bilimlerin temelini oluşturan Yedi Bağımsız İlmi bulmuşlardır Tufan’ın yaklaştığı anlaşılınca bu bilgilerin kaybolmaması için kardeşlerden biri bunları bir taş sütun üzerine diğeri de içi boş ve su üzerinde yüzebilen bir tunç kütlesi üzerine işlemiştir Yüyıllar sonra Hermes bu iki sütundan birini bularak Yedi Bağımsız İlim’i öğrenmiş ve böylece bu bilimlerin babası sayılmıştır Ayrıca Kitâbu zehirâti’l-İskender’de Hermes’in tufandan önce bütün bilgileri deniz kenarında bir tünel içerisine gizlediği, çok sonra Balinus’un bunu bulduğu ve Aristo’ya, onun da bunu İskender’e naklettiği, İskender'in de vefat etmeden önce IAntiouchus’a bunları Ammuriya’da bir manastırın duvarının altına gizlemesini ve emrettiği şehir daha sonra el-Mu’tazid tarafından ele geçirilince söz konusu bu kitabın da bulunduğu rivayetler arasında yer alır Aynı öykü Balinus tarafından Sırru’l-Halîka’nın baş kısmında aktarılmaktadır

“Üçüncü Hermes” ya da “Mısır’lı Hermes” ise Fustat yakınlarındaki Münif kentinde (ki İskenderiye’den önceki ilim merkeziydi) doğmuştur Agathedemon’un öğrencisiydi Bir çok şehir bina etti (Urfa vs) Her iklimin halkına kendi özel durumlarına uygun gelenekler verdi Hayvanlar, tıp, felsefe, simya, zehirli bitkiler hakkında kitaplar yazdı Hilalin ilk görünüşü ve güneşin yeni bir burça girişi gibi birtakım astrolojik kavuşum zamanlarına ait bazı ritüeller düzenledi Kendisinden bilim, felsefe ve adalet üzerine bazı kıymetli sözler nakledilir Asclepius’un hocasıydı27

Görüldüğü gibi birinci Hermes hakkındaki rivayetler İdris (as) hakkında anlatılanlara benzemektedir Bu durumda ikinci Hermes Bâbilli, üçüncüsü de Mısırlı bir başka şahıslar olmaktadır Bu sonuncu Hermes’in İskenderiye okulu mensublarından biri olan ve Aristo ve Platon’u şerheden Hermesü’l-İskenderî olduğu da yine bazı rivayetler arasında yer alır

Âlimlerin çoğu Hermes’in doğum yeri olarak aşağı Mısır’ı (Münif) gösterirler Bazıları da Bâbil’de doğduğunu ve Adem ve Şit’in şeriatından yüz çevirenlerden ayrılması istenildiğinde Mısır’a geçtiğinden bahsederler Onun doğum yeri olarak olayın hikaye edildiği kültüre göre, Yemen, Mısır, Babil, Fars vb gibi değişik yerler ileri sürülür Herevî “Kufe’de İdris (as)’e atfedilen bir makam olduğunu ve doğum yerinin Harran olduğunu söyler” 28 Ayrıca Lübnan’daki Cebel-i Lübnan’da ona atfedilen bir makâm bulunmaktadır ve bu dağlar bazı mezheplere göre (özellikle Dürziler) bâtınî bir önem taşımaktadır Onun tufandan önce veya sonra yaşadığı konusunda da farklı görüşler vardır Kıftî, Ya’kubî ve İbn Ebî Useybia tufandan önce aşağı Mısır’da yaşamış olduğunu ileri sürerler29 Şüphesiz antik düşünceler ile müslümanların temâsa geçtiği yegâne kanal orta-şark Hristiyan merkezleri değildi Harranlılar arasında, Bâbil dinlerine ait unsurları Grek geleneğinin ezoterik yönleriyle birleştiren sâbiîlik adlı bir dinî gruplar vardı ki müslümanlar bu kanaldan da Babilin matematik ve astronomik bilgilerini almışlardı Çünkü bu Harran’lılar Yeni-Pisagorculuk ve Hermesçiliğin mirasçılarıydılar Sâbiîlerin Hermetik düşüncelelere sahip olmaları ve ehli kitap olarak görülmeleri daha sonra bu fikirlerin müslümanların eline geçmesinde büyük önem arzetmektedir Harranlı Sâbiîlerin en ünlü bilginlerinden olan Sâbit b Kurra, Hermes’in Kitâbu’l-Nevâmis’ini Süryaniceden Arapçaya çevirmiştir Kindi’nin talebesi İbn Tayyib el-Serahsî, Hermes’i sâbiî dininin kurucusu olarak görür Şemseddin el-Dimaşkî Nuhbetü’t-Dehr isimli kitabında “Sâbiî” sözcüğünün Sabi’den türetildiğini ve bunun da Hermes’in oğlu demek olduğunu söyler İbnü’l Esîr ise onu İdris’in oğlu Metuşlah’ın oğlu olduğunu nakleder Bugün dahi Irak’ta çok küçük bir cemaât olarak varlıkların sürdüren sâbiiler 7 Azer (Ocak) tarihini Hermes Bayramı olarak kutlarlar Mecritî’nin Gâyetü’l-Hakîm isimli eserinin sâbiiler üzerine olan yedinci bölümünde “Tabiat-ı Tamme” konusu bizzat Hermes’e atfedilir ve ona yapılan hayli ilginç şöyle bir münâcât aktarılır: “Biz seni bütün isimlerinle, Arapça ey Utarid, Farsça ey Tir, Latince ey Harus, Yunanca ey Hermes, Hindce ey Budd, diye çağırırız”30


Hermetik Külliyat (Corpus Hermeticum) ve Muhtevassı

Hermes’in bizzat kendisine ve onun adıyla anılan ekole nisbet edilen bir takım yazılı metinler günümüze biri Arap kaynakları diğeri de Grek kaynakları olmak üzere iki yoldan ulaşmıştır Grek kaynaklarına baktığımızda “Gerçekleri açığa çıkaran Toth”a atfedilen yüzlerce kitap olduğunu söyleyen rivâyetlerle karşılaşırız Mesela Jamblichus Misterler isimli kitabında son Toth aşığı olarak anılan Mısır’lı Rahip Manethon’nun Hermes-Toth’un 36525 kitabı olduğunu söylediğini nakleder Ona göre Mısır tarihinde Toth’un hakimiyetiyle başlayan döneme tanrıların hakimiyeti devri de denilmektedir Zîrâ o “rahipliği” [Nübüvvet], “hâkimliği”[ hikmet] ve “krallığı”[ saltanat] kendinde cem etmiş bir kimsedir Yine aynı kaynak bu sefer Seleucus ve Julius Farmicus’tan naklen Hermes-Toth’un 20000 kitab yazmış olduğunu söyler Lactantius da (ö MS 325) onun çok eseri olduğunu belirtenlerdendir İskenderiyeli Clement (MS 200) bu eserlerin Eski Mısır dini geleneği ile irtibatını açıkça belirtir ve Hermes-Toth’a 42 kitap atfeder ki bunun 10’u teolojiyle, 10’u ritüellerle, 2’si ilahilerle ve kralların riayet etmeleri gereken kurallarla, 4’ü astronomi ve astrolojiyle ve son 10’u da kozmografya, coğrafya ve diğer meselelerle ilgilidir (Stromates, VI/4) “Hâsılı bütün bu rivâyetlerden anlaşılan odur ki şöyle veya böyle ortada Hermes-Toth’a atfedilen muhteşem bir bilgelik kütüphanesi, devâsa bir külliyat bulunmaktaydı”31 İlk kez 1868’de Paris’te yayınlanan eski Mısır metinlerinden Turis papirüsünde kendisine îmâlara rastlanılan bu Toth Kitabı’nın veya külliyatının on bin veya yirmi bin yıllık bir geçmişi olduğu,32 Mısır medeniyetinde kutsal sayılan tüm ilimleri içerdiği; Gramer, Mantık, Hitâbet, Aritmetik, Geometri, Müzik ve Astronomi’den teşekkül eden Yedi Serbest İlimi -ki bu yedi sanat daha sonra gelen tüm bilimlerin kaynağını oluşturacaktır- bu Hermes-Toth’un bulduğu rivâyet edilir33 Ancak meşhur İskenderiye kütüphanesinin geçirdiği yangınlar ve tahripler sırasında bu tür eserlerin pek çoğunun zâyi olması da muhtemeldir

İşte Hermes-Toth’a atfedilen bu yazılı metinler daha sonra kesin tarihi bilinmeyen ama yaklaşık MÖ3000’li yılları olduğu tahmin edilen bir dönemde Grekçeye çevrilip tasnif edilmeye başlanınca günümüze kadar uzanan bir felsefî tarzın temelleri atılacaktı Zâten bir çok felsefe târihçisine göre Grek felsefesi orijinal değildi ve doğunun bilgeliğine dayanmaktaydı Greklerin katkısı daha çok bu metinlerin nakledilmesinde olmuştu MÖ 1yüzyılın başı ve MS 2yüzyılın sonu arasında Hermes’in Külliyâtı denen “Corpus Hermeticum”un ortaya çıkışını görmekteyiz Dolayısıyla şu an elimizde bulunan bu en eski Hermetik metinlerın büyük bir kısmı Grekçe ve çok az bir kısmı da Latincedir Corpus Hermeticum adıyla anılan bu külliyat, içerisinde “Asklepius”, “Kore Kosmou”, “Poimandres” ve “Toth’un Kitabı”yla beraber daha sonra gelen bazı kimselerin bir takım ilavelerini de barındırmaktadır Corpus Hermeticum üzerinde önemli çalışmalar yapan AJFestugiére bu metinleri iki döneme ayırarak incelemektedir Ona göre birinci dönem ile ikinci dönemin ayrım noktası MS400’lü yıllarda yaşamış olan Zosimos’dur Bu ilk dönemin kişileri öncelikle Hermes, Agathodaimon, Isis, Kleopatra, Ostanes, Maria ve Teophilos’tur MS400’den sonra ise şerhler dönemi başlar ve bu dönem MS7 asrın sonlarına kadar sürer MÖ3 ile MS3 yüzyıllar arasında meydana getirildiği sanılan 17 kitaptan müteşekkil bu eserler ayrıca muhtevaları bakımından da iki kategoriye ayrılırlar Birinci tip eserler tabir caizse “popüler hermetizmi” oluşturur ki bu kitaplar astroloji, maji, okült bilimler ve simya üzerinedirler İkinci tip eserler ise ilk tipteki popüler kitaplarla irtibatlı ama daha çok dinî ve felsefî yapıdaki “ilmî hermetik” kitaplardır Bu sayede her iki külliyat Hermetik düşüncenin amelî ve nazarî yanlarını oluştururlar34 Dağınık ve ayrı ayrı olan bu risalelerin kim tarafından ve tam olarak kaç tarihinde bir külliyat haline getirildiği ise kesin olarak belli değildir Toplu bir külliyat olarak bunun XIyüzyılda Psellus tarafından bilinmekte olduğunu biliyoruz Metinler Platon’un diyalogları tarzında yazılmışlardır Dil olarak Grekçe, bazıları da Latincedir Yalnız yakın tarihlerde Mısır’da bulunan gnostik metinlerinden Kıptice Nag Hammadi metinleri içerisinde bazı Hermetik yazılara da rastlanmıştır Çünkü bu metinler ile Enoh’un Kitabı muhteva olarak birbirlerine çok benzemektedirler

Netîce olarak bugün “Hermetik Külliyat” denilince başlıca şu eserler akla gelmektedir:

a-) Grekçe “Corpus Hermeticum”,

b-) Latince “Asclepius”,

c-) Grekçe Stobaeus’un (MS500) “Anthologium”u,

d-) Kıptice “Nag Hammadi” metinleri

Latince ve Grekçe asıllarından bugünkü Batı dillerine bu külliyatın çevirisini yapanlar daha çok ilk üç kitabı esas almışlardır Nag Hammadi metinleri ise yeni bulunduğu için genellikle ayrı olarak değerlendirilmektedir

Bu eserlerin en çok rağbet gördüğü ve bu yüzden kimilerince bu dönemde yazıldıkları iddia edilen MS II yüzyılın ilmî ve fikrî panoramasına bir göz attığımızda söz konusu bu dönemde Büyük Roma İmparatorluğunun en ihtişamlı günlerini yaşamakta ve savaş yerine barışın hüküm sürmekte olduğunu görürüz Eğitilmiş sınıflar yedi serbest sanata dayalı Greko-Romen kültürünü özümlemişlerdi özümlemesine fakat zihnî ve ruhî tatminsizlik de had safhadaydı Bu yüzyılda Grek felsefesi bir durgunluk dönemine girmiş ve Grek diyalektiği artık bir yerlere götüremez olmuştu Platoncular, Stoacılar, Epikürcüler üstadlarının sözlerini tekrarlamaktan başka bir şey yapmıyorlardı Fakat bütün bu fikri donukluklara rağmen hakikatin bilgisini elde etmek için ne pahasına olarsa olsun çaba sarfedilmekten de geri kalınmıyordu Ancak ne varki formel felsefî eğitimin cevab veremediği sorulara sezgiye dayalı mistik ve majik cevablar aranıyordu “Reason” yerine “Nous” daha bir ön plana çıktı Felsefe bir diyalektik alıştırma olarak değil ilahî olana yaklaşma aracı olarak görülmeye ve zâhidane dinî yaşayışla bir tutulmaya başlandı Bir üstad ve tilmizi arasında geçen diyaloglardan oluşan Hermetik metinler büyük vecd ile okunuyordu Platonculukta ve Stoacılıkta kısmen var olan düşünceler Hermesçilik’de bir din veya bir dinî felsefe olarak yaşanıyordu Yine bu dönemin insanına göre eski olan ilahî olana daha yakın görülmekteydi Pisagorculuğun yeniden canlanışına şâhid olunmaktaydı Grek rasyonalizminin başarıları MÖ3yüzyılda Grek ruhuna yabancı doğu dinî düşüncelerinin tehditleriyle sarsıldı İmparatorlukta doğu dinlerine ve kültürlerine büyük hoşgörü ile bakılmaya başlandı Özellikle Mısır dinî düşüncesi bunların en başında geliyordu Mitrayik sırlar ve mister dinleri de en yüce erdemler olarak görülüyordu İnsan ve kozmozun açıklanmasında MS1yüzyılın düşünürleri doğu Akdenizin rasyonel olmayan bazı doktrinlerine başvurmak zorunda kaldılar Bu yüzden söz konusu bu dönemde Gnostikler, Yeni-Eflatuncular ve Hermesçileri birbirinden ayırabilmek bir hayli güçleşti Hermesçiliğin ilmî yönü (İlmî Hermesçilik) daha sonra bazı Grek ekollerinin felsefî düşüncelerinin oluşumuna zemin hazırlarken daha alt düzey Hermesçiliğin (Vulgar, popüler Hermesçilik) içerdiği majik ameliyeler ise insanın kemâle erdirilmesi ve onun insan-üstüleştirilmesi için gerekli olan bazı ritüelleri veriyordu35

Binanaleyh Hermetik Külliyât “Corpus Hermeticum”[CH] muhteva olarak içerisinde bir çok eski Mısır dinî motifini, Tevratî, Zerdüştî, Stoacı, Platoncu, Yeni-Platoncu, Pisagorcu ve Gnostik temaları taşımaktadır Mircae Eliade’ye göre bu metinler toplamı az bir İranî tesirle beraber tamamıyle bir “Mısır-Yahudî (Judeo-Egyptian) senkretizmi örneğiydi36 Zaten kahramanlar, mekan ve mitler bu külliyatın Mısırlı bir ürün olduğunu açıkça göstermektedir Meselâ Külliyat içerisinde yer alan “Asclepius”da Mısırlıların dinî inançlarına ve onların kozmozun güçleriyle majik irtibatlarına oldukça geniş yer verilir “Poimander”de ise Tevrat’ın “Tekvin” babı ile hayli benzer bir uslubta dünyanın yaratılışından bahsedilir Diğer metinler ise ruhların felekleri aşarak nasıl ilahî sahaya ulaşmaya çalıştıklarından ve ruhun bu yükselişine engel olan beden ve madde bağlarından nasıl kurtulunacağından bahsederler Hermetik Külliyattaki öğretiler yer yer düalist Platonizme ve yer yer de panteist Stoisizme yönelir Yani hem görülmez bir Tanrı âlemde mündemiçtir ve hem de âlem Tanrı’nın doğrudan yaratması değildir Bousset’e göre ise Hermetik Külliyat “iyimser” ve “kötümser” olmak üzere iki doktrine sahiptir İyimser olan monistik ve panteisttir Buna göre âlem iyidir, güzeldir Çünkü o Tanrı’yı indimaç eder Onunla “görülmez Tanrı” kendisini tezahür ettirir (CH81/52) Bu yüzden âlemin güzelliğini müşâhade ve murâkaba eden kimse ilahilîğe varır Bir olan Tanrı (CH1111) her şeyi yaratandır Tanrı’dan ve âlemden sonra insan, üçgenin üçüncü köşesini oluşturur İnsanın gayesi “semavî şeylere tâzîm ve ibadet ve arzî olan şeylerin tedbir ve tedviridir” (Asclepius, 8) Kötümser doktrinde ise tersine, âlem en temelde kötüdür “Çünkü âlem hiç bir şekilde birinci Tanrı’nın işi değildir Zira birinci Tanrı her şeyin fevkindedir ve varlığının sırları içerisinde gizlidir Dolayısıyla âlemi terk etmeyen, ona sırt çevirmeyen Tanrıya ulaşamaz, dünya kötülüklerden mürekkep (CH64) olduğundan “ilahîliğe doğmak” (CH137) için o dünyaya “garib” kalmak şarttır (CH131) Poimander’deki âlemin ve insanın oluşumu tablosuna bakarsak androjenik en yüce aklın (nous) önce bir Demiurge yarattığını görürüz Bu Demiurge önce âlemi sonra da semavî insanı (anthropos) yaratır Bu semavî insan “sevmekle kandığı” aşağı katlara doğru iner ve orada “tabiat” (Physis) ile birleşerek yeryüzü insanını oluşturur Fakat o günden beri ilahî anthropos olan ayrı bir şahsiyyet olarak semada kalır İnsana can veren odur Onun hayatı insanî nefse, ışığı da akla (nous) intikal eder İşte bu yüzden yeryüzündeki nesneler içerisinde yalnızca insan hem ölümlü ve hem de ölümsüz çift tabiata yani hem ilâhî ve hem de dünyevî/cismânî iki yüze sahip varlıktır İnsan isterse “bilgi”nin yardımıyla tanrı[sal] olabilir Teknik tabiriyle Hermesçilik (hermetizm) Eski Mısır’da Hermes’in ardından kurulmuş olan öğretiye denildiği gibi bu tâlîmin verildiği ezoterik ekollerin çalışma sistemlerine de verilen bir ad olmuştur Bu öğretinin kalkış noktası hakikatin araştırılmasıdır Akılları gelişmemiş ya da gelişmeye elverişli olmayan kimseler gerçekleri anlayamaz ve onun yükünü kaldıramazlar Nefislerini hesaba çekemeyenlerin bazı gerçeklere ulaşabilme şansları yoktur Nefsanî istek ve tutkulardan sıyrılamayıp kötülüklerden bütünüyle arınamamış olanlar ise gerçekleri elde ederlerse bunları yanlış ve zararlı yönde kullanırlar Hermesçiliğe göre, kainatın gerçeklerini anlayabilmek için önce erdemli bir ruh sahibi olmak şarttır Hermesçiliğin temel öğretisine göre madde karanlık ile özdeştir Işık ise ruhtur ve aydınlık ruhtadır Yeryüzü hayatı ruhun maddeyle mücâdelesinden oluşan bir imtihan sürecidir Hakikate erebilmek bu imtihanda başarılı olup olmamaya bağlıdır Eğer ruh maddeye yenilip imtihanı kaybedecek olursa karanlığa tutsak olacak ve varlığını kaybedecektir İmtihanı kazanan ruh ise ölümsüzlük ruhuna doğru yükselecektir


Hermetik Külliyatın Batı Düşüncesi ve Rönesans Üzerine Etkileri

Lactantius’a göre Hermes de aynen Hristiyanlar gibi Tanrı’dan “Baba” diye söz etmektedir Demiurgus karşılığında Hermes “Tanrı’nın oğlu” ifadesini kullanır “Asclepius”da Hermes’in “Kâmil Kelâm” (Sermo Perfectus) isimli bir risalesinden lar yapılır Burada “Kelâm” Tanrı’nın iradesinden çıkmadır ve Demiurgus’u bu kelamı ile yaratır Demiurgus kelâmdır (Logos) Külliyatta bazı Hristiyanî temalar gözüküyorsa da bunların aslında o kadar çok olmadığı ve bazılarının da bizzat Hristiyanlarca kendi inançları doğrultusunda öyle yorumlandığı söylenmiştir Aslında Hermetik Külliyat’ta Hristiyanlıktan çok Yahudi dinî temaları bulunmaktadır Bunlar yapı ve terminoloji bakımından Hristiyanlıkla alakası olmayan metinlerdi fakat daha iç bir realitenin diğer kültürlerde de parçaları olabileceği düşüncesinde olan bazı mistik Hristiyanların bu kitaplara diğerlerinden farklı baktıkları da bir gerçekti StPaul Frikya’ya gelmeden çok önce bu bölgede Ofitler denilen bir mezheb yaşamaktaydı Bunların görüşleri ile Hermetik görüşler arasında bir çok bakımdan benzerlikler vardı Daha sonra bunlar bu tavırlarını Hristiyan terminolojisiyle de sürdürmeye devam edince, İrenaus ve Hippolutus gibi Hristiyan otoritelerce zındıklıkla suçlandılar Aslında diğer bütün Gnostik gruplar da “İncil dışında bir hikmet aramakla” bu zındıklık suçlamasından, kimi zaman sertçe nasiplerini almışlardı İlk kilise babaları, Tertullan, Lactantius ve hatta StAgustine gibi dini otoriteler bir çok yönden Hermetik Külliyatı kabul ediyor ve eserlerinde kullanıyorlardı Hristiyanlığın MS4yüzyıldaki zaferlerinin ardından insanın ve kainatın mahiyeti hakkındaki bu tip spekülasyonlar yavaş yavaş zorla bastırılmaya başlandı Ortaçağın başlarında Papalığın gittikçe artan gücü resmî Hristiyanlığın yegane ve tek geçerli yorum olmasını da beraberinde getiriyordu Hermesçilik bu dönemde büyük saldırılara maruz kaldı ve yaklaşık dört yüz bin varak elyazması tahrib edildi Kurtulabilenler ise taş, kil gibi nisbeten daha dayanıklı maddeler üzerine kazınarak mezarlara gömüldüler Aslına bakılırsa Hermesçiliğin Hristiyan heretikleri olan Gnostiklerle de uyuşmayan bazı noktaları vardı Bir kere Gnostisizmin radikal dualizmi Hermeşçilik’te yoktu ve yaratılış bizatihi kötü olarak görülmüyordu Demiurgus, Tanrı’ya karşı bir isyankâr değil Yüce Tanrı’nın oğluydu Hermetik Külliyat’ın Anthropos’u da, İsa Mesih gibir kurtarıcı değildi Sonra teslis açıkça işlenmemekteydi Netice olarak Hermetik Külliyat’ın resmî Hristiyanlıkla bir alakası şöyle dursun kendisinden Hristiyanlık düşülmüş bir Gnostisizmle bile irtibatını kurmanın hayli zor olduğunu söyleyebiliriz

Corpus Hermeticum içerisinde yer alan “Poimander”in modern dünyaya tanıtımı ilk olarak 1460 yılında Makedonya’dan Floransa’ya gelen bir keşişin beraberinde son kısmı noksan Yunanca bir aslını getirmesi ve Cosmo de Medici’nin çevirmeyi düşündüğü Platon’un diyaloglarını bir kenara bırakıp derhal bunu çevirmesini Ficino’dan (Marsilius Ficinus) (1433-1499) istemesiyle olmuştur Ficino’nun bu çevirisi 1463 yılında Venedikte basılır ve yüzyıl içinde on altı baskı yapar37 Ficino, XV yüzyılın en önemli Neo-Platoncularındandır ve ilginç olan da bir rahip olmasına rağmen hiç bir zaman Hristiyanlıktan söz etmemesidir Hristiyanlara hararetle Platon’u okumalarını tavsiye etmiş ve hatta kendi kilisesinde onun eserlerinden bazı parçaları dua yerine okutmuştur Ruhun bedenle birlikte helak olacağı konusunda Afrodisya’lı Alexander ve Averroes’e (İbn Rüşd) karşı çıkmasıyla bilinir Platon’un diyaloglarını Latinceye çevirmekle meşgul iken Hermes’in eserlerinin ona kaynaklık ettiğini ve ondan çok daha eski olduğunu görünce derhal Corpus Hermeticum’u çevirmeye başlayacaktır Ficino ilk ondört risaleyi Latinceye çevirmiş ve hepsine birden birinci risalenin başlığı olan Poimander adını vermiştir Geri kalan risaleler ise Lazzarelli tarafından Latinceye çevrilmiştir 1554 yılında Turnebus tarafından Paris’te Grekçe orjinal metinler yayınlanır Gabriel Prateolus tarafından Fransızcaya çevrilir Flussas 1579’da bir başka Fransızca çeviri daha yapar Ona göre Hermes, Musa’dan önce yaşamış bir peygamberdir ve Hermetica’lar da en baş dinî metinlerden sayılır Çok sonraları 1866’da Louis Ménard tarafından bir başka Fransızca tercüme daha yayınlanacaktır 1643’de Hollanda diline çevrilir 1706’da bir çeviri ve 1781’de bir başka çeviri olmak üzere Almanca olarak da yayınlanır İlk İngilizce çeviri Everard tarafından Arapça’dan yapılır ve 1650 yılında basılır Bir çok baskı yapar Daha sonra üç ciltlik ve daha kamil bir çeviri GRSMead tarafından gerçekleştirilir ve Londra’da 1806’da yayınlanır 1591’de Kardinal Francesco Patrizzi uzun bir çalışma yaparak Grekçe aslından Latinceye yeni bir çeviri yapar Çeviriye Asclepius ve Stobaeus parçalarını da ilave eder ve metinlerin düzenini yeniden yapar Patrizzi’ye göre, Greklerin bütün felsefî sistemleri, Pisagorasçıların mistik matematikleri, Platon’un etiği ve teolojisi, Aristotales ve Stoacıların fizikleri hep bu Hermes’in yazdığı eserlerden alınmadır Ona göre Hermetik felsefe Grek felsefesinden çıkma değilse o zaman şurası kesindir ki Grek felsefesi Hermetik felsefeden çıkmadır Patrizzi yaptığı bu yeni Latince çeviriyi Papa XIV Gregory’e ithaf eder Kendi açıklamalarını da ilave ettiği Nova de Universis Pilosophia (Yeni Evrensel Felsefe) isimli kitabında o dönemde felsefeyle iştigal etmek için Tanrı’yı reddetmek gerektiğini halbuki bunun felsefenin esasına aykırı olduğunu söyler Patrizzi Papa’dan ve ondan sonra gelecek bütün Papalardan bu Hermetik külliyatın bütün mektep ve manastırlarda okutulmasını taleb eder Aynı yerde, “Niçin Tanrı’ya düşman bir Aristocu felsefenin yayılmasına göz yumuyorsunuz?” diye de cüretle Papa’dan sorar Zîra ona göre Hermetik metinler Aristo’nun risalelerinin hepsinden çok daha fazla derin felsefe içermektedir Skolastiklerin yalnızca Aristo’ya önem atfetmelerini Patrizzi çok tehlikeli bulur Dinî Hermesçilik İtalya’ya giden ve Ficino ve Pico ile görüşen Lefévre d’Etaples tarafından Fransa’ya getirilir Zira Ficino ve Pico “prisca theologia”yı ve Neo-Platonizmi Hristiyanlığa bir temel olarak görmekteydiler Bunların tesirleriyle XVIyüzyılda gittikçe büyüyen bir Katolik Hermesçiliğine şahid olunacaktır Kıta Avrupasından yayılmaya başlayan bu kabil hermetik düşünceler Britanya adalarına da ulaşır Thomas More Ütopia’sında bu doğrultuda bir yaklaşım sergiler

Dönemin diğer düşünürleri Agrippa, Robert Fludd ve Adhannasius Kircher’in hararetli Hermesçilik müdafaları vardır Fakat söz konusu dönemin belki de en önemli Hermesçi düşünürü Griordano Bruno’dur (Doğ1548) Onun Hermesçilik anlayışı Hristiyan karşıtı bir Hermesçilik’dir Böyle olması da sonunda bedelini hayatıyla ödemesine neden olacaktır Yazdığı Spaccio isimli kitapta Hristiyanların Hermesçiliği yanlış anladıklarını ve kasıtlı olarak da yanlış yorumladıklarını ileri sürer Ona göre bu bilgeliğin aslı Mısır Hikmetinde yatmaktadır Mısır’a çok önem verir zîra ona göre ilk “Hikmet Mâbedi” Mısır’da inşa edilmiştir Kildânîlerin bunda payı büyüktür İkinci olarak bu mâbedi Zerdüşt kurmuştur Üçüncü olarak Hind yogileri tarafından, dördüncü olarak Traklar arasında Orfe’de, beşinci olarak Thales ve diğer bilgeler tarafından Grekler arasında, altıncı olarak Lucretius ve diğerlerince İtalyanlar arasında, yedinci olarak da Albertus Magnus, Cusanus, Copernicus ve Palingenius tarafından Almanlar arasında inşâ edilmiştir Görüleceği gibi Bruno da tıpkı İslâm mistik filozofu Sühreverdî gibi insanlık tarihinde hikmetin yayılış halkalarını bir zincir olarak resmeder ve bunun başına Hermes’i oturtur

İşte dönemin diğer pasif dinî öğretilerine nispetle Hermesçiliğin insanın kudretlerine büyük önem vermesi ve onun isterse her şeye kadir olabileceğini, Kozmos’un sırlarını öğrenebileceğini, maddeye, tabiata hakim olabileceğini ve hatta ilahlaşabileceğini söylemesi, bilahere insanlık tarihinde büyük dönüşüme yol açacak olan Rönesans’ın bu dönüştürme işlemini üzerinde gerçekleştireceği mirası oluşturacaktı Tüm anti-tradisyonel fikirlerin tradisyonun tersine çevrilmesiyle elde edilmesi gibi Rönesans da hermetik görüşlerin tersine çevrilmesiyle gerçekleştirilmişti Hermesçiliğin dinî içerikli üstün insan ideali ve bunu yaratmak için kullandığı bazı pratikler, daha sonra Rönesans düşünürlerinin hümanizme yapacakları önemli vurguda kullanılacaktı Rönesans döneminde Hermetica’ların tam yirmi iki baskı yapması da bu gerçeği gözler önüne serer Ancak ne varki dinî üst prensib unutulunca Hermesçilik öğretisi Rönesansın elinde profanlaştırılır ve iç boyuttaki ilerleme metodları dış boyuttaki teknolojik ve bilimsel ilerlemeler için fikir kaynağı olur Okült bilimler, maji, astroloji, simya orijinallerinden farklı doğrultuda çalışmaya başlarlar Bir hedef kayması olur Rönesans’ta ve bu ilimlerin “tecrübe”ye verdikleri önem deneysel ilimlerin ve amprizmin doğmasına sebebiyet verir Daha sonra da deneyciler dinî prensibi bir kenara bırakarak sadece yaptıkları deneyi kutsallaştırmaya ve bir müddet sonra da bunun teorisini yapmaya başlarlar Rasyonel gelişmeler gittikçe hız kazanır Hermes’in ruhta gerçekleştirmeyi düşündüğü devrim Rönesans aydınlarınca dışta yapılmaya çalışılır İlk dönemlerin kutsal ve bütüncül simya anlayışı > modern kimyaya, Astroloji anlayışı > modern astronomiye, Maji anlayışı > modern bilime ve teknolojiye dönüşecektir Zaten batı felsefesi içerisinde kenarda kalmış ve resmî ders kitaplarında hep gözardı edilmiş bir kadîm felsefe varllığıını alttan altta sürdürmüştü Bu rasyonalist olmayan felsefelere -meselâ Hermesçilik- XVII ve XVIIIyüzyılda ve Rönesans’da çok büyük ihtimam gösterildi Hatta tecrübî bilimlerin ortaçağın hemen ardından ortaya çıkışlarının arka planında Kabala, Gül-haç ve muhtelif hermetik cemiyetler gibi böylesi okült düşünce kaynaklarının yattığı bilinmektedir

XX yüzyıla gelindiğinde ise artık Batıda bu sefer Rönesans dönemindeki sapmadan kurtulmuş orjinal Hermesçilik arayışlarının başladığı görülecektir 1884’de Dublin’de “Hermetic Society” kurulur Teofizist GRSMead 1900’lerde Hermesçiliği yorumlayan yazılar yazar Teozofi, Rose croix (Gül-Haç), Golden Dawn vb gibi bazı okült cemiyetler gerçek Hermesçiliğin kendilerinde olduğunu iddia etmeye başlarlar Bütün bu asla orijinal olana dönüş arayışlarına rağmen “Üst Prensip” (yânî Tradisyon) bir türlü bulunamadığından günümüzde batıda “Hermetik Düşünce” denildiğinde daha çok astroloji, simya, maji ve okült bilimler anlamındaki vulgar Hermesçilik akla gelmektedir Bunun yol açtığı sorunlar da en az Rönesans kadar problematik bir yapıdadır Mâmâfih kimi müslüman düşünürlere göre bu okült cemiyetler de müslüman bilim adamlarınca incelenmelidir zîrâ netîcede gerek ruh bakımından ve gerekse tarihsel olarak bu ekoller doğu-islam ile bir şekilde irtibatlıdırlar38

Hermetik Külliyat bugün batı dillerinde AJFestugiére’in dört cilt halindeki Fransızca tercümesi (Corpus Hermeticum, Paris 1945 ve 1954); Walter Scott’un yine dört ciltlik İngilizce tercümesi (Hermetica, Oxford 1924-36 ve USA, 1985) ve JKroll’ün Almanca tercümesiyle (Die Lehren des Hermes Trismegistos, Munster 1914) bulunmaktadır Az sonra ele alacağımız gibi Arapça, Farsça ve Türkçe'de ise toplu bir tercümesi bulunmamaktadır Sadece bazı bölümlerin Arapça tercümeleri bulunmaktadır



Hermetik Külliyatın Arapça Kaynakları

Batı kaynaklarından incelediğimiz Hermetik Külliyatın doğrudan Mısır’dan (İskenderiye’den) değil de İslam kaynaklarından batıya aktarıldığı ve Grekçe, Latince Corpus Hermeticum ile Arapça Hermetik metinlerin tamamıyla aynı muhtevaya sahip oldukları kimi araştırmacılarca ileri sürülmüştür39 Arapça yazılı Hermetik metinler konusu ilk olarak Louis Massignon tarafından ele alınmıştır Ona göre Grek felsefesi adıyla anılan felsefî düşüncenin İslam dünyasında rahatlıkla yer bulabilmesinin nedeni Müslümanların bu felsefenin ardında İdris nebî’ye kadar uzanan bir silsile görmüş olmalarıdır MPlessner, HCorbin, SHNasr gibi bir çok bilim adamı da bu görüşe iştirak ederler Ne var ki Massignon’un Eranos toplantılarında dökümünü yaptığı Arapça Hermetik kitaplar listesi bazı eksiklikleri de beraberinde taşımaktadır Yazar bazı eserleri bu listeye almayı unuturken bazı Hermetik oldukları şüpheli kitapları da bu listeye dahil etmiştir Onun bu listesi daha sonra MPlesner ve diğerlerince daha da geliştirilecek ve en son Fuat Sezgin tarafından da ikmal edilecektir40 Sezgin söz konusu bu yerde İslâm dünyasındaki kütüphânelerde hem bizzat Hermes’e ve hem de Hermesçi sayılan diğer bazı yazarlara atfedilen Arapça eserlerin bir listesini sunmaktadır

Alıntı Yaparak Cevapla